Aziz Dede, Neyzen – Bestekâr

Aziz Dede, Neyzen (ö. 1322/1905)

(Bestekâr)

TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA

Saz eserleri bestekârlarından, aynı zamanda 19. yüzyılın son yarı­sında yetişmiş ve büyük ün kazanmış neyzenlerden biri olan Aziz Dede, 1251/1835 veya 1255/1840 yılında Üsküdar’da, Doğancılar Parkı’ndan Ahmediye’ye inen yolun sağında bulunan bir evde dünyaya gelmiştir. Kaynaklarda, babasının Mâliye Nezâreti’nde uzun yıllar görev yaptığı bilgisi dışında, âilesi hakkında başka bir  bilgiye rastlanmamıştır.866

Neyzen Aziz Dede

Aziz Dede, S. Nüzhet Ergun ve Yılmaz Öztuna’nın kaydettiğine göre genç yaşında Mısır’a gitmiş, Kâhire Mevlevîhânesi’ne devam etmek sûretiyle “Sivaslı” takma adıyla bilinen Neyzenbaşı Nakşî Dede’den ney ve mûsiki dersleri almıştır. Daha sonra babasının tâyini sebe­biyle Gelibolu’ya gitmiş, orada önce rüşdiye tahsilini tamamlamış,867 ardından şeyh vekili Ali Dede’nin meşîhati esnasında Geli­bolu Mevlevîhânesi’nde çileye soyunmuş ve Hüsâmeddin Dede’nin şeyhliği zamanında, 1288/1872’de ise çilesini tamamlamıştır.868

Sahip olduğu ilim ve faziletin yanı sıra güzel ahlâkıyla da Gelibo­lu halkı tarafından çok sevilen Hüsâmeddin Dede, dergâhın hayli fazla olan gelirlerini aynı zamanda dervişlerinin bakımı ve eği­timleri için kullanır; bu çerçevede dergâhta çileye girenlerin başta Türkçe olmak üzere Arapça ve Farsça öğrenmelerini, dinî ilimler tahsil etmelerini, hâfızlığa çalışmalarını teşvik eder; hatta; hattat­lık, neyzenlik ve iyi derecede mûsiki öğrenmeleri için özel hocalar tutar, hizmet ve ders zamanları için programlar düzenleyerek ka­zancı dedenin gözetiminde çalışmalarını sağlarmış. Dolayısıyla üç yıl süren çile döneminde böylesi bir terbiye ve eğitim ortamında bulunan Aziz Dede, Gelibolu’da iken sadece iyi bir tarîkat bilgisi ve terbiyesi almamış, bunun yanında mûsiki sahasında da kendisi­ni hayli yetiştirmiş, mükemmel bir neyzen olmuş, şöhreti İstanbul mevlevîhânelerinde de duyulmaya başlamıştır. Bir süre sonra Ga­lata Mevlevîhânesi neyzenbaşısının vefatı üzerine, anılan dergâhın şeyhi Mehmed Atâullah Dede’nin, dergâhta bu görevi yapacak ehil bir kimse bulunmadığından Aziz Dede’nin Galata Mevlevîhânesi neyzenbaşılığı görevini yerine getirmek üzere gönderilmesini Geli­bolu Mevlevîhânesi Şeyhi Hüsâmeddin Dede’den ricâ etmesi ve bu ricânın kabulü üzerine Aziz Dede, İstanbul’a gönderilmiş ve Galata Mevlevîhânesi’nin neyzenbaşılığına tâyin edilmiştir.869

İstanbul’a geldikten sonra, dönemin ünlü ve usta neyzenlerinden Üsküdarlı Sâlim Bey’den de hayli istifade ederek ney ve mûsikideki bilgisini ilerleten870, Galata’nın yanı sıra Üsküdar ve Bahâriye mevlevîhânelerinin neyzenbaşılığı da kendisine verilen ve şöhre­ti her yana yayılan Aziz Dede, Mısırlı Halim Paşa’nın da dikkatini çekmiş ve yalısına dâvet edilmek sûretiyle bizzat dinlenmiştir. Aziz Dede’nin ney üflemesini büyük bir zevk ve hayranlık içinde dinleyen Halim Paşa, Aziz Dede’ye bir hayli iltifatta bulunmuş ve kendisinin de Kemânî Ağa, Tanbûrî Ahmed Bey, Santûrî Edhem Bey ve Hânende Nedîm Bey gibi üstatlardan oluşan fasıl heyetine katılmasını ricâ etmiştir. Aziz Dede’nin bu teklifi kabul etmesi üzerine, önce yalının selamlık dairesinde kendisine bir oda ve hiz­metçi tahsis edilmiş, ayrıca cep harçlığı olmak üzere aylık on Mısır altını ve­rilmiştir. Neyzenbaşılığını terk etmeyerek ve dedelik kıyâfetini çıkarmayarak dergâhtaki görevlerini de aksatmadan sürdüren Aziz Dede, kendisinden yakın ilgi ve himâyesini hiçbir zaman eksik etmeyen, Üsküdar’da bir ev satın alan ve ayrıca evlendiren Halim Paşa’nın vefatına kadar hep yanında bulunmuştur.871

Aziz Dede, gerek vefatı üzerine çıkan bir gazete haberinden öğrenildiğine, gerekse Yılmaz Öztuna’nın bildirdiğine göre uzun süre Kasımpaşa ve Yeni-kapı mevlevîhânelerinin neyzenbaşılığında da bulunmuştur. Hayatının son yıllarında zamanının çoğunu Üsküdar’ın Ahmediye semtinde açtığı attar dükkânında geçiren ve çevresine topladığı mûsiki meraklılarına mûsiki ve ney öğreten Aziz Dede, aralarında S. Nüzhet Ergun’un da bulunduğu bazı kaynaklara göre yetmiş yaşlarında, Vasfî Efendi’nin hâtırâtında belirttiğine göre ise altmış yaşında iken, İbnülemin’in kaydettiğine göre ise 30 Zilhicce 1322 (7 Mart 1905) tarihinde sabah namazını müteâkip Üsküdar’ın Kefçede-de/Kepçedede Mahallesi’nde bulunan evinde vefat etmiş ve Üsküdar Yeni Câmi’de kılınan cenâze namazının ardından Üsküdar Mevlevîhânesi’nin hazîresine defn edilmiştir.872 Vefâtı üzerine Mevlevî şairlerden İsmet Bey, mezar taşında da yazılı olan aşağıdaki tarih kıt‘asını söylemiştir:

Kıt‘a

Mevlevî dergehleri ser-neyzeni iken dirîğ
Âlem-i lâhûta pervâz etdi bu cân-ı azîz
Her dem eylerdi dil-i yârâna taksîm-i safâ
“Bişnev ez-ney” ders-i pür-feyzinden olmuşdu mucîz
Firkatiyle şerha şerha oldu şimdi sînemiz
Çeşm-i cân-ı ehl-i ma‘nâ hasretiyle eşk-rîz
Menzili ola tarab-gâh-ı makâm-ı sermedî
Kimseye cây-ı karâr olmuş mu çarh-ı pür-sitîz
Kemterîn-i Mevlevî İsmet dedi târîhini
Göçdü yâ Hû aşk-ı Mevlânâ ile Derviş Aziz873

Devrinin üstat neyzenlerinden olan Aziz Dede, neyzenliğinin yanı sıra bestekârlığıyla da şöhret bulmuş ve özellikle, bestelediği Hicaz Peşrevi mevlevîhânelerde ençok okunan eserlerden biri olmuştur. Bazı saz semâileri ve şarkıları da olan Aziz Dede’nin Uşşâk ve Yegâh Semâileri hayli ün kazan­mıştır. Aziz Dede, aynı zamanda aralarında Neyzen Mehmed Emin Yazıcı (ö. 1945), Rauf Yektâ Bey ve Ziyâ Santûr’un da bulunduğu birçok öğrenci yetiştirmiş, Nuri Özcan’ın belirttiğine göre, eserlerinden sadece bir peşrev ve dört saz semâisi günümüze ulaşabilmiştir.874

Neyzen Aziz Dede’nin ney çalışını metotsuz ve kaba bulan Suphi Ezgi, eser­leri konusunda da “Orta derecede güzel olmak üzere Uşşâk, Yegâh, Sûz-ı dil Saz Semâileri kendisinin başlıca eserleridir.” değerlendirmesinde bu­lunmuştur. Benzer bir değerlendirmede bulunan Yılmaz Öztuna, zamanın­da neyzen olarak çok takdir edilmiş olan Aziz Dede’nin en büyük özelli­ğinin gür ses çıkarması olduğunu; ancak neyinin fazla fosurtulu olduğunu belirttikten sonra, bestelediği şarkıların kaybolduğunu, Devr-i kebîr Hicaz Peşrevi, Sabâ, Sultanî-yegâh, Sûz-ı dil, Uşşâk, Yegâh ve Zengûleli Sûznâk Saz Semâisi olmak üzere yedi eserinin günümüze ulaştığını belirtmiştir. Vecdi Seyhun ise Aziz Dede’nin Uşşâk, Yegâh ve Sabâ makamından üç Saz Semâisinin olduğunu, kendisine âit başka eserler atfedilmesine rağmen öğ­rencisi Ziyâ Santûr’un, üstadının bunlardan başka bir eserini hatırlamadı­ğını, ney üflemekteki mahâretini ise “Üstâdın nasıl nây çaldığını yazı ile anlatmağa imkân yoktur. Devrinin cidden üstat bir nâyzeni idi; gerek nây üflemek, gerek saz eserleri bestelemek hususunda büyük bir muvaffakiyet göstermiştir” dediğini nakletmektedir. Bu konuda Neyzen Mehmed Emin Yazıcı ise “Ben öyle neyzen görmedim, belki eslâfda da gelmemiştir” tespi­tinde bulunmuştur. Tanbûrî Osman Bey de ara sıra Galata Mevlevîhânesi’ne giderek Aziz Dede ile görüşür, kendi eserlerini çaldırır ve teşvik maksadıyla “Oğlum Azizciğim, ne olur benim eserlerimi senden başka kimse çalmasa” dermiş. Osman Bey ayrıca, Uşşâk ve Yegâh Peşrevlerinin Saz Semâilerini Aziz Dede’nin yapmasını emretmiştir. Aziz Dede, “Bu iki saz semâisi ilk eserlerimdir, aynı zamanda üstadın emriyle bestelediğim için bence kıymeti ve hâtırası pek büyüktür” diye söylermiş.875


866  Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 505; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Hoş Sadâ, s. 93; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 90; Vecdi Seyhun, “Aziz Dede”, Türk Mûsikisi Dergisi, sy. 32, Temmuz 1950, s. 2; Reşad Ekrem Koçu, “Aziz Dede Efendi (Ney­zen)”, İst.A, İstanbul 1960, III, 1702; Nuri Özcan, “Aziz Dede”, DİA, İstanbul 1991, IV, 334; Seyid Yöre, “Osmanlı’dan Türkiye’ye Üsküdar’da Os­manlı/Türk Sanat Müziği’ne Dair Kurumlar ve Üsküdarlı Müzisyenler”, Üsküdar Sempozyumu V, Bildiriler, İstanbul 2008, I, 326.

867  Vecdi Seyhun, Aziz Dede’nin öğrencilerinden Ziyâ Santûr’dan naklen, Aziz Dede’nin rüşdiyeye devam yıllarında okulla pek ilgilenmeyip Gelibolu Mevlevîhânesi’ndeki neyzen dedeleri dinlemek üzere dergâha devam etmeye başla­dığını, hatta eline geçirdiği bir dilli düdükle ney çalışını taklit etmekle meşgul olduğunu; rüşdiyeyi bitirdikten sonra babasının kendisini bir işe yönlendirmeye çalışması yolundaki tek­liflerinin tamamını kesin bir şekilde reddedip ney çalmayı öğrenmek ve anılan dergâhta derviş olmak istediğini belirttiğini, bunun üzerine ba­basının daha fazla ısrar etmeyerek oğlunu elin­den tuttuğu gibi dergâha götürüp şeyh efendiye “Bu evlat sizindir” dediğini kaydetmektedir (bk. Vecdi Seyhun, a.g.m., s. 2).

868  Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 505; Vecdi Seyhun, a.g.m., s. 2; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 93-94; Reşad Ekrem Koçu, a.g.m., s. 1703; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 90; Nuri Özcan, a.g.m., s. 334; Seyid Yöre, a.g.m., s. 326.

869  Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 233; “İrtihâl”, Sabah, nr. 5529, İstanbul, 1 Muharrem 123/8 Mart 1905; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 505-506; Vec­di Seyhun, a.g.m., s. 2-3; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 93-94; Reşad Ekrem Koçu, a.g.m., s. 1703; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 90; Nuri Özcan, a.g.m., s. 334-335; Seyid Yöre, a.g.m., s.326.

870  Vecdi Seyhun, Neyzen Emin Yazıcı’nın Hattat Sâmi Efendi’den naklen, Aziz Dede’nin Sâlim Bey’den ders almasıyla ilgili şu anekdota yer verdiğini bildirmektedir: “Aziz Dede, nâyını ilerletmek maksadıyla Üsküdarlı Sâlim Bey’e başvurunca Sâlim bey, kendisine, biraz üfle ba­kayım, der. Neyin olağanüstü güzel sesini duyar duymaz, sen benimle alay etmeğe mi geldin, diye çıkışır. Ancak, kendisinden ders alma ko­nusunda pek ısrarlı olduğunu görünce öğrenci­liğine kabul eder. Sâlim Bey, daha sonra ney ko­nusunda kendisini hayli geliştiren Aziz Dede’ye bestelediği eserleri çaldırır ve büyük bir zevkle dinlermiş (bk. Vecdi Seyhun, a.g.m., s. 3; Reşad Ekrem Koçu, a.g.m., s. 1703); Seyid Yöre, a.g.m., s. 326.

871  Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 233; Suphi Ezgi, Nazarî Amelî Türk Mûsikisi, V, 460; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 506; Vecdi Seyhun, a.g.m., s. 3; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 95-96; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 90; Nuri Özcan, a.g.m., s. 334-335; Seyid Yöre, a.g.m., s. 326.

872  Reşid Hâlid Gönç, “İrtihâl”, Sabah, nr. 5529, İstanbul, 1 Muharrem 1323 (8 Mart 1905); Sup­hi Ezgi, a.g.e., V, 460; Hüseyin Vassâf, Aziz Dede’nin vefat tarihini, 29 Zilkâde 1323 (24 Ocak 1906) şeklinde; İbnülemin, [30] Zilhicce 1322   (7 Mart 1905) şeklinde; S. Nüzhet Ergun, 29 Zilhicce 1323 (1905) şeklinde, ki bu tarihin milâdî karşılığı tarih çevirme kılavuzunda 24 Şubat 1906’dır; Vecdi Seyhun ise 23 Zilkâde

1323   (milâdî 1905) şeklinde vermektedir ki bu tarihin milâdî karşılığı ise yine çevirme kılavu­zunda 18 Ocak 1906’dır (bk. Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 233; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 506; Vecdi Seyhun, a.g.m., s. 21); Reşad Ekrem Koçu, a.g.m., s. 1703, 1705; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 90; Nuri Özcan, a.g.m., s. 334-335; Se-yid Yöre, a.g.m.¸ s. 326. Görüldüğü üzere Aziz Dede’nin vefat tarihi konusunda da kaynaklar­da farklı bilgilere yer verilmiştir. Oysa dedenin vefatı üzerine, ölümünün hemen ertesinde, yani Çarşamba günü Sabah gazetesinde çıkan yazı­nın tarihinin 1 Muharrem 1323 (8 Mart 1905) olmasından hareketle, miladî karşılıkları 1906 yılına denk gelen tarihlerin yanlış olduğu, Aziz Dede’nin vefatı üzerine düşürülen tarih mısraı-nın 1223 olarak çıkmasının ilgili kaynakları ya­nılttığı, hâlbuki doğru olanın bu tarihin bir ek­siğini dikkate almak gerektiği, bir diğer ifadeyle düşürülen tarihin “fazla ta‘miyeli tarih” çeşidi­ne âit bir örnek olduğu; dolayısıyla ve de sonuç olarak, İbnülemin’in verdiği 30 Zilhicce 1322 tarihinin doğru olduğu kanaatindeyiz (HN).

873  Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 233; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 506; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 95-96; Reşad Ekrem Koçu, a.g.m., s. 1703; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 90; Nuri Özcan, a.g.m., s. 334-335.

874  Suphi Ezgi, a.g.e., V, 460; Sadettin Nüzhet Er-gun, a.g.e., II, 507; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 94; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 90; Ta­rık Kip, a.g.e., s. 20, 58, 65, 72, 73; Nuri Özcan, a.g.m., s. 335; Seyid Yöre, a.g.m., s. 326.

875  Suphi Ezgi, a.g.e., V, 460; Vecdi Seyhun, a.g.m., s. 3; Reşad Ekrem Koçu, a.g.m., s. 1704-1705; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 90.