Hazan, O’nun eteklerinden dökülen aşktır
İsmail Fatih Maraşbey
Ve eylül… Rüzgâr, yağmalanmış yüreklerimizi terkisine atıp korktuğumuz kıyamın sonsuzluk ayinini başlatırken biz hasatsız mevsim sonlarına terk ettik gözyaşlarımızı. Hayatlarımız, sonsuzluğa doğru adanış hicreti; âlemden âleme savrulup kesretten vahdaniyete yürüyüş cehdimiz. Bu bir yolculuk. Ezelî nefesin savurmasıyla ebede sürükleniş. Zamanın ve mekânın, ruh yolculuğunda inkisara uğradığı ve ruha ıstıraplar yüklediği kesik bir yolculuk. O’nun için şeb-i arus, bizim için hicran olan davetli bir sefer.
Hazan mevsimi, zaman kütüğünün son çeyreğinde sararmış kandiller gibi titrek ve naif el sallıyor. Güz yağmurları, ince ince yağarken sararmış yaprakları toprakla vuslata indirirken usulca bizim içimizde musalla mevsimleri saltanat nağmeleri mırıldanır sadırlarımıza. Oysa hazan, Mevlâna’nın eteklerinden dökülen aşktır. Bir hazan mevsimlik hayattır Mevlâna’nın hayatı. Eylülde doğup aralıkta düğün yapmak, selim yürekli insanların göze alabileceği aşka hazır oluşluk hali. Oysa bizim, afaki kovalama döngüsünün hudutsuz yelpazesinde, yarış atları gibi nefes nefese koşuşumuzun hitamında varabildiğimiz menzil, Mevlâna’nın aşka tutunmak için kendi ekseninde tek dönüşte kat etmiş olduğu yol mesabesinde bile değil. Bizimkisi ummandan bir katreye şekil verme uğraşının zeveban noktası olmasına karşılık bir eli yokluğun hazinelerine uzanan bu büyük zatı anlatmakta yetersiz kalmaktayız. Çünkü biz Mevlâna’nın gönül ikliminin kapısı önünde yüreklerimizi üzerine koyduğumuz örslerde tepeletme azim ve iradesinden azade sürgün kelimelerimizin nihan çığlıklarıyla onun peşinde sürüklenen zerrelerin savruluşunu anlatabiliyoruz ancak. Bu da sathın çeperlerine astığımız masal menevişleri gibi yüreklerimize sahte bir bahar havası sunuyor. Teselliler ırmağında yıkanıyoruz.
Mevlâna’ya göre aşk, sevgilide yok olmaktır. Başında mezarının taşı, sırtına yüklendiği mezarı ve tennûresiyle kefenlenmiş bir aşkı taşımak ancak kendi benliğini mutlak vahdetin potasında eriten aşk yolcularının marifetidir. Biz Mevlâna’da bunu görürüz. O’nun ifadesiyle “Aşk, varlığını Hakk’ın rahmetinde yok bilmektir.”‘Tam anlamıyla kesretten vahdete bir yolculuktur O’nda aşk. “O bende benimle ilgili bir şey bırakmadı” derken O, benliğine ait ne varsa bırakıp sevgiliye öyle yönelmiştir. Biz bundan uzağız. Bozkırın ortasında devesini kaybetmiş bir bedevinin devesi için çırpınıp gözyaşı dökerken göstermiş olduğu vuslat iştiyakının artık zerresini taşımıyor bizim sekülerleşen Müslüman yüreklerimiz.
Mevlâna, nefsin yedi tepesinde yedi savaşın ateşinde gönlünü yakan ve bu yangınla kılıcını bileyip kendini yontan ilâhi aşkın peşinde sürüklenen Allah dostu. Heybesinde aşktan gayri ekmeği olmayan Mevlâna “Hamdım, piştim, yandım”demek suretiyle aşkın yakıcı ikliminde kendi ruh hamurunu adeta yeniden yoğurmuş ve ateşe vermişti. Ney gibi inlemenin adıydı erdemli insan Mevlâna’da. Sazlığından/cennetten kopartılan, sararıncaya kadar kurutulan/pişen, içinde kamışa ait/nefse ait ne varsa kopartılıp yakılan, “Hu”dan gayrisine inlemeyen/kul olmayan, tek o sese teşne, bir elif haline gelen kamışın/Müslüman’ın hicretidir hayat.
İçinde kat kat gurbetler yaşayarak hakiki vuslatın hasretiyle inleyip anlamlanan hal ehlinin semidir Mevlâna’nın Şemsi. Mevlâna da bu Şems’in seminde yaktı nefse ait ne kadar gayrilik varsa. Öğretisini tamamlayan Şems, ansızın sır olup gitti. Mevlâna ise sadece aşkın mertebelerinde yükseldikçe yandı yandıkça yükseldi öyle bir makama oturdu ki artık orada kendisi dahi yoktu.
Bir çağrının evrensel seslendiricisi ve soluğu olan Mevlâna, kendini en güzel şöyle tarif eder:
“Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim
Ben Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da bizarım, o sözden de bizarım”
O’nu anlamada zorluk çeken ehl-i İslâm’ın bazı düşük zevatı O’nunla ilgili çok galiz ifadeler sarf etmektedirler. Bunlar kalıp adamları. Özün nefesini idrakten yoksun yürek fukarası, fikirleri iğdiş edilmiş gölgeler halinde mezar talancılığı yapmaktadırlar. Diğer taraftan Mevlâna’yı İslâm’ın dışında hümanizmin sözüm ona masum vitrininde heykelleştirme gayretleri sürekli yapılagelmiştir. “Ne olursan ol gel” sözüne indirgenmiş bir Mevlâna’nın ruh kökünü anlamaya yetmeyecek bir iddianın seslendiriciliğini yapanlar, baskın folklorik bir Mevlâna aşkını yaygınlaştırmak hevesindeler. Ama O bundan da münezzehtir.
Kısaca hazana doğan güneşin, yağmur mevsimi yağmur kuşlarının gözyaşı gibi toprağa bir damla olarak düşüşüdür Mevlâna’nın hayatı. 0 damlada ne ummanlar gizli ki hâlâ sızıntısı ulaşıyor dudaklarımıza kadar.
Yedi İklim Dergisi – Mevlana Özel sayısı
#İsmail Fatih Maraşbey