Mesnevi Hikâyelerinden Dersler: 23
HADDİNİ AŞMANIN ZARARI
(Hayvanların dilinden anlamalı mı?)
Bir gün adamın biri Mûsa peygambere geldi:
-Ya Mûsa, ne olur duâ et de ben hayvanların dilinden anlayayım ve bundan kendime hisseler çıkararak daha iyi bir insan olayım, dedi. Hz. Mûsa:
-Yürü, işine git, kaldıramayacağın yükün altına girme, bu hâlin senin için daha hayırlıdır” dedi.
Adam dinlemedi, ısrar etti:
-Ya Mûsa, ne olur hiç değilse kapımda yatan köpekle horozun dilini anlayayım” dedi.
Adamın ısrarı karşısında Mûsa (as) her ne kadar bundan vazgeçmesi için uğraştıysa da, adam ısrar etti. Bunun üzerine Hz. Mûsa bu konuda onun için duâda bulundu. Adam sevinerek evine döndü. Ertesi sabah hizmetçisi evin avlusunda sofrayı kurarken bir parça ekmek fırlayıp düştü. Horoz koşarak bunu kaptı. Köpek onun davranışına kızdı:
-Be horoz, bu yaptığın doğru mu? Sen buğday da yiyebilirsin, arpa da. Mısırda yiyebilirsin, başka küçük taneleri de. Bense bu kapıda ekmekten başka bir şey yeme imkânına sâhip değilim, neden benim rızkımı kapıyorsun? dedi.
Horoz cevap verdi:
-Haklısın fakat hiç tasalanma, yarın bizim ev sahibinin eşeği ölecek, sen de böylece karnını iyice doyurursun, dedi.
Bunu duyan adam, hemen eşeği pazara götürerek sattı. Ertesi sabah da bakalım köpekle horoz ne konuşacaklar diye onları izlemeye başladı.
Köpek horoza sitem ediyordu:
-Yahu horoz kardeş, hani eşek ölecekti, biz de karnımızı doyuracaktık, ne oldu? diyordu.
Horoz: “Eşek ölmesine öldü, lâkin başka yerde; çünkü sahibimiz onu sattı. Fakat sen hiç merak etme, yarın at ölecek, o zaman daha büyük ziyafete konacaksın” dedi.
Bunu duyan adam ahıra koştu, atı aldığı gibi pazara götürüp sattı. Sevinerek evine döndü: “Bu hayvanların dilini öğrenmek çok iyi oldu, böylece zarardan kurtuldum” diye düşünüyordu.
Ertesi sabah, acaba bugün ne konuşacaklar diye köpekle horozun yanına yaklaştı. Köpek yine horoza kızıyordu:
-Yahu horoz, bu sefer de dediğin çıkmadı, yoksa sen de mi yalana başladın?” dedi.
Horoz: “Hayır, ben yalan söylemedim, at ölecekti lâkin sahibimiz onu da sattı. Fakat merak etme, yarın onun çok değerli hizmetçisi ölecek, o zaman onun hayrına yemekler, helvalar verilecek, hepimiz doyacağız” dedi.
Bunu duyan adam hiç vakit kaybetmeden hizmetçisini götürüp sattı. .
Adam, “Bu horozla köpeğin dilini öğrenmem iyi oldu. Böylece pek çok zarardan kurtuldum” diye düşünerek sevindi ve ertesi gün yine köpekle horozun konuşmalarına kulak verdi. Köpek bu defa çok kızgındı:
-Yalancı horoz! diyordu, hani hizmetçi ölecek bu sayede karnımız doyacaktı, günlerdir beni yalanlarınla avutup duruyorsun, bu sana yakışır mı?”Horoz:
-Ben yalancı değilim ve yalan söylemem. . Köle gerçekten öldü, lâkin burada değil, başka yerde. Çünkü sahibimiz onu sattı. Fakat hiç iyi etmedi. Çünkü bu sefer sıra kendine geldi. Zira ilkin kazâ-belâ eşeğe gelecek, böylece sahibimiz kurtulmuş olacaktı. Eşeği satınca, onun yerine ata geldi; atı da satınca köleye geldi. Köleyi de sattığından belâ ona gelecek. Sıra kendisinde, yarın sahibimiz ölecek, o sayede hepimiz doyacağız” dedi.
Bunu duyan adam ah vah etti, başını yerlere vurdu, ama iş işten geçmişti. (Mesnevî, III, beyit: 3266 vd. )
AÇIKLAMA:
İnsanoğlu merak ve tecessüs sâhibidir. Bilmediğini öğrenmek ve daha çok şey bilmek ister. Bu isteğini yeni buluşlar ve keşifler için yönlendirdiği takdirde, şahsı için ve toplum için faydalı sonuçlar elde eder.
Biz geleceğimizi ve kaderimizi önceden bilemeyiz. Bu konudaki merak da bir dereceye kadar normal karşılanabilir. Ama bunun için şartların zorlanması doğru değildir. Hele hikâyemizde olduğu gibi, yakın gelecekte olacak şeyleri sıra dışı yollardan öğrenip, bu bilgiyi tamâmen şahsî çıkarları için, üstelik başkalarının zararına olacak şekilde kullanmak tamâmen ahlâk dışı bir tavırdır.
Gayba îman, geleceğimizi bilmemek çok defa daha verimli ve gayretli olmamızı sağlar. İnanan, doğruyu ve güzeli bilen insan, bütün çabasını bu yönde, doğru ve güzel istikametinde kullanmakla yükümlüdür. Sonuçta elde edilecek şey, kendisine olmasa bile mutlaka birilerine faydalı olacaktır.
Hz. Mevlâna hikâye arasında şöyle der:
“Malını kaçırdı ama iyi bil ki kendi kanına girdi”
“Bir ziyâna uğramak, bir çok ziyanları def edecekti. Cismimiz, malımız canlarımıza fedâdır; canımıza gelecek belâ, cismimize, malımıza gelir.”
Bu anlayışın etkisiyle olmalı ki; evlerde tabak, bardak gibi şeyler kırılınca: “Kırıldıysa da zararı yok, gelecek kazâyı def eder.” derler. Onun için insan bir musîbete uğrayınca, bağırıp çağırma yerine, onun belki de daha büyük bir felâketin önleyicisi olduğunu düşünerek tesellî bulmalıdır.”Cana geleceğine mala gelsin” diye üzüntüsünü azaltmalıdır.
Mesnevî’de şöyle devam edilir.”Gazaba uğradın mı pâdişahlara malını verir, başını kurtarırsın. Bunu bildiğin halde, kazâya düşünce nasıl olur da Allah’tan malını kaçırmaya çalışırsın?” (Beyit: 3341-42)
Mesnevî şârihleri, bu noktada sadaka vermenin de bir tür başını kurtarmaya yarayacağı üzerinde dururlar. Bu konudaki âyet ve hadislere dikkat çekicidir:
“Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, yedi başak bitiren, her başakta yüz adet tane bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir.” (Bakara, 2/261)
Şöyle güzel inanışlarımız vardır: “Sadaka, belâyı def eder ve ömrü uzatır. Sadaka kötü ölümü önler. Sadaka Allah’ın gazabını teskin eder.”
“Sadaka” kavramı bir anlam kaymasına uğramıştır. Sadaka, vereni yüceltip alanı aşağılatan bir görünüm taşımamalıdır. Aksine, sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek tarzda olmalıdır.
Tarihimizdeki “sadaka taşları” tam da bu anlayışa uygun örneklerdir. Eski İstanbul’da yardımların en göze batmayanı ”sadaka taşları” kullanarak yapıldı. Bu taşlar bir buçuk-iki metre yüksekliğinde mermerden olurdu. Üst kısımlarının ortasına çanağa benzer bir oyuk açılır, sadaka verenler parayı buraya bırakırlardı. İhtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinenler akşam saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ama bırakılan mebláğın tamamını değil, ihtiyaçları olduğu kadarını alırlardı. Bu hâliyle sadaka ve her türlü yardımlaşma, toplum dayanışması ve sağlamlığının sigortalarından biridir.
#Mehmet DEMİRCİ