Şiir ve Din: 20
ALLAH’I ARARKEN
İnsan Ahsen-i takvim üzere, yani maddi ve manevi bakımdan en güzel biçimde yaratılmıştır. Ama aynı insan esfel-i sâfilîne, aşağıların aşağısına da yuvarlanabilir. Çünkü aynı zamanda zayıftır, acelecidir. Bir yönüyle içinde onu kötülüğe sürükleyen bir nefis taşımaktadır. İnsan-ı kâmil olup en yüksek mertebeye de çıkabilir. Hayvanlardan daha aşağı seviyede de kalabilir.
Bu arada insan, akıl sahibidir. İyiyi kötüden ayırd etme özelliğine sahiptir.. Ama aklı, ruhun ve melekî kuvvelerinin rehberliğinde hareket ederse iyi olur. Akıl, nefsin ve şeytânî güçlerin emrinde olursa insan kötü olur.
Bu kadar çeşitli ve zıt kuvvetlerin anaforunda bulunan insan, zihnen de bir mücâdele içindedir. Şüpheler, tereddütler ortasında savrulur durur. Zaman zaman çaresiz kalabilir. Böyle durumlarda Allah’a sığınmayı bilmek bir kurtuluş yoludur.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, hayatta yediği darbelerden bıkmıştır. Sonunda Allah’a sığınır ve mutluluk ister. Onun “İstîdâ” şiiri şöyle:
Yarab! İnsanoğullarından çektiğim yeter
Gökyüzünden benim hisseme düşeni ver
Altında dilediğim gibi ömrümü sereyim
Mendil kadar olsun tarlamı ayır
Beni doyuracak ağacı göster.
Rabbim! İnsanoğullarından çektiğim yeter
Yalnız senin ellerin gezinsin ömrümde
Beni yalnız sen mahkûm eyle, sen âzâd
Ve yalnız sen canımı iste benden ki
Nereye saklayacağımı şaşırmadan vereyim.
Bir başka şâirimiz Allah’ı aramaktadır. Akılla Allah’ı isbat konusunda aciz kaldığını söyler. Bu sırada yanlış yollara saptığını itiraf eder. Cehaletten dolayı böyle yapmıştır. Sığınıp gözyaşını dökecek şefkatli bir diz istediğini dile getirir.
Bütün bunları, Ali Kemal Balkanlı “Münacat” şiirinde söyler:
Daldıkça gözüm göklere, hep sessiz arardım
Arşın nerde deyip bir iz arardım
Yıldızlara, mehtaba bakıp vecd ile hayran
Tanrım diyecek kudreti tek, eşsiz arardım
Haktır diyerek belki de batıllara saptım
İsbatına akl ermedi, âsârına taptım
Affet beni ya Rab, bunu cehl ile yaptım
Eşkim dökecek üstüne müşfik diz arardım
Macit Aray da şüphelerden çok çekmiştir. Aslında o, kanatlanıp göklere yükselmek dileğindedir, ama beşerdir; ağırlıkları vardır; bu isteğini bir türlü gerçekleştiremez. Fakat inancı onu Hakk’a yöneltir: “Kollarım açılı bekliyorum gel…/ Seni yıllar yılı bekliyorum gel.” diye adetâ yalvarır:
Macit Aray’ın “Dua Zamanı” şiiri şöyle:
Nerdedir, çekilmez denilen azap,
Her ân eşiğinde ağlamak varken,
Kim dedi yolumu şüphelerden yap
Ey beni fecirler adına çeken,
Açılmalı kanatlarım göklerce
Görmeliyim mahrem dünyalarını,
Bir ufuk ver, göster bana her gece
Yaşamadığım rüyalarını,
Rüzgârlar, hürriyet, yaban kokulu,
Rüzgârlar hep seni konuşan dilim,
Neden bilmiyorum, içim burkulu,
Neden sonsuzlukta bir ses değilim,
Gizli hicranların rengiyle süslü
Dağların, bağrıma çöküyor Tanrım
Dağların şafakta altun göğüslü
Bitmez çilelerim, dinmez kalp ağrım.
Bir yeşil tepede mehtap zamanı
Kollarım açılı bekliyorum gel…
Benim gibi tez canlı yap zamanı
Seni yıllar yılı bekliyorum gel.
Şüpheye düşenlerden biri de Munis Faik Ozansoy’dur. Ama o, sonunda Hak’tan yardım isteme edebini gösterir. İnsanın neden böyle bir hayata mahkûm olduğunu sorgular. Bunun bir hikmeti olduğunu da düşünür. Duyduğu şüphelerden rahatsızdır. Allah, neden zatıyla değil de isim ve sıfatlarıyla görünmektedir?
Aslında Allah her yerde zâhirdir. O her an bir tecellîdedir. Tecellîsinde tekrarlanma da yoktur. Sadece “teceddüd-i emsâl” vardır. Yani benzer şeyler birbiri arkasına geldiği için biz olup biteni hep aynı zannederiz. Su akıp gitmektedir, ama gelen su daima yenidir. Hz. Mevlânâ’nın da belirttiği gibi, ucu yanan bir sopayı sağa sola salladığımız zaman bir ateş çizgisi görürüz. Aslında sabit bir çizgi yoktur. Göz yanılmasıyla biz onu çizgi gibi görürüz.
Şurası da önemlidir: Biz Cenâb-ı Hakk’ın tecellîlerini zuhûrunun şiddetinden dolayı göremiyoruz. Gün ortasında çıplak gözle güneşe bakamayız. Zaten gözümüzün görme gücü sınırlıdır.
İşin hakîkati şudur: Bizim Hakk’ı görebilmemiz için kendimizi görmekten vazgeçmemiz gerekir. Ne demişler: “Sen çıkarsan aradan, kalır seni Yaradan”
Şâirimiz bunlardan haberdar mıdır, bilmeyiz. Ama bu gibi konuları kendi aciz aklıyla çözemeyeceğinin farkındadır. O halde en iyisi aczini itiraf edip, Allah’a sığınmaktır. Sonunda af diler ve “Bütün şüpheler lüzumsuz / Ortada bin bir eserin” der.
Munis Faik Ozansoy’un “Yakarış” adlı şiirinden:
Hakkı varmış Malarme’nin:
Vücud yorgun, kitaplar boş…
Yolu var sırra ermenin,
Kuşlar mavilikte sarhoş
Damdan duvardan usandım
Biraz ışık, biraz hava;
Başka dünyan yok mu, Tanrım,
Güneşi, suyu bedava?
Çayırlar boyunca yeşil,
Denizler boyu mavilik
Dostluklar hesaplı değil,
Değil sevgiler gündelik
Günahlardan soyunarak
Bütün bilgilerden yoksun
Karşındayım çırılçıplak
Bana sır ver ne olursun
Bana sır ver ne olursun
Ne olursun bize sır ver
Varlığından yokluğundan
Ortada mevcutken eser
Gizlenmez onu yaratan
Herkes bin bir iddiada
Atomdan ötesi nedir?
Benim ellerim duada
Bana göklerin yetişir
Göklerin yetişir sonsuz
Minnete, bin bir duaya
Bu kadar bolluk elbet
İnsan şımarırsa, haklı
Günahkâr da olsak affet
Bize sen verdin aklı
Kabahat kimdedir Tanrım
İnsanı yarattın yoktan,
Seni ben nasıl anlarım
İdrake sığmaz yaratan
Fakat sormaktayım yine
İnsanı yarattın, iyi
Niçin benzettin kendine
Niçin verdin düşünceyi?
Duyma bu sözleri Tanrım
Günahlardan bizi koru
Sen istedin de ben varım
Ne yaptınsa hepsi doğru
Boşuna sorar dururuz
Var mısın, nerdedir yerin?
Bütün şüpheler lüzumsuz
Ortada bin bir eserin.