CUMHURİYET DEVRİ TÜRK ŞİİRİ VE ROMANINDA MEVLANA ETKİSİ – Cihan Okuyucu

AŞKIN SULTANLARI SON DÖNEM İSTANBUL MEVLEVÎLERİ ULUSAL SEMPOZYUMU
14-15 Mayıs 2010 / İSTANBUL

CUMHURİYET DEVRİ TÜRK ŞİİRİ VE ROMANINDA MEVLANA ETKİSİ

Prof. Dr.Cihan OKUYUCU

Yıldız Teknik Üniversitesi

Büyük bir düşünür olduğu kadar emsalsiz bir sanatkar oluşuyla da kendisinden sonraki kültürel hayatımızı besleyen ana damarlardan birini teşkil eden Hz. Mevlana ve kurucusu olduğu Mevlevilik, Osmanlı dönemi boyunca muhtelif güzel sanat erbabı ve bilhassa şair ve musikişinaslar için vazgeçilmez bir ilham kaynağı olduğu gibi geleneğin kesintiye uğradığı Cumhuriyet devri fikir ve sanatı için de bu ehemmiyetini büyük ölçüde koruduğu görülmektedir.

Cumhuriyet devrinde yetişen bir çok şair arasında bilhassa Arif Nihat Asya ile Asaf Halet Çelebi Mevlevilikle ilgileri bakımından ilk elde hatırlanacak isimlerdir. Diğer taraftan Cumhuriyet devri hikaye ve romancıları arasında da eserlerini bir nevi tasavvufi telkin vasıtası olarak kullanan; Samiha Ayverdi, Emine Işınsu, Nezihe Araz ve Münevver Ayaşlı gibi isimler yanında, Mevlevi kültüründen sanat malzemesi olarak faydalanan Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip Adıvar, Müfide Ferit Tek, Peyami Safa, Reşat Nuri Güntekin ve en son olarak da Elif Şafak gibi yazarlar epey bir yekun teşkil etmektedir.. Bu konuşmanın sınırlı süresi içinde bu kadar geniş bir konunun bütün temsilcilerinin ele alınamayacağı açıktır. Diğer taraftan burada amacımız ilmi bir metin hazırlamaktan ziyade konu hakkındaki duyarlı dinleyiciye mevcut bilgileri aktarmak ibarettir. Bu bakımdan biz daha önce  yapılan iki çalışmadan da kısmen istifade ederek ( Halef Nas, Modern Türk Şiirinde Mevlana Etkisi, (Semazen Net) ve Sezai Coşkun, Türk Romanında Mevlâna ve Mevlevîlik, Mevlâna Celaleddîn-i Rûmî –Makaleler-Konya Büyükşehir Belediyesi Yay., Konya, 2005, s. 29-75) konu hakkında bazı örnekleri aktarmakla yetineceğiz.

A. CUMHURİYET DEVRİ TÜRK ŞİİRİNDE MEVLANA ETKİSİ

Şiir bahsinde işe büyük şairimiz Yahya Kemalden (-1958) başlayalım. O aşağıdaki meşhur mısralarında kendisini içindeki Mesnevi şevkini feleklere çıkaran bir neye benzetiyor ve bu cihetle de Hazret-i Mevlâna’nın muakkıbi sayıyor. Şairimiz, bişnev emrine uyarak kulak verdiği neyin esrarlı sesiyle lahuti bir gecede göz kamaştıran yıldız kümeleri gibi yeni bir mana alemine doğuyor ve iç alemi kıvamını buluyor:

Mesnevî şevkini eflâke çıkarmış nâyız
Haşredek hemnefes-i Hazret-i Mevlâna’yız
Şeb-i lâhûtda menzûme-i ecrâm gibi
Lâfz-ı “Bişnev”le doğan debdebe-i mâ’nâyız

Darülfünunun ilk felsefe hocalarından Ferid Kâm (-1944) ise “Cenâb-ı Mevlâna” şiirinde Mevlâna’yı hidâyet güneşi ve aşk yolunun samimi yolcularının rehberi olan Mesnevî’yi de Allah’ın beşinci hak kitabı olarak niteler.

Yegâne Şems’i Hüdâdır Cenâb-ı Mevlâna
Hulûs-ı kalb ile kıl intisâb-ı Mevlâna
Tarîk-ı aşk-ı hakîykide rehberin olsun
Kitâb-ı pençüm-i Hak’dır kitâb-ı Mevlâna

Şiirin ilk mısraında “Şems” sözcüğü ile Şems-i Tebrîzî”ye bir gönderme yapıldığı gibi son mısradaki “hak kitap” ifadesiyle de Molla Cami’nin daha sonra bir çok şaire ilham kaynağı olan şu meşhur kıtasına gönderme yapmaktadır.

An Ferîdün-i cihân-ı ma’nevî
Bes büved bürhân-ı kadreş Mesnevî
Men çi gûyem vasf-ı ân âlicenâb
Nîst Peygamber velî dâred kitâb

(O mana ikliminin Feridunu olan zatın değerini göstermeye delil olarak Mesnevi yeter. Ben o Zatı nasıl vasf edebilirim ki, kendisi peygamber değilse de Kitabı vardır.)

Mesneviyi ilahi bir kitap olarak kabulleniş daha bir çok şairde de karşımıza çıkar. Kubbe-i hadra müellifi de aşağı mısralarda aynı fikri tekrar eder:

Bir hükümdarsın semavî, mâverâi, ma’nevî
Kadrini isbât için kâfî eserdir Mesnevî
Sen değilsin bir nebî.. lâkin kitabın var senin;
Öyle kudsî, öyle rûhânî hitabın var senin

Mesnevi şarihlerimizden Tahirü’l mevlevi (-1951) de  aşağıdaki beytinde  bu telakkiye katılıyor ve Mevlâna’yı bir nevi aşk vahyine muhatap olarak kabulleniyor.

Tarik-ı vahdetin vahy-âveridir zât-ı Mevlâna
Meâl-i aşk-ı nâtıkdır bütün ebyât-ı Mevlâna

Böyle olunca da Mesnevide beyitleri bir nevi Kur’ân âyetleri olmakta:

Serâpâ nutku ilhâm-ı Hûda, âyât-ı Mevlâna
Değil mi Mesnevî en rûşenâ âyât-ı Mevlâna

Mevlevilik denilince hatıra hemen sema gelir. Şairimiz aşağıdaki beyitlerde –daha bir çok şair gibi- cümle kâinatın dönüşünü Mevlâna’nın cezbesine bağlıyor ve saliki de bu ahenge katılmaya davete diyor:

Semâyı, arzı, cümle kâinatı, döndüren halet
Kemîne cezbe-i şevk-âver-i cezbât-ı Mevlâna
Kalır mı sâlik-i meczubu devrân u semâ’ından
Feyz-bahşây-ı peyderpey iken hâlât-ı Mevlâna

Marksist şiirin en güçlü sesi olan Nazım Hikmet’in (-1963) bile gençliğinde Mevlana tesirinde birkaç şiir yazması oldukça ilginç bir durumdur. ( Cafer Gariper ve Yasemin Coşkun: Nazım Hikmetin Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlana Karmaşası” Erdem, sayı 50,2008,s.82-110)

Nitekim O, 1920’de yayınlanan bir şiirinde adeta bir Mevlevi ağzıyla konuşur:

Sararken alnımı yokluğun tacı
Gönülden silindi neşeyle acı
Kalbe muhabbette buldum ilacı
Bende müridinim işte Mevlana

Ebede set çeken zulmeti deldim
Aşkı içten duydum arşa yükseldim
Kalpten temizlendim huzura geldim
Ben de müridinim işte Mevlana

Acaba bu mısraların gerisinde nasıl bir tesir söz konusudur? Bilindiği gibi Nazımın dedesi Konya valisi Mehmet Nazım Paşa idi ve Konyaya giderken yanında torununu da götürmüştü. Yukarıdaki ifadeleri şairin Mevlana şehrindeki çocukluk hatıralarına bağlamak herhalde yanlış olmaz. Nazım bu şiirden 26 yıl sonra Pirayeye Rübailer kitabının ilk rübaisinde ise fikrini değiştirmişe benziyor. “Suret hemi zıllest .”.diye başlayan ve alemi hayal sayan bir rübaisine cevaben Mevlanaya şunları söylüyor:

Bir gerçek alemdi gördüğün ey Celaleddin heyüla filan değil
Uçsuz bucaksız v e yaratılmadı ,ressamı illet-i ula filan değil
Ve seni kızgın etinden kalan  rübailerin en muhteşemi
Suret hemi zıllest.. filan diye başlayan değil.

N. Hikmet Vala Nureddine yazdığı bir mektupta bu şiirle ilgili olarak şöyle der:” Görüyorsunuz ya, polemiği ve kavgayı Hz. Mevlanaya kadar götürdüm…. benimki yüzlerce yıl sonra Hazrete cevap.”

Şair ölümünden az bir süre önce  1962’de Moskova’da yazdığı “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” isimli otobiyografik romanında tekrar Mevlanaya döner. Roman kahramanı olan Ahmet, Rus sevgilisi Anuşkayı Türkiyeye getirememenin üzüntüsüyle :

Dinle neyden ki hikayet kılmada
Ayrılıklardan hikayet kılmada

diye mırıldanır. Anuşkanın; Ne mırıldanıyorsun, demesi üzerine de şu cevabı verir:

“Bir büyük şair var, mistik ama çok büyük, Mevlana..onun bir beytini..”

Bu son tavra nazaran şairin çocukluk zamanlarındaki Mevlana tesirinin soluk bir çizgi olarak da olsa ömrünün sonlarına kadar sürdüğünü söylemek mümkün

XX. yy’de Halk edebiyatının son büyük simalarından Aşık Veysel’in (-1973) de “Mevlâna’yı Ziyaret” isimli bir şiir yazdığını görüyoruz. Bu şiir Mevlâna tesirinin her kesimden sanatkara ulaştığını görmek bakımından önemlidir:

Mevlâna, Mevlanın kulu,
Doğru hakka gider yolu.
Deryası rahmetle dolu
Kabul et Allah aşkına

Yalvarırım akşam sabah
Kul olanda olur günah
Merhamet et halime bak
Kabul et Allah aşkına

Cumhuriyet döneminde Mevlana denilince akla ilk gelecek isim şüphesiz Arif Nihat Asya’dır(-1975). Yakınlarda Yavuz Bülent Bakilerin hazırladığı monografiden A. Remzi dedenin halifesi olduğunu öğrendiğimiz şair tam manasıyla bir Mevlana aşığıdır. Ondan da tadımlık olmak üzere “Kubbe-i Hadrâ”da yer alan ve Hz. Mevlâna’nın Hakla vuslatını anlatan şiirlerinden şu nefis mısraları alalım:

Yatırırken bu sedef kakmalı şimşir beşiğe,
Ney’le kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı?
Perdelerden taşırıp neyleri çığlık çığlık
Ney’le kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı.

Kıyılardan ovalardan dererek inciyle,
Çiğle kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı
Gece, mehtabı elekten geçirip kirpikler,
Ayla kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı

Şair bu mısralarda Hz. Mevlananın ölüm telakkisine pek güzel tercüman oluyor. Buna göre mademki ölüm yeni bir doğumdur, o halde tabut da hakikatte beşik olmakta. Mevleviler cânları ebediyete neyle uğurlarlar. O halde çığlıklar koparan ney büyük yolcumuzun hem kefeni hem kundağı olmakta. Bebeklerin beşiğine altın ve inci takılır. Tabiat da seferi bir yanıyla ölüm bir yanıyla doğum olan büyük yolcunun -hem tabutuna ağlamakta hem de- beşiğine inci serpmekte. Sonra şair işi daha da inceltiyor ve Hz. Mevlananın emsalsiz zerafetine uygun yeni bir kundak buluyor: Kirpikler mehtab ışığını elekten geçiriyorlar ve o süzülmüş ışık Hz. Mevlananın sandukasını bir kundak gibi sarıyor. Şairin ölüm algılayışına ve Pirine karşı hissettiği bu ince rikkate diğer bir örnek de aşağıdaki mısralar. Sanki Hz.Mevlananın sandukası bir çeyiz sandığı ve o, tüllerle çevrili yatağında uyuyan nazenin bir gelin:

Türben andırmadadır gölleri tutmuş kuğuyu
Sabahın ince, hafif sisleri göllerde peçe
Almasın yel, seni örten bu ipekten buğuyu
Nefesindir bu cibinlik bu duvak
Uyu Pirim, uyu yarim, uyu hünkarım uyu

Geleneği modernle buluşturan yeni şairlerin en büyük temsilcisi Sezai Karakoç (d.1933) da Hızırla Kırk Saat isimli uzun şiirinde Şam’da İbn Arabi ile Hz.Mevlanayı mana aleminde buluşturur. Şeyh-i Ekber kendisinden kayıp Şemsi soran Mevlanaya sabır talim eder:

Muhyiddin kabrini açarak
Sabır kitabından bir yaprak çevirerek
Şemsin kendisini gösterdi

Şam çarşılarında Şems alındı Mevlâna’dan
Kendisine Mesnevî verildi.

Böylece Mevlana oradan yeni bir Şems olarak döner ve Mesneviyi yazar.

Hanım şairlerimiz arasında Mevlana denilince adı ilk hatıra gelenlerden biri şüphesiz Halide Nusret Zorlutuna’dır (-1984). O, “Niyaz” şiirinde hem Mevlâna’ya hem de ona kucak açmış olan aşıklar kabesi Konyaya muhabbet ve niyazını dile getirir. İnsan, sevgilisi neredeyse oralıdır. Bu yüzden şair Hz. Mevlana hatıralarıyla bütünleşmiş olan Konyayı vatan olarak kabulleniyor:

Her yaprakta gül nefesi,
Rüzgârlarında ney sesi.
Bu yer Âşıklar Kâbesi
Aşkıma vatan, Efendim

Aşkıma vatan, Efendim
Gönlüme sultan, Efendim
Derdime derman Efendim
Sana feda can Efendim
Mevlâna… Aman Efendim

Hece şairlerimizden Zeki Ömer Defne (-1992) ise “Mevlâna İle” adlı şiirin- de her yerde tecellisini gördüğü halde Ona ulaşma konusundaki aczini ifade etmekte:

Bilmem ne halettir bu, bu ne türlü tecellâ
Bu devir ne devirdir, döner şeş ciheti sesin?
Oraya koşarım burada, buraya koş orda aksin!
Al hâl eyle, yetti artık kaal Mevlâna!.. Mevlâna!..

Yine hecenin büyük ustalarından Halit Fahri Ozansoy(-1950) “Ayinden Sonra” isimli şiirinde piri Mevlâna’ya seslenir ve bu büyük ruhtan kendi ruhu için istimdad eder:

Titriyor neyzenlerin destinde ney
Ruha bir ses, mûsiki, sun, câ.. nâ!..
Ey bu dergâhın banisi, ey
Pirimiz, yâ Hazret-i Mevlâ..nâ

Hece şiirinin diğer bir ustası Munis Faik Ozansoy (-1975) ise Hz.Mevlanaya intisabı payelerin en büyüğü olarak niteliyor:

Dervişiz istemeyiz başkaca unvan paye
Mürid olmak ne şeref Hazret-i Mevlaneye
Yıkayıp raks ile vicdanımızın kirlerini
Maddeden sıyrılarak kalb olalım manaya

Om Mani Padme Hum isimli eseriyle şiirimize uzak doğu mistisizminin esintilerini taşıyan Asaf Halet Çelebi (-1958 ) de Mevlana konusunda hem şiirleriyle hem nesirleriyle akla gelen öncü isimlerden biridir. “Semâ-ı Mevlâna” isimli şiirinde o     bütün kainatı Mevlevi semaına ortak eder.

Ağaçlar tennure giymiş semazenler ve rüzgar onların eteklerinin hışırtısıdır. Gökler ve yıldızlar da bu ruhani semaın dışında değildirler. Ama aslında bütün bu sema cümbüşü şairin kendi iç aleminde cereyan etmektedir. Böylece şiir hem dış kainata hem iç aleme açılan  bir anlam katmanına sahiptir:

Tennure giymiş ağaçlar
           Aşk niyaz eder
Mevlâna

içimdeki nigâr
Başka bir nigârdır
İçimdeki semâ’a
Nice yıldızlar akar
Ben dönerim
             gökler döner

Benzimde güller açar

Bu imajlarla şair adeta:

Guş eyleyen elbette girer anı semaya
Benzer ki naya Hazret-i Molla nefes etmiş

diyen Fasih Ahmet Dede( -1699)yi yeni bir söyleyişle tekrar etmektedir.

Hz. Mevlanaya atfedilen meşhur “kim olursan ol yine gel” sözü bir çok şaire ilham kaynağı olmuştur. Hilmi Yavuz (d.1936) da “Mevlâna ile Şems” şiirinde bu meşhur söze gönderme yapıyor

aşklardır benim bildiğim ben oluş’um,
sen değişim hangi kitaptan geldiğin
bilinmez, ama sen yine gel,
yine gel de

Tiyatro çalışmalarında geleneksel imajları çokca kullanan Turan Oflazoğlu (d.1932) da aşağıdaki şiirinde Mevlâna’nın aynı sözüne gönderme yapar.

Haydi gel, çağıran Mevlâna’dır, gel, gel
Diyelim senin kasdın canadır, gel,gel
Yiğit ya da korkak soylu ya da alçak
Kim olursan ol, davet sanadır, gel, gel

Şimdiye kadar daha çok tanınmış şairlerimiz üerindeki Mevlana tesirleri üzerinde durduk. Şimdi de şair kimliklerinden çok Mevlevi kimlikleriyle öne çıkan ama aynı zamanda şiirle meşgul olmuş zevattan bazılarının mısralarından örnekler verelim.

Ömrünü Divan şiirine adayan ve buna rağmen Divan Şiirine yazılmış tek reddiyenin de sahibi olan fakat sonraki dönemlerde bu reddiyesini de sahiplenmeyen gel-gitlerin insanı Abdülbaki Gölpınarlı (-1982) Hz. Mevlana konusunda yakın devrin hiç şüphesiz   en velut isimleri arasındadır. Şimdi de onun: “Mevlâna’ya Gazel” başlıklı şiirinden bir kaç örnek mısra alalım:

Molla ki nev-niyâzına tekbîr-i aşk eder
Dil-beste-i mahabbetini pîr-i aşk eder
Bir kâinât-ı cezbede sâgar be-dest olup
Hüsn ü kemâl-i vecd ile takrîr-i aşk eder

Aynı zamanda bir Mevlevi dedesi olan Midhat Behari Beytur (-1971)aşağı- daki mısralarda Hz. Mevlananın hem cemal hem celal tecellisine mazhar oluşunu ifade ederken onun Celaleddin ismine de göndermede bulunuyor. Bu tecelli öyle keskin bir tecelli ki Mevlanayı gören Mevlayı hatırlamakta:

Gözümde tütmede nur-ı hayal-i Mevlana
Verir akıllara hayret kemal-i Mevlana
Cihana rahmet-i Haktır meal-i Mevlana
Görünse her ne taraftan cemal-i Mevlana
Gelir zebanlara ism-i celal-i Mevlana

Yanık bir Mevlana aşığı olan Yaman Dede( – 1962)mizden de teberrüken bir kaç mısra sunalım.

Senden gelen avaze-i kudsiye vuruldum
Bir lahzada yüz bin kere coştum da duruldum
Hasretle döndüm ne yazık işte yoruldum
Göster bana didarını gel ey ulu sultan

Hz. Mevlana ile birlikte mana dünyamıza doğan sema ve ney gibi Mevlevilik unsurlarının da bir çok şairimize ilham kaynağı olduğu görülmekte. Şimdi şiir çevrelerinde pek duyulmamış bir ismin, Aziz Kenzi Şenol’un konusu ney olan şiirindeki  şu  nefasete bakınız:

Kargı mıydı kamış mıydı neydi O
Her makama aşina bir şeydi O
Nefha nefha dem çekip zevk-i saba
Nağmesiyle geldi cana değdi O
Zevk u derd-i aşkı ifşa eyleyen
Bir ilahi nağme vü naleydi O
Kevser-i irfan-ı Mevlana ile
Doldurulmuş manevi kaseydi O
Bir kamıştı sureta amma
Aziz Alem-i manaya mazhar neydi O

Yine şiirimizin az bilinen isimlerinden Fuat Hulusi Demirelli de yukarıdaki mısralar gibi neyi Mevlananın sırrı olarak  görmekte:

Ermek istersen gönül esrarına
Dinle neyden ayrılık destanını
Mevlevi irfanının şehkarına 
Sor büyük ruhun büyük hicranını

Şiir faslını son iki şairle kapatalım. Bir çok Mevlana aşığı arasında Cemil Miroğlu’nun, H. Ali Yüceli tazmin ettiği şu şiiri de güzelliğiyle emsalsizdir:

Nefhadır gönle eser Mevlana
Nurdur gözlere fer Mevlana
Arşa eflake değer Mevlana
Künh-i Mevladan eser Mevlana
Vahyden verdi haber Mevlana
Asuman vecd ile gelmekte dize
Döndü gök kubbesi coşkun denize
Tanrıdan öyle bir ihsan ki bize
Nur verir gölgesi her zerremize
Ederek gökleri yer Mevlana

Son mısraı ne beliğ, ne yakıcı bir tespit: Mevlana varlığıyla gökleri yere indiren, yahut yeri  göğe çıkaran  insandır.

Tebliğimizin son sözleri Feyzi Halıcı (d. 1924)’nın Hz. Mevlana’nın yüceliğine pek yakışan şu yüce mısraları olsun:

Gökyüzünde nurdan ayak izleri
Sema sema taşırır denizleri
Hakka davet eder çaresizleri
Asırlardan beri yüce Mevlana

B.TÜRK ROMANINDA MEVLANA VE MEVLEVİLİK

Hz. Mevlana ve Mevleviliğe olan ilgi ve tesirin şiirdeki kadar olmasa bile Cumhuriyet devri Roman ve hikayesinde de mevcut olduğu görülmektedir.

Sezayi Coşkun tarafından yapılan kapsamlı çalışmaya göre Mevlana ve Mevleviliği işleyen roman sayısı 31 tanedir. Coşkun bu çalışmada söz konusu romanların yazarlarını ve eserlerdeki Mevlevilikle ilgili unsurları çeşitli başlıklar altında ele alarak inceliyor. Biz de burada söz konusu çalışmadan hareketle genel bir özetlemede bulunacağız Söz konusu romancıları, tasavvufa ve Mevlanaya bakışları bakımından şu üç kategoriye ayırmak mümkündür:

a) Tasavvufî Terbiye ile Yetişmiş, Bir Tasavvuf Doktrinini Savunan ve Yaşayan Yazarlar:

Coşkun; Samiha Ayverdi, Emine Işınsu, Nezihe Araz ve Münevver Ayaşlıyı bu kapsamda telakki ediyor.. Ciddi bir tasavvufî terbiyeden geçen bu yazarların ortak tarafı, eserlerinde tasavvufun bir mesaj olarak öne çıkması, takip ettikleri tezi güçlendirecek bir kurgu dünyasını tercih etmeleridir. .

b) Mevlana ve Mevleviliği Türk Kültürünün Önemli Bir Unsuru Olarak Ele Alan Yazarlar:

Yine  Coşkun’a  göre, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Halide Edip Adıvar’ı, Müfide Ferit Tek’i, Peyami Safa’yı, Reşat Nuri Güntekin’i bu kapsamdaki romancılardan saymak mümkündür. Bu yazarlar, herhangi bir tasavvuf doktriniyle organik bir bağa sahip olmamakla beraber, Mevlana’yı ve Mevleviliği, Türk kültürünün çok önemli bir unsuru olması sebebiyle eserlerine taşımaktadırlar.

c) Tasavvufa / Mevleviliğe Bir Kurgu Objesi Olarak Yaklaşan Yazarlar:

Tasavvufla ne organik anlamda, ne de inanç anlamında bir bağlılığı olmayan diğer bazı yazarlarda da son dönemde tasavvufu ve Mevleviliği bir bilgi objesi olarak ele alma temayülü belirmiştir. Bilhassa post-modern edebiyatın muğlak keyfiyetiyle, tasavvufun ‘müphem’ mahiyeti arasındaki uygunluk bu tip yazarlar için uygun bir durum oluşturmaktadır. Coşkun bu tip yazarların konuya yaklaşımına örnek olmak üzere Orhan Pamuk’un şu sözlerini iktibas ediyor: “Doğu edebiyatı ya da bizim edebiyatımız, tasavvufî düşünce, beni yalnızca edebiyat olarak ilgilendirir. İnandığım ciddiye aldığım bir şey olarak değil. Öyle şeylere inanmam. Gülerek okurum.”

Belli başlı romanlar ve bu romanlardaki Mevlevi kahramanlar:

Türk edebiyatında, Mevlana hakkındaki tek biyografik roman Nezihe Araz’ın Aşk Peygamberi’ isimli eseridir.. Romanda Mevlana’nın hayatı kronolojiye uygun olarak ele alınmakta ve 8 bölümde işlenmektedir. N. Araz dışındaki diğer yazarlarda ise Mevlevîliğin, eserde yer alan Mevlevi kahramanlar yoluyla işlendiği görülmektedir. Sözgelimi H. Edibin Sinekli Bakkal’ında en önemli kahramanlardan biri Vehbi Dede’dir. Hoşgörülü dini anlayışı ve hayata bakıştaki engin müsamahasıyla Dede, romanın asli kahramanı Rabia’nın duygu ve ruh dünyasına büyük izler bırakmaktadır.. Halide Edibin; Vurun Kahpeye, Döner Ayna ve Hayat Parçaları isimli eserlerinde de Vehbi Dede kadar güçlü olmasa bile yine yardımcı mevlevi kahramanlar yer alması, yazarın konuya duyduğu ilginin sürekliliğini göstermektedir. Münevver Ayaşlı’nın Pertev Bey’in İki Kızı isimli romanı da Vehbi Dede ile Rabia münasebetini andıran iki kahramanın ilişkileri etrafında dönmektedir. Arif Dedenin   yaptığı Mesnevî derslerinden beslenen Selmin, kendisini Batılılaşma çılgınlığına kaptıran genç yaşıtlarından çok farklı bir ruh olgunluğunu temsil etmektedir. Yine, tasavvufu bir hayat uslubu olarak benimsemiş hanım yazarlarımızdan olan Samiha Ayverdi de üç ayrı eserinde mevlevi kahramanlara yer verir. Yaşayan Ölü romanında Çelebi, maddeci bir hayat anlayışına sahip olan romanın baş kahramanı Leyla’yı temelden değiştirir. Yolcu Nereye Gidiyorsun romanında   bu işi   Cem Bey deruhte eder ve eserin baş kahramanı olan Adli’yi dönüştürür. Batmayan Gün romanında da eserin ana karakteri Aliye benzer bir değişimi çoktan ölmüş bulunan dedesi İrfan Paşa’nın defterindeki  tasavvufi  öğütler sayesinde  yaşar.   M.Ferit Tek’in, Pervaneler’ romanında önemli kahramanlarından biri bir Mevlevi dervişi olan Amir Çelebidir.. Çelebi, kızına tesir edememekle birlikte onun Fransız eşi Andreé’yi gösterişsiz irfanıyla etkilemeyi başarır. Mevleviliğin sanat malzemesi olarak başarıyla kullanıldığı örneklerin başında   Tanpınarın Huzur romanı    gelir. A. H. Tanpınar, son dönemin önemli neyzenlerinden olan Emin Dede’yi romana taşır. Dede, romanda, ferahfeza ayininin icra edildiği bölümü neredeyse tek başına doldurur. Düşünen bir romancı olan Tanpınar bu motif etrafında bir takım kültür ve medeniyet meselelerini ele alma imkanı bulmaktadır. Tanpınarın Emin dede’sine benzeyen diğer bir kahraman da R. Nuri Güntekin’in, Çalıkuşu romanında yer almaktadır.. Eserde, meşhur bir bestekar ve Mevlevî şeyhi olan Şeyh Yusuf Efendi küçük Feride’de gizli musiki istidadını sezer ve onu yetiştirmeye çalışır. Mistik konulara ilgisiyle bilinen P. Safa’nın bazı eserlerinde de Mevlevi kahramanlara rastlarız. Matmazel Noraliy’nın Koltuğu’ndaki Vafi Bey ve Fatih-Harbiye’de Faiz Bey mevlevilikle ilgisi olan tiplerdir. Ancak her ikisi de -yukarıdaki yönlendirici ve güçlü benzerlerinin aksine- bitmekte olan bir nesli ve anlayışı temsil ederler. Yukarıda konuya daha çok sanat anlayışına uygunluğu dolayısıyla ilgi duyduğuna dair   ifadelerini alıntıladığımız Orhan Pamuk da Kara Kitap romanında mevlevilikle ilgili motiflere yer verir. S. Coşkuna göre; Eserin ana karakterlerinden Celal Salik için, ‘modernist bir zihinle inşa edilmeye çalışılmış Mevlana’ portresi demek mümkündür. Mevleviliği ve Mevlanayı konu edinen eserler arasında şimdiye kadar en büyük ilgiye mazhar olanı şüphesiz Elif Şafak’ın Aşk isimli romanıdır. (İstanbul: Doğan Kitap, 2009) Aslı İngilizce olan ve Kadir Yiğit Us ile yazarı tarafından dilimize tercüme edilen roman hakkında bazı kapsamlı tanıtım ve tenkitler yapılmıştır.( İsmail Güleç, Elif Şafak’ın Aşk romanı üzerine geç kalmış bir yazı, Semazen net. 26 Mart 2010) Üniversiteye giden büyük kızı, ikizleri ve diş doktoru kocasıyla birlikte Massachusetts’te yaşayan kırk yaşlarındaki bir Yahudi kadını, Ella Rubinstein, gittikçe sıradanlaşan hayatın anlamını sorgulamaya başlar ve bu sırada sırf oyalanmak için kabul ettiği bir kitap editörlüğü hayatını temelden değiştirecek yeni bir dünyaya kapı aralar. Amsterdam’dan gönderilen kitabın yazarı Zahara isminde biridir ve konu Şemsin Mevlanayı eğitme aşamalarıdır. Romanda bir yandan bu hikaye kendi yolunda akarken diğer yanda yazarla editör arasında gelişen duygusal ilişkiler de buna paralel olarak verilir. Sonuçta Şems nasıl Mevlana’yı yetiştirdikten sonra kayboluyorsa, Aziz de Ella’yı hakikatla tanıştırdıktan sonra ölerek aradan çekilir. Daha çok Batılı okuyucunun kültürü ve zevki düşünülerek tasarlanmış olan roman muhtevaya yönelik bazı haklı tenkitlere rağmen başarılı kurgusu ve diliyle okur nezdinde büyük bir ilgi görmüş ve genç bir neslin konuyla tanışmasını sağlamıştır.

Sonuç olarak baştaki hükmümüzü tekrarlayabiliriz. Kültür ve irfanımızı besleyen ana damarlardan biri olan Hz. Mevlana ve onun manevi mirası olan Mevlevilik, yakın geçmişteki kültürel kriz istisna edilecek olursa , geçmişten günümüze toplumun hemen her kesitinde olduğu gibi sanat camiasında da geniş bir ilgi ve teveccühe mazhar olmuştur ve olmaktadır. İnanç ve ahlaki değerlerin cemiyete mal olmasında sanatın inkar edilemez. rolü dolayısıyla bu teveccühün artarak devamı en büyük temennimizdir.