Ashabı Kehf

Ashabı Kehf

Sen topraktan daha mı aşağısın?
Bak bahar gibi bir dost bulunca nasıl süslenir, çiçeklenir

Ağaç; dostunu bulup bahara erer
Dostun dostluğu ile bahtı yücelir

O ağaç dostu olmayan hazanı görünce
Yüzünü yorganın altına çeker

Ve der ki: dost olmayan âleme beladır
Öyle birini görünce âdetim uyumadır

Uyumak ashabı kehf gibi olmaktır
Ashabı kehfe uyku Dikyanus’a hizmetten evladır

Uyanıkken Dikyanus’un korkusu vardı
Uyku Ashabı Kehf’e Allah’ın korumasıydı

Âlimin uykusu şüphesiz uyanıklıktır
Uyanık bile olsa cahille arkadaş olanın vay hâline

Kargalar kış gelince coşar da coşar
Bülbüller ise bir köşeye çekilir de susar

Gülşen yoksa bülbülde şetaret yoktur
Güneş gurub edince verdiği his uykudur

Sen topraktan daha mı aşağısın? Sen topraktan yaratıldın evet, ama Allah ruhundan nefhetti, artık toprak değilsin. Toprağa nasıl olman gerektiğini anlamak için ibret nazarıyla bak. Mademki aslını aştın, ondan daha ileri özelliklerle bezendin de o sana hizmetkâr olarak görevlendirildi o zaman sen ondan daha aşağı olmaya razı olamazsın. Toprağa bir bak, dön de ibret nazarıyla bak bakalım. Bak bahar gibi bir dost bulunca nasıl süslenir, çiçeklenir. Bahar toprağın dostudur. Baharla toprak buluştuğu zaman iki dost hemhal olduğunda ortaya çıkan güzellikler gibi güzellikler çıkar ortaya. Bahar toprağa gelmiş toprak bahara kavuşmuştur. Bahar kışın şiddetli soğuğunu uzaklara kovalayan ılık nefesini gezdirince toprağın yüzünde; toprak içinde saklı güzellikleri ortaya çıkarıverir. Ağaçlara su yürür yaprakları yeşerir. Pembeli morlu envai çeşit çiçek boynunu uzatır gökyüzüne doğru. Bu yeşillikler, çiçekler, dallar, yapraklar dostunu gören toprağın süslenmesine benzer. Toprakla beraber su yürümüş ağaçlar da boylanır, poslanır, süslenir öyle arzı endam eder bakanlara ve de özellikle bakmayı bir adım geçip de görebilenlere. Ağaç dostunu bulup bahara erer. Artık asık suratı gitmiş yerine mutlu gülümseyişi gelmiştir. Biz bahar geldiğinde toprağın neşesini içimizde hissederiz. Toprak dostuna kavuşmuş olmanın saadetini bizim geçirgen ruhumuza zerketmiştir. Ağaç da topraktan nasibini almış dostuyla buluşmanın vuslatın neşesini dışa vurmuştur. Toprak ağaç ve diğerleri baharla buluşmaktan mutlu oldukları için bizde aynı mutluluğu içimizde hissederiz. Ağacın; Dostun dostluğu ile bahtı yücelir. Biz o baht yüceliğini de içimizde hissederiz.

Oysa aynı toprak çok kısa bir müddet önce böyle değildi. O ağaç dostu olmayan hazanı görünce, Yüzünü yorganın altına çekerdi. Hazan dost değildi, bir felaket habercisiydi. Sanki gelmekte olan kışın vereceği zahmet ve meşakkat ona bir haz veriyor gibi onu taklit ederdi. Bahar ne kadar dost ise sonbahar o kadar uzak hâlden bilmez bir ağyar idi. Ağaçlar onu görünce sevinmek şöyle dursun saklanırdı. Yorganın altına girer, yüzünü göstermez, uyur gibi görünmeye çalışırdı. Saklanır Ve der ki: dost olmayan âleme beladır, Öyle birini görünce âdetim uyumadır”

Uyumasın da ne yapsın? Uyku insanın bütün acılarından kaçıp saklanmaya çalıştığı bir sığınak değil mi? Böyle ağyar ile hemhal olmaktansa uyumaya sığınmak en doğrusu değil mi? İnsanın aklının başında olması esastır. Uyku gaflettir, yarı ölümdür. Uykudayken ruhlar bedenden çıkar, gezerler. Uykudayken insan dünya zevklerinden mahrumdur. Ama dünya dertlerinden, meşakkatlerinden, eziyetlerinden de masundur. Belki uykudayken sevinemez ama üzülmez de, hatta bir uyku vakti kadar üzüntülerinden kurtulur. Böylece dimağı, bedeni dinlenir rahat bulur.

Geçmiş zamanlarda yaşamış yedi genç saklandıkları mağarada üç yüz yıldan daha fazla uyumuşlardı. Bu yüzden onlara “mağara ashabı; ashabı kehf denmişti. Yedi uyurlar da denirdi onlara. Yaşadıkları ülkenin kralı Dikyanus’tan kaçarak saklandıkları mağarada Allah’ın nimetine kavuşmuşlar yüzlerce yıl uyutulmuşlardı. Bu yüzden bizim için Uyumak ashabı kehf gibi olmaktır. Uykudayken ağyarın zulmünden kurtulur kendi içimize saklanırız. Böylece putperest kral Dikyanus gibi olan nefsimizin baskısından emin olduğumuz bir zaman dilimine ermiş oluruz. Çünkü; Ashabı kehfe uyku Dikyanus’a hizmetten evladır.

Dikyanus Putperest bir kraldı. Tevhit inancına tahammülü yoktu. Kendi gibi düşünmeyen kendi gibi inanmayanları böyle olmaya zorlardı. Yedi genç köpekleri Kıtmir ile birlikte bir mağaraya saklandılar. Bu gençler mağaranın dışında yani uyanık kalmaları halinde zalim kralın baskısına maruz kalacaklardı. Uyanıkken Dikyanus’un korkusu vardı. O yüzden mağaraya saklanmayı tercih ettiler. Boyun eğmektense günlük hayatın nimetlerinden mahrum kalmayı yeğlediler. Mağarada üzerlerine gelen uyku hâli onları korktuklarından emin eyledi. Uyku Ashabı Kehf’e Allah’ın korumasıydı.

Bu macera Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresi’nin 9. ve 14. Ayet-i kerimelerinde şöyle hikâye edilir.

~9~ “(Resulüm) Yoksa sen, bizim ayetlerimizden Ashabı Kehf ve Ashabı Rakim’in durumlarını şaşırtıcı mı buldun?”

~10~ “O gençler mağaraya sığınmışlar ve Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla! Demişlerdi.

~11~ “Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (uykuya daldırdık)”

~12~ “Sonra da iki gruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.”

~13~ “Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırdık.”

~14~ “Onların kalplerini metin kıldık. O yiğitler ayağa kalkarak dediler ki bizim Rabbimiz göklerin ve yerin rabbidir. Biz ondan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.”

İşte böyle bazen uyku uyanıklıktan daha iyidir. Hatta bazı insanların uykuları diğer bazılarının uyanık hâlinden daha bereketli daha güzel daha faydalıdır. Mesela âlimler ile cahiller arasında öylesine büyük bir fark vardır ki âlimlerin uykusu cahillerin ibadeti sayılır. Çünkü Âlimin uykusu şüphesiz uyanıklıktır. Âlimin gözü uyusa kalbi uyumaz. Âlimin dili sussa kalbi zikrine devam eder. Âlim uyuduğunda zihninde ilmine katacağı yeni şeylere yer açmaktadır. Fakat cahiller böyle değildir. Âlim uyanıkken Salih amel ile iştigal eder, cahilin uyanıklığı günah kazanmasının vesilesidir. İşte bu yüzden ahaliye zulmüyle maruf şerli bir padişah âlim bir zata kendisine Allah’ın rızasını kazanacağı bir amel tavsiye etmesi talebinde bulunur. Bu zat o şerli şahsa “sizin için en hayırlı amel uyumaktır” diye cevap verir. Bu cevaba öfkelenen Padişaha o zatın izahı şöyle olur. “Etrafınızdaki ahaliye o kadar şerriniz dokunuyor ki, ancak uykudayken sizin şerrinizden emin oluyorlar. Bu yüzden uyumaktan çok sevap tahsil edersiniz” Böyle şerli, salih bir amel işlemekten mahrum, lehinde ve aleyhinde olanı bilemeyecek olanlara cahil denilir. Uyanık bile olsa cahille arkadaş olanın vay hâline!

İşte böyle, bazen bir köşeye çekilip uzlete girmek gerekir. Ama uzlet ağyardan ve ağyarın vereceği zarardan kaçıştır. Dosttan uzlet olmaz. Dost olmayınca uzletin bir anlamı olmaz. İnsan kışın meşakkatine baharın vuslatı için katlanır. Uzletin gayesi dosta visal olmalıdır. Ağyar kış gibidir. Soğuktur. İnsana eziyet verir. Eza çektirir. Ağaçların hazan gelince yüzünü yorganın altına saklaması gibi ağyardan uzaklaşmak saklanmak hatta uyumak gerekir. Çünkü kışın karı yağmuru soğuğu bülbülleri mutlu etmez. Kış gelince coşan bülbüller değil kargalardır. Kargalar kış gelince coşar da coşar. Kış gelince coşan karga gibi olma. Bülbül gibi ol. Kış gelince, Bülbüller ise bir köşeye çekilir de susar. Bülbülün ötüşündeki o nağme zenginliğinin, o hiçbir bestekârın ulaşamayacağı musiki kudretinin sebebini biliyor musun? Bir seher vakti bülbül sesiyle uyanmadıysan bilemezsin. Gürültüye müptela kulağın o sesteki inceliği, doğallığı, etkiyi ve insan ruhuna geçiveren duyguyu ayırt edemez. İşin mahirleri bülbülün ötüşünde yedi bine yakın birbirinden farklı nağme olduğunu ve bülbüllerin sürekli bu nağmeleri artırdığını tespit etmişler. Bülbülün sesindeki kudret onun minicik kalbindeki aşktan doğar. Onun sesindeki her bir nağme esmanın birinin tecellisini izhar eder. Ama Gülşen yoksa bülbülde şetaret yoktur. Gülzarı kaybeden bülbül susar. Ona o musiki kudretini veren gül bahçesinin aşkı olduğundan kış gelince bülbüller uzlete çekilir. Meydan kargaların bet sesine kalır. Onun sesi şarkı değil bir homurtudur. Belki bir ihtiyacını belki öfke veya bencilliğini dışa vurmaktadır.

Mağaraya sığınmış yedi genç nasıl zalim kralın zulmünden korundu iseler, uzleti de onların uykusu gibi bilmek lazım. Nefsimiz putperest kral Dikyanus gibi bize hep kötülüğü emreder. Ondan kaçıp bir mağaraya sığınmak gerekir. Dost çekilince kış gelir, kargalar doluşur etrafımıza. Uzlet baharı beklemek gibidir. Zaten dosttan ayrı düşünce bir karanlık çöker ruhumuza. Güneş gurub edince verdiği his uykudur. Uykunun güvenli kucağına kendimizi bıraktığımızda tıpkı o gençler gibi “Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” demeli ve onun rahmetini beklemeliyiz.

M. Sait Karaçorlu

editor@ahenkdergisi.com