HİKMET İLE NÜKTE; MEVLÂNÂ VE NASREDDİN HOCA
Hikmet ve nükte, Doğu’da günlük hayata doğrudan anlam ve haz katan iki kaynaktır. Hayatın her halini bilgilere dayalı kurallara yaslanarak çözmek mümkün olmadığında, halk için bilginin yanında hikmet ve nükte sığınak ve huzur kaynağı olmuştur. Mevlânâ gibi hikmeti; hayatın görünmeyen tarafındaki gerçeği yakalayıp sunmaya çalışanlarla, günlük hayatta olup bitenlerdeki nükteleri kalıcı hale getiren Nasreddin Hoca ve benzeri kişiler veya kişilikler, insanları hayatın gizemli ve sevimli yüzüyle buluşturmuşlardır. Doğu’daki esrarın, bilimin bütün hızına rağmen, bugün hâla cazibesini korumasında onların varlığı ve izleri her halde etkili olmaktadır.
Mevlânâ ve Nasreddin Hoca, bir arada anılabilir mi? İlk bakışta olumsuz bir cevaba yönelmek mümkün gibi. Ancak bazı Mesnevî hikâyelerindeki kurgu ve vurgular, doğrudan Nasreddin Hoca etrafındaki bazı nükteleri hatırlatmaktadır. Gerçekte Doğu’da edebî ve bediî eserlere intikal eden nükte sahibi kişilikler az değildir. Bu gözle bakıldığında Mevlânâ’nın Mesnevî’si, Sa’dî’nin Gülistân’ı, Câmî’nin Bahâristân’ı ve Kemal Paşazâde’nin Nigâristân’ı bilgi, hikmet ve nükteyi bir arada bulunduran eserlere örnek teşkil ederken; Alî-i Safî’nin Farsça Letâifu’t-tavâif’i ve Lâmi’î Çelebi’nin Türkçe Letâif’i gibi çeşitli eserler, doğrudan nükteler aktarmaktadır. Türkçe, Arapça ve Farsça eserlerde Hâce, Sûfî, Bedevî, A’râbî ve diğer belirsiz kişiler veya Cühâ, Behlül ve Nasreddin Hoca gibi belirgin şahsiyetler, nükteleriyle Doğu’da kültür hayatının gülümseyen ve gülümseten yüzleridir.
Nasreddin Hoca, Anadolu’nun ortasından dünyaya yayılan bir şöhrete sahip olmuş, Türkçe’den başka dillerde de deyim, atasözü ve vecizelerin oluşmasına imkan sağlamıştır. Bunun örneklerinden biri de Farsça’dır. Alî Ekber-i Dihhudâ (ö. 1955), Emsâl ve hikem isimli Farsça deyimler, atasözleri ve vecizeleri bir araya topladığı dört ciltlik eserinde Nasreddin Hoca adıyla bazı deyim ve deyişlere yer vermektedir. Bunlara geçmeden bir başka eserinde, Lugatnâme’de Nasreddin Hoca hakkında verdiği bilgilere bakalım(1): “Sadelik ve bazen saflık numunesi efsanevî bir adam. Molla Nasreddîn, Molla Nasîreddîn veya Hâce Nasreddîn, zarif kişilerin meşhurlarındandır. Latife söylemekte benzersizdi. Ona ait olan nadir sözler ve latifeler, diğer atasözleri gibi dillerde yaygındır”. Dihhudâ, burada Şemseddin Sâmî’nin Kâmûsu’l-a’lâm’ından bilgiler aktarmakta ve sonra şöyle bir kanaate varmaktadır: “Molla Nasreddîn, görünüşe göre efsanevî bir şahsiyettir. Şaka ve latife söyleyenlerden birkaç kişinin adının karışmasıyla ortaya çıkmıştır”. Yer verdiği bilgilerin kaynağı olarak Ş. Sâmî’nin eserine ilave olarak Farsça Reyhânetü’l-edeb(2) isimli ansiklopedik eseri zikretmektedir.
Emsâl ve hikem’de bulunan Nasreddin Hoca deyiş ve fıkraları üç gurupta toplanabilir:
1- Müellif, Molla Nasreddindir, Bindiği eşeği saymıyor(3)deyişi için gönderme yaptığı Bindiği eşeği saymıyor(4) anlamındaki madde başlığında Nasreddin Hoca’nın şu fıkrasını kaydetmektedir: Rivayete göre Hoca’nın on merkebi vardı. Bir gün birinin üzerinde oturup, bunları saymaya başlar. Bindiğini saymadığı için sayı dokuz çıkar. Sonra eşekten inerek sayar, rakam on çıkar ve sayı tamamlanır. Birkaç defa eşeğe binerek ve inerek tekrar sayar. Rakam yine tutmaz. Sonuçta eşekten iner ve “eşeğe binmek birini kaybetmeye değmez”, der. Dihhudâ benzer gördüğü Arapça bir atasözü eklemiştir: “Oğlu omzunda, o ise oğlunu arıyor”.
Molla Nasreddin gibi(5) başlığında ise “Bindiği eşeği saymıyor” ve “Yüz dinar alıyor, horoz hadım ediyor; iki yüz dinar veriyor hamama gidiyor” deyişlerine işaret etmekte ve benzer diye Mevlânâ’nın şu beyitlerini aktarmaktadır:
O cömert kişi, atını kaybolmuş sanıyor ve atını rüzgâr gibi koşturuyor.
Bu şaşkın, her tarafa sorarak ve kapı kapı arayarak bağırmada ve araştırmada:
“Atımızı çalan nerededir ve kimdir?” Ey Efendi! Altında olan nedir;(6)
Daha sonra Şeyh Attar’ın Bülbülnâme’sinden bir beyit nakletmektedir:
Sen, eşeğine oturup eşeğini arayan bilinçsiz adam gibisin.
Molla Nasreddindir, yüz dinar alıyor köpek hadım ediyor; iki yüz dinar verip hamama gidiyor (7) deyişinde ise sadece başka bir deyişe göndermede bulunmaktadır: “Bir gün pamuk atıyor, üç gün sakalındaki pamukları ayıklıyor”
2- Müellif Dihhudâ, eserinde Molla Nasreddin’in bağlı danasıdır(8) anlamındaki Farsça deyimle ilgili fıkraya da yer vermektedir: Anlatılır ki Molla’nın iki danası veya iki keçisi vardı. Bunlardan birisi kaçar. Molla hayvanı yakalamak için çokça uğraştıktan sonra aciz düşerek döner ve bağlı danayı veya keçiyi dövmeye başlar. Niçin böyle yapıyorsun dediklerinde şöyle cevap verir: “Siz bilmiyorsunuz. Bu biri bağlı olmasaydı, diğerinden daha hızlı koşardı”.
3- Molla Nasreddin’dir, bindiği dalı kesiyor(9), anılan eserde Nasreddin Hoca adına yazılı son anlam yüklü ifadedir. Dihhudâ, burada Şirazlı Sa’di’nin iki beytini ilave etmeyi lüzumlu görmüştür:
Biri, dalın üzerinde dalı dibinden kesiyordu. Bahçenin sahibi baktı ve gördü.
“Bu adam kötü yapıyorsa da kimseye değil, kendisine yapıyor” dedi.
Yukarıda ilk olarak anılan fıkra ve Dihhudâ’nın bununla buluşturduğu Mevlânâ’ya ve Attâr’a ait beyitler, insanoğlunun bir zaafını ortaya koymaktadır. İnsandır, basireti bağlanır; eldekini, yabanda arar. Aradığını bilmeyen, bulduğunu anlamaz. Yol kaybetmiş, yol gösteriyor. Kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz. Aczini bilmek, acze düştüğünü kabul etmek, akıllı insan için saadete açılan bir kapıdır. Gerçekte bu fıkrada Nasreddin Hoca’nın “eşeğe binmek, birini kaybetmeye değmez” kararı, gönlüne şifadır. Çünkü derdi kendiyle ilgilidir ve derdine böylece şifa bulmuştur. Derdine çare bulmayanlar düşünsün.
Mevlânâ, Mesnevî’sinde anlatır(10): Bir bedevî Arap, devesine iki çuval yüklemiş, kendisi de binmiş yolda ilerlerken biriyle karşılaşır. Adam çuvallarda “Ne var” diye sorar. Bedevî cevap verir: “Birinde buğday diğerinde kum”. Arkasından, hayvanın diğer tarafındaki çuvalı boş kalmaması için kum doldurduğunu anlatır. Adam “Akıllılık edip buğdayın yarısını bir çuvala, yarısını da diğer çuvala koy, devenin yükü hafiflesin” der. Bedevî, “Bahtiyar ol, ey ehliyetli bilge ve özgür kişi! Böyle ince düşünce ve güzel görüş, sense perişan halde böyle üryan!” diyerek adama acıyıp devesine bindirmek ister ve halini sorar: “Sen bu akılla ya vezirsin ya da padişah. Doğru söyle”. Bilge kişi “İkisi de değilim. Halktan bir adamım. Hâlime, elbiseme baksana” şeklinde cevap verince, Bedevî inanmaz ve malını, mülkünü ve parasını sorar. Adam da “Bu kadar hikmet, fazilet ve hünerden ancak hayal ve baş ağrısı elde ettim” diye cevaplayınca, bedevî şöyle der: “Yürü, uzaklaş yanımdan. Senin uğursuzluğun bana geçmesin. Bir çuvalımda buğday, diğerinde kum olması senin hikmetinden/bilginden daha iyi, be hayırsız! Benim ahmaklığım, çok mübarek bir ahmaklıktır. Zira gönlümde huzur var, ruhum da muttakîdir”.
İkinci fıkra, latifelerin hayatın gerçek yüzüyle ne denli irtibatlı olduğuna dikkat çekici bir örnektir. Meydana çıkınca anlaşılır, er mi yaman bey mi yaman. Meydana çıkmayanlar/çıkamayanlar, yenilen yiğitleri ayıplar. Kışın soğuğunu, yazın güneşini görmemiştir/yaşamamıştır, lâkin kıştan, yazdan haber verir. Sustuğu için adam zannedilenler, durduğu için güçlü gözükenler; konuşup kaybedenlerden; gayret gösterip acze düşenlerden üstün görünür.
Kendisine kötülük yapıyor anlamında kullanılan “Bindiği dalı kesiyor” deyişini, hayatın acısını, tatlısını görmüş olan Şirazlı Sa’dî, yukarıdaki beytiyle başka bir açıdan yaklaşarak dikkat çekici bir tarzda yorumluyor. Kişiler keşke sadece kendilerine kötülük yapsaydı, elinden ve dilinden kimse zarar görmeseydi. Onun bir beyti:
“Varlığından insanların huzur içinde olduğu kişiyi, Tanrı affeder.”
Bu yazı, Yedi İklim dergisinde yayımlanmıştır (Sayı 138, Eylül-Ekim 2001, s. 27-29).
1 Dihhudâ, Alî Ekber, Lugatnâme, I-XIV, Tahran, 1993-1994 (Yeni Düzenleme), XIII, 18942.
2 Müderris, Muhammed Ali (ö. 1953), Reyhânetü’l-edeb, I-VIII, Tebriz, 1346 hş/1967, VI, 189-191.
3 Dihhudâ, Alî Ekber, Emsâl u hikem, I-IV, Tahran, 1352hş./1973, IV, 1731.
4 Dihhudâ, Emsâl ve hikem, II, 732.
5 Dihhudâ, Emsâl ve hikem, III, 14120.
6 Mevlânâ, Mesnevî, nşr. R. A. Nicholson, I. defter, beyit: 1116-1118.
7 Dihhudâ, Emsâl ve hikem, IV, 1731.
8 Dihhuda,Emsâl ve hikem, III, 1330.
9 Dihhudâ,Emsâl ve hikem, IV, 1731.
10 Mevlânâ, Mesnevî, II, 3176-3200.