Bütün insanlığı neye davet ettiğine bakılmaksızın ‘Gel’ çağrısının hoşgörüye hamledilmesi, Hz. Mevlânâ hakkında en çok yapılan büyük hatalardan biri. Ahmed Sadreddin yazdı.
Hz. Mevlânâ‘nın eserleri ve yolu hakkında bir çok çalışma yayınlanmasına rağmen kişiliği ve mizacı hakkındaki yorumlar “hoşgörü” kelimesinin çevresinde dönüyor. Hazretin faziletleri hakkındaki malumatın arttırılması ihtiyaç. Bu yüzden hazretin, mizacı ve meşrebinin daha çok öne çıkarılması gerekiyor. Bütün insanlığı neye davet ettiğine bakılmaksızın ‘Gel’ çağrısının hoşgörüye hamledilmesi, Hz. Mevlânâ hakkında en çok yapılan büyük hatalardan biri. Hz. Pir’in insanlığı davet ettiği yer İslâm dairesidir ve buradan sonra da mücahede yoludur; sürekli nefse muhalefet ederek ahlâk-ı hamidiyyeye sahibi olmak için gayret etmeye davet eder, Hz. Pir.
Hz. Mevlânâ, tam bir Muhammedî’dir. Muhammedî ahlâkla ahlâklandığı için gururdan ve kibirden kaçınmış bir insan-ı kamildir. Onun en mümeyyiz vasıflarından biridir, alçak gönüllülük. Hazret, büyük, küçük, mevki sahibi yahut avamdan biri olsun herkese tevazu ile muamele edermiş. Konstantiniyyeli bir rahibin gösterdiği tevazua misliyle karşılık vermesi neticesinde, rahibin mahiyetindekilerle birlikte iman ettiği menakıb kitaplarında zikredilir. Böyle derin etkiler bırakacak bir tevazua sahiptir Hz. Mevlânâ.
Yaşadığı dönemin devlet ricalinden Vezir Pervâne, Hz. Mevlânâ için sarayında bir semâ meclisi tertip ettiğinde Hz. Pir, sarayın kapısına gelir; bütün dostları, dervişleri içeri girdikten sonra kendisi girer. Zat-ı şeriflerine bu hareketinin sebebi sorulduğunda “Eğer biz, herkesten önce saraya girmiş olsaydık bizden sonra gelen dervişlerin, dostların bazılarının içeri girmelerine kapıcılar engel olabilirlerdi. Böylece onlar da, bizim sohbetimizden mahrum kalırlardı. Eğer biz, bu dünyada dostlarımızı, bir vezirin sarayına sokamazsak yarın kıyamette onları ukbâ sarayına, cennet-i âlâya nasıl sokabiliriz?” şeklinde cevap verir.
Fakirler ve gariplerle otururdu
Hz. Mevlânâ’nın peder-i âlisi Sultânu’l-Ulemâ Bahaeddin Veled‘e de hazretin kendisine de devlet ricali çokca iltifat eder, sohbetlerinde bulunmak ister, saraylarına davet ederlermiş. Fakat Hz. Mevlânâ, mürşidi ve pederinden gördüğü ve Rasulullah Efendimiz‘den aldığı ahlakı hasebiyle, devlet ricalini nadir kabul eder, ziyadesiyle fakirler ve gariplerle otururmuş.
Kapısına gelen adı sanı belli olmayan gariplerle, sanat erbabıyla teşrik-i mesaide bulunur ve onların irşadıyla meşgul olurmuş. Tıpkı Peygamber Efendimiz’e Mekke’nin eşrafının yaptığı gibi hazretin kimsesizlere, gariplere, yoksullara iltifat etmesini de tenkit ederlermiş. “Mevlânâ’nın müridleri acayip adamlar. Her nerede bir terzi, bakkal, manifaturacı varsa Hazreti Mevlânâ onları müridliğe kabul ediyor” kabilinde dedikodu ederlermiş.
Hz. Mevlânâ da bu dedikodulara kulak asmaz; “Eğer benim müridlerim, bana ihtiyacı olmayan kişiler olmasaydı ben, onların müridi olurdum. Bana muhtaç oldukları için ben, onları müridliğe kabul ettim. Böylece istedim ki onlar değişsinler, huzur-ı ilâhîye kavuşsunlar, iyi kişiler olsunlar.” buyururlarmış.
Hz. Mevlânâ, müridlerinin çalışarak kendilerini geçindirecek ticaret, memurluk veya herhangi bir el emeği ve alın teri ile maişetini temin etmelerini ister. Bu yoldaki görüşünü Sevgili Peygamberimiz’in “Gücün yettikçe istemekten sakın” hadîsine dayandırır ve “Bizim müridlerimizden kim bu yolu tatmazsa bizim nazarımızda onun bir pul kadar kıymeti yoktur.” buyurur.
“Evimiz Efendimiz’in evine benzedi”
Bütün veliler gibi Hazreti Mevlânâ da dünyadan ve dünyaya dair şeylerden alakasını kesmiş, onun gamından azade olmuş bir insan-ı kamildir. Hayat-ı seniyyeleri tam dervişânedir. Evinde bir şey bulunmadığı zaman sevinir, “Allah’a şükürler olsun, bugün evimiz, Peygamber Efendimizin evine benzedi.” dermiş. Zengin olmadığı halde yoksullara yardımda bulunur, muhtaç olanların ihtiyacını giderir ve yaptıklarının bilinmesini pek murad etmezmiş.
Medresedeki yoksul talebelerin her birinin oturduğu minderin altına onların ihtiyaçlarına göre bir miktar para bırakır, talebeler oturdukları minderin tozunu silkmek istedikleri zaman bu paraları görürlermiş.
Hz. Mevlânâ kendisinden ötürü bir başkasının rahatının bozulmasını hiç hoş karşılamazmış. Bir topluluğa girdiğinde kendisi için ayağa kalkılmasını istemezmiş. Kendisine saygı için herhangi bir kişiyi oturduğu yerden kalkmaya zorladıkları zaman, hazret bu hale çok üzülürmüş. Onun bu hassasiyeti şu hadisede daha iyi görünür.
Hz. Mevlânâ bir gün hamama gider. Fakat girmesiyle çıkması bir olur. Kendisini rahatsız eden durumun ne olduğu sorulduğunda, içeri girdiğinde tellağın havuzun kenarında oturan bir kişiyi, kendisine yer ayırmak için kaldırdığını ve bu olay yüzünden havuz kenarında oturan kişiye mahcup olduğunu, üzüldüğünü söyler.
Ekberî meşrebin ulularından Sadreddin-i Konevî Hazretlerinin Hz. Mevlânâ hakkındaki ifadeleriyle bitirelim: “Eğer Bayezid‘le Cüneyd Hazretleri bu devirde olsalardı, bu Allah erinin gaşiyesini (at eğeri üzerine konan örtü) omuzlarında taşır, bu hizmeti, canlarına minnet sayarlardı. Biz, onun sofrasından manevî gıdalar almaktayız. Bizim bütün zevkimiz, şevkimiz, Hz. Mevlânâ’nın mübârek ayağının bereketindendir.”
Ahmed Sadreddin
https://www.dunyabizim.com/hikmet/hamdolsun-evimiz-peygamberimizin-evine-benzedi-h22294.html
#Ahmed Sadreddin