DOĞRU BAKMAK GEREK…
Mesnevî-i Şerîf’de usta ile şaşı çırak hikâyesi vardır. Usta çırağına “Oğlum içeri gir, raftaki şişede su var. Onu getir!” der. Çırak gider rafa bakar ve “Ustacığım burada iki şişe var, hangisini getireyim iyice anlat” diye seslenir. Ustanın “Oğlum orada bir şişe var onu al gel!” sözüne karşılık, “Hayır ustam burada iki şişe var” diye ısrar edince, usta da dayanamaz ve “Evladım o iki şişe değildir. Şaşılığı bırak, fazla görücü olma.” deyince çırak, “Ustacığım beni azarlama” diye sitemde bulunur. Sinirlenen usta “Evladım o iki şişeden birini kır, diğerini al gel!” der. Çırak elinin tersiyle şişelerden birine vurunca ortada hiç şişe kalmaz, iki şişe de yok olur.
İnsan durumundan dolayı şaşi bakar ve çift görür. bu sebebpten dolayıdır ki doğru bakmak gerek der. Doğru yerden bakılırsa doğru görülür, şaşı bakılırsa iki görülür.
Şaşılık herşeyden önce bir hastalıktır. Bu hastalık insana iki gördürtür . Tasavvufta mürid mürşid ilişkisi de böyledir. Mürşid tektir. Mürid eğer kendi mürşidi haricinde bir başka mürşidi de görürse iki görmüş olur. Halbu ki tasavvuftan maksad tevhiddir. bir görmektir. Yol göstericiyi tek bilip onun hâliyle hallenmek, onun yaşayışını kendi hayatında düstur edinmektir. Onda yok olmaktır.
Farklı kişilerin ve yolların varlığını ve doğruluğunu inkâr etmiyoruz. Her yol Allah’a çıkar. Bir yol tutturup giderken, değişik yollara sapmak, farklı yollar denemek, menzili uzatmaktan gayrı bir işe yaramaz.
Gidilen yol önemlidir ama yoldaki kişinin bakışı da önemlidir. Menakıbü’l-Ârifîn’de anlatılır; Şemseddin-i Mardinî hazretleri, Hz. Mevlânâ (Rh. A.) semâa başladığı vakit küçük bir tefi başının üstüne koyar ve “Vallahi, billahi bu tesbih ediyor” der ve devam eder:
Eskiden -günümüzdeki gibi pirinçten değil de- tahtadan çanlar da yapılırdı. Hz. Ali (K.V.) hazretleri, bir gün çan sesi duyduğunda yanında bulunanlara “Bu çan ne söylüyor biliyor musunuz? der. “Allah, Allah’ın Resûlü ve Onun amcasının oğlu daha iyi bilir.” diye cevap verirler. Hz. Ali (K.V.) “Benim ilmim Allah’ın Resûlünün ilminden; Allah’ın Resûlünün ilmi Cebrâil’in ilminden; Cebrâilin ilmi de Allah’ın ilmindendir. Bu çan ‘Hakikattir, hakikattir, hakikattir, hakikat.’ diyor” dedi.
Şemseddin Mardinî bu hikâyeyi anlattıktan sonra “Kâfirlerin çanı böyle söylerse, çok aziz ve mübârek olan âşıkların tefi neler söylemez. ‘Hiçbir şey yoktur ki, Allah’ı tesbih etmesin’ (Kur’an: İsrâ, 17/44) gereğince bu da tesbih ediyor. Tıpkı ‘Ey dağlar, benimle beraber tesbih ediniz’ (Kur’an: Sebe, 34/10) ayetindeki Davud ile beraber tesbih eden dağlar gibi” diye buyurdu.
Kâfirin çanı da olsa Hz. Ali bakışı ile bakıldığı vakit o seste Hakk’ın ve hakikatin sesi duyulur. Haktan başkası duyulmaz. Şemseddin-i Mardinî gibi bakıldığı zaman Hak âşığı büyük insanların sesinde ve görünüşünde ancak Hakk’ın tecellisi görülür. Ama doğru gözle bakan kişiler bunu görür. Şaşı bakan kişiler ise farklı şeyler görürler.
O bakışlardan, Allah bizleri muhafaza etsin VESSELÂM…
#M. Veysi Dörtbudak