Birbirimize sahip çıkmak aynı zamanda birlik ve beraberlik içinde olmamızı gerektirir. Zaten Allah bize Allah(ın ipine hepbirlikte sarılarak gelin diyor. Kötülüklerden uzaklaşarak ve iyiliklere sarılarak birbirimize sahip çıkmayı öğreniriz. Allah âyet-i kerîmede: “Ben sizleri birbirinize düşman olarak yarattım, yeter ki iyilikte yarışmayı öğrenin” diyor. Yaratılışımızda, Allah’ın isimlerinin tecellîsinden dolayı farklılıklar var. Ama Allah aynı zamanda, tıpkı Hz. Mevlânâ’nın anlattığı gibi; “Doktor hastaya ihtiyaç duyar, fakat hasta kalmana da gönlü râzı olmaz” dediği gibi, bize bu yolda iyilik yapabilme fırsatlarını tanıyacak reçeteler veriyor Kur’ân-ı Kerîm. Buradaki en büyük reçete; birlik ve berâberliktir. Ama nedense biz, meşreplerimiz dolayısıyla idraklerimizin farklılığı dolayısıyla ve nefsimizin o andaki idraksizliği dolayısıyla dâima farklı düşündüğümüz için bölünmeyi tercih ediyoruz. Tabii ki birlik ve berâberlik olan toplumlarda ya da ülkelerde çok daha başarıya ulaşıldığı görülüyor.
Biz Müslümanlar hem bir taraftan İslam’ı merkez edinip bir taraftan da 72 millete hürmet etmekle yükümlü olduğumuz için, Yahûdiler kadar kolay birleşemiyoruz. Ama hâdiselerle sıkıntılar karşısında mutlaka İslam’ın bir birliği olması lâzım, yâni Allah bu kadar sıkıntı ve belâyı birlik olabilmek için veriyor, evlerde de bu böyledir, ülkelerde de bu böyledir. Bu idrâke ne zaman varırsak, Müslümanlık için ‘cennet’ o zaman olacaktır. Yâni Kâbe’de toplanmak lâzım. Nasıl ki her tür inanç, idrak farklılıklar Kâbe’de birleşiyor ve orada farklılıklar, kadın-erkek farklılığı bile kalkıyorsa, inşallah Kâbe’ye gidebilmeyi, birleşebilmeyi, idrak edebilmeyi bize Allah nasîp etsin.
Sahip çıkmanın bir diğer yönü selamlaşmadır. Selamlaşma insanların kalbini birbirine açan kurtarıcı bir anahtardır. Bununla karşılıklı hemhal olursun. Bununla daha baştan darlıktan sıkıntılardan kurtuyursun; mutlu olursun huzur bulursun. Zâten ‘selâm’ ın mânâsı; Allah’ın bizle dâima berâber olduğunu idrak etmek demektir. Allah bizle berâber olursa da, öncelikle kendimizden önce, başkasını düşünme kabiliyetini elde etmek lâzım. Aslında ‘başkası’ da yok, yâni şimdi çok kullanılan bir ‘ötekileştirme – öteki’ kelimesi de yok; ötedeki teklerimiz var.
Yâni bugün biz başkasına, kendimizden çok değer verip yardım etmezsek, yarın da biz aynı duruma düştüğümüzde biz yapayalnız kalıyoruz. Dolayısıyla, birleşmek, yardım etmek, kucaklamak, sıkıntıda olanın sıkıntısını paylaşmak lâzım. Peygamber hadîs-i şerifinde; “Bir tek Müslümanın dişi ağrısa, benim de dişim ağrır” diyor. Bizim o seviyede olmamız mümkün değil, ama en azından başkasını kendimizden önce düşünme kabiliyetini elde etmeliyiz ki, Müslümanlık zuhûra gelsin. Müslümanın bencilliğinden kurtulup, başkasına gönülden yardım etmesi o düsturla hareket edebilmesi için tekamül içinde olması gerek. Nefsi terbiye bizi hem bencillikten korur, hem de bizi olgunlaşmaya götürür.
Zaman hay huy içinde akıp gidiyor. ‘Hay’; Allah’ın nefesle bizi diriltişi. ‘Huy’ da; o nefesi Allah’a göndermek demek. Ama biz bunu yapmadığımız için, ‘hay-huy’ deyimi, maalesef nefes doğru yere gitmiyor anlamına geliyor. Sâdece kelimelerin hakîkatlerine ersek, Allah’ın bizi her nefeste diriltmesinin bir mûcize olduğunu ve acısız, sıkıntısız bir nefeste, o hâli yaşayanlara hürmet edip şükrümüzün değerini, kıymetini, insanlara faydalı olarak bilmek gerektiğini idrak etsek; o zaman Allah’a olan şükrümüzü de yapmış oluruz. Allah cümlemize nasîp etsin vesselam.
https://www.gazetebirlik.com/yazarlar/birbirimize-sahip-cikalim/
#Cemalnur Sargut