Az ye, az uyu, az konuş. ( 2 )
Bu yazı İstanbul Benötesi Psikoloji Derneğinde yapılan Mesnevi sohbetinin deşifresiyle hazırlanmıştır.
Efendim bir önceki sohbetimizde az yeme üzerinde durmuş, âyet hâdis ve çeşitli mesnevi beyitleriyle hep birlikte anlamaya ve zevk etmeye çalışmıştık. Bugünkü sohbetimizde ise az uyuma üzerine bir muhabbetimiz olacak inşallah. Fakat az uyuma konusuna geçmeden evvel haram ve helal yemenin bedenimiz üzerindeki etkilerini de kısacada olsa arz etmek istiyorum. Çünkü eyvallah, az yeme çok önemli ama, yediğimiz içtiğimiz şeylerin helal veya haram olması az yemeden çok daha önemli.
O nedenle az uyumayla ilgili sohbetimize başlamadan önce bu konu üzerinde kısaca da olsa durmanın çok faydalı olacağına inanıyorum.
Peygamber Efendimiz bir hâdis-i şeriflerinde: “Bir kimse ki yediğini içtiğini, nasıl ve nereden kazandığına aldırış etmezse, Allah’ta onu cehennemin hangi kapısından sokacağına hiç aldırış etmez” diye buyurmuştur.
İlk bakışta belki sizlere çok abartılı gelecek ama; yinede gerçek olan şu ki; hayatımızı, duygu ve düşüncelerimizi yönlendiren, bizleri hayır ve şer işlere iten en önemli faktörlerden biride yediğimiz içtiğimiz şeylerin helâl veya haram lokma oluşundan meydana gelir.
Bakınız Hz. Mevlânâ konumuzla alâkalı Mesnevi’de neler söylemiş bizlere: “Yediğimiz şeyler tohum gibidir, duygu ve düşüncelerimiz de yediğimiz o lokmalardan meydan gelir”
Bu konunun ne denli önemli olduğunu, haram ve helal lokmanın duygularımızı, düşüncelerimizi, dolayısıyla da tüm hayatımızı nasıl etkilediğini çeşitli Mesnevi beyitleri ve diğer mânevi büyüklerimizin sözleriyle kısaca da olsa sizlere arz etmeye çalışacağım. Öncelikle Mesnevi beyitleriyle başlıyorum.
Mesnevi clt.1.1642- İnsandaki nûru, kemali artıran şey helâl kazanç ile elde edilen lokmadır.
Haram lokma ise kandilimize konulunca kandili söndüren yağa benzer. Sen onun adına yağ bile deme su de, çünkü gönlümüzdeki kandilimizi nûrumuzu söndürüyor.
Bilgi, aşk, muhabbet, merhamet, helâl lokmadan doğar, meydan gelir.
Yediğin bir lokmadan hased, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse sen o yediğin lokmanın haram lokma olduğunu bil.
Hiç buğday ekenin arpa biçtiğini gördün mü ? Hiç atın eşek yavrusu doğurduğu görülmüş müdür ?
Yediğimiz içtiğimiz şeyler aynen tohum gibidir. Düşüncelerimiz de ondan meydana gelir. Ağzımıza aldığımız helâl lokmadan Allah’a hizmet ve öteki âleme gitme arzusu doğar.
Haram lokmadan ise kin, hased, gaflet, bilgisizlik, hile ve cahillik doğar.
Efendim bu beyitleri şerh etmeye hiç gerek yok. Açıkça anlaşıldığı üzere yediğimiz içtiğimiz şeyler duygu ve düşüncelerimizi dolayısıyla da tüm hayatımızı etkiliyor. Eğer kendimizi Hakk’tan uzak, gâfil, cahil bir yaşam içerisinde görüyorsak, çoluk çocuğumuzun hâli, ahvâli, pek hoşumuza gitmiyorsa, yapılacak ilk şey yediklerimizi içtiklerimizi sorgulamak olmalıdır. Elbette böylesine çok önemli bir konuda sadece Hz. Mevlânâ değil, tüm mânevi büyüklerimiz bizleri uyarmış yol göstermişlerdir.
Abdulkâdir Geylâni Hazretleri de, bir kişiye; Sen namaza durduğun zaman, alış verişle, yiyip içmekle, kiminle nikahlanacağınla meşgul oluyorsun, bedenin namazda ama, gönlün çeşitli dünyevi isteklerle meşgul bu nasıl namaz der.
Adam; Peki bu durumun ilacı nedir ? Nasıl kendimizi düzeltelim ? deyince Hazretin cevabı çok ilginç: “Bu durumun birinci ilacı, yediğin içtiğin şeylerin helâl lokma olmasına dikkat etmektir” diye cevap verir.
Demek ki; namazda ki vesvesemiz, huzûrumuz, hûlûsumuz bile yediklerimiz içtiklerimizle yakından alâkalı. Bu duruma fazlada şaşırmamalı. Nasıl ki yiyip içtiklerimiz vücud sağlığımızı olumlu veya olumsuz etkiliyorsa, duygu ve düşüncelerimizi de aynı derecede etkilemesini doğal karşılanmalıyız.
Konumuzla alâklı Abdulkâdir Geylâni Hazretlerinin sohbetler adlı eserinden farklı bâzı bölümleri de sizlerle paylaşmak istiyorum. “Ey oğul, haram lokma kalbi öldürür. Helâl yemek ise onu ihyâ eder. Lokma vardır kalbini nûrlandırır. Lokma vardır onu karartır. Lokma vardır sadece seni dünya işi ile iştigal eder bir hale getirir. Lokma vardır seni mânâ’ya yönlendirir. Lokma vardır sana dünya’yı da ahireti de terk ettirir. Lokma vardır dünya’yı da ahireti de yaratanına rağbet ettirir.
Haram yemek seni sadece dünya ile iştigale sürükler. Sana günahları hoş gösterir. Helâl lokma ise senin kalbini Allah’a yaklaştırır.
Dört şey vardır ki kalbin kurtuluşu huzuru onların vâsıtasıyla olur. Bunların en önemlisi ve birinci şartı yediğine içtiğine çok dikkat emek helâl lokma yemektir. Yiyip içtiklerin hep helâl olsun. İlaç niyetine bile haram edilen şeylerden yeme. Sonra sende mizâç değişikliği olur.
Evet efendim görüldüğü üzere; Hz. Abdulkâdir Geylâni’de Hz. Mevlânâ ile aynı şeyleri dile getirmiştir. Malûm kimin dilinden söylenirse söylensin hakikat birdir değişmez denmiştir. İlaç niyetine yediğimiz haram şeylerin dahi karakterimizi etkilediğini söylüyor Geylâni hazretleri. Az evvel arz ettiğim beyitlerde ise; Hz. Mevlânâ: Yediğimiz içtiğimiz şeyler tohum gibidir duygu ve düşüncelerimiz onlardan meydana gelir diye buyurmuştu. Elbette duygu ve düşüncelerimizde karakterlerimizi belirler.
Eskiden bir türlü uslanmayan topluma zararlı insanları kırk gün tekke ve dergahların alt katında tutarak, orada pişen yemeklerden yedirmek suretiyle onları terbiye etmeye çalışırlarmış. Bu davranışın temelinde ise; gene o tür yerlerde pişen yemeklerin helâl lokma olmasına inanılmasıdır. Vücuda girecek olan helâl lokmanın içerdeki haram lokmayı temizleyip kişinin hayra yöneleceğine inanılırmış ki, bu da gayet doğru bir düşünce. Günümüz deyimiyle yüksek pozitif enerji karşısında içerdeki negatif düşüncelerin bir hükmü kalmayacak, zamanla eriyip yok olacaktır.
İslâmi inancın dışında olan belli bir zümrede yiyecek ve içeceklerin insan bedeni üzerindeki etkisine inanarak ona göre de yaşam tarzlarını belirliyorlar.
Bildiğiniz üzere bâzı kişiler vejeteryandır et yemezler. Kendilerine göre bunun bir çok sebebi var. Fakat bâzı Budistlerin, aynı zamanda onlara özenerek aynı şeyi uygulamaya kalkan bâzı müslümanların en önemli sebeplerinden biride et yendiği zaman hayvani duyguların vücutta ön plana geçtiği inancıdır. O nedenle de et yemeyerek hayvâni duygularını terbiye ve kontrol etmeye çalışırlar. Özde çok güzel bir düşünce. Fakat, şunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Eyvallah yediğimiz içtiğimiz şeylerin bedenimiz üzerinde pozitif veya negatif bir etkisi var. Bunun inkâr edilecek bir tarafı yok. Fakat et yemek insanı hayvanlaştırsa idi, Cenâb-ı Allah kullarına et yemeyi kesinlikle yasaklar, haram sayardı diye inanıyorum. Eğer bu durum bir mürşit kontrolünde riyazet değilse, yüce yaratıcının kullarına helâl kıldığını, kendi kendimize haram saymanın ne denli doğru olduğunu bir tefekkür etmek, veya bir gönül ehline sormak gerekmez mi ? Sizlerinde bildiği gibi Kur’an da et yemek haram sayılmadığı gibi Maide, Enam, Müminûn ve daha bir çok âyette yenilebilecek ve yenilmemesi gereken hayvanlardan bahsedilir. Burada önemli olan, et de olsa, ot da olsa, her şeyde olduğu gibi aşırıya kaçmamak orta yolu bulmaya gayret göstermektir.
Sonuç olarak yediklerimiz içtiklerimiz tüm hayatımızı etkiliyor. Bu tartışılmaz. Fakat yemek, içmek, haram, helâl lokma konusunda biraz da ufkumuzu geniş tutmamız gerekiyor.
Daha önceleri mesnevi sohbetlerimizde uzun uzun bahsetmiştik. İki türlü sofra vardır. Birisi yer sofrası. Diğeri gök sofrası.
Yer sofrası topraktan gelir, toprağa gidecek olan bedenimizi besler. Bu gıdaları ağız yoluyla alırız. Bir de gök sofrası vardır ki, bu da ağız yoluyla değil; kulaklarımız duygu ve düşüncelerimizle bedenimize girer. Bir çok kez tekrar ettiğimiz bir Mesnevi beyti vardır. “Hayvan ağızdan, insan kulaktan beslenir” Bir kez daha arz etmek isterim ki, ağız yoluyla aldığımız gıdalar nefsimizle alâkalıdır, sadece fâni bedenimizi besler. Bizim asıl varlığımız olan rûhumuzla hiç bir ilgisi yoktur. Onun için hayvan ağızdan beslenir denmiştir. Yâni ağız yoluyla aldığımız gıdalar sadece hayvani nefsimizi besler. Ne diyordu Hz. Mevlânâ: “Sen yağlı ballı şeylerle nefsini beslediğin sürece rûhunu asla güçlü bulamayacaksın” Mademki insâni tarafımız ağızdan değil kulaktan besleniyor. O zaman ağız yoluyla aldığımız gıdalar gibi, kulak yoluyla dinlediğimiz şeylerin, duygu ve düşüncelerimizin de haram ve helal lokma olanı vardır.
Yine Hz. Geylâniden arz etmek isterim: “Bir şey ki orada senin nefsin ön plandadır o zaman haram lokma yiyorsun demektir.”Yâni bir iş, veya olay karşısında kendi nefsâni duygu ve egolarımıza, daha doğrusu maddi çıkarlarımıza öncelik veriyorsak duygu ve düşüncelerimiz vasıtasıyla haram lokma yiyoruz demektir.
Birilerinin dedikodusunu yapıyorsak yine haram lokma yiyoruz demektir. Haram lokmadan da öte Hz.Allah’ın buyurduğu gibi Kardeşimizin ölü etini yiyoruz. Haram lokma sadece et ile ekmeğin helâl olmayan yollardan kazanılmış olması değil.
Bin bir güçlükle kazandığımız helâl kazancımızı haram olan duygu ve düşüncelerle yediğimiz zaman helâl lokmamızı haram etmiş oluruz. O nedenle yemek yerken zikir, fikir, şükür çok önemlidir.
“Bir şey ki orada kalp vardır O zaman şüpheli şeyleri yiyorsun demektir”
Bir şey ki orada kalp vardır demek; Yâni kalbimizde zan ve şüpheler var, emin değiliz yaptığımız işten veya düşündüklerimizden. Bu durumda şüpheli yiyoruz demektir. Çünkü bir hâdis-i şerifte Peygamber Efendimiz şüphelendiğiniz şeyden uzak durun şüpheli şeyleri yemeyin diye buyuruyor.
Önümüze gelen bir kap yemekten de helâl mi ? haram mı ? diye şüphelenebiliriz. Dinlediğimiz her hangi bir sözden de, yaptığımız her hangi bir işten de doğru mu ? yanlış mı ? olduğundan da şüphelenebiliriz. Mademki Efendimiz şüphelendiğiniz şeyden uzak durun diye buyuruyor. O zaman şüphelendiğimiz yemekten de, doğruluğundan şüpheye düştüğümüz sözden de, işten de, uzak durmamız gerekiyor. Tâ ki o şey üzerinde mütmâin oluncaya kadar.
Fakat şunu da arz etmek isterim: Bazen yaşam şartları içerisinde istemediğimiz yerlere gitmek içimize sinmeyen lokmalar yemek zorunda kalıyoruz. Mânevi büyüklerimiz bu gibi durumlarda içlerine sinmeyen bir lokma yedikleri zaman yedikleri miktarın değerince bir fakire sadaka vererek o yedikleri yemeği kendi helal kazancıyla yemiş duruma getirirlermiş. Bu da farklı bir bakış açısı.
“Önüne kendi kazancından mutlak helâl olan bir yiyecek gelmiş olsa dahi yinede şöyle bir düşün. Olur ki hazırlanma sırasında haram karışmış olabilir”
Hazırlanma sırasında yemeğe nasıl haram karışır ?
- Yemeğe bilerek veya bilmeyerek hazırlanma aşamasındaharam bir malzeme katılabilir.
- Yemeği hazırlayan kişi haram olan duygularını yemeğekarıştırmış olabilir.
Haram olan duygu ve düşünceler yemeğe nasıl karışır ?
Enerji yoluyla. Eskiden Tekke ve Dergahların en önemli ve dikkat edilmesi gereken yeri Mutfakmış. Hatta Mevlevilikte mutfak o denli önemli imiş ki adına sadece Mutfak değil, mutfak mânâsına gelen Matbâh-ı Şerif denirmiş. Dergahlardaki aşçı dedeler şeyh efendiye en yakın olan çok değerli gönül sultanlarıdır. Herkes mutfakta çalışamaz. Çorbayı karıştıramaz. Mutfak dergahın gönlü kabul edilir. Neden herkes dergahta mutfakta çalışamaz ? Çünkü yemek yapan kişinin enerjisi bir şekilde yaptığı yemeğe geçer. İster negatif ister pozitif.
Her sözün, her halin bir enerjisi vardır. Bizler bunu görmüyoruz, bilmiyoruz diye inkarda edemeyiz. Hz. Mevlânâ; Mademki sözlerin enerjisi yok. Neden kötü bir söz duyduğunda perişan olup yıkılıyor. İyi bir söz duyduğunda şen olup yapılıyorsun ? Mademki hallerin bir görünmez enerjisi yok, o halde neden neşeli bir insanla, kederli bir insanın hali seni farklı bir şekilde etkiliyor der.
Az evvel arz ettiğim bir konu vardı. “Bazı kişiler dergah ve tekkelerin alt katında tutulur orada pişen yemeklerden yedirilerek tedavi edilmeye çalışılırdı” İşte burada helal olduğu düşünülen lokma ile birlikte en önemli etkenlerden biride, pişme sürecinde onu pişirenin yüksek pozitif mânevi enerjisinin yemeğe geçmesidir söz konusu olan.
Neden Mevlit, Kur’an okunurken, dûa niyâz edilirken ortay bir kab su veya tuz konur onu da sonra şifa niyetine yer içeriz. Şifâ bunun neresinde ? Okunan Kur’an Mevlitten, dûa, niyâzdan ona geçen mânevi pozitif enerjide. Demek ki duygu ve düşüncelerin, ses ve sözlerin de negatif veya pozitif bir enerjisi var.
Sonuç olarak bir insan ki, mutfakta yemek yaparken sinirle, hırsla, negatif düşüncelerle yemeği karıştırıyor mümkün değil o yemeği yiyen kişiden pozitif duygular, haller, tecelli etsin.
Hem hırsla öfkeyle negatif duygu ve düşüncelerle yemek pişirip ailene yedireceksin. Ondan sonrada eşinden çocuğundan tebessüm güler yüz pozitif davranışlar bekleyeceksin. Öfke ve sinirle pişen yemeği yiyende zuhur edecek olanda öfke ve sinirdir. Bir kez daha tekrar etmek isterim ki, yediklerimiz içtiklerimiz tohum gibidir ve karakterlerimizi belirler. O nedenle özellikle yemek yapan annelere arz etmek isterim ki, eşinizden çocuğunuzdan tatlı dil tebessüm hoş davranışlar bekliyorsanız, sizinde yapacağınız ilk şey; yemeği sevgiyle aşkla hatta dûa ve niyazla yapmanızdır. Negatif duygularla yapılan yemek, helal lokmayı haram etmekten başka bir işe yaramaz. Haram ve helâl lokma konusunu böylece kısa bir şekilde toparladıktan sonra gelelim az uyumaya.
(Efendim az uyuma sohbetini de bir sonraki aşamada semâzen nette sizinle paylaşalım inşallah )
Her nefes hayra karşı olmanız niyâzıyla gönülden selâm sevgi saygılar.
#H. Nur Artıran