BAHÇIVAN – Bilâl KEMİKLİ

BAHÇIVAN

Aziz dost, mektubunuzda diyorsunuz ki, “Mevlânâ kimdir? Elbette onun bir pir, bir şâir ve bir düşünür olduğunu biliyorum. Ama bu soruyu yine de soruyorum; çünkü onun sizin için ne anlam ifade ettiğini öğrenmek istiyorum.”

Evvela, bu güzel mektup için teşekkür ederim. Mevlânâ’nın eserlerini okuduğun, onunla alakadar olduğun belli. Sorunu da çok anlamlı bulduğumu belirtmeliyim. Evet, Mevlânâ kimdir? Bu soru farklı zaviyelerden bakılarak anlatılabilir. Öncelikle tarihi bir şahsiyet olarak, bu “kim?” sorusuna cevap aramak mümkündür. Sonra da onun geride bıraktığı mirastan yola çıkarak bazı cevaplar verilebilir. Fakat bütün bu cevaplar, bizim onun hakkındaki zannımızdan ibarettir. Hani Mesnevî’nin ilk beyitlerinde neyin dilinden şöyle diyor: “Herkes, kendi anlayışına, zannına göre, benim dostum oldu. Ama kimse benim gönlümdeki esrarı araştırmadı.”

Biz Mevlânâ’yı zannımızca anlıyoruz; onu tarifimiz de tavsifimiz de zandan ibaret. Bu anlamada, bilgimiz, görgümüz ve içinde bulunduğumuz çevre belirleyici oluyor. Bu yüzden onca Mevlânâ tarifiyle karşı karşıyayız: Hümanist Mevlânâ, filozof Mevlânâ, diyalogcu Mevlânâ, her şeyi kabullenen Mevlânâ, hiç itirazı olmayan Mevlânâ vs. Belki bunların hepsi doğru, bilemiyorum, ama bunlardan hiç biri tek başına Mevlânâ’yı ifade edemez. İfade eder derseniz, eksik kalır.

Sözü ona bırakalım.

“İnsan evin sonradan yapılmış olduğunu bilir. Fakat orada ağ gerip yuva yapan örümcek, bunu ne bilsin?

Sivrisinek bu bağın kimden kaldığını, ne zamandan beri var olduğunu ne bilir? O baharda doğmuştu, kışın ölecektir.

Tahta içinde çok zayıf ve güçsüz halde doğan küçük kurt, içinde yaşadığı tahtanın fidan olduğu vakitteki hâlini hiç bilir mi?

Eğer küçük kurt içinde doğduğu tahtanın ne olduğunu, fidanın dikilip büyüdüğünü ve nihayet kuruyup kesileceğini ve tahta olacağını bilseydi… O kurt şeklinde bir akıl olurdu.

Akıl yani kâmil insan, kendini çeşitli renklerle gösterir. Fakat o renklerin, o sûretlerin hepsinden peri gibi çok uzaktır.”

Evet, azizim, Mevlânâ kendini çeşitli renklerle gösteriyor… Biz bir renge takılıp kalıyoruz. Örümcek, sivrisinek ve küçük kurt; bunlar kimdir? Bunların kim olduğunun hiç önemi yok; bunlar şu ya da bu olabilir. Biz aklın yani kâmil insanın izinde gidelim, o yeter.

Tarihi şahsiyetiyle Mevlânâ’yı anlatmak kolaydır. O bahse daha sonra yazacağım bir mektupta açıklık getireceğim. Ama şu soruna gelmek istiyorum; orada diyorsun ki, “Mevlânâ’nın sizin için ne ifade ettiğini öğrenmek istiyorum.” Ben kimim ki, Mevlânâ’yı anlamada ve tavsifte bir ölçü olayım. Terzi miyim ki, ona bir elbise biçeyim? Ayna mıyım ki, onu yansıtayım? Ah keşke ona elbise biçen bir terzi yahut onun cemalini temaşa eden bir ayna olabilseydim. Fakat ne mümkün? Bilirim ki, bu terazi bu sıkleti çekmez.

Biz yine Mevlânâ’nın yukarıdaki bahsine dönelim. Şöyle devam ediyor söze, o aziz:

“Peri ne demek? İnsan melekten bile yücedir. Ey câhil ve gâfil kişi! Sen sinek kanatlı olduğun için çok aşağılardan uçabiliyorsun, yükseklere çıkamıyorsun. Yüksek konuları kavrayamıyorsun.

Ey gâfil! Aklın yücelere doğru uçuyor, ama taklit kuşun aşağılarda yemleniyor.

Taklit bilgisi, yani okumakla, işitmekle öğrenilen bilgi; ruhumuza vebaldir. O bilgi iğretidir. Bizse, o bizim malımız diye oturup kalmışız.”

Sinek kanatlı, taklitçi… Okumakla, işitmekle öğrendim diyen, hakikate ulaştım sanan câhil ve gâfil kişi. Taklitten tahkike nasıl çıkabilirim? Cehaletten ve gafletten nasıl kurtulabilirim? Nasıl sinek kanatlarımı, gönül güvercinlerini takip eden doğan kanadına dönüştürebilirim? Bak, senin bir sorun var; benim bir kucak dolusu… Dur hele azizim, dur ve biraz soluklan, henüz soru çıkınımı daha açmadım. Hemen şimdi de açacak değilim. Demem o ki, sorularla yola koyulmuş birisi, hangi tarifi yapsın? Fakat yine de sana bir Mevlânâ tarifi yapmamı istersen, o benim için bir bahçıvandır. Evet, o bir bahçıvandır.

Şimdi sen günümüzdeki sözlüklere bakıp, bahçıvanın sadece “bahçe bakıcısı, bahçede ekip dikilen şeyleri yetiştiren kimse” şeklinde tarif edildiğini görüp de bana itiraz edebilirsin. Lakin bahçe, bakıcı ve yetiştiren kelimeleri üzerinde biraz durur, ekip dikilen şeylerin neler olabileceğini biraz düşünürsen bahçıvanın da ne denli derin anlamlar ifade ettiğini görürsün. Kelimelerin görünen ve genel geçer bilinen anlamlarıyla kalmamalı, Mevlânâ’nın ifade ettiği gibi, daha yukarı çıkıp derinlemesine bakmalı. Sahi bahçe neresidir? Bakıcı ne demektir?

Ah bu sorular… Sorular, bizi cevaplara götürüyor. Ne var ki, bir türlü tükenmiyor. Her cevap, yeni soru ve sorularını da beraberinde getiriyor. Varsın olsun; çünkü her soru bir yolculuk demektir. Kuşkusuz bu soruların bittiği bir meydana çıkacağız. Ama henüz yoldayız, soralım; zannımızla, dar ufkumuzla da olsa cevaplar arayalım. Arıyorum. Neyi? Bahçeyi… Oradan sesleniyor Mevlânâ:

“Bağ-bahçe de sensin; güllük gülistanlık da sen; aydın gün de sen… “

Bağda sensin, bahçe de… Bir müddet bu iki kelimeyi vird edindim, gezdim durdum. Bağ olmak, bahçe olmak! Mevlânâ içimde, bende olan bir bahçeyi keşfetmemi istiyordu. Bahçıvan böyle olmalı, bahçeye bahçeliğini veren, ona bakıştı; onun taşını temizlemeli, toprağını havalandırmalı, ayrık otlarını ayıklamalıydı. Bahçe böylece gün yüzüne çıkacak, gülüyle bülbüyle böylece varlık kazanacaktı. Bu yüzden ecdat, “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur.” demişti.

Biz çiçekçiden sevdiklerimize gül alalı unuttuk bahçıvanı… Gülü, birkaç liraya dönüştürdük. Oysa bir gül kolay yetişmez, bilirim. Ne zor, ne meşakkatli bir iştir şu bahçıvanlık. Bir gül ağacını yetiştirmek için sabırlı olacaksın, her sene dibini belleyeceksin, budayacaksın, otlarını koparacaksın, nazenin dokunuşlarla yapraklarını okşayacaksın. Bunları yaparken dikenleri elini ayağını dağlayacak, kanın akacak, acı duyacaksın. Terleyeceksin. Yorulacaksın. Fakat sabredeceksin. Hani derler ya, “bir gül için bin hâre (diken) hizmetkâr olacaksın.”

Sen “içimdeki bu bahçe nerede?” diye düşüne dur. Ben sözümü söyleyeyim: İşte Mevlânâ, benim için gönül bahçemin bahçıvanıdır. Yeter mi? Hayır yetmez dersen, derim ki, “A nazik çalgıcı, bu gazelin geri kalanını, istediğin gibi sen say dök artık.”

Bilal Kemikli

bkemikli@gmail.com