BAHÂRİYE MEVLEVÎHÂNESİ’NİN SON ŞÂHİDİ SELMAN TÜZÜN – Nuri Şimşekler

AŞKIN SULTANLARI SON DÖNEM İSTANBUL MEVLEVÎLERİ ULUSAL SEMPOZYUMU
14-15 Mayıs 2010 / İSTANBUL

 

BAHÂRİYE MEVLEVÎHÂNESİ’NİN SON ŞÂHİDİ SELMAN TÜZÜN

Yrd.Doç.Dr. Nuri ŞİMŞEKLER

(Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü)

Selman Dede Bahâriye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dedenin (1854-1911) kızı Fatma Fasîha hanımdan (öl. 1906) 1 Aralık 1905 günü dünyaya geldi. Babası Ahmed Hamdi Bey Sirkeci Büyük Postanede mümeyyiz olarak görev yapıyordu. Dedesi Hüseyin Fahreddin Dede, Selman’ın doğumuna;

“Bir güher-i masl-ı ulyâ târîhin dedim
Verdi Selmân-ı Fârsiyi Rabb’ül-ğanî”

beyitiyle Hicri olarak 1322+1 tarihini düşürmüş ve mecmuasına şu sözleri kaydetmişti:

“Bin üç yüz yirmi üç senesi Şevvâl el-Mükerrem’in dördüncü Cuma günü sabah namazı zamanı saat biri kırk dakika geçerek kerimem Fatma Fasîha’nın mahdûmu Selman Fâik kadem-nihâde-i âlem şuhûd oldu. Cenâb-ı Hak erenler hayırlı ve müteyemmen ve mübârek edib etval-i ömr ile mu’ammer eylesin. Hû. 4 Şevvâl el-Mükerrem 1323 / 18 Teşrîn-i Sânî 1312”[1]

Bahâriye Mevlevîhânesi; 1900’lü yılların başı (Süheyl Ünver Arşivi)

Bahâriye Mevlevîhânesi’nin mûsıkî meşkleri ve ilâhî nağmeleri arasında ablası Zübeyde’den sonra ikinci ve son çocuk olarak gözlerini dünyaya açan Selman Dede, kimini hatırlayacağı, kimini hatırlayamayacağı ardı ardına acılar yaşamış; doğumundan iki ay sonra verem hastalığından annesini,[2] 6 yaşında dedesi Hüseyin Fahreddin Dedeyi, 9 yaşında da babasını Hakk’a ısmarlayarak suskunların arttığı Mevlevîhânede çocukluğunu yaşamadan olgunlaşmaya, pişmeye başlamıştır.[3]

Selman Tüzün yıllar sonra Bahâriye Mevlevîhânesi’ndeki hatıralarını anlatırken şu tespitleri yapacaktır: O dönem İstanbul’un en müstesna yerlerinden olan Eyüp ve Bahariye semtinde 15-20 kadar yalı bulunmaktaydı. Bu yalıların en güzellerinden birisi de Bahâriye Mevlevîhânesi idi. Özellikle tatil olan Cuma günleri, bayramlar ve hıdrellezlerde çevre halkı sahile iner, kayıklarla bu yalıların önünden geçerek kayıklarında icra ettikleri mûsıkîlerle mehtabı seyrederlerdi. Bahâriye Mevlevîhânesi’nin önüne gelince de kendi icralarını durdurur, buradan yükselen ney ve mûsıkî seslerinden kendilerini alamaz, saatlerce dinlerlerdi. Yine Bahariye sahilinden kefal, kaya ve gümüş balıkları tutmak; kış günleri karşıdaki adalarda ördek avlamak o dönemin en zevkli eğlencelerindendi.[4]

Bahâriye Mevlevîhânesi’nin mûkâbele günü Çarşamba idi. Çalışmalar sabahın ilk saatlerinden başlar, dergâha mensup muhibler ve diğer Mevlevîhânelerden gelen Dedeler ve misafirler öğleye doğru Mevlevîhâneye gelir, öğle yemeğinin ardından topluca öğle namazı eda edilirdi. Daha sonra Hüseyin Fahreddin Dede Mesnevî dersi verir, daha sonra Mukâbele-i Şerîf’e (Semâ) geçilirdi. Misafirler, yerde oturur halde Semâ’yı seyreder, sonunda da semâzenlerle birlikte ayağa kalkarlardı. Selman Tüzün Dede Mukâbele günleri için çocukluk zihninde yer edenleri “Âyin günleri tekkeye gelen satıcılar da biz çocuklar için çok mühimdi. Sabahtan gelmeye başlayan kâğıt ve koz helvacıları, dondurmacılar, muhallebiciler, kadınların Âyîn’i seyrettikleri kafes önünde sıralanır, müşterilerinin memnun etmeye çalışırlardı” diye de belirtmeden geçmiyor.[5]

Küçük Selman Mevlevî kisvesi ile (Prof.Dr. Baki Baykara Arşivi)

Çocukluk demlerini ablası Zübeyde ve teyzesi Destina ile birlikte geçiren küçük Selman, mânevî terbiyesini 6 yaşına kadar dedesi Hüseyin Fahreddin Dededen almış, henüz 4 yaşında iken dedesi tarafından sikkesi tekbirlenmişti. Çocuk Selman Mevlevîhânenin Meydancısı, kıtmîri ve aynı zamanda şâir olan İbrahim Zuhûrî Dededen de Semâ çıkartmış; daha 4,5 yaşındayken Mevlevîhânede Semâ’a çıkmıştır. Dedesinin vefatının ardından mânevî terbiyesini İbrahim Zuhûrî Dede üstlenmiş ve Selman Dedenin ileriki yaşlarında dahi saygıyla anacağı bir tesir bırakmıştır.[6] Selman Dedenin ileriki yıllarda en fazla etkileneceği simalardan biri de yine Bahâriye Mevlevîhânesi’nde kendini kaybedip kendine gelen Midhat Bahârî (1879-1971) olacaktır. Midhat Bahârî de kendisinden 30 yaş küçük olmasına rağmen Selman Dedeyi mânevî makâmda yol büyüğü olarak görmüş ve “Şeyhzâdemiz” sıfatıyla kendisine saygıda kusur etmemiştir.[7]

Prof.Dr. Ahmed Güner Sayar, gerçek mekânına göçmeden önce Selman Dede ile 1977 yılında Celâleddin Çelebi’nin devlethânesinde tanışmış ve ilerleyen zaman içerisinde kendisi ile görüşmelerine devam ederek çocuk Selman’ı ve Bahâriye Mevlevîhânesi’nin hatıralarını sayfalara nakşederek miras bırakmıştır.[8] Bu görüşmeler neticesinde 20 yılı Bahâriye Mevlevîhânesi’nde geçen çocuk ve genç Selman’ı birinci ağızdan tanıma fırsatı buluyoruz.

Çocuk Selman okul çağı gelince Eyüp Mekteb-i İbtidâî’sinde eğitimine başladı ve daha sonra Medrese eğitimine devam ederek Arapça ve Farsça da öğrendi. Medreselerin lağvedilmesinden sonra ise Muallim Mektebine giderek tahsilini tamamlayıp öğretmen oldu. Bu arada 1916 yılında Bahâriye Mevlevîhânesi’nin şeyhi dayısı Hüseyin Fahreddin Dede oğlu Küçük Hasan Nazif Dedenin Hakk’a yürümesiyle erkek torun olarak şeyhlik kendisine tevdî edilecekti. Ancak yaşının küçüklüğü nedeniyle kendisine sırasıyla Ahmed Çelebi[9], Ahmed Selâhaddin Dede ve son olarak da Bilecik Mevlevîhânesi şeyhi Bahâeddin Dede vekâlet etmiştir.[10] Bu bilgiler ışığında Bahâriye Mevlevîhânesi’nin son şeyhi maddeten Bahâeddin Dede olsa da mânen Selman Dedenin olduğunu söylemek mümkündür. Bu konu zaman zaman dillendirildiğinde “Selman Tüzün’ün şeyhi kimmiş?” gibi sorularla karşı karşıya kalınmış, bu soruların birine Nezih Uzel “Mevlevilikte mürşid Mesnevî’dir. Kendisinin de sıkça Mesnevî okuduğunu biliyorum. Mürşidi olarak herhangi bir kişinin adının konuşulduğunu hatırlamıyorum. Kendileri söylemezse makam sahiplerine böyle şeyler sormak edebe uygun düşmezdi. Bunlar ‘sır’dı. Sır saklamak eskiden faziletti.” diye cevap vermiştir.[11]

Selman Tüzün’ün çocukluk dönemlerindeki Bahâriye Mevlevîhânesi’ndeki hatıralarından birisi de babası ile olanıdır. Küçük Selman’ın babası belirli günlerde Bahâriye Mevlevîhânesi’ne ziyarete gelir, kayınpederi Hüseyin Fahreddin Dedenin yanında kalan oğlu Selman’ı görürmüş. Hüseyin Fahreddin Dede öncesinden Selman’a bazı muzip kelime ve cümleler öğretir, “baban gelince bunları söyle, ben de sana şeker alacağım” dermiş. Küçük Selman ise o anda tamam demekle birlikte, babası Ahmed Hamdi bey gelince utanır, yüzü kızarır, o kelimeleri sarf edemezmiş.

Yine Selman Dede Semâ meşkine, Abdülbâki Gölpınarlı ve Ali Fâni Dede ile ayrı dedelerden başlamış ve daha önce de zikredildiği üzere 4,5 yaşında Semâ çıkarmıştır. Selman Dede “o zaman benden küçük Semâzen yoktu” diye eklediği konuşmasına 7 yaşındayken Konya’ya bir Semâ heyeti tertip edildiğini, buraya giderken Eskişehir ve Afyon’da Semâ’ya katıldığını, ancak Konya’daki Mûkâbelede “küçüktür, ayak altında ezilir” diye meydân-ı şerife çıkamadığını belirtmektedir.

Biz bu hatıralardan sonra tekrar Bahâriye Mevlevîhânesi’ne dönelim ve 1925’ten sonrasını aktarmaya çalışalım.

1925 yılında Tekâyâ ve Zevâyâ Kanunu ile bütün tekke ve dergâhlarla birlikte Bahâriye Mevlevîhânesi de mühürlenmiş, türbedâr olarak kalan Şeyh Bahâ Efendi ve ailesi dışında Selman Dede, ablası Zübeyde ve teyzesi Destina Hanım da Mevlevîhâneden ayrılmışlardır. Arkasında hatıralarıyla birlikte hâmûşânında can’larını da bırakan genç Selman 7 yıl kadar Mevlevîhâne dışındaki hayatını devam ettirdikten sonra 1932 yılında Burdur’un Tefenni ilçesinde öğretmenlik görevine başlamış ve 16 Ekim 1932 günü Melâhat hanımla (1910-7 Kasım 2000) hayatını birleştirmiştir. Bu iki canın birleşmesinden Yücel, Hüseyin ve Zehra dünyaya gelmiş, Dergâh hayatı artık dünya işlerinin ve yaşam kavgasının yerini çoktan almıştır. Selman Dede 11 yıl sürecek olan öğretmenlik mesleğine Burdur’dan sonra Manisa Akhisar ve Kırıkkale’de devam etmiş, bu son görev yerinden istifa yoluyla Et Balık Kurumu’na geçerek Mübayaa Şefi olarak memuriyetine devam etmiştir. 23 sene Anadolu’da görev yapan Selman Tüzün 31 sene devlet hizmetinin ardından Et Balık Kurumu’ndan emekli olmuştur. Ancak hayat şartları zordur ve Selman Tüzün emekli olduktan sonra da çalışmak zorundadır. Oğlu Hüseyin Tüzün’ün ifadesine göre[12] uzun yıllar bir tuğla fabrikasında idareci olarak çalışıp, 72 yaşına kadar dünyalık rızkını da temin edecektir.

Yaşlılığı nedeniyle tuğla fabrikasındaki işinden ayrılıp evinde hâl sohbetlerine devam eden Selman Tüzün’ün baş gözleri de iyice yorulmuş, artık iyice görmez olmuştur. Ancak gönül gözü hâlâ açıktır. Ancak büyük oğlu Yücel’in akciğer hastalığı iyice artmış ve eşiyle birlikte babasının yanına taşınmıştır. 1 Nisan 1995 günü oğul Yücel evde Hakk’a yürüdüğünde yanı başında olan Selman Dede henüz farkına varmamış; “Yücel nerede?” diye sorduğunda aldığı gamgîn cevaba sadece “Ya bu kadar çabuk mu?” cümlesini sarf ederek eliyle dizine bir fiske vurmuş.

Oğlu Yücel’i de Hakk’a ısmarlayan Selman Dede sohbetlerinde olduğu sessiz sedasız içten içe, gönlünün en derin yerinden gizli gizli acı çekmiş ve bu acısını asla dışına yansıtmamış. Ancak yaşlılığı, hastalığı ve zamansız uçan evladın acısına fazla dayanamamış ve Yücel’inin vefatından iki ay on gün sonra emaneti teslim ederek Sevgili’sinin yanına yükselmiş. Selman Dedenin yakın dostlarından Hakan Ulu ise bu ayrılıkları;

“Bu kadar çabuk muydu gelişin, bu kadar çabuk mu ecel?

Arş-ı âlâ katında şimdi Cennet-i âlâda Yücel

(…)

Cümle dedegânın huzûrunda kuruldu da ilâhî sofra

Aldı Bahâriye son lokmasını dünyadan iki ay on gün sonra”

şeklinde dizelerine yansıtacaktır.[13]

Selman Dede vuslata ermiş, Bahâriye Mevlevîhânesi’nin hâmûşânından kendi elleriyle Eyüp’e taşıdığı annesinin mezarının yanına sırlanmıştı. Dedesinin, annesinin, ablasının ve diğer Bahâriye suskunlarının arasına katılmış, mezar taşına da şu ibareler kazınmıştı:

 “Yâ Rab! Beni dûr eyleme evlâd-ı Ali’den
Ömrümce niyâzı O, böyle yakardı
1416 senesi ve Muharrem ayı tam on
Vâsılını ihvâna ilân etti, doksan beş için
Dervîşâne neşvesiyle bir de eyvallah dedi
Pîrimiz himmet buyurmuş zâtına Selman Dede
On Muharrem tarihinde hiç mi hiç bahsetmedi

Mevlevî Şeyhi
Selman Tüzün Efendi
                  1 XII 1905 / 7 VI 1995

Posnişîn A. Kadri Yetiş, Selman Dedenin son birkaç gününü hastanede geçirdiğini, ancak tam iyi olmadan evine çıktığını belirtiyor. Evine yaptığı ziyarette eşi Melâhat hanımın kendisinden Selman Dedenin tekrar hastaneye yatması gerektiğini, ancak bunu kabul etmediğini söyleyerek bu konuda ikna edilmesini istiyor. Kadri Dede, Selman Dede ile hasbıhâl sohbetinin ardından lisân-ı münâsib ile bir müddet daha hastanede kalmasının sağlığı açısından iyi olacağını belirtince o da “tamam yarın gidelim” diyerek bir gün sonra tekrar Cerrahpaşa hastanesine yatıyor. Birkaç gün sonra ise Hakk’a yürüyerek, Mevlevî âdâbına göre yıkanırken Kadri Dede Evrâd-ı Şerîf okumuş, ihvân da İsm-i Celâl çekerek mukâbelede bulunmuşlar; Teşvikiye Camiinde kılınan öğle namazının ardından da Eyüp’te sırlanmış.[14]

Selman Tüzün’ün Mevlâna Aşkı

Tanıyanların nakliyle Hz. Mevlâna ve dolayısıyla Mevlevîliğe, doğduğu ceddinin makâmı Bahâriye Mevlevîhânesi’ne ve anneanne tarafından Osman Selâhaddin Dede’nin (öl.1887) akrabası[15] olması dolayısıyla da Yenikapı Mevlevîhânesi’ne son derece bağlı ve hürmetkâr olan Seman Tüzün, Mevlâna’dan söz açarken “Benim Pîrim yüce” diye başlarmış. Çocukken Bahâriye Mevlevîhânesi’nden yükselen Ney ve mûsıkî seslerinin çevre yalı sâkinleri tarafından büyük bir huşû ile dinlendiği hep gözünün ve gönlünün önünde canlanırmış. Yine Bahâriye Mevlevîhânesi’nin Sultan Reşad döneminde tamiratı sonrası Saltanat Kayığı ile 3 Kasım 1911 günü açılışa gelen Sultanın kendi onuruna tertip edilen Mukâbele-i Şerîf’in ardından onun başını okşayarak kendisine verdiği atlas bir kesenin içindeki 3 sarı lirayı “para nedir bilmezdim” diyerek ablasına teslim etmesi hâtıratının önemli parçalarındandır. Bahâriye Mevlevîhânesi’nin ön kısmında balık tutması ve yaz günleri denize girmesi de Selman Tüzün’ün anılarında yer alan kırpık dökük bilgiler arasındadır. Kendisi ile yapılan bir röportajda naklettiği üzere, Selman Dede yaşlılık demlerinde dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedreddin Dalan’la bir sohbet esnasında bu hatıralarını dile getirmiş ve o da Haliç’i tertemiz yapıp tekrar Selman Dedenin burada yüzmesini sağlayacağı için söz vermiş.[16] Yenikapı Mevlevîhânesi’nden de “Benim bir tarafım Yenikapı’da, Şeyh Osman Efendinin torunlardanım ben, gençliğim orada geçti, akrabalarım oradaydı” şeklinde söz eden Selman Dede bu Mevlevîhânenin müze haline getirilecek olmasını da “Şimdi orayı kıyafet müzesi haline getireceklermiş” şeklinde teessürle karşılamaktadır.[17]

A. Güner Sayar kendisinin Teşvikiye’de bulunan devlethânesinde yaptığı sohbetler çerçevesinde, Selman Dede’nin Ahmed Avni Konuk, Kenan Rıfâî, İbnülemin Mahmud Kemal ve Zekâi Dede’nin oğlu Hâfız Ahmed Irsoy’a yetişip sohbetlerinde bulunduğu, Mevlevî Maarif Vekili Hasan Âli’ye “ağabey” diyecek derecede yakın olduğunu anlamaktayız. Ayrıca sohbetlerinde adları geçen ve haklarında malumatlar verdiği Yenikapı Mevlevîhânesi Postnişîni Abdülbâki Dede ve oğulları Gavsi ve Resuhi Baykara’ları, Mevlevî ecdadından şahsına münhasır gazetecilik üslubu ile Refî Cevad Ulunay’ı ve Neyzen Halil Can’ı iyi tanıdığı anlaşılmaktadır.

Yine Selman Tüzün Dedenin devlethânesinde 1987’den itibaren “hâdim” olarak hizmetinde bulunan Şirin Ulutan’la yaptığımız görüşmeler neticesinde Emin Işık, H. Hüseyin Top, Nezih Uzel, A. Kadri Yetiş, Nail Kesova, Murat Bardakçı, Arif Biçer, Tuğrul İnançer, Ahmet Özhan gibi günümüzün tanınan simalarıyla “dilsiz-sözsüz” sohbetlerde bulunulduğu belirtilmiştir.  Şirin hanımın belirttiğine göre Selman Dedenin kapısı daima açıktı ve itilince hemen açılırdı ve bu “açık” kapıdan sadece Mevlevî meşrepler değil, Kâdirî ve Rufâî şeyhleri ve müntesipleri de girer çıkardı. Devlethânedeki sohbetlerde Selman Dede çoğu zaman hâmûş olurdu, fazla konuşmazdı; konuştuğunda ise hangi konudan bahsederse bahsetsin mânevî bir lezzet tatmak, feyz almak mümkün olurdu. Zaman zaman İstanbul Radyosu sanatçıların da geldiği ev, ilâhî ve Âyîn-i Şerîf tınılarıyla dolar, işte o zaman sessiz olan Selman Dede neşelenmeye başlardı. Az miktarda yaptığı konuşmalarında “âdeta bir yemekten bile bahsetse” Hz. Mevlâna’yı mutlaka anar, Ehl-i Beyt’e duyduğu hayranlığını dile getirir; “Ben her sabah Hz. Pîr ile uyanırım” derdi.

Selman Dede bu yaşlılık demlerinde zaman zaman aldığı davetlere icabet ederek geçirmiş, bazen Hz. Pîr’in 21. kuşak torunu Celâleddin Çelebi’nin evinde, bazen Midhat Bahârî Beytur’un fakirhânesinde[18] hâl sohbetlerine, Mesnevî okumalarına, Divân-ı Kebîr’den şiir terennümlerine genellikle susarak, ama gönlündeki coşkuyla eşlik etmiştir. A. Güner Sayar, Celâleddin Çelebi’nin Teşvikiye’deki evlerinde şahit olduğu bir olayı şöyle aktarmaktadır:

“Rahmetli Celâleddin Çelebi’nin bir davetinde Selman Efendi, eşi Melahat Tüzün, Prof.Dr. Yılmaz Kafadar ve eşi Gönül Kafadar’la birlikteydik. Haremlik-selâmlık olarak gerçekleşen bir bölünmüşlük sonucu odanın bir köşesinde biz erkekler Celâleddin Çelebi, Selman Tüzün ve Yılmaz Kafadar halvet olmuştuk. Çelebi Efendi Divân-ı Kebîr’den okumaya başladı. Okudukça coşuyor, coşkusu maddi vücudunu sarsarak göz pınarlarında bir hareket meydana getiriyordu. Hepimiz hem Cenâb-ı Mevlâna’nın o hikmet dolu sözlerinden, hem de Çelebi efendinin okuyuşundan etkilenmiştik. Bir ara Selman Efendi ayağa kalktı, Celâleddin Çelebi’nin önünde baş kesti. ‘Efendi, destur!’ deyip içindeki aşkla Semâ’a başladı. Hayatımda o güne değin gördüğüm en saf, en ruhlu, en coşku dolu Semâ bu idi. Yıllar birkaç dakikanın içine bu uhrevîlikle sindi ve her şey Selman Efendi dönerken bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Bahâriye Mevlevîhânesi’ndeki mukâbelelere Semâzen olarak katılmış Selman’ın yaşı şimdi 90’a varmış, bir Pîr-i fânî olarak dönüşündeki sâfiyeti yakalamıştım. Bu bana Allah’ın bir ikramı idi.[19]

A. Güner Sayar bu duygulu gözleminin ardından Dr. Melih İnan’ın 1992 yılında kaleme aldığı bir rubaisini nakleder:

“Yıllar boyu bir dev gibi meydân-ı Mevlânâ’da

Salınan heybetiyle, Mevlânâ’ydı mânâda

Hem ilmi, hem irfanıyla temsil etti Hazret’i

Anka gibi pervîz etti Selman Dede Semâ’da”[20]

Selman Dedenin kendisine tevcih edilen “Mevlevî olmanın birinci şartı nedir?” sorusuna “Mevlevî olmanın 3 şartı vardır. Birincisi edeptir. Edep olmadan hiçbir şey olmaz. Arkasından aşk ve ilim gelir.  Fakat birincisi olmadan diğerleri hiçbir işe yaramaz” şeklinde cevap vermesi onun Mevlevîlik yolunun ana düsturu olan “edeb”i ne kadar benimsediğinin bir göstergesidir. Semâ konusunda da kadınların da Semâ edebileceğini ancak erkeklerle aynı meydanda değil, eğer varsa Semâhânenin üst bölümünde bunu yapabileceklerini belirten Selman Tüzün, günümüzde zaman zaman polemik konusu olan bu mevzuya bakış açısını göstermektedir.[21]

Canlandırma Döneminde Semâzen ve Postnişîn Selman Dede

Semâzen Selman Tüzün

 

Semâzen Selman Tüzün

Tekke ve Dergâhların kapandığı 1925 yılından ardından, Konya’da resmî olarak kutlanan Şeb-i Arûs Mevlâna’yı Anma Törenleri 1946 yılından itibaren Konya Halkevi’nin gayretleriyle tekrar başlamıştır. 1951 yılına kadar konferanslar ve Mevlevî mûsıkîsi icrasından oluşan törenlere bu yıldan itibaren temsili küçük çaplı Semâ (Mukâbele-i Şerîf) da eklenmiştir.[22] 1952 yılında da benzer yapılan törenin ardından 1953 yılında günümüzdekine benzer Âyîn-i Şerîf icrasıyla Semâ, Şeb-i Arûs Törenlerinin en önemli parçası olacaktır. Bu yıldan itibaren Selman Tüzün Dede, Midhat Bahârî Beytur’un Postnişîn olarak katıldığı Mukâbele-i Şerîflere Abdülbaki Gölpınarlı, Ahmet Bican Kasapoğlu, Gavsi Baykara, Süleyman Loras, Mustafa Holat ve Faruk Hemdem Çelebi gibi semâzen olarak katılacaktır. 1971 yılında Postnişîn Midhat Bahârî Beytur’un Hakk’a yürümesinin ardından ise bu kutlu görevi Selman Tüzün Dede üstlenecektir.[23] 1988 yılına kadar devam eden bu hizmeti, bazen tek başına, bazen de Afyon Çelebisi Enver Turunç Çelebi ve Mesnevîhân Şefik Can ile devam edecektir. Selman Tüzün, Postnişîn olarak katıldığı bu son Mukâbele-i Şerîf’te “Onur Ödülü” ile taltif edilmiştir.

Selman Tüzün Dede yurt dışında da Mukâbele-i Şerîflere Postnişîn olarak katılmış, Mustafa Holat ve Nadir Karnıbüyükler ve merhum Kâni Karaca ve Ulvi Erguner gibi yakın dönemimizin tanıdığı şahsiyetlerle bu kutlu vazifeyi icra etmiştir.

Postnişîn Selman Tüzün
Postnişîn Selman Tüzün bir Mukâbele-i Şerif sırasında
Selman Tüzün ceddinin Eyüp’teki mezarlarını ziyarette (Kızı Zehra Taneli Arşivi)
Selman Tüzün son yıllarında (Esin Çelebi Bayru Arşivi)
Eyüp Hâmûşân’ında Annesi Fatma Fasîha Hanımın kucağına sırlanan Selman Tüzün

EK:

Hüseyin Fahreddin Dedenin, Selman Tüzün’ün annesi olan kızı Fatma Fasîha’nın vefatının ardından söylediği;

“Beyâ sâkî bâ ân mey-i hoşguvâr   –   Gelih dârem ez gerdiş-i rûzigâr” matlâlı mesnevî nazım türündeki Farsça mersiyenin tarafımızdan yapılan çevirisi. (Hüseyin Fahreddin Dede Mecmuası, Mevlâna Müzesi İhtisas Kütüphânesi no: 7467, vr. 114b-115b):

Kerîmem merhûm Fasîha’cığımın vefâtına dâir söylediğim mersiye (vr. 114b)

Gel (ey) sâkî (sun) o lezzetli şaraptan
Şikâyetim var benim feleğin devrânından

Ardardına ver şarabı da sarhoş olayım
Bir an da olsa ıstıraplarımdan kurtulayım

Sun bana da, dinle bir bir benden
Ayrılıktan, yaradan, feleğin cefasından

Tatlı dilli bir kızım vardı benim
Fasîha idi adı, o taptazenin

5             Allah zerafetini onda gösterdi
Güzel huylarıyla onu süsledi

Cömert huyluydu, nazikti mizacı
Yârla, ağyarla onu dost etti

Fakat (gün geldi) onun şansı tepetaklak oldu
Şu aşağılık dünyada daha rahatlık bile görmemişti

Kendi durumundan (bir an bile) bahsetmedi
Feleğin cefasından bile şikâyet etmedi

Hâsılı bir gün hasta düştü
(Ama) onun hastalığı uzun sürmedi

10           Fasîha bu sıkıntıdan vefat etti
İki ümit ağacını[24] bize emanet etti

Onun can kuşu kafesten ucunca (115a)
Derdinden toprak döküldü başımdan aşağıya

Kederle gittim mezarının başına
Ey nâzenin kızım, diye seslendim ona

Sabah vaktidir, uyan, kalk!
(Şu) parlayan güneşe bir bak!

Senin bu kadar fazla uyumak âdetin yoktu
Gönlünde (şu) tatlı uykuya meylin yoktu

15           Niçin gülmüyorsun (artık), sen güzel huylu değil miydin?
Niçin konuşmuyorsun (artık), sen tatlı dilli değil miydin?

Niçin yüzünün rengi böyle sarardı
Ayrılığınla babanın gönlü dertle doldu

Sana yakışmıyor, böyle mezarda olmak
Yirmi üç yaşındasın henüz (niçin böyle erkenden solmak)

Fasîha sen bekâyı seçtin
Beni ise hazin gönülle şu dar yerde bıraktın

Fasîha sen gittin, baban harap oldu
Girmiyor artık gece-gündüz gözüme uyku

20           Fasîha Fasîha sen (hep) bizimleydin
Şimdi niçin başka bir yerdesin?

Fasîha dünyadan geçip gittin
Beni kendi matemine atıp gittin

Fasîha senin hayâlin benim canımdır
Senin adın benim dilimin virdidir

Gündüzleri senin için ağlarım, of, of!
Geceleri hasretinden perişanım, of, of!

Gittin sen, durmuyor artık gözyaşlarım
Bundan sonra gülmek benim haramım

25           Kızım gel! Ayrılığından bîçâre oldum
Çare bulmuyor gözümden akan kanlı yaşım

Bu yarayla, bu dertle; böyle benim her ânım
Bîtâb düştüm, (yıkıldım); vîranım

Bu ağlamamı, sızlamamı işitince sâkî
Onun gözünden bile coştu aktı (…)[25] suyu

Dedi: Bırak artık Fahrî yanmayı yakınmayı (115b)
Dua etmek için kızına, an Allah’ı!

Ey Allah’ım, ey Allah’ım! Vahdetinin hakkına
(Çünkü) Senin birliğinde yoktur (hiçbir) şüphe

30           Ey Allah’ım, ey Allah’ım! Resûl-i Ekrem’in hakkı için
Ey Allah’ım yolların (?) hüneri için

Ey Allah’ım, ey Allah’ım! Peygamber’in kızı
Ki oldu Ali’nin iki gözünün nûru (onun hakkı için)

Ey Allah’ım! (Ali-yi) Müctebâ’nın hakkı için
Ey Allah’ım! Kerbelâ şâhının hakkı için

Ey Allah’ım! Cenâb-ı Celâl (adının) hakkına
Fasîha gark olsun Cemâl nûruna

Hüseyin Fahreddin Dedenin, Selman Tüzün’ün annesi olan kızı Fatma Fasiha Hanımın vefatı üzerine yazdığı mersiye (H. Fahreddin Dede Mecmuası/Mevlâna Müzesi Ktp. vr. 114b-115a)

[1] Hüseyin Fahreddin Dede Mecmuası, Mevlâna Müzesi İhtisas Kütüphânesi no: 7467, vr. 113b; Abdülbâkî (Baykara ?) bey de Selman’ın doğumuna manzûm bir tarih düşürmüş, H. Fahreddin dede de bu tarihi mecmuâsına nakletmiştir. (bkz. 114a)

[2] Selman Tüzün kendisiyle yapılan bir röportajda annesi Fatma Fasiha hanımın evlenmeden önce verem hastası olduğunu ve doktoru Ahmed Paşanın evlenmesine izin vermediğini belirterek, dedesi Hüseyin Fahreddin Dedenin bu karara uymayıp annesini babası Hamdi beyle evlendirdiğini rivayetlerden nakleder. Ayrıca Doktor Ahmed Paşanın düğün için kendisine gönderilen telgraflı davete “ben cenaze merasimine gelmem” diyerek icabet etmemesi de Selman Tüzün’ün zihninde yer eden olaylardan biridir. Yine yıllar sonra Mevlevîhânenin hâmûşânındaki mezarları Eyüp’e naklettikleri sırada “yüzünü görmediğim annemin o zaman kemiklerini gördüm” demesi farklı bir duygunun yansımasıdır. (bkz. M. Refik Kaya, Hüseyin Fahreddin Dede, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1993, s. 26, burada bulunan mezarlar ve nakilleri hakkında bkz. s. 71, 72; Kemal Özmen, Sohbet: “Bahariye Mevlevihanesinden Yetişmiş Bir Mevlevi Selman Tüzün”, Nalburiye Dergisi, ?, İstanbul, s. 108) Hüseyin Fahreddin Dede kızının vefatının ardından 33 beyitlik Farsça bir mersiye söylemiştir. Bu mersiye bugün Mevlâna Müzesi İhtisas Kütüphânesi’nde 7467 no’da bulunan kendi mecmuası içerisindedir. Farsça’sından Türkçe’ye aktarmaya çalıştığımız bu mersiyeyi bu tebliğin sonuna EK olarak ekledik.

[3] Suskunları artan ve ilk şeyhi Hüseyin Fahreddin Dedenin Hakk’a yürümesiyle sessizliğe bürünen Bahâriye Mevlevîhânesi’nde Selman Dedenin doğumundan 20 yıl kadar önce H. 1302 yılında yapılan ilk İstanbul nüfus sayımına göre 18 erkek, 6 kadın olmak üzere 24 kişi yaşamaktaydı. (M. Refik Kaya, Hüseyin Fahreddin Dede, s. 42)

[4] M. Refik Kaya, Hüseyin Fahreddin Dede, s. 42, 43

[5] M. Refik Kaya, Hüseyin Fahreddin Dede, s. 44

[6] Sayar, Ahmed Güner, Gönül Pazarı İnsanlar, Olaylar ve Mekânlara Dair Yazılar, Derin Yay., İstanbul, 2007, s. 78; ayrıca bkz. Kemal Özmen, agm., s. 108

[7] Hâfız Hüseyin Top beyefendinin Prof.Dr. Ahmed Güner Sayar’a verdiği malumattan. (bkz. Ahmed Güner Sayar, age., s. 81)

[8] Ahmed Güner Sayar, “Selman Efendi”, age., ss. 75-92; bu bildirimizi kaleme alırken bu yazıdan oldukça istifade ettik. Burada değerli hocamız Prof.Dr. Ahmed Güner Sayar’a teşekkürlerimizi sunmayı bir borç biliyoruz.

[9] Selman Tüzün Dedenin devlethânesinde 1987’den itibaren “hâdim” olarak hizmetinde bulunan Şirin Ulutan’la Esin Çelebi hanımefendi, Selman Tüzün Dedenin kızı Zehra Taneli ve oğlu Hüseyin Tüzün’ün tavsiyesi neticesinde telefonla yaptığımız bu görüşmede Şirin hanımdan Selman Dedenin son 8 yıllık hatıratını ana hatlarıyla öğrenmeye çalıştık. Burada hepsine teşekkürü bir borç biliyoruz. Şirin hanım bu görüşmemizde Selman Dedenin eşi Melahat hanımdan naklen Bahâriye Mevlevîhânesi’nde kendisine ilk olarak Mekke Mevlevîhânesi şeyhi Orhan Selâhaddin Efendinin vekillik yaptığını belirtti. Selman Dedeyle görüşmeler yaparak Hüseyin Fahreddin Dede ile ilgili daha önce bahsedilen (bkz. bu makale, 1 no’lu dipnot) tezi hazırlayan M. Refik Kaya da bu konuda detaylı bilgiler nakletmektedir (bkz. s. 69 vd.). Beni bu tezden haberdar ederek bir fotokopisini tarafıma gönderme lütfunda bulunan Selman Dedenin ablası Zübeyde Hanımın torunlarından Candan Cansunar hanımefendiye teşekkürlerimi sunarım.

[10] Selman Dede Bahariye Mevlevîhânesi’nde hatırında kalan anılarını Reşat Ekrem Koçu’nun ricası ile kendisine göndermiş ve bu hatıralar çocuk Selman’ın Mevlevîhâne gözlemlerini yansıtarak İstanbul Ansiklopedisi’ne (1961, c. IV, s. 1854) derc edilmiştir (A.Güner Sayar’ın age’inden naklen, s. 83 vd.). Ord.Prof.Dr. Süheyl Ünver de Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışlanan Bahariye Mevlevîhânesi ile ilgili defterinde bu konuyu dillendirmiş ve Selman Tüzün ile yaptığı bu Mevlevîhâne gezisinde kendisinden hatıraları dinlemiş ve birlikte resimler çektirmişlerdir (bkz. adı geçen defter, no: 730 muhtelif sayfalar). Dijital ortamda geçen sene tamamını getirterek inceleme fırsatını bulduğum bu defterin sayfa aralarında Bahâriye Mevlevîhânesi’nin coşkulu ve hüzünlü geçmişini yaşamamak mümkün değil. Ne mutlu ki bu Mevlevîhâne günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin katkıları ve değerli Prof.Dr. Baha Tanman’ın danışmanlığıyla yeniden restore edilerek eski coşkusuna kavuşmayı bekliyor.

[11] https://nezihuzel.net/2009/12/11/sirlar-medyatik-oldu/  (ulaşım tarihi: 4 Nisan 2010)

[12] Hüseyin Tüzün Mevlevî âdâb ve erkânı üzerine yetişmiş, Semâ çıkarmış, 1955 yılında Konya’daki Şeb-i Arûs törenlerine de Semâzen olarak katılmıştır. Ancak hayat mücadelesi içinde felek kendisini yurt dışına savurmuş. Muğla/Datça’da ikamet eden Hüseyin Tüzün’le telefonla yaptığımız görüşmede “Zahiren bu kültüre hizmet edemesem de mânevî olarak gönlümle hep Mevlâna ve Mevlevîlik edebiyle yaşamaya çalışıyorum. Ancak maalesef günümüzde bu erdemli anlayış turistik ve gösterişli bir hal aldı. Bu beni çok üzüyor” şeklinde eski yaşadığı heyecanını ve endişelerini yansıtmıştır.

[13] Bu şiirin tamamı için bkz. A. Güner Sayar, agm., s. 90, 91

[14] A. Kadri Yetiş Dede bu bilgileri yazılı olarak tarafımıza iletmiştir; zât- âlilerine teşekkür ediyoruz.

[15] Kemal Özmen, agm., s. 108

[16] Kemal Özmen, agm., s. 107

[17] Kemal Özmen, agm., s. 108; ayrıca bkz. M. Refik Kaya, Hüseyin Fahreddin Dede, s. 73

[18] Nuri Şimşekler, Pîr Aşkına Mevlevî Şeyhi Midhat Bahârî’nin Mektupları, Timaş Yay., İstanbul, 2009, s. 38 (A. Kadri Yetiş Dededen naklen)

[19] A.Güner Sayar, age., s. 88 vd.

[20] A.Güner Sayar, age., s. 89

[21] Kemal Özmen, agm., aynı yer

[22] 1925 yılından itibaren Konya’da kutlanılan Şeb-i Arûs Törenlerinin seyri için bkz. Mustafa Özcan, “Mevlâna’yı Anma Törenleri”, Mevlâna Celâleddin-i Rûmî İnsanlığın Aynası, Konya Büyükşehir Belediyesi Yay., Konya, 2004, ss. 245-273

[23] Selman Tüzün kendisi ile yapılan röportajda Post makâmının 1964 yılında kendisine tevcih edildiğini belirtmektedir (bkz. Kemal Özmen, agm., s. 108)

[24] Fasîha hanımın çocukları Selman ve Zübeyde’yi kastediyor.

[25] Mecmuadaki siliklik nedeniyle buradaki bir kelime okunamadı.