HAYATA HAYAT KATAN VEFA

HAYATA HAYAT KATAN VEFA

M. Cüneyt GÖKÇE

Vefa, görülen iyilikleri unutmamak, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık vermeye devam etmektir. Vefa, dostluğun kaynağı, muhabbetin ilk durağı ve güvenin en mühim mesnedidir. Tam ve kâmil bir îmânın ve Allah’a teslîmiyetin nişânesidir. Bu ahlaka sâhip olanlara vefakâr denir. Vefakârlığın zıddı, nankörlük olup iyiliğin kadrini bilmemek veya ona kötülükle karşılık vermektir.

1.       VEFA BASAMAKLARI

1.1.  Yüce Yaratıcıya Vefakârlık

En büyük vefakarlık, insanın Yaratanı’nı tanıması, kulluk vazîfesini yerine getirmesi ve O’nun verdiği nimetlerin kıymetini bilmesidir. En büyük nankörlük de kulun, Rabbi’ni inkâr etmesi, O’nun yüceliğini tanımamasıdır.

1.2.  Hz. Peygamber’e Vefakârlık

Yüce Mevla kendisine itaat ile birlikte Resulüne karşı da itaatkâr olmamızı talep etmektedir. Başka bir deyimle resulüne itaati kendisine itaat olarak değerlendirmektedir. (Bk. Nisa, 4/69)

1.3.  Kurân’a Vefakârlık

Şüphesiz yüce kitabımız, okunmak, anlaşılmak ve tabi olunmak üzere indirilmiştir. Bu yüzden her mümin öncelikli olarak bir vefa borcu bağlamında Kur’ân-ı Kerim’i orijinalinden öğrenmek, öğrendiğini anlamak ve onu hayat düsturu yapmakla mükelleftir. (Bk. Araf, 7/3)

1.4.  Sahabeye Vefakârlık

Hiç şüphesiz dinimizin bizlere sağlam bir şekilde ulaşmasın noktasında sahabenin çok büyük emeği vardır. Onlar Şems-i Risalet’e muhatap olmuşlar, sorulması gereken hususları sormuşlar, genel olanın izahını Hz. Resul’den istemişler ve bu dinin yaşanabilecek şekilde bize ulaşmasını sağlamışlar. Bu yüzden Hz. Peygamber onları sevmemizi ve onlara karşı hürmetkar olmamızı talep (Bk. Buhari, Fezailu Ashabi’n-Nebi 4)

2.       VEFA ÖRNEKLERİ

2.1.  Hz. Peygamber’in Peygamberlere Vafası

Vefanın zirvesini teşkil edecek en güzel misalleri Sevgili Peygamberimiz’in hayâtında müşâhede etmekteyiz. Resûlullah; “Ben babam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annem Âmine’nin rüyâsıyım.” (Hâkim, II, 453) buyurmak sûretiyle hem Hz. İbrahim’i hem Hz. İsa’yı (a.s.) hem de annesini minnetle anmış, onlara karşı gereken vefakârlığı göstermiştir. Bununla da kalmayıp kıyamete kadar gelecek olan ümmetine, Hz. İbrahim’in (a.s.) duasına mukâbelede bulunmalarını sünnet kılmıştır. Namazlarda okunan “Salli-Bârik” duasında, Âl-i Muhammed’in ardından Âl-i İbrahim’in zikredilmesi, işte bu çok zarif ve hassas olan vefa duygusunun bir eseridir.

2.2.  Hz. Peygamber’in Annesine Vefası

Sevgili Peygamberimiz’in vefakâr bir evlat olduğunu gösteren diğer bir hâdise de Hudeybiye Umresi için Mekke’ye giderken vukû bulmuştur. Yolculuk esnâsında Ebvâ’ya uğramışlardı. Resûlullah Cenâb-ı Allah’tan izin isteyerek annesinin kabrini ziyaret etti. Ziyâret esnâsında kabrini eliyle düzeltti ve teessüründen ağladı. O’nun ağladığını gören Müslümanlar da ağladılar. Daha sonra niçin böyle yaptığını soranlara Sevgili Peygamberimiz; “Annemin bana olan şefkât ve merhametini hatırladım da onun için ağladım.” buyurdu. (İbn-i Sa’d, I, 116-117. Ayrıca bkz. Müslim, Cenâiz, 105-108)

2.3.  Hz. Peygamber’in Amcası Ebu Talib’e Vefası

Peygamber Efendimiz, amcası Ebû Tâlib’in Müslüman olmasını çok istemişti. Bunun için defâlarca uğraştı. Hele vefatı esnâsında başı ucunda gösterdiği gayret dillere destandır. İslâm’a bunca faydası dokunan bir kimsenin, îmân şerefine nâil olamaması onu çok üzüyordu. Ebû Tâlib vefat ettiğinde Hazret-i Ali, Efendimiz’e gelerek; “Dalâlet içindeki ihtiyar amcan müşrik olarak öldü!” dedi. Bu haber üzerine çok üzülen Resûl-i Ekrem Efendimiz ağlamaya başladı. Daha sonra da; “Git onu yıka ve göm!” buyurdu. (Nesâî, Cenâiz, 84; Diyarbekrî, I, 301) O’nun bu üzüntüsü İslâm’ı yayma gayreti ile birlikte amcasına karşı olan vefa duygusundan kaynaklanmaktaydı.

2.4.  Hz. Peygamber’in Süt Annesine Vefası

Fahr-i Kâinât Efendimiz, üzerinde emeği olan hiç kimseyi unutmamış, hayâtı boyunca onlara hep vefa göstermiştir. Özellikle Hatîce vâlidemizin arkasından gösterdiği vefakârlık eşine rastlanmayacak boyutlardaydı. Kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen, sütannesi Halime Hâtun, sütkardeşi Şeymâ da onun vefakârlığından nasîbdâr olan şanslı kimselerdendir. Peygamberimiz onlara son derece hürmet göstermiş ve ihtiyaçlarının karşılanması için elinden geleni yapmıştır. (İbn-i Sa’d, I, 113- 114)

2.5.  Hz. Peygamber’in Süt Kardeşine Vefası

Hevâzin Gazvesi’nde esirler arasında gördüğü sütkardeşi Şeymâ’yı hemen tanımış, ona ve diğer yakınlarına kıymetli hediyeler vererek memleketlerine göndermiştir. Sevgili Peygamberimiz, sırf bölgelerinde dört yıl kaldığı için, bu savaş sonunda Hevâzinli süt teyzeleri, süt halaları hatırına ganimetleri geri vermeyi bile düşünmüştü. Ancak Hevâzinliler müracaatta gecikince, ordudaki bedevilerin de ısrarıyla Ci’râne’de toplanmış olan ganimetleri, taksim etmek zorunda kalmıştı. Daha sonra Hevâzinlilerin vâkî olan talepleri üzerine kendisine ve Abdulmuttalib oğullarının hisselerine düşen esirleri serbest bırakınca, ashâb-ı kirâm da hisselerine  düşen  esirleri  serbest  bırakmış  ve  fidye  ödemeksizin salıvermişlerdi. (İbn-i Hişâm, IV, 135) Efendimiz’in süt akrabalarına gösterdiği vefa sâyesinde, binlerce kişi hürriyetine kavuşmuş ve bu âlicenaplığın gönüllerine verdiği rikkatle hakîkate gözlerini açmışlardır.

2.6.  Hz. Peygamber’in Gayrimüslime Vefası

Risâlet geldiğinden itibaren Efendimiz bütün çile ve ızdıraplara katlanarak İslâm’ı anlatmaya ve yaymaya devâm ediyordu. Tâif dönüşünde düşmanları onu Mekke’ye almak istememişlerdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz sıra ile birçok ileri gelen Mekkelinin himayesini istemiş fakat hepsi reddetmişti. Bu teklifi sâdece Mut’im bin Adiyy kabul etti ve oğullarını silâhlandırıp Peygamber Efendimiz’i himâye ederek şehre girmesine yardımcı oldu. Aradan yıllar geçti. Mut’im, Bedir savaşında Kureyşli müşriklerle birlikte Müslümanlara karşı savaştı ve öldürüldü. Peygamberimiz’in şâirlerinden Hassan bin Sâbit, bu zatın ölümünün ardından bir mersiye söyleyerek, vaktiyle Efendimiz’i himâye ettiğinden bahsetmiş ve onu hayırla yâdetmişti. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz kendi adına gösterilen bu vefakarlıktan, ziyâdesiyle memnûn oldular. Daha sonra düşman esirlerine ne yapılacağı tartışılırken:

“Şayet Mut’im bin Adiyy hayatta olup da benden esirlerin bağışlanmasını isteseydi, fidye almadan hepsini serbest bırakırdım.” buyurarak ona olan vefasını göstermiştir. (Buhârî, Humus, 16; İbn-i Hişâm, I, 404-406) İslâm’ı tebliğ ederken kendisine kolaylık gösteren bir müşrike bile uzanan bu vefa duygusu, ne yüce bir ahlak nümûnesidir.

2.7.  Hz. Peygamber’in Gençlere Vefası

Allah Resûlü hac mevsimlerinde ve panayırlarda İslâm’ı yaymaya çalışır, pek çok sıkıntı, zorluk ve işkencelerle karşılaşırdı. Birçok kabileyi olduğu gibi Âmir bin Sa’saa oğullarını da İslâm’a dâvet etmişti. Yanlarından kalkıp devesine bindiğinde, içlerinden Beyhara isimli müşrik, devenin göğsüne ansızın dürttü. Deve sıçrayıp kalkarken Sevgili Peygamberimiz’i yere düşürdü. Dubâa bint-i Âmir isminde Müslüman bir kadın Efendimiz’e yapılan bu hakâreti görür görmez; “Ey Âmir hânedânı! Gözünüzün önünde Allah’ın Resûlü’ne yapılan şu eziyeti görüp de içinizden onu hatırım için koruyacak kimse yok mudur?” dedi. Amca oğullarından üç kişi hemen kalkıp Beyhara alçağının üzerine yürüdüler. Bu olaydan sonra Efendimiz vefakârlığının bir gereği olarak bunlar hakkında:

“Ey Allahım! Şunlara bereketini ihsân et!” diye duâ etti. Bu duâ bereketi ile Allah Teâlâ onlara îmân nasîb etti ve nihâyetinde şehidlik mertebesine nâil oldular. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 353)

Onun vefası herkese şâmildi. Ancak, her şeyden aziz tuttuğu İslâm dâvasında en küçük bir vazîfe alan kimselere karşı, daha husûsî bir teveccüh gösterir ve muhabbet beslerdi. Mescid-i Nebevî’yi temizleyen zenci bir kimse vardı. Efendimiz onu bir ara göremedi. Merak ederek nerede olduğunu sordu. Öldüğünü söylediler. Bunun üzerine Vefa Âbidesi Efendimiz; “Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” buyurdu. Daha sonra; “Bana kabrini gösterin!” diyerek kabrine gidip cenâze namazı kıldı ve ona dua etti. (Buhari, Cenâiz, 67)

2.8.  Hz. Peygamber’in Amcası Hz. Hamza’ya Vefası

Fahr-i Âlem Efendimiz aynı şekilde Allah yolunda cihad edip şehit düşenleri de asla unutmaz, onların geride kalan yetimlerinin yetiştirilmesi, hayata hazırlanması ve dul kalan hanımlarının ihtiyaçlarının karşılanması husûsunda, şahsen büyük çaba gösterir ve ashâbını da buna teşvik ederdi. Buna dair yaşanmış birçok olay arasından iki tanesi şöyledir:

Peygamber Efendimiz Hudeybiye Umresi’nden dönerken, Uhud savaşında şehid düşen Hz. Hamza’nın küçük kızı Ümâme arkasından; “Amcacığım, beni kime bırakıp gidiyorsun?” diye seslenmişti. Bunun üzerine Efendimiz, onu yanına alarak Medine’ye getirdi. Ümâme’ye kimin bakacağını sorduğunda aynı anda üç kişi buna tâlip oldu. Bunlardan birincisi Zeyd bin Hârise (r.a.) olup Resûl-i Ekrem onu hicretten sonra Hz. Hamza (r.a.) ile kardeş yapmıştı. İkincisi Hz. Ali olup Ümame’nin amcası sayılırdı. Üçüncü şahıs da Ca’fer bin Ebî Talib (r.a.) olup Ümame’ye yakınlığı Ali (r.a.) gibi idi. Ancak bir farkla ki Hz. Ca’fer’in zevcesi, Ümame’nin teyzesi idi. Nebiyy-i Muhterem bir şehit yavrusuna gösterilen bu alâkadan son derece duygulandı. Demek ki ashâb-ı kirâm Resûlullah’ın vefa mektebinde yeterli dersi alabilmiş ve bu konudaki nebevî ahlakı kazanmıştı. Allah Resûlü:

“– Ey Zeyd! Sen Allah ve Resûlü’nün dostusun. Ey Ali! Sen de benim kardeşim ve dostumsun. Ey Ca’fer! Sen de bana yaratılışça ve huyca en çok benzeyensin!” diyerek üçüne de ayrı ayrı iltifat etti ve teyzesiyle evli bulunması sebebiyle Ümame’yi gözetip yetiştirmeye Hz. Ca’fer’i daha uygun buldu. Daha sonra Peygamber Efendimiz her safhada Ümame ile ilgilendi ve zamanı gelince onu Hz. Ümmü Seleme’nin oğlu Seleme ile evlendirdi. (Buhârî, Megâzî, 43; İbn-i Sa’d, VIII, 159)

Mûte muharebesinde diğerleriyle birlikte en başta üç kumandan; Zeyd bin Hârise, Ca’fer bin Ebî Talib ve Abdullah bin Revâha peşpeşe şehit düşmüşlerdi. Savaş sonunda İslâm ordusu Medine’ye döndüğünde şehitlerin ardından Resûlullah ve Müslümanlar gözyaşı döktüler. Bu esnâda Peygamber Efendimiz’in Müslümanları dövünerek ve feryat ederek ağlamaktan men ettiği görüldü. Bunun yerine şehit evlerine yemek götürmelerini istedi. Bilhassa geri kalan yetimlerin himayesi ile yakînen ilgilenilmesini tenbih etti. Bu konuda bizzat ashâbına örnek oldu, Hz. Ca’fer’in ailesine başsağlığı dileyerek tesellîde bulundu ve üç gün süreyle evlerine yemek gönderdi. O günden itibaren çocuklarını da himayesine aldı. (İbn-i Hişam, III, 436)

Resûlullah sâdece kendisine yapılan iyiliklere karşı vefakâr değildi; aynı zamanda getirdiği hak dîne ve ashâbına yardımı dokunan herkese, ömrünün sonuna kadar minnettâr kalmış, fırsat düştükçe vefakârlığını göstermiştir.

2.9.  Hz. Peygamber’in Habeşistanlılara Vefası

Habeşistan hicretinin üzerinden yıllar geçmişti. Bir defasında Habeşistan hükümdarının elçileri, Resûl-i Ekrem’in huzûruna geldiler. Hz. Peygamber bunlarla yakînen ilgilendi, hatta onlara bizzat hizmet etti. Ashâbın bu hizmeti kendilerinin yapabileceğini söylemeleri üzerine, Peygamber Efendimiz’in verdiği cevap çok anlamlıdır; “Bunlar Habeşistan’a göç etmiş olan ashâbıma yer göstermiş, ikrâm etmişlerdir. Buna karşılık şimdi ben de onlara hizmet etmek isterim.” (Beyhakî, Şuabu’l- îmân, VI, 518; VII, 436)

Habeşistanlılara karşı vefakârlığına devâm eden Peygamberimiz, arada deniz bulunduğu ve karadan da günlerce gidilecek mesâfe olduğu hâlde Necâşî’nin vefatını hemen o gün ashâbına haber verdi ve:

“– Uzak bir beldede ölen kardeşinizin cenâze namazını kılınız!” buyurdu. Sahâbîler; “Yâ Resûlallâh! Kimdir o?” diye sorduklarında, Efendimiz:

“– Necâşî Ashama’dır! Bugün Allah’ın sâlih kulu Ashama öldü! Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz!” buyurdu ve cenâze namazını kıldırdı. (Müslim, Cenâiz, 62-68; İbn-i Hanbel, IV, 7)

2.10.    Hz. Peygamber’in Şehitlere Olan Vefası

Resûlullah, son hastalığında rahatsızlığı iyice artınca, ashâbıyla görüşmek için mescide gelmişti. Mescid Müslümanlarla dolup taşıyordu. Allah’ın Sevgili Resûlü, İslâm’ı tebliğ etmiş ve insanların birçoğuna hidâyeti ulaştırmıştı. Bunun semeresi olan bu kalabalık cemaat, o Aziz İnsan’ı çok sevindirmişti. Artık gözü arkada kalmayacaktı. Ancak dâvâsı bu hâle gelinceye kadar malı ve canı ile cihâd eden, şehid olan ve orada olmayan ashâbı da vardı. Efendimiz onları hiçbir zaman unutmamış ve gönlünden çıkarmamıştı. Zaman zaman Cennetü’l-Bakî’ye, zaman zaman da diğer şehidliklere giderek onlara duâ ediyordu. İşte bu son konuşmasında da kalabalık bir cemaatin “âmin” sadâları arasında bir vefa olarak onları hayırla yâd edecekti. Hâdiseyi anlatan sahâbî şöyle diyor:

“Peygamber Efendimiz, kelime-i şehâdet getirdikten sonra:

«Ey insanlar! Size olan nimetinden dolayı O Allah’a hamd ederim ki kendisinden başka hiçbir ilah yoktur!» diye hamd ü senâda bulundu. Her zaman yaptığı gibi Uhud günü şehit düşen Müslümanlar için de Allah’tan mağfiret diledi. (İbn-i Sa’d, II, 228, 251)

Bu ne vefa yâ Rabbî! Yılların eskitemediği, acıların, sıkıntıların ve gâilelerin unutturamadığı, bollukla zayıflamayan, rahatlık ve saltanatla yok olmayan ne muazzam bir vefa!

2.11.     Hz. Peygamber’in Ensara Olan Vefası

Hz. Peygamber Ensâr’a olan vefasını göstererek şöyle buyurdular:

“Ey insanlar! İnsanlar çoğalıyor ancak Ensâr azalıyor. Hatta yemekteki tuz kadar azalacaklar. İçinizden her kim, bir kimseye zarar ya da fayda vermeye muktedir olabileceği bir işin başına gelirse, Ensâr’ın iyilerine iyilikle muâmele etsin, kötülük yapanlarını da affetsin.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 11)

“Sizlere Ensâr’a iyi muâmele etmenizi tavsiye ederim. Onlar benim cemaatim, sırdaşlarım ve eminlerimdir. Üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yapmışlardır. Hizmetlerinin karşılığı ise henüz tam olarak ödenmemiştir. (Âhirette fazlasıyla ödenecektir.) Bu sebeple onların iyilerini (n yaptığını) kabul edin, kötülerinin yaptıklarından ise vazgeçiverin.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 11)

Efendimiz bundan sonra minbere bir daha çıkmadı. Kendisine İslâm dâvâsında en çok yardım eden Ensârı’nı, ümmetine emânet ettikten sonra vazîfesini yapmış olmanın rahat ve huzûru içinde Yüce Rabbi’ne kavuştu.

İslâm’a gönüllerini ve kapılarını açan bu kahraman insanlara karşı Efendimiz’in vefakarâne davranışları sayılamayacak kadar çoktur. Mekke fethedildiğinde Ensâr; “Artık bizi terk eder, Mekke’de kalır.” diye üzülürlerken O, Ensâr’ı tercih etmiş ve onlarla birlikte Medîne’ye geri dönmüştü.

Peygamber Efendimiz Muhâcirlerin yaptıkları fedâkârlıkları da zaman zaman yâdetmiş ve onları methetmiştir. Ancak onların içerisinde Ebûbekir’in (r.a.) ayrı bir yeri vardır. Ona olan minnettarlığını ise şöyle ifâde eder; “Bize iyiliği dokunan herkese bunun karşılığını ayniyle veya daha fazlasıyla ödemişizdir. Ancak Ebûbekir müstesnâ! Onun o kadar çok iyiliği olmuştur ki karşılığını kıyâmet günü Allah verecektir. Bana Ebûbekir’in malı kadar kimsenin malı faydalı olmamıştır. Eğer kendime bir dost edinseydim, mutlaka Ebûbekir’i edinirdim. (Kendini kasdederek) Haberiniz olsun, arkadaşınız Allah Teâlâ’nın dostudur.” (Tirmizî, Menâkıb, 15)

Vefayı Efendimiz’den öğrenen ashâb-ı kirâm da gönülleri coşturacak, gözleri yaşartacak vefa örnekleri sergilemişlerdir. Ebûbekir (r.a.) halîfe olunca, Peygamberimiz’in kime bir va’di varsa gelip alması için nidâ ettirmiş ve Bahreyn’den gelen mallardan onları ödemiştir.

3.       BÜYÜK ZATLARIN VEFASI

3.1.  Hz. Ali’nin (ra) Peygamberimize Olan Vefası

Hz. Ali de Efendimiz’in vefatından sonra; “Resûlullah’ın kime bir va’di veya borcu varsa bana gelsin!” diyerek nidâ ettirdi. Sağ olduğu müddetce her yıl adam gönderip kurban kesim günü Mina’da böylece nidâ ettirmeye devâm etti. Böyle bir taleple gelenlere istediklerini verdi. Hz. Ali’den sonra vefatına kadar Hz. Hasan, ondan sonra da şehâdetine kadar Hz. Hüseyin böyle yaptı. (İbn-i Sa’d, II, 318; Buhârî, Kefâle, 3)

SONUÇ

Cenâb-ı Hak böyle vefakâr kullarının gönüllerini hoş eder ve özlerini saflaştırır. Onlara verdiği şeyler yok olup gittiğinde tekrar yenisini verir. Mevlânâ Hazretleri şöyle der:

“Vefalı kimseler bu vefayı bütün âleme yaymış ve vefa örnekleri göstermişlerdir. Denizler de onların buyruklarına uymuştur. Dağlar da dört unsur [3] da onlara kul, köle kesilmiştir.” (Mesnevî, c. V, beyt: 1192-1193)

1. İnsanın Allah’a karşı vefası, her şart ve durumda imanın ahlakı olan güven duygusunu zedelememesi, vaad edilen sözlere kesinlikle itimat etmesi ve en zor anlarda bile duadan geri durmamasıdır. Bir ölüm-kalım savaşı olarak Bedirler yaşasan bile, Rabbine karşı vefalı ol ki; vefa görebilesin, Allah’ın (cc) yardımını karşında bulabilesin.

2. İnsanın kendisine karşı vefası, her şart ve durumda ilkelerine uygun davranması, rüzgâra göre şekillenmemesi, istikamet ve istikrarı azık olarak edinmesidir. Bir ölüm-kalım savaşı olarak Bedirler yaşasan bile, kendine karşı vefalı ol ki; dostdoğru yolun yolcusu olabilesin, düşmanlarını bile kendine takdir ettirebilesin.

3. İnsanın dostlarına karşı vefası, her şart ve durumda yapılan iyilikleri unutmaması, o iyiliklere ya misli ile ya da daha güzeli ile karşılık vermesidir. Bir ölüm-kalım savaşı olarak Bedirler yaşasan bile, o anlarda dostlarını hatırlamalısın ki; yıllar eskise bile dostluklarını hep taze bir hâlde sürdürebilesin.

4. İnsanın akrabalarına karşı vefası, her şart ve durumda Rahman’dan bir dal olan sıla-i rahmi koruması, karşılık bulmasa bile Allah için onların eziyetlerine katlanmasıdır. Bir ölüm-kalım savaşı olarak Bedirler yaşasan bile, akrabalarına karşı vefalı davranmalısın ki; onları hidayet mesajları ile tanıştırabilesin.

5. İnsanın düşmanlarına karşı vefası, her şart ve durumda adaletten asla ayrılmaması, karşısında yer alsalar bile yapılan iyilikleri unutmamasıdır. Bir ölüm-kalım savaşı olarak Bedirler yaşasan bile, düşmanlarına karşı vefalı olmalısın ki, inandığın davanın ne kadar yüce olduğunu onlara göstermiş olabilesin.

“Hazreti Mevlâna’nın dilinde vefa, öncelikli olarak kulluğun nişanesidir ve iman etmek kulluk yapmak Hakk’a vefanın gereğidir. Çünkü Allah bizi kendi zatına ve esmasına vefası hürmetine var etmiştir. Yine Mevlâna’ya göre vefa idraki, bizi ölüm karşısında acziyetten ve daha başka türlü dengesizliklerden koruyan bir ahlaktır

KAYNAKÇA

Almaz, Hasan. “Mevlânâ’nın Düşünce Dünyasında Hz. Peygamber Sevgisi”. Peygamber Sevgisi. Şanlıurfa: İl Müftülüğü, 2007.

Altıntaş, Ramazan. Sana İtikattan Soruyorlar. İstanbul: Kitaparası Yayınları, 2018.

İbn Mâce, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. Yezîd el-Ḳazvînî. Sünenü İbn Mâce. Thk. Şuʿayb el-ʾArnavûṭ, ʿÂdil Murşid v. dğr. 5 Cilt. Dârü’r-Risâleti’l- ʿÂlemiyye, 1430/2009.

İbn Manzur, Cemalu’d-din Muhammed b. Mukrim. Lisanü’l- Arab. Beyrut, 1955.

İbn Saʻd, Ebû Abdullah Muhammed b. Saʻd b. Meniʻ ez-Zührî. eṭ-

abaâtü’l-Kübrâ. Thk. ʻAlî Muḥammed ʻOmer. 1. Bs, 10 Cilt. Ḳâhire:

Mektebetü’l-Ḫâncî, 1421/2001.

Maturidî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el- Mâtürîdî es-Semerkandî (ö. 333/944). Kitabu’t-Tevhid. Thk. Bekir Topaloğlu- ve Aruçî Muhammed. 1. Bs. Ankara: TDV İSAM, 2005.

Mevlânâ, Celâleddin-i Rûmi. Dîvân-ı Kebîr. Ankara, 2000.

Müslim, Ebü’l-Ḥüseyn Müslim b. el-Ḥaccâc b. Müslim el-Ḳuşeyrî. el- Müsnedü’s-aîhü’l-Mutaar bi Nali’l-ʿAdl ʿani’l-ʿAdl ilâ Resûlillâh. Thk. Muḥammed Fuâd ʿAbdulbâḳî. 5 Cilt. Beyrut: Dâru ʾİḥyâi’t-Turâŝi’l-ʿArabî, 1373/1954.

Nesâî, Ebû ʿAbdurraḥmân Aḥmed b. Şuʿayb b. Alî el-Ḫorâsânî. es- Sünenü’l-Kübrâ. Thk. Hasen ’Abdülmün’îm. 10 Cilt. Beyrût: Müessesetü’r- risâle, 1421/2001.

Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre (Yezîd) et-. Sünenü’t-Tirmizî.

Thk. Ahmed Muhammed Şakir. 5 Cilt. Dâru İhyâu’t-türâs el-Arabî, t.y.

Usta, Mustafa. Dîvân-ı Kebîr’de Mevlâna’nın Eğitim Görüşü. 1. Bs. İFAV Yayınları, 2003.


* Dr. Öğr. Üyesi, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. cuneytgokce@gmail.com

Array