HÜSN Ü AŞK
GONCA KUZAY
ŞEYH GALİB ( 1757-1799)
Divan Edebiyatımızın son büyük şairi olan Şeyh Galib, 1757’de İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmed Esad olan Şeyh Galib’in babası Reşid Efendi, annesi Emine Hatun’dur. Babası tasavvuf eğitimi almış, mevleviliğe ve melamiliğe bağlı şiirlerle uğraşmış, kültürlü bir kişidir. Şeyh Galib’in dedesi Mehmed Efendi de mevlevi tarikati aydınlarındandır.
Şeyh Galib ilköğretimini babasından gördü. Hamdi adlı bir bilginden Arapça dersi almış ve kendisine Esad mahlasını veren Süleyman Neşet’ten de öğrenimi sırasında faydalanmıştır.
Galib ilk şiirlerinde Esad mahlasını kullanmıştır. Fakat bu adın başkalarınca kullanıldığını görerek Galib mahlasını almıştır. Yirmi dört yaşındayken Divan’ını yazmıştır. 26 yaşındayken Türk Edebiyatı’nda mesnevi türünün en başarılı örneklerinden biri sayılan “Hüsn ü Aşk” adlı eşsiz eserini yazmıştır. Bir yıl ilimle ve eserlerini yazmakla uğraştı. Bu tarihte Galata Mevlevihanesi sonra Konya’da Mevlana dergahında çileye girmiştir. Fakat babasının isteği üzerine çileyi tamamlamadan İstanbul’a dönmüştür. Yenikapı mevlevihanesinde yeniden çileye girdikten sonra hücreye çıkmıştır. Sütlüce’deki evinde, 1791 yılına kadar şeyhlik yaptı. Sekiz yıl süren dergah şeyhliği sırasında Sultan III. Selim, Valide Sultan, padişahın kız kardeşi Beyhan Sultan’ın yakınları arasında yer aldı. Onların takdirlerini kazandı.
Şeyh Galib 1799 yılında İstanbul’da vefat etti. Mezarı Galata Mevlevihanesi’nin avlusundaki türbededir.
Şeyh Galib’in çevresini derinden etkileyen kuvvetli bir şahsiyeti, kendisine ve sanatına tam güveni olduğu anlaşılıyor.
Çok genç yaştayken güçlü bir şair ve geniş kültürlü bir aydın olarak tanınan Şeyh Galib, iddialı bir şairdir. Divan Edebiyatımızda tasavvufun özellikle Mevlevilik koluna en fazla bağlı olan şairdir. Galib tasavvufun mazmun, çağrışım ve fikir hazinesinden faydalanmıştır. Tasavvufun tek varlık inancını, ilahi aşk, insan yüceliği, hoşgörülülük ilkelerini benimsemiştir.
İran’lı Şevketi Buhari’nin açtığı Sebk-i Hindi çığırının bizdeki en büyük mensubu Şeyh Galib’dir. Sebk-i Hindi’nin son güçlü şairlerini dahi 50 yıl geriden takip etmiştir.
Şeyh Galib bu tarzda örneklerle, içiçe mecazlarla ve birşey söyler görünürken başka birşeyi kastettiğini bazen açıkça söyler. O bizde sembolizme benzeyen şiir çığırını açmıştır.
Sanatta yenilik özlemi duymuştur. Divan şiirinde yapmış olduğu başlıca yenilik, bambaşka bir üslub bulması, kendi deyimiyle bir başka lugat tekellüm etmiş olmasıdır. Kelime hazinesi çok zengindir; üslubu renk anlatan kelimlerle doludur. Şiirleri baştanbaşa mecazlar, görülmemiş kapalı ve karanlık hayallerle örülmüştür. Sembolik şiirlerdir.
Onun en önemli eseri Hüsn ü Aşk mesnevisidir. Bunun haricinde şairin bir Divan’ı, Şerh-i Cezire-i Mesnevi adlı bir mesnevisi, bir de Es-Sohbetü’s-Safiyye adlı bir eseri vardır.
Öncelikle Hüsn ü Aşk mesnevisini olayların başlangıcından, gelişimine ve sonuna kadar ana başlıklarıyla özet niteliğinde bir incelemesini yapmak istiyorum:
-
Allah’a övgü kısmıdır. Şair Allah’a şükreder, Allah’a şükredilmesi gerektiğini ve kendisinin de bu bölümü şükür için ayırdığını söyler.(1-18)
2. Peygamber Hazret-i Muhammed’in Vasıflarına Dair Na’t-ı Şerif(19-42)
3. Peygamberin Şerefli Miracı ve Apaçık Mucizelerinin Hikayesi: Klasik mesnevilerde peygamber övüldükten sonra şairin tercihine göre onun mucizeleri veya en büyük mucizesi olan miracı anlatılır. (43-136)
4. Hüdavendigar (Mevlana) Hazretlerinin Şerefli Vasıflarına Dair(137-154)
5. Kendi Rehberine Dair: Bu bahsi tamamlamasına sebeb olan kişinin babası Reşit Efendi olduğunu, babasının mevlevi tarikatine bağlı olduğunu ve kendisine babasının şiir yazmayı öğrettiğini söyler.(155-172)
6. Kitabı Yazmanın Sebebine Dair: Bu kısımda şair, kendisinin samimi bir mecliste yer aldığını, fakat bu meclis dostlarının Nabi ve eseri “Hayrabad” a ayrı bir değer vererek bu esere nazire yazmanın ihtimali olmadığını, kimsenin bunu yapamayacağını söylemelerine kızarak eserini yazmaya karar verdiğini ifade eder. Ayrıca şair burada kendi şiir anlayışını ve şairlerin nasıl olması geretiğini söyleyerek bir nevi şiir poetikasını açıklamıştır. (212-213 217-220)
Merd ana denir ki aça nevrah
Erbab-ı vukufu ede agah
Olmaya sözü bedihi-i tam
Ede nice tecrübeyle itmam
Diyerek yeni bir yol açana, sanat erbabına bir şey öğretene adam deneceğini; (şairin) sözünde tam bir açıklık olmaması gerektiğini, birçok eksikliği tecrübeyle tamamlaması gerektiğini söyler.
Ayrıca yine bu bölümde Nabi ve Hayrabad’ı küçümser adeta hakaret eder.(204-211) daha sonra da özür diler.(215-216)
7. Muhammet Oğulları Destanının Başlangıcı(240-253)
8. Meclisleri(254-262)
9. Avlanmaları(263-270)
10. Baharları: Çok güzel bir bahar tavsiri vardır. Fakat Muhabbet Oğulları baharın farkında değildirler. Çünkü kendi gönüllerinin derdine düşmüşlerdir. (271-287)
11. Tuhaf Bir Hadise: Bir gece tüm âlemde bir fırtına, bir sarsıntı yaşanır. O gece her yerde tuhaf olaylar olur.(288-299)
12. Hüsn ve Aşk’ın Doğuşu: O gece iki asilzade doğar. İşte tüm o tuhaflıkların sebebi budur. Kız Hüsn, oğlan ise Aşk’tır. Felek bu iki çocuğun belesıdır. (300-311)
13. Hüsn ile Aşk’ın Nişanlanmaları: Kabilenin büyükleri bu iki çocuğu nişanlarlar.(312-315)
14. Aşk’ın beşikte Dinlenmesi(316-318)
15. Tardiyye: aşk beşikte iken dadısı ona bu şiiri okurmuş.
16. Sözün Tamamlanması(319-330)
17. Hüsn’ün Beşikte Dinlenmesi(331-337)
18. İlk Hadiselerin Ortaya Çıkışı: Bir anda aradan yıllar geçer ve bu iki çocuk okula gitme yaşına gelirler.(338-342)
19. Edeb Mektebinde Sınıf Arkadaşı Olmaları: Edeb Mektebi sembolik olarak dergahı temsil etmektedir. Hocaları Molla Cünun’dur. Bu iki gencin birbirlerine aşık olmaları gül ile bülbül hikayesine atıf yapılarak anlatılmıştır.(343-357)
Birşahta iki gonce-i gül
Birbirlerine olurdu bülbül
20. Molla Cünun’un Vasıfları: Molla Cünun mürşidi sembolize eder. (358-374)
21. Hüsn’ün Aşk’a Aşık Olması: Aslında bu toplumda doğru karşılanmayan bir durumdur. Bir kızın bir erkeğe aşık olması durumunu şair, Züleyha’nın Yusuf’a aşık olmasına benzetmektedir. Ayrıca Hüsn için sevgili olacak yerde aşık, Azra olacak yerde Vamık olmasına benzetmiştir.(375-384)
22. Sevişmeleri: Bu dönem islamiyetin ağır etkisine rağmen aşkları ortaya çıkar. Ne kadar belli etmek istemezse de kimi zaman Hüsn’ün duyguları ortaya çıkıyor. Aslında Aşk da Hüsn’e karşı derin duygular beslemektedir. Fakat o sadece boynunu eğmeyi tercih eder.(385-418)
23. Hüsn’e Dair(419-474)
24. Aşk’a Dair(475-529) Hüsn ve Aşk’a dair bölümleri oldukça uzun detaylı tasvirlerin olduğu bölümlerdir. Şair bu bölümde divan edebiyatının tüm mazmunlarını kulanmıştır.
25. Saki’ye Hitab(530-541)
26. Hüsn’ün Arasıra Aşk’ın Yalnız Olduğu Yere Gelmesi:(542-580) Hüsn geceleri Aşk’ın yalnız olduğu yerlere gelir, yalnızca ona belli etmeden Aşk’ı seyretmeyi tercih ederdi.
27. Bahara Dair:(542-629)Çok güzel bir bahar tasviri vardır. Yeni bir söyleyişle, Divan edebiyatı mazmunları farklı bir boyutta kullanılarak bir atmosfer yaratılmıştır.
28. Manâ Mesiresini Seyretmek için Dışarı Çıkmaları: (630-632) Bu bahar tasvirinden sonra manâ mesiresi adı verilen bahçeyi seyretmeye gelen çiftler anlatılır.
29. Manâ Mesiresine Dair: (633-674) Burası o kadar güzel bir bahçedir ki cennet gibi tasvir edilir.
30. Feyz Havuzuna Dair (675-685)
31. Mesirenin sofracıbaşısı olan Sühan’ın Hikayesi: (686-707) Sühan aziz bir kişidir. Bu beyitlerle aslında şair Sühan’ın sırrını açıklamış ve hikayedeki önemini belli etmiştir.
32. Başka Bahisler: Devrin şairlerine dair eleştirilerde bulunduğu bölümdür.(708-726)
33. Başka Bir Zümre(727-738)
34. Sözün Varlığı Hakkında İlk Bahis(739-754)Sözün bolluğunu anlattığı bölümdür. Şair olay oldukça sözün tükenmeyeceğini, yeni mazmunların her zaman ortaya çıkabileceğini söyler
35. Sözün Lüzumu Hakkında İkinci Bahis(755-766)
36. Bu Lüzumun Herkes İçin Olduğuna Dair Üçüncü bahis(767-772)
37. Şairliğin Ne Olduğuna Dair(773-793)
38. Sözün Tamamlanması(794-800)
39. Sühan’ın Onların Arasıra Aracı Olması (801-829) Sühan bu iki sevgilinin birbirlerini sevdiklerini anlar. Hüsn’e acır ve onlara yardımcı olacaktır. Hüsn’e kendisinin sözünü dinlemesini, kendisinin ona yardımcı olacak dost olduğunu, bir dostsuz bu yolda yürümenin mümkün olmadığını söyler. Burada vuslatın ancak bir dostla mümkün olabileceğini söylemesi yine sühan’ın vasfını gösterir.
40. Sakiye Hitab(830-839)
41. Hayret’in Ortaya Çıkması ve Sohbetlerine Mani Olması: (840-850) Hayret kabilenin önde gelenlerinden gamsız bir delikanlıdır. Hüsn ile Aşk’ı ayırmak istiyor. Hüsn ay yani dişi, Aşk güneş yani erkektir.
42. Hüsn’ün Hayal Kurması: (851-852)Hüsn Hayret’le kavga etmek istiyor.
43. Sühan’ın Nasihat Vermesi:(853-863)Sühan Hüsn’e nasihat veriyor ve eğer Aşk’la iyi geçinmek istiyorsa Hayret’le savaşmamasını, Sühan’ın onlara yardımcı olabileceğini, mektup taşıyabileceğini söylüyor.
44. Hüsn’ün Aşk’a Mektubu: (864-913)Bu mektupta Hüsn Aşk’tan eğer o da kendisine karşı birşeyler hissediyorsa, belli etmesini, kabilenin onlara dayanamayıp izin vereceğini söylüyor.
45. Sühan’ın Mektubu Aşk’a Götürmesi: (914-925)Sühan Aşk’ı Hüsn seni unuttu diye kandırır. Aşk düşüp bayılır. Duyguları meydana çıkar. İşin aslını öğrenince hemen Hüsn’e mektup yazar.
46. Aşk’ın Mektubu: (926-967) Aşk aşıklığını itiraf eder. Susmasının nedeninin ayrılığa üzülmesi olduğunu söyler ve Hüsn’nün her dediğini yapacağına söz verir.
47. Hüsn’ün Dadısı İsmet’e Dair(968-980)
48. İsmet’in Hüsn’ün Kederini Anlaması(981-1000)
İsmet’in Çare Düşünmesi(1001-1011)
49. İsmet’le Hüsn’ün Konuşması(1012-1027) İsmet nasihat verir ve Hüsn’ün sırrını söylememesini, gönül aynasını bulandırmamasını söyler.
50. Hüsn’ün İsmet’e Cevap Vermesi(1028-1039) Hüsn bu derde düşünce ister istemez gönül aynasının bulandığını söyler.
51. İsmet’in Başka Bahane Bulması(1040-1047) ondan kız gibi davranmasını, ağır olmasını ister.
52. Hüsn’ün Başka Düşüncesi(1048-1057) sevgilinin adını ağıza almamayı zulüm olarak nitelendiriyor ve şöyle diyor;
hey bu ne sitemdir Allah Allah
Hem ateşe yan hem etme eyvah
53. İsmet’in Israrı(1058-1060)
54. Hüsn’ün Sükun Bulması(1061-1062)
55. Sühan’ın Aşk’a Haber getirmesi(1063-1069) Aşk’ı haberdar eder ve erkekçe davranmasını söyler.
56. Aşk’ın Hali
57. Hadisenin Devamı ve Aşk’ın Hüsn’ün sevdasıyla Mecnun Olması
58. Aşk’ın İnlemesi
59. Tardiyye
60. Aşk’ın Lalası Gayret’e Dair(1119-1126)
61. Gayret’in Aşk’ı Azarlaması
62. Aşk’ın Cevabı
63. Gayret’in Cevabı
64. Aşk’ın Cevabı
65. Gayret’in Cevabı
66. Aşk’ın Cevabı
67. Başka Bahane bulması
68. Aşk’ın Üzülmesi
69. Gayret’in Aşk’a Uyması(60.-69. bölümlerde Aşk kendi derdini anlatır ve sonunda Gayret’i de kendine uydurur.)
70. Aşk’ın Hüsn ile Evlenmeye Talib Oluşu(1187-1197) bu bölüm tasavvufi açıdan önemlidir.
71. Kabilenin “ne zahmetsiz hazine” diye alay etmesi
72. Aşk’ın Kabileye yalvarışı
73. Kabilenin Şifa verici cevabı(1227-1238) Bu bölümde vuslatın zorluğundan bahsediliyor.
74. Aşk’ın Belaları Kabulü
75. Aşk’ın Diyar-ı Kalbe yolculuğu ve Orada Başına Gelenler
76. Kuyuyla Dev ve Aşk’ın başından Geçenler: Burada 1282. beyitte Hüsn Anka’ya benzetiliyor
77. Aşk’ın Perişanlığı
78. Devin onları Hapsetmesi
79. Sühan’ın Yetişmesi(1298-1319) Sühan: Hızır ihtiyar kılığında
80. Aşk’ın Gam Harabelerine Gidişi
81. Geceye ve Kışın Şiddetine Dair(1325-1371) çok güzel bir tasvir var. Aşk’ın perişanlığını ve yolun zorluğunu gösteriyor.
82. Aşk’ın Şaşkınlığı
83. Cadının Büyüsüne Dair
84. Cadının Aşk’a Kendini Göstermesi
85. Aşk’ın Halinin Perişanlığı
86. Cadının Aşk’ı Asması
87. Sühan’ın Yetişmesi
88. Tardiyye
89. Sühan’ın Müjde Vermesi: Kılıç ve at olağanüstü unsurdur, tılsımlıdır. Hüsn tarafından Sühan’ın vasıtasıyla Aşk’a gönderilmiştir.
90. Kılıca Dair
91. Ata Dair
92. Aşk’ın Uzaklık belasından Sıkıntı Çekmesi(1513-1527) Aşk uzaklıktan bıkar. Ümidini keser, bazen de can korkusuna düşer. Bu surada Gayret ona destek olur. Bu bölümde Gayret’in söylediği bölümler tasavvufu yansıtır.1525-1526
93. Aşk’ın Vahşi Hayvanlarla, Devle ve Gülyabani ile Mücadelesi
94. Sakiye hitap
95. Aşk’ın Yolunun Ateş Denizine Uğraması
96. Hasbihal: Aşk Allah’a dua eder.1578. beyitte Allah’tan Ümit kesilmeyeceğini söylüyor.
97. Aşk’ın Aşkar ile Konuşaması ve Başından Geçenler: Aşk’ın bu denizden nasıl geçeceğini bilmediği için canı sıkılır. Bunun Üzerine Aşkar dile gelir. Onunla konuşur.
98. Ateşe Dair(1587-1603)
99. Aşk’ın Çin Sahiline Varması
100. Tardiyye
101. Sühan’ın Papağan Kıyafetinde Haber Getirmesi(1617-1625)
102. Aşk’ın Hüşruba’ya Aşık olması: Hüşruba nefsi simgelemektedir. Hüşruba Aşk’ı içki meclisine davet eder.
103. İçki Meclisi
104. Aşk’ın Başına Gelenler: Aşk sabah olunca, Hüşruba’nın kılıcı alıp onu terk ettiğini fark eder. Aşk’ın ne yolculuğa ne de gurbete tahammülü vardır. Çünkü o Hüşruba’yı Hüsn zannetmiştir.(1675-1685)
105. Sühan ‘ın Sülün Kıyafetinde Haber getirmesi
106. Zat’üs-Süver Kalesine Dair(1704-1724)
107. Aşk’ın O Kalede Başına Dönmesi
108. Aşk’ın Allah’a Yalvarması(1739-1756) Aşk Hüsn’e duyduğu hasretten hoşnuttur. Fakat ayrılıktan şikayet etmektedir.
109. Sühan’ın Bülbül Kıyafetinde Haber Getirmesi
110. Aşk’ın Yolun Sonsuzluğuna Sızlanması
111. Bitkinliğin Aşk’ı Sarması(1822-1844)
Siması görünse etsen im’an
Cem olmuş idi ademle imkan
Kim görse bunu ederdi ikrar
Kim ola bekaa fenada der-kar
112. Aşk’ın Yaya Kalması ve Perişanlığının Sonu
113. Ayağı Uğurlu Sabaha Dair
114. Sühan’ın Tabib Kıyafetinde gelmesi
115. Aşk’ın Kendine gelmesi ve Sühan’ın Kaybolması
116. Sakiye Hitab
117. Aşk’ın Diyar-ı Kalbe varışı ve Oranın Acaiblikleri (1920-1942)
118. Nur Müjdelerinin gelmesi
119. Aşk’ın ve Sühan’ın Hüsn’ün Sarayına Gelişi (1963-1975)
120. Gizli Sırların Ortaya Çıkışı (1976-2000) Bu bölümde sır perdesi aralanır ve gerçek ortaya çıkar. Belki de eserin en can alıcı beyitleri Galib’in dilinden dökülür.
1999- Kim Aşk Hüsün’dür ayn-i Hüsn Aşk
Sen Rah-ı galatta eyledin meşk
121. Sühan’ın Aşk’ı Hayret’in Eline Teslim Etmesi ve Onu Vuslat Haremine götürmesi
122. Şairane övünme (2009-2022)
123. İşin Doğrusu ve Kitabın sonu (2023-2041)
124. Bitiriş Tarihi (2041)
Hüsn ü Aşk Hakkında
Şeyh Galib eserini 26 yaşındayken, Divan’ını yazdıktan iki yıl sonra sadece altı ay gibi kısa bir sürede meydana getirmiştir. Bu eser onun en önemli eseridir. Klasik Türk Edebiyatı’nda Şeyh Galib’e ayrı bir önem verilmesine neden olmuştur.
Eser aruzun mef’ulü fe’ilatün fe’ulün kalıbıyla yazılan 2101 beyitten oluşmaktadır. Mesnevi şeklinde düzenlenmiştir.
Hüsn ü Aşk tasavvuf felsefesini anlatan alegorik bir mesnevidir. Eser “mecaz hakikatin köprüsüdür.” felsefesi üzerine kurulmuştur. Tasavvuftaki dervişin vahdete ulaşabilmek için çıktığı yolculuk, bu yolculuktaki tüm engellerle mücadele ederek sonunda vuslata ulaşması, bu yolculuğun sonunda kendini olgunlaştırması ve vahdete kavuşması, alegorik bir tarzda, Hüsn’ün Aşk’a kavuşmak için çıktığı yolculukla anlatılmıştır.
Bu açıdan Hüsn ü Aşk, tüm kahramanlarıyla, tüm nesneleriyle ve de tüm mekanlarıyla tasavvufi birer semboldür.
Bunu hikayeyi başından itibaren örneklendirmek istiyorum:
Hüsn, Hüsn-i Mutlak’ın yani Allah’ın sembolüdür. Allah, Hüsn’de tecelli etmiştir. Güzelliktir. Bu güzelliğe yönelişin ifadesi Aşk’tır. Aşk saliktir. “Seyr ü süluk”a çıkmıştır. Hüsn’ün güzelliğine kapılan Aşk, ona ulaşabilmek için türlü zorlukları göze alır. Dervişin vahtede ulaşabilmek için çıktığı seyr ü sülukta karşılaştığı zorlukları göze alması ve masivadan kurtulması Aşk’ın yolculuğu ile sembolize edilmiştir.
Hüsn de Aşk da Muhabbet Oğulları kabilesine aittirler. Muhabbet Oğulları kabilesi tasavvufi anlamda tarikatı sembolize eder. Mekteb-i edeb’de ders görürler. Bu onların dergahıdır. Bu mektebde Molla Cünun’dan ders alırlar. Molla Cünun mürşiddir. Onlara yol göstericidir. İrşad ettirendir.
Aşk’ın lalası Gayret onu hiçbir zaman yalnız bırakmaz; bu yolculukta her zaman yanındadır, ona destek olur. Gayret çabayı sembolize eder. Hüsn’ün dadısı İsmet’tir. İsmet ihlası samimiyeti, doğruluğu, dostluğu bir de namusu, iffeti temsil eder. İki aşığın çok yakınlaşmalarına engel olur.
Bu iki âşık zaman zaman Nüzhet-geh-i Mana’da buluşurlar. Mana mesiresi anlamına gelen bu bahçe çok güzeldir. Burada Havz-ı Feyz ‘in kenarına oturup eğlenirler. Feyz havuzu coşan, bereketli, verimli bir havuzdur.
Hayret kabile ulularındandır. İki âşığın birleşmesine engel olmaya çalışır.
Sühan ise iyi niyetlidir. Eserin en ilginç kahramanıdır. Sühan, Hüsn’ün denetiminde Aşk’ın yolculuğunda mekanlara göre şekil değiştirerek Aşk’a yardımcı olur. Aşk’a gizlice müdahale eder. Aşk’ın vuslata ulaşması için yolculuğunu kolaylaştırır. Tasavvufta dervişin vahdete ulaşması, insan-ı kamil olabilmesi için ona yol gösterecek bir mürşide ihtiyacı vardır. İşte bu eserde Sühan Mürşid-i kamildir. Aşk’a bu yolculukta her türlü yardımı yapar, ona yol gösterir. Ayrıca bu yardımı Hüsn’ün yani Allah’ın denetiminde yapması ona ayrı bir değer verir. O habercidir, elçidir. Şekil değiştirebilen olağanüstü, kutsal bir varlıktır.
Aşk, kabilenin ileri gelenlerinden Hüsn’ü istediğinde kabilenin ileri gelenleri vuslatın bu kadar kolay elde edilemeyeceğini anlatarak bunun için Diyar-ı Kalb’e gitmesi gerektiğini söylerler. Diyar-ı kalb yine ayrı bir semboldür. Gönlü simgeler. Diyar-ı kalbe gidip orada Kimya’yı bulup getirmelidir.
Kimya tasavvufta önemli bir değere sahiptir. Kimya gizli bir ilimdir. Sihirlidir. Herkes onu anlayamaz. Ayrıca tasavvufta kimyanın Allah’ın sırlarından olduğu ve ancak Allah katında yücelen kişilere nasip olacağına inanılır. Yani Aşk bunu bulup anladığında Allah katına yükselecektir.
Aşk çıktığı bu yolculukta bir çok engellerle, meşakatlerle karşılaşır. Yanında yalnız Gayret vardır. Dev kuyusuna düşer. Sühan ihtiyar kılığında gelir ve tılsımlı iple onları kurtarır. Gam harabelerinde kışın cadının elinde tutsak olur. Sühan yine ihtiyar kıyafetiyle gelir ve Aşk’a kurtulmanın yolunu öğretir. Ayrıca Aşk’a Hüsn’den bir kılıç ve bir at (aşkar) getirir. Buradan da kurtulan Aşk Derya-yı Ateş’e gelir. Bu ateş denizinde sadece mumdan gemiler ve acımasız devler vardır. Buradan da tılsımlı hediyeleri sayesinde Gayret’le kurtulur. Yola devam ederler ve Çin ülkesine varırlar. Bir bahçeye varırlar Sühan papağan kılığında gelir ve Aşk’ı Çin padişahının güzel, kan dökücü kızı Hüşruba’ya karşı uyarır. Fakat Aşk bu uyarıyı dikkate almaz ve kıza aşık olur. Hüşruba eserde nefsi simgeler. Aşk nefsine yenik düşmüştür ve kıza aşık olmuştur. Çünkü kız tıpkı Hüsn’e benzemektedir. Sühan sülün kıyafetiyle gelir ve Aşk’ı tekrar uyarır. Fakat bir işe yaramaz. Kız kılıcı çalar ve Gayret’le Aşk’ı Zat’üs-süver kalesine hapseder. Bu kale de sihirlidir. Buradan da ancak Sühan’ın bülbül kılığında gelip akıl vermesi ile kurtulur. Fakat artık Aşk yalnızdır. Yanında ne aşkar ne de Gayret vardır. Aşkı bir bitkinlik sarar. Vuslata eremeyeceğini düşünür ve ümitsizliğe düşer. Sühan bu seferde ihtiyar bir tabib kılığında gelir ve Aşk’ı iyileştirir. Onunla Diyar-ı Kalbe doğru yola çıkarlar. Sonunda padişahın sır dolu sarayına gelirler. Sır perdesi aralanır. Gayret, Hayret, İsmet, Sühan ve Molla Cünun oradadırlar. Sühan sırrı açıklar. Kendisinin yol boyunca Aşk’a değişik kılıklarda yardım ettiğini söyler ve kendi sırrını açıklar. Aşk vardığı diyarın şehriyarının Hüsn adlı bir padişah olduğunu görür. Gerçekte Hüsn Aşk’tır; Aşk da Hüsn’dür. Sühan Aşk’ı Hayret’e teslim eder ve olaylar son bulur.
Tasavvuf bilgisine sahip olmayan biri, eserin sonunu okuduğu zaman, mesnevinin asıl manasını ve sonunu dahi anlayamaz. Eserin tamamine hakim olan sembolizm, son kısımda daha yoğunlaşmış; hatta okuyucuyu asıl manaya ulaştıran mecazi hikaye dahi anlaşılmaz duruma gelmiştir. Bu nedenle bu gibi alegorik hikayeleri tasavvuf felsefesine dayandığı için öncelikle bu konu hakkında bilgi edinilmesi gereklidir. Bu açıdan eserin son kısmı daha dikkatle incelenmelidir.
Aşk bu yolculuk sonunda içsel olgunluğu ulaşmıştır. Bu bir arayış yolculuğudur. Yolculuk sırasında Hüsn’ü arayan Aşk, aslında Hüsn’ün kendisinden başka birşey olmadığını fark etmiştir. Çünkü Aşk, Hüsn’ü kalbinde bulmuştur. Aşk’ın kalbinde mecazi aşk vasıtasıyla ilahi aşk doğmuştur. Hüsn bir mecazdır. İlahi aşka ulaşabilmek için bir köprüdür. Hüsn , aslında Allah’ın bir yansımasıdır. Yani Allah, Hüsn’de taalluk etmiştir. Hakikate ulaşan Aşk, kemal makamına yani “Fark-i Sani” ya da “Cem’ul Cem” makamına ermiştir. Vahdet’e yani Allah’ın birliğine ulaşmıştır. Herşeyin vücud-ı mutlak’ın, yani Allah’ın tecellisi olduğunu anlamıştır ve fenafillaha ulaşır. Kendini de Allah’ın varlığı içinde yok eder. İkilikten kurtulur.
Aşk’ın bu yolculuğu boyunca bir çok aşamalar, engeller vardır. Tüm aşamaları aşmasına rağmen, bir ara Gayret’in yanından ayrılması üzerine Aşk ümitsizlik engeliyle karşılaşır. Artık vuslata erişemeyeceğini düşünür ve ümidi kırılır. Burada Gayret’in eserdeki önemi daha belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Ayrıca bu engelden onu kurtaran yine Sühan’dır. Yani bu yolculuk kesretlerle doludur. İşte tasavvufta önemli olan dervişin bu kadar kesret içinde vahdete ulaşabilmesidir.
Divan Edebiyatında tasavvuf konusu, felsefesi çok benimsenmiş; tasavvufun mazmunları çok kullanılmıştır. Gerçek mutasavvıf olmayan şairler dahi tasavvufun mazmunlarından çok yararlanmışlardır.
Hüsn ü Aşk’ın işte bu tasavvufi boyutu kendinden önce ve sonra bir çok eserde yer almıştır. Kimisinde yol ve yolculuk, seyr ü süluk işlenmiş, kimisinde mecazi aşk vasıtasıyla ilahi aşka ulaşma konu edilmiş, kimisinde de vahdete ulaşmanın zorlukları anlatılmıştır. Bu bağlamda Hüsn ü Aşk ve benzeri eserlere bakarak bir değerlendirme yapmak gerekirse;
Attar’ın yazmış olduğu Mantıku’t Tayr adlı eser, tıpkı Hüsn ü Aşk gibi bir seyr ü süluku anlatır. Bu eserin de ana fikri tasavvuftaki varlıkta birlik yani, vahdet-i vücud felsefesine dayanıyor. Kendilerine padişah arayan kuşlar, Hüdhüd kuşunun rehberliğinde Simurg’u bulmak için Kaf Dağ’ına doğru yola çıkarlar. Hüdhüd kuşu mürşid-i kamildir. Yol boyunca bir çok engellerle karşılaşırlar. Sonunda tüm engelleri aşan otuz kuş kalır. Kuşlar bir dergaha sığınırlar. Burada bir çavuş onlara birer kağıt verir ve bunları okuyun der. Kuşlar kağıtta yazılı olanları okudukça, bunun kendilerinin başından geçen olaylar olduğunu anlarlar. Sonunda Simurg tecelli eder. Simurg kendileridir; kendileri de Simurg’dur. Zaten Simurg otuz kuş demektir. Sonunda nihayet hepsi Simurg’da yok olur gölge güneşte kaybolur ve fenefillaha ulaşırlar. Bundan sonra da bekabillahı yaşarlar.
Bence bu mesnevi Hüsn ü Aşk ile en çok örtüşen eserdir. Olayların gidiş hattı hemen hemen aynıdır. Sonucu dahi aynı şekilde son bulmuştur. Masivadan kurtulu fenafillah makamına erişilir. Fakat tabii ki üslub farklılıkları vardır. Mesela Mantıku’t Tayr mesnevisinde hikaye içinde hikaye anlatma özelliği vardır. Yol boyunca kuşlar tarafından bazı eleştirilere, itirazlara ve şikayetlere maruz kalan Hüdhüd kuşu, mürşidlik görevini yapar ve kuşlara kısa kısa öyküler anlatarak tasavvufi bilgiler verir.
Şem ü Pervane hikayesinde de benzer bir durum söz konusudur. Pervane Şem’e kavuşabilmek için bir çok ızdıraplar çekmiştir. Acılar çekerek ilahi aşka ulaşmıştır. Pervane hiç durmadan dönmüş, bir süre sonra kendisini Şem’e atarak ikilikten kurtulmuştur. Artık Allah’la var olma makamına erişmiştir.
Aynı durum Leyla ü Mecnun mesnevisinde de vardır. Mecnun Leyla için bir çok acılar çeker. Çöllere düşer. Fakat bir türlü ona ulaşamaz. Sonra Leyla’nın dahi kendi yaratması olduğunu fark eder. Yani Leyla’yı Leyla yapan Mecnun’un kalbidir. Artık Mecnun, Leyla’yı Allah’ın bir yansıması olarak görür ve hakiki Aşk’a ulaşır. Bu nedenledir ki; Leyla Mecnun için dağlara geldiğinde Mecnun onu reddetmiştir. Ayrıca Mecnun, Leyla için duyduğu ızdıraptan şikayetçi de değildir. O Allah’a “Benim aşkımı büyüt” diye dua eder.
Fuzuli’nin bir başka eseri Sıhhat ü Maraz ‘da da yine aynı tema vardır. Zaten bu eser Hüsn ü Aşk olarak da tanınmaktadır. Bu eser iki kısımdan oluşmuştur. Birinci kısımda ruhun beden, dimağ, ciğer, gönül şehirlerine yaptığı yolculuk; ikinci kısımda ise ruhun hüsne ulaşmak için katlandığı meşakatli yolculuk anlatılıyor.
Mevlana’nın mesnevisinden etkilenerek bu eserini yazdığını söyleyen Şeyh Galib, eserinin bir taklit olmadığını ondan etkilendiği malın ortak mal olduğunu söyleyerek aslında iki eserin benzerlikleri konusunda bir ipucu vermiştir. İkisi de tasavvufi temaya dayanır, ayrıca iki eserde de mevlevilik kaynaklıdır. Aşk’ın Hüsn’e ulaşmak için çıktığı yolculukla, Mevlana’nın Şam sokaklarında Şems-i Tebrizi’yi bulmak için çıktığı yolculuk bir paralellik oluşturur. Fakat Mevlana eserini bir hikayeden bir hikayeye geçilerek kurgulanmıştır.
Hüsn ü Aşk mesnevisi hem Şeyh Galib’in yeni üslubu ile hem de Hüsn ü Aşk’ın renkli çeşitliliği ile kendisinden sonra bir çok şairi etkilemiştir.
Özellikle Şeyh Galib’in bizdeki Sebk-i Hindi akımının en büyük mensubu olması onu 20. yy’a kadar taşımıştır. Onun üslubundaki bu kapalılık, çeşitli ve yepyeni mazmunlar, zihni, hayale dayalı şiir anlayışı, renklerle örülmüş mısraları 19. yy Servet-i Fünun şairleri için büyük önem ve örnek taşımaktadır. Belki de bu kadar yadırganmalarına rağmen Servet-i Fünun şairleri, Şeyh Galib yolunda olarak modern sembolizme büyük katkıda bulunmuşlardır.
Şeyh Galib daha 18. yy’da iken Hüsn ü Aşk’ı sembolizmin esaslarına dayandırarak, kapalı bir söyleyişle, yepyeni bir üslupla, renklere dayanan bir kelime kadrosuyla ince ince işleyerek oluşturulmuştur.
Bir çok şairi etkileyen Şeyh Galib ve Hüsn ü Aşk meslevisi romanlara da konu olmuştur. Muallim Naci, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip, Emine Işınsu ve Orhan Pamuk bu konuları romanlarında işlemiştir. Ayrıca Turan Oflazoğlu’nun “Güzellik ile Aşk”, “III. Selim Kılıç ve Ney” adlı oyunlarına, Kenan Işık’ın “Aşk Hastası” isimli oyununa da konu olmuştur. Abdülbaki Baykara Dede’nin eserleri arasında bulunan “Hüsn ü Aşk” isimli manzum bir tiyatro da vardır.
Sonuç olarak şu söyleyebilirim ki, Hüsn ü Aşk birkez değil, binlerce kez, tek başına değil, birkaç kaynakla birlikte (örneğin mazmun kitapları, tasavvuf kitapları vb.) sakin bir kafa ile, üzerinde saatlerce düşünülerek ve tasavvufta olduğu gibi yol gösteren kaynağın yardımı ile tasavvuf felsefesini anlamak için okunması gereken bir şaheserdir. Bence bu açıdan değerlendirilecek olursa belki de bir ders kitabı niteliğinde beyit beyit incelenerek okutulması gerekir. Böyle bir eseri okumak bana zevk verdi, ayrıca bu felsefeyi biraz daha kavramamı sağladı. Yapmış olduğum bu küçük değerlendirme, siz okuyucuların dikkatini bu güzel esere çekerse amacına ulaşmış sayılır.
GONCA KUZAY
#GONCA KUZAY