Boynunu Bükme Toprağa Doğru
Yakîn gelince örtü kalkar gerçeğin üzerinden
Kesin bilgi kurtarır zandan ve şüphelerinden
Beyitte geçen (yakin) düşünce sistematiği açısından epistemolojik bir terimdir. İnsan ve bilgi arasında kavramsal olarak var olan hiyerarşik bir dereceyi ifade etmektedir. Temelde insan bilgiye üç araç ile ulaşır. Ulaştığı bilgi hangi araçla ulaşılmış ise o bakımdan kategoriktir. Ayrıca ulaşmayı sağlayan aracın kendi içinde de kategorik olarak değerlendirilir. Kabaca, bilginin ilk aşaması beş duyu aracıyla ulaşılan kısmıdır. Bu ulaşılan bilginin varlık kategorisi ile ilintilidir. Beş duyu somut varlıkların bilgisine ulaştıran bir araçtır. İster düzensiz bilgiler olsun, ister deneysel bilgiler olsun, isterse bilimsel bilgiler olsun hepsi bu kategoride değerlendirilmektedir. Bilgisine ulaşılan varlık somut bir varlık ise onu algılamak için beş duyu yeterli olmaktadır. Bu bilginin elde edilme şekline göre, göreceli olarak mutlak doğru nazarıyla bakılabilir. Göreceli olarak çünkü bu yolla elde edilen bütün bilgiler, araçlar değiştikçe değişir, değiştikçe eskisini hükümsüz bırakan yeni bir bilgiye ulaşılır. Somut varlıkların dışında kalan varlıkların bilgisine ulaşmak için yine kategorik olarak iki farklı araç vardır. Somut olduğu halde beş duyumuzun alanı dışında kalanlara akıl, somut olmayanların bilgisine ise haberle ulaşılır. Haber birinin diğerine ilettiği bilgiyi kapsar. Vahiy diğer araçlarla ulaşılamayacak bilgilerin elde edilme imkânı verdiği için “haber” terimi altında değerlendirilmiştir. Bütün bilgiler, zan, tahmin, şüphe taklit gibi mutlak doğruluk derecesine yükselememiş, değişme ve dönüşme ihtimali olan her kanaati dışarıda bırakır. İşte böyle bilgiye (yakin) denmektedir.
Zan, tahmin, şüphe, taklit gibi kesinliği zayıflatan illetlerden arınmış bilgi de (yakin) kendi içinde üç ayrı kategoride incelenir. (İlmel-yakin) Teorik olarak bilinenler. (Aynel-yakin) Göz ile görülme suretiyle bilinenler. (Hakkal-yakin) Bilgiyle bütünleşme hâli. Klasik eserlerde konuyu açıklayan bir örnek çok tekrarlanır. Gidilmemiş, görülmemiş ama varlığı yalan üzere ittifak etmeleri mümkün olmayacak kadar kalabalık bir topluluğun rivayet ettiği, haberini verdiği bir şehrin bilgisi ilmel-yakindir. O şehri bir tepenin üzerinden görmek o şehir hakkındaki bilginin aynel-yakin derecesine yükselmiş hâlidir. O şehrin içinde yaşamak, gezmek, cadde ve sokakları, dükkân ve çarşılarının yerlerini bilmek hakkal-yakin bilgi sahibi olmaktır.
Beyit insanın çoğu zaman bildiğini zannettiği şeylerin gerçekten bilmediği, çünkü genellikle gerçeğin üzerinde bir örtü olduğu uyarısını yapıyor. Gerçeğin üzerindeki örtü tabiri bilmenin sanıldığı kadar kolay olmadığını, olamayacağını ortaya koyuyor. Bunun için gerekli olan çabaların ne olduğunu söylemeden ancak yakin gelirse gerçeğin üzerindeki örtünün kalkacağını böylece insan zihninin zandan ve şüpheden arınacağını açıklıyor. Bu uyarı Kuranın Kerim’in Kaf suresindeki 22. Ayeti kerimesine telmihte bulunmaktadır. [“(ve ona,) “Sen,” (denilecek,) “bu (Hesap Günü)nü umursamıyordun, ama şimdi Biz senin (gözündeki) perdeni kaldırdık, bakışın bugün artık daha keskindir!”] İnsanın bu dünya hayatında gözünde bir perde vardır. Bilgi olarak ulaştıkları diğer âlemin mevcudiyetine kıyaslandığında bir yanılsamadır. Gerçeği diğer boyuta geçtiğinde bütün çıplaklığıyla görecektir. İşte şimdi algımızı açmış, farkında olunmayan bu hakikatlerin bazısını söylemeye başlamıştır.
Zikrin kabul edildiyse bu rahmetindendir onun
Özürlünün namazına verilen ruhsat da öyle
Kan bulaşmış namaz nasılsa öyle
Teşbih ve “niçin” sorusu bulaşmış zikir de öyle
Su necasetten olan kanı temizler amma
İçindeki pisliktir asıl musibet bela
Hakkın lütfünden gelen tertemiz sudan gayrisi
İle onu tertemiz etmek mümkün değil ki
Secdede hilal gibi bükülmen gerekir lakin
Keşke “suphanallah” demenin manasını da bileydin
Ey Rabbim! Secdem vücudum gibi layık değil sana
Sen kötü hâllerimi merhametinle iyiliğe çevir sığınırım affına
Allah’ı zikrederken “neden” “niçin” gibi sorulardan kurtulamaz insanın zihni. Namaz kılanın üzerinde necaset sayılan bir şey varsa namazı kabul edilmediği gibi zikri de işte bu neden ve niçin soruları bozar. Eğer zikrin kabule şayan bulunmuşsa, bu sana gösterilen merhamettendir. Yoksa zikrimi yaptım, diye böbürlenme sakın. Sürekli kanaması olan birisi özürlü sayılıp namaza mani olan kandan sorumlu tutulmaz. İşte neden ve niçin sorusu bulaşmış zikrin özürlünün namazından farkı yoktur. Zikir seni mutlak gerçeğe ulaştırmalıydı. O zaman neden ve niçin sorusu olmayacaktı zihninde. Bütün bunlar onun lütfu ve merhameti ile tamam olur. Çünkü secde etmen kadar önemli olan “suphanallah” demenin anlamını bilmektir. “Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir” dediğinin farkında olabilsen bu dünyaya ait bütün değerlendirmelerin yerli yerine oturur. Zihnin neden ve niçin sorusunda, zandan ve şüpheden arınır. Çünkü o zaman sana (yakin) gelmiş olur. Allah’ın bütün noksanlıklardan münezzeh olduğunun bilincine ermek, ölünce gözden perdenin kalkması mertebesinde bir yükseliştir.
Devam eden beyitlerde onun merhametinin nasıl noksan olanı tama çevirdiğini söylüyor.
Bu Yeryüzünde Senin hilminden eserler görünür
Pislikler yok edilir güllere çevrilir
Toprak örter çerçöpü altında gizler
Sonra onlardan güller sümbüller bitirir
Tabiattaki mucizevî dönüşüme dikkat edilse belki onun merhametinin ve hilminin hissi duyulabilir. Pislikler, çer, çöp toprağın altında toprağı besleyen bir kimyaya dönüşür. Ondan güller, çiçekler, nergisler yetişir. Bizi de kuşatmış kötü, yanlış ve günahın onun merhametiyle güzelliğe dönüşebilme umudunu aşılar bize. Ama kâfirler (gerçeği örtenler, gerçekle problemi olanlar, gerçekten kaçanlar, gerçeği gizleyenler, başkalarının da gerçeğe ulaşmasını engellemek için çaba harcayanlar, yol işaretlerini değiştirenler) ne onun merhametinden haberdar ne o merhametin izini taşıyan tabiattaki mucizevî dönüşümün farkındadırlar. Onlar da bir gün gerçeği ve ne olduklarını nice olduklarını bileceklerdir.
Görünce kâfirler anlayacaklar hiç şüphesiz
Vücutları topraktan daha aşağı daha değersiz
Varlığı bir çiçek açmamış bir meyve vermemiş
Pisi temizlemek yerine temizi kirletmiş
Görünce eyvah diyecekler karga gibi kararmışım
Vah ki vah keşke insan değil toprak olsaymışım
Keşke topraktan insanlığa gönderilmese idim
Toprakta kalsa idim fare toplasa idim
Bu yola yüzlerce feryat ve figan ile çıktım
Bu yolculukta bir armağan elde etmedim
Onların böyle söylemelerinin veya bu durumda olmalarının sebebi nedir diye soracak olursan, neden niçin sorusunun tasallutundan kurtulamadığın ortaya çıkar. Fakat mutlak ve muhakkak bir sebebi olmalıdır. Buna hikmet denir. Doğru soru hikmeti nedir şeklinde olmalıdır. Çünkü hikmet bilgiden fazlasıdır. Belki onlar gibi olmamak için bir ibrettir. Onların varlığı başlı başına bir öğüttür. Ne yapacağımızı, nasıl olacağımızı, ne yapmayacağımızı öğreten bir derstir.
İşte o dertliler böyle toprak olmaya meyleder
Çünkü fayda görmeden sefere devam eder
Hırsı ve tamahı onun yüzünü geriye döndürmüştü
Doğru olsaydı niyazda bulunsaydı yola yönelirdi
Yukarıya doğru boy atan her otta bir istidat
Yükselişe dair bir itiyat vardır
Yükselmeye meyli olan bütün bitkiler
Neşvünema bulur büyür gelişir
Ama boynunu bir büktü mü toprağa doğru
Küçülür sonra kurur sonra çürür
Hırs ve aç gözlülük yönünü toprağa çevirir. Nefsinin seni kışkırttığı bütün hırsların ve aç gözlülüğün bu dünyaya, yani toprağa ait şeyler hakkındadır. Toprağa çevrilirse boynun yukarıya doğru boy atan bir çiçek olma yeteneğini kaybedersin. Gelişmen, neşvünema bulman, yükselebilmen için sana bahşedilmiş bu üstün yeteneğini hırs ve açgözlülüğe çevirmiş olursun. Tabiatın mucizevî dönüşümünü aksi istikamete döndürmüş olursun. Yaratılışına aykırı bir yola girmiş olursun. Bükme boynunu toprağa doğru. Küçülür sonra kurur sonra çürürsün.
#M. Sait Karaçorlu