AŞK YOLCUSU HZ. MEVLÂNÂ
A.Turan ERDOĞAN
Toprak, su ile uyuşmazsa kerpiç olmaz.
Su gereken miktardan fazla olursa yine şekillenmez.
Bak şu güzel semaya verdi ona irtifa vaz’ eyleyip mizanı.
Birisi sordu, “Âşıklık nedir?” dedim ki, “Benim gibi olursan bilirsin.” Aşk, sınır ve son kabul etmeyen tam bir sevgiden ibarettir. Bu yüzden ilâhî sıfatlar cümlesinden sayılmıştır. Hakîkatte hesapsız sevgi, zevâli olmayan hâlik’a mahsus olup kula nisbetle mecaz yoluyladır. Zîra hak sevgisi kadîm(evveli bilinmeyen), kul muhabbeti ise sonradan olma ve fânîdir.
Mânâ âleminin harmanı Horasan’ın Belh şehrinden Sultan Alaü’ddin Keykubat ve çevresinin arzuları ile Anadolu’nun tam ortasına, Konya’ya bir misafir geldi ve yerleşti. Bu dost ve şerefli misafir Bahaeddin Veled ve oğlu Muhammed Celaleddin’ den başkası değildi. Mevlânâ, Horasan’ın Belh şehrinde 604 (1207) de doğdu.Babası taçsız padişahlardan Sultân’ül – ulemâ Muhammed Bahaü’d- din Veled’dir.O, beş yaşındayken babasıyla Belh’den ayrılır. Kader kervanı, Nişabur’a, Bağdat’a, Mekke’ye, Medine’ye, Şam’a uğrar. Nişabur’ da Attar, Esrar-namesini Mevlânâ’ ya hediye eder. Şam’ da Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî, “Subhan Allah,bir okyanus, bir denizin arkasından gidiyor diye hayrette kalır. Malatya, Erzincan taraflarını aşıp Lârende (Karaman)’ye konarlar. Gevher Bânû ile evlenir. Oğlu Sultan Veled burada doğar. Annesi Mü’mine Sultan burada vefat eder.
Muhammed Celaleddin zahiri ilimlerini büyük âlim olan babası Bahaeddin Veled’den aldı. Kısa süre içersinde Konya’da halkı irşada başladı. Bu hal üzere devam ederken aşk deryası, bir kıvılcımla tutuştu. Mânâ âleminin güneşi Şems-i Tebrizi ile tanıştı, sohbetlerine katıldı. Şems’in ziyası ile aydınlandı. Çünkü kandil bir tutuşturucu bekliyordu.
“Seher çağı gökyüzünden bir ay göründü
Gökten indi de gözünü bize dikti; bakmaya başladı.
Av zamanında bir kuş kapmış doğan gibi ay beni kaptı, gökyüzüne uçuverdi.
Kendime baktım göremedim.Çünkü o ayın lütfuyla bedenim can kesildi.
Can alemine gittim.
Orada da o aydan başka bir şey göremedim.
Hasılı ezeli sırları tamamıyla anlaşıldı.”
Hz.Mevlânâ mânâ iklimini ilahi feyizle sulayan, gizli sırların açılmasına vesile olan hocası Şems-i Tebrizi’yi işte böyle anlatıyordu.
Biri yol gösterici, diğeri o yolun yolcusu ve hayat arkadaşı, iki gönül eri, iki deryanın buluşması gibi aşk ummanında buluştular.
Büyük âşık feyiz ırmağındaki seyrini hocası Şems’e atfederek şu itirafta bulunur:
“Aşkın sarhoş etti beni,ellerimi çırpmaya koyuldum,
sarhoşum,kendimden geçmişim; ne bilirim ne yaptığımı…
Koruktum, üzüm oldum şimdi.
Artık kendimi ekşi yüzlü gösteremem ki, halk böyle olmamak gerektir diyor.
Böyle değilim ben de, beni o böyle yaptı.”
İlahi aşkın tadını doya doya yudumlayan iki kutuptan biri olan Şems ise Mevlânâ’yı mânâ gözlüğünden şöyle seyre dalar:
“Mevlânâ teveccüh buyurmuşlar.
Yüz binlerce benim gibi Şems-i Tebrizî onun büyüklük burcunda bir zerreden başka bir şey değildir.
Ben gizli sırlara nail olduğum, bu yolun padişahlarını seyrettiğim, ilahi nurlara yakınlaştığım, gayb âlemlerini gördüğüm halde Mevlânâ’ya ulaşamadım.
Artık O’nun hakikatine kim erişebilir.”
İfade edilir ki; Mevlânâ aslında yanmaya hazır bil kandil idi.Şems geldi, çırağı ile bu kandili tutuşturdu.Büyüklük burcunun iki sultanı Şems ve Mevlânâ aşka ermiş,aşkta buluşmuş, aşka doymuş iki gönül adamıdır.
Mevlânâ’nın tutuşan aşk meşalesi Anadolu’nun tam ortasından dünyaya nur saçtı ve hala dünya onun penceresinden aydınlanmaya devam ediyor.Madde âleminin insanları gönülden uzak bir dünyada, aşkı ve sevdayı ararken, çıkmaz sokakların farkında bile olmadan kaybolup gidiyorlar.Halbuki ilâhî aşk, sonsuzluğun iksirini taşımaktadır.Mevlânâ semada ve neyde aşkın ve vecdin yollarını ararken bunların birer bahane olduğunu dile getirir.
“Başımı koyduğum her yerde secde ettiğim O’dur,
Altı yönde, altı yerde mâbud tek O’dur,
Bağ, gül, bülbül, sema ve sevgili,
Hepsi bahane maksat sadece O’dur.”
“Allah’tan başka temaşası bulunan aşk, aşk olmaz.Saçma sapan bir sevda olur.Allah aşkı candan geçmeyi gerektirir.Ten kafesine sarılıp dünyaya bel bağlamak, deryada boğulmamak için tahta parçasına sarılmaya benzer.Boğulmaktan korkup gönlünü tahta parçasına veren yol eri değildir. O, aslına isyan eden bir adamdır ancak.”
Mevlânâ aslında aşkın men bağını bulmuştur. O, ilahi aşkın kaynağı Kur’an’ la bütünleşmiş; yaşayan Kur’an Hz. Muhammed (s.a.v) ile doyuma ulaşmıştır.
“Yaşadığım sürece kölesiyim Kur’an’ın,
Yolunun toprağıyım Muhammed-i Muhtarın,
Benden kim naklederse bu sözün gayrısını,
Ben o sözden de onu söyleyenden de uzağım…!
Onda, aşksız, sevgisiz, yaratan ve yaratılanla barışık olmayan kuru hümanizme de bir başkaldırı vardır. Mevlânâ aynı zamanda saf aşkın bayraklaştığı, gönül merkezli projelere dayanan, dünya ve âhiret hesabıyla hazırlanmış mutlu bir insan modelinden söz etmektedir.
“Güneşin ziyâsı birdir.
Fakat evler onu pencerelerine şekillendirerek alırlar.
Ondan duvarları kaldırınız , nur bir olur.”
Rahmet damlalarının âlemleri yıkadığı, bütün kirleri ve çirkinlikleri ortadan kaldırdığı, aşkın vuslatına mani olan engelleri birer birer saf dışı ettiği, asla, öze dönüş Mevlânâ ruhu21 dur. O ruha sahip olmak Kur’an’ın mihverinde, Hz.Muhammed(s.a.v) merkezli yaşamakla mümkündür.
“Olduğun gibi görün,
Göründüğün gibi ol.”
Mevlânâ , aradığı insan modelini ilan ederek; kainatı aracısız seyre dalmıştır. Şems’in tutuşturduğu kıvılcım dünyanın her noktasına ulaşarak, renk, din, dil ayırt etmeksizin bütün insanlığı aydınlatmaya devam ediyor. O, artık Şems oldu. 2007 dünya Mevlânâ yılı ilan edildi. Kurak iklimlere rahmet, karanlık dünyalara ışık, buruk gönüllere aşk oldu.
Ondaki bu mânâ, kelama gelmez; bu söz, hitama ermez.
Dalgalar yorulur, köpükler durulur, denizler bâki.
Balıklayın niceler gafil, bilmezler nerde sahil, Haktan gayri her şey fani.
“Nice tarif edeyim Şevket-i Mevlânâ’yı
Bu lisan anlatamaz devlet-i Mevlânâ’yı”
Nihayet aşk yolcusu ,büyük sultan Mevlânâ da önceden gönderdiklerinin yanına, sonsuzluk âlemine, aşkın merkezine doğru yolculuğuna devam etti.
Ruhu Şâd Olsun.
– Faydalanılan Kaynaklar:
Mesnevî-i Şerîf C/1,2 Manzum Nahifî Tercümesi(Prof.Dr.Âmil ÇELEBİOĞLU)
Tokat – Kümbet Dergisi