Gözyaşı Murat Kapısının Anahtarıdır
Anlatılan hikâyenin üst katmandaki anlamıyla yetinmek ana fikri veya tema’sı denilen asıl anlama ulaşmayı engeller. Etrafına bir sürü borcu varken ölüm döşeğinde yatan kişinin ziyaretine gidenlerin onun ölecek olması veya ölüm umurlarında değildir. Sadece alacaklarını tahsil edemeyeceklerini düşünmektedirler. Borçlu durumdan bihaber gibi bir de helva satan çocuktan helva alıp ziyaretçilerine ikram eder. Helva yenir. Çocuk parasını ister. Para yok derler. Çocuk ağlamaya başlar. Üst katmandaki anlamda, bu tuhaf durumun bir miktar mizah tarafı öne çıkar. Hikâye anlatmakta mizah gerekli bir unsurdur. Çünkü mizahın da kendi çapında algıyı uyaran bir etkisi vardır. Dozu fazla olan mizah ise anlatılan hikâyenin asıl anlamını tamamen saklar. Çünkü mizahın fazlası algıyı uyarmak yerine uyuşturacaktır.
Bu sapmayı önlemek için araya konudan neredeyse bağımsız gibi görünen bir başka fikre yer verilir. Olayları değerlendirmenin kişinin nerede durduğuyla değişeceği gerçeği… Olay tektir, o olaya yüklenen anlam kişilere göre değişir.
Mustafa mucize ile ayı iki parçaya böler
Ebu Leheb kiniyle ağzında laf geveler
İsa nebi ölüyü diriltir, hayat verir
Ahmak Yahudi mucizeyi inkâra yeltenir
Köpeğin sesi erişmez mehtabın kulağına
Hele o mah Hakk’ın has mehtabı olursa
Padişah su kenarında sehere kadar kadeh elinde
Şevke dalmışsa haberi olmaz kurbağa sesinden
Hazreti Peygamber’in s. a. v. Mucizelerinden biri de “şakkul-kamer” denilen parmağıyla ayı ikiye bölmesidir. Bu mucizeyi gören mümin ise “Allah u Ekber!” diyerek tepkisini dile getirir. Ebu Leheb veya o tıynette olanlar ise apaçık gördükleri için böyle bir şey olmaz diyemezler. Fakat göz yanılması, sihir, büyü gibi kendince makul ve mantıklı açıklamalar getirme derdine düşerler. Hazreti İsa ölüyü diriltecek bir mucize gösterir. İnkârcı gözüyle görmesine rağmen yine de inkâr yoluna sapar. Söyleyeceği somut bir şey olmadığı için birbirinden kopuk itiraz cümleleri kurar. Buna “lafı gevelemek” denir. Ama bunlar gerçeği değiştirmez. Padişah bir su kenarında şevke dalmışsa kurbağa sesini duymaz bile, yani it ürür kervan yürür. Gerçeği inkâr etmek onu değiştirmez. Öyleyse sen de bütün hadiselere önce tarafını belirle öyle bak. Hemen “vay zalim adam çocuğun helvasını alıp dağıttı sonra da parasını vermedi” deme. Meseleyi iyice anlamadan kanaat oluşturma.
(430) Şeyh, etrafını himmetiyle bağladı
Cömerdin bile cömertliğini himmetiyle bağladı
“Kimse helvanın ücretini vermesin” dedi
Pirlerin kuvveti etrafa saçar hikmeti
Şeyh çocuğun ağlamasına aldırmadığı gibi bir de içlerinden birinin yarım dinarlık helva ücretini vermesini engeller. Kimse helva ücretini vermesin der. Çocuk ağlamaya etraftakiler suizanna devam eder.
Böyle vakit öğleyi geçtiğinde bir adam çıkageldi
Elinde bir tabak vardı, meğer iyiliği meşhur biri
Mal ve servet sahibi, Hatem cömertlikte
Şeyhe göndermiş bir tabak içinde hediye
Tabakta tam dört yüz altın dinar
Bir kâğıda sarılı yarım lira var
Hadim geldi Şeyhe ikram eyledi
Armağanı arz ve ilam eyledi
Bir müddet sonra zengin ve cömert bir kişinin hizmetlisi çıkagelir. Elinde bir tabak vardır. Bu cömertliği üzerine yüzlerce menkıbe anlatılan Hatem İbni Tay kadar cömert kişinin şeyhe ikramıdır.
Tabağın örtüsünü çekince
O keramet halkı cuşa getirdi
Çünkü tabakta şeyhin etraftakilere borcunu karşılayacak dört yüz altın dinar vardı. Bunun sıradan bir ikram olmadığını, tamamen şeyhin kerameti olduğuna delil olarak ayrıca kâğıda sarılı bir yarım lira vardı. Helvacı çocuğun alamadığı için ağladığı helva parası. Etraftakiler bir anda değişti ve dönüştü. Şu ana kadar düşündüklerinin tam aksini düşünmeye başladılar. Şeyhin kerametinin büyüklüğü karşısında coşkunlukla cezbe hâline geçenler, ağlayanlar, bağıranlar vardı.
Dostlar da alacaklılar da figan edip dedi;
“Bu ne hâlettir? Ey şeyhlerin cömerdi!
Bu ne sırdır? Bu ne yüce saltanat
Ey marifet sırrının sultanı! Ey yüce zat!
Bilemedik bizler pişmanız eyleriz affını rica
Kötü sözler söyledik kulağın duya duya
Şeyhe hitaben özür beyan eden sözleri hatalarını itiraf, kendileri hakkında gerçeğe ulaşmanın aydınlanışıydı. Şöyle diyorlardı kendileri hakkında:
(440) Körler gibi gelişigüzel salladık sopa
Kandilleri kırdık işledik büyük hata
İdrak ve şuur kulağımız sağır olmuştu
Sözümüz her dem herze yemek boş iş olmuştu
Eyvah ki nasihatin nasip olmadı faydasından
Almadık hisse Hızır ile Musa’nın kıssasından
Öyle bir göz varmış ki sende nazarı göğe ulaşır
O nazarın nuru bütün asumanda dolaşır
Bizim seni görmemiz mümkün değildi
Gözümüz değirmen faresinin gözü gibiydi”
“Körler gibi salladığı sopayla yolunu bulmaya çalışmak” “Sallanan sopanın kandilleri kırması” “Değirmen faresinin gözü” gibi tarifler gerçeği görememeyi ifade eder. Gerçeği görmek idrak ve şuur işidir. İdrak ve şuur dünya düşkünlüğü ile sağırlaşınca gerçeğe ulaşılmaz. Çünkü zihni, zan, tahmin ve şüphe işgal eder. Bunlar ise gerçeğin dışındaki her şeydir. İşte bu yüzden Kuranı Kerim’de Hızır ve Musa kıssası ferman buyrulmuştur. O kıssada bilinen, alışılan, kanıksanan, düşünceyi sınırlayan somut gerçekliğin ötesi olduğu, beş duyuyla algılananların dışında da bir gerçeklik olduğu beyan buyrulmaktadır. Mucizeler ve kerametler de bir bakıma bunun içindir. Düşünce alışkanlığını kırmak idraki ve şuuru bir üst katmana çıkarmak içindir.
Şeyh dedi ki “o sözleriniz ki vermişti melal
Hepinize benden yana olsun hakkım helal
Bu işin sırrı şudur; Hak’tan etmiştim niyaz
O da lütfedip murat kapısını açmıştı biraz
Gerçi o kötü söze değmeyecek kadar az bir miktardı
Fakat azıcık bir para da olsa çocuğun gözyaşına bağlanmıştı
Ağlayınca helva satan çocuk, onun gözyaşı
Rahmet denizini dalgalandırdı coştu kabardı
Ey birader! Bil ki o çocuk senin gözbebeğindir
Onun ağlaması murat kapısının anahtarıdır
(450) Daima kapılar açık olsun istiyorsan
Durma ağla gözyaşın hep aksın giryan
Ölüm döşeğindeki şeyhin etrafına söyledikleri hikâyenin ana fikri hükmündedir.
1) Peşin hükümle insanları yargılamak, zan ve tahmine dayalı fikir oluşturmak, bu adam ölüp gidecek borcunu ödeyemeyecek, zarara uğrayacağız diyerek suizan beslemek, merhametsiz adamın çocuğa ettiği eziyete bakın demek muhatabınızı üzecek melal verecek şeylerdir. Bu da kul hakkına girer. Mümin suizan beslemez, zanna dayalı hareket etmekten kaçınır. Çünkü bunun kul hakkına gireceğini bilir. Ama ben size hakkımı helal ediyorum.
2) Borçlarımı ödemek için ettiğim duanın kabulü çocuğun ağlamasına bağlanmıştı. Her duanın kabulü her muradın nasibi için manevi bir sebebe ihtiyaç vardır. Bu sebep maddi sebeplerin yanında farklı hatta önemsiz gibi görülebilir. Görünen sebeplerin yanında görünmeyen sebeplerin ihmal edilmesi gaflettir. Gaflete düşmemek lazımdır. Gafilin dua ettim ama kabul olmadı demeye hakkı olmaz.
3) Çocuk ağlayınca rahmet deryası coştu. Hem onun muradı hâsıl oldu hem de onun muradından fazlası
tahakkuk etmiş oldu. Çocuk bunun farkında bile değildi. O sadece kendi hesabına ağlamıştı. Ama rahmet deryası onun muradından daha fazlasını nasip etti.
4) Bu hikâyede geçen çocuk senin gözbebeklerine telmihtir. Dua et ve dua ederken gözyaşı dök. İste ve manevi sebebe sarılmayı unutma. Gözyaşı samimiyetin tezahürüdür. Gözyaşı manevi sebebe sarılmaktır. Gözyaşı ile istediğin talebin geri çevrilmez. Gözyaşı kalbinin yumuşaklığına delalettir. Gözyaşı murat kapısının anahtarıdır.
#M. Sait Karaçorlu