Hakiki bir insan-ı kâmil olan Harakanî Hazretleri, herkesi ve her şeyi sevme kabiliyetinin nasıl zuhur edebileceğini insanlık âlemine göstermiştir. Onu İstanbul’da, ilk defa kendi şehrinin yani Kars’ın dışında akademik olarak anabilmek lütfu bizlere nasip oldu. Bu yüzden de kendimizi çok şanslı hissediyoruz.
Harakanî Hazretleri Hazret-i Peygamber’in (s.a.s.) torunlarından olup, Allah sevgilileri arasında büyük bir insan-ı kâmildir. Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’de dinin ilmi diye bahsettiği bir ulu sultandır. Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, Harakanî Hazretleri’nin doğumundan yüz yıl önce onu tarif ederek dünyaya geleceğini bildirmiş ve kendisinin onu irşad edeceğini, fakat bu öğrencinin kendisini geçeceğini açık açık söylemiştir.
Hakikaten de yüz yıl sonra Harakan köyünde bir bebek doğmuş ve daha sonra bu ümmi çocuk Bistam’a gide gele Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’nin vefatından sonra huzurunda bulunarak kendisinin mânevî eğitiminden geçmiştir. Harakanî Hazretleri böylece kemal noktasında en üst seviyelerden birine ulaştığı gibi, İbn-i Sinalara, Gazneli Mahmutlara da mürşitlik yapmıştır.
Hakiki bir insan-ı kâmil olan Harakanî Hazretleri, herkesi ve her şeyi sevme kabiliyetinin nasıl zuhur edebileceğini insanlık âlemine göstermiştir. Onu İstanbul’da, ilk defa kendi şehrinin yani Kars’ın dışında akademik olarak anabilmek lütfu bizlere nasip oldu. Bu yüzden de kendimizi çok şanslı hissediyoruz.
Tasavvuf bir ilim olmaktan öte, bir yaşam biçimidir. Onun için ilmî kısmı öğrendikten sonra bu büyük sultanlar, bu ilmi nasıl yaşamamız gerektiğini hâl ve hareketleriyle bize gösterirler. Bu sebeple sadece Harakanî Hazretleri’nin anlattığı ilmi değil; onun menkıbelerini, yaşam biçimini, bize örnek oluşunu da yapacağımız sempozyumda gündeme getirerek bunların üzerinde uzun uzun duracağız. Bu hafta, 27 Nisan Cumartesi günü Üsküdar Üniversitesi’nde başlayacak ve iki gün sürecek “Fütüvvet Sultanı” Harakanî Sempozyumu, çocukların çeşitli derslerle öğrendiklerinin yani tasavvufun ilmî kısmının, insan-ı kâmillerce nasıl yaşandığını bir kere daha gündeme getirecek. Çocuklarımıza ve kendimize göstermeye çalışacağımız bu örnekler açısından, bu tür sempozyumların çok önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü okuduğumuz ilmi hâl hâline geçirmenin ne kadar önemli olduğunu bu vesileyle bir kere daha göreceğiz…
Kâmil insanların sözlerinin çok yüksek enerjileri vardır. Onların sözleri, bizim sözlerimiz gibi değildir. Biz dersleri anlatır geçeriz; fakat kemâl noktasındaki insanların sözlerinin bizlere etki eden güçleri, bizi diriltir. Çünkü onlardan zuhur eden, “atan el benim elimdir” ayeti doğrultusunda sadece Allah’tır, bizim gibi kendi nefslerini karıştırmazlar. Bu açıdan bakınca, herkesten öğretenin Allah olmasına rağmen kâmil insanların ağzından doğrudan öğrettiğini ve Allah’ın bu ilmi bize onların hâlleriyle en yüksek seviyeden gösterdiğini fark ederiz. O sebeple kâmil insanları anlamaya çalışmak, dinlemek, menkıbelerini düşünmek, üzerinde konuşmak, öğrendiklerimizi hayatımıza nasıl geçireceğimizi tartışmak çok büyük önem taşır. Bunlar ise daha sonra yapacağımız soru cevap şeklindeki konuşmalarda ortaya çıkacaktır. Daha önce de TÜRKKAD olarak kâmil insanlar için Malatya, Kayseri, Konya, Bursa, Ankara gibi Anadolu’nun farklı şehirlerinde düzenlediğimiz sempozyumlarda, herkesin kendi çapında birçok şey öğrenmesinin zevkini yaşadık. Ben acizane bunu görüyorum ve takip ediyorum. Öğrendiğimiz şeylerin tatbikini insan-ı kâmillerde görebildiğimiz için onlardan tesir eden Allah’a şükretmek lazım.
27-28 Nisan’da Üsküdar Üniversitesi ve Kerim Vakfı’nın ortaklaşa gerçekleştireceği “Fütüvvet Sultanı” Harakanî Sempozyumu da diğer sempozyumlarımız gibi herkesin katılımına açık ve ücretsiz olacaktır. Bu çalışmaların çok önemli olduğunu düşünüyorum çünkü tasavvufun globalleşmeye çalışan dünyanın yegâne lisanı olduğuna, yani ileride dünyayı birleştirebilecek tek ortak lisanın İslâm tasavvufu olduğuna inanıyorum. Zîra tasavvufta hoşgörü var.
Tasavvuf, İslâm şeriatına kesinlikle uymak şartıyla, yani bir ayağı şeriatta sabit olarak, diğer ayağı ile yetmiş iki milletle beraber olan, hepsine hürmet eden ve her türlü insanı -yaradandan ötürü- kabullenme kabiliyetine sahip bir yaşam biçimidir. Bu yüzden de yapanın, yaptıranın Allah olduğunu öğretir, anlatır, idrak ettirir. İnsanlara kızmanın, öfkelenmenin ya da kendi beğenmediklerimizi yanlış görmenin hata olduğunu öğretir. Çünkü her yerden tecelli eden Hak’tır. İlla ki sadece güzelliklerin içinden değil, zorlukların içinden de tecelli eden Hak’tır. Bunu görmeye başlayınca insan şunu öğrenir: Nasıl ki Kuran’ı öpüp başımıza koyduğumuzda içinde yazan şeytanı da öpüp başımıza koymuş oluyorsak, ama tek başına şeytan satırına geldiğimizde onu öpmüyorsak; birliğin içindeki her varlığın gerekliliğini de bu şekilde kabul edip ona hürmet ederiz. Bu da bizi ortak yaşamda başarıya yönlendirir. Kin ve nefretten uzak tutar, hastalıksız bir hayat oluşturur. Bu bakış açısından mutluluk ve huzuru dünyada bulmanın tek yolu İslâm tasavvufundan geçer diye iman ediyorum.