Hz. Mevlana’nın Düşüncesinin Arkaplanı ve Dünya Barışına Katkısı
Yrd. Doç. Dr. Muammer CENGİL
Bir sevgi insanı olan Hz. Mevlana kendisine daima, Kur’an-ı ve Hz. Muhammed’in örnek hayatını rehber edinmiş bir İslâm düşünürüdür. Tasavvuf düşüncesiyle iç içe büyüyen Mevlana bir Ahi olan Şems Tebrizi ile karşılaşınca kendi düşünceleri de şekillenmeye başladı. Mevlana Kur’an’a hayrandı. “Ben Kuran’ın bendesiyim” demekten hoşlanıyordu. Bunun yanında, devrinin bütün sanat ve bilim hareketlerini takip ediyor, hadis, fıkıh gibi İslam bilgileri konularında çağının rakipsiz uzmanı sayılıyordu. Mevlana, 13. yüzyılda Moğol akınları yüzünden sarsılan Anadolu’nun acısını, insanlığı, hoşgörüyü ve barışı temel alan felsefesiyle hafifletti, yaraları sardı.[2]
Mevlana düşüncesinin temelinde aşk vardır. Mevlana’ya göre Allah’a ulaşmak için gerekli olan en önemli şey aşktır. Hem bedeniyle, hem bilinciyle, hem düşüncesiyle, hem de belleğiyle sevebilen tek varlık insandır. Mevlana her türlü sevgiyi yüceltir; çünkü, bir başkasını seven insan kendisini, tüm insanlığı, evreni ve Allah’ı sevebilir. O, tüm insanlığa derin bir sevgi beslemiştir ve insan sevgisini bir aşka, tutkuya dönüştürmüştür. Mevlana, insanı yüceltmiş ve buna temel olarak insanın yaratıcı hürriyetini ve yapıp-edici iradesini göstermiştir.
Mevlana’ nın sevgisi evrenseldir, ırk, din, dil ayrımı yapmadan tüm insanları kapsar. Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı coğrafyasında yayılmış bulunan Mevlevi tekkeleri bunun bir göstergesidir.[3]O tasavvuf inancını sadece bir nazariye olarak benimsememiş, günlük hayatına da mal etmişti. Mevlana, çocuklara, hastalara, kadınlara, yoksullara saygı gösterir, vefa duyardı. O sevgisini diğer din ve ırklardan olanlara da göstermiştir. Nitekim, öğrencileri arasında Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Rumlar, İranlılar, Araplar, Ermeniler, Türkler bulunmaktaydı.[4]O’na göre tüm insanlar, Allah’ın bir görüntüsüydü. İnsanlar arasında ayrım yapmak, Allah’a saygısızlıktan başka birşey değildi.[5]
Eserlerinde zengin-fakir gibi ayrımların anlamsızlığına dikkat çekmiş, kavgaların bitmesiyle insanların birleşeceğini vurgulamıştır. O’na göre bütün illetlerin devası sevgidir ve insanların en hayırlısı insana ve insanlığa faydası olandır. Mevlana’ nın bu yüce sevgisi insanlara hoşgörüyle yaklaşmasını sağlamıştır. Bu hoşgörüsünü şöyle ifade etmiştir:
“ Gel ne olursan ol, gel
İster tanrı tanımaz, ister ateşe tapar,
İster bin kez tövbeni bozmuş ol
Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değil,
Gel ne olursan ol, gel ”
Mevlana bu sözleriyle insanların yüreğine ışık saçmış, insanlar arası her türlü ayrımı ortadan kaldıran felsefesiyle yürekleri fethetmiştir.
Dolayısıyla Hz. Mevlana’nın bütün hayatında ve eserlerinde temel dayanağı hep Kur’an ve hadisler olmuştur. Bunları yorumlamış, bunlarla yoğrulmuş, sohbetleriyle çevresindekilere, eserleriyle daha sonra yaşayanlara bunları anlatmıştır. Güzel ve coşkulu bir anlatış, geçmişten ve yaşadığı günlük hayattan verdiği binlerce güzel örnek, akıl ve düşünce sahiplerine, gönül ve can sahiplerine Kur’an ve hadisleri daha iyi anlatmak içindir.[6]
Ölümünden sonra yaklaşık sekiz yüzyıl geçmesine rağmen Mevlana unutulmamış, felsefesi kaybolmamıştır. Günümüzde, Mevlana’nın görüşlerini temel alarak kurulan Mesneviliğe tüm dünyada gönül veren insanlar vardır. Her yıl, Türkiye‘ de birçok ülkeden katılımcıyla Mevlana günü düzenlenmekte, – ki şuanda bizler de böyle bir organizasyonun içinde yer almaktayız- O’ nun felsefesi ve eserleri tartışılmaktadır. Mevlana ölümünden sonra da insanları etkilemeye devam etmiştir. Yaratıcıya ve insana duyduğu engin sevgiyi sanatla besleyip geliştiren Mevlana felsefesinden etkilenen ve en iyi biçimde özümseyen Mustafa Kemal Atatürk, Mevlana’yı, İslamiyet’i Türk ruhuna uyduran büyük bir reformist olarak nitelemiştir.[7] Mevlana’nın unutulmamış olmasının en önemli nedenlerinden birisi de, düşüncelerinin evrensel olması ve düşüncelerini şiir sınırsızlığıyla usta bir biçimde sunmasıdır.[8]
Ne yazık ki, geçen sekiz yüzyıl sonunda savaşlar ve kavgalar son bulmamış, Mevlana’nın sevgi ve hoşgörüyle son vermek istediği kin ve nefret varlığını sürdürmüştür. Bugün dünyamızın birçok yerinde var olan ve insanlığı etkileyen ırkçılığa, şiddet ve hoşgörüsüzlüğe karşı; Mevlana’nın hoşgörülü ve barışçı felsefesi benimsenirse, evrensel barış bizlere çok uzak olmayacaktır. Özellikle, terör ve savaşın yoğun bir şekilde hissedildiği şu günlerde Mevlana düşüncesinin önemi daha çok ortaya çıkmaktadır. Mevlana’nın çok önem verdiği ve tutkuyla bağlandığı insanlar, hala bu sevgiyi ve hoşgörüyü anlayamamış, kendi hayatlarına uygulayamamışlardır. Günümüzde artık insanların farklılıklarına hoşgörüyle bakabilmeyi ve birbirlerini sevebilmeyi öğrenmeleri gerekmektedir.
Netice itibariyle asırlar sonra bile tüm dünyadan, farklı din ve kültürlerden insanların ilgilerini hala çekmeyi başaran Mevlana’nın insan sevgisi temelli düşüncesi bizlere İslam’ın gerçek yorumunu sunmaktadır. Özellikle son zamanlarda “Terör” ile birlikte anılmaya başlayan ve dar çevrelerde kabul gören “İslam” telakkilerinin, Kur’an ve Sünnet’ten ne kadar uzak bir yaklaşım tarzı olduğunun en güzel kanıtı işte Mevlana’nın çağlar ötesinden gelen sevgi felsefesidir.
*Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Psikolojisi Anabilim Dalı.
[2]Hasan Küçük, “Mevlana İdealizminin Felsefi Analizi”, 1. Milli Mevlana Kongresi, 3-5 Mayıs 1985,Selçuk Üniversitesi Basımevi, Konya 1986, ss. 307-323.
[3]H. Fikret Alaysa, “Lefkoşa Mevlevi Tekkesi”, 1. Milletlerarası Mevlana Kongresi,Selçuk Üniversitesi Basımevi, Konya 1988, ss.99-108; İskender Rıza, “Kosova’daki Melami Tekkelerinde Mevlâna’ya Ait Gelenekler”, a.g.k., ss. 109-116; Salih Trako, “Sarayevo’da Mesnevi Dersleri ve Mesnevihanlar Üzerine”, a.g.k.,ss. 143-146.
[4]Orhan Hançerlioğlu, Başlangıçtan Bugüne Mutluluk Düşüncesi, 3. Baskı, Varlık Yayınevi, İstanbul 1973, s. 36.
[5]Irene Melikoff, “Batı Hümanizmasının Karşısında Mevlana’nın Hümanizması”, Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlana Üzerine Araştırmaları, Der.; Fevzi Halıcı, Ülkü Basımevi, Konya 1983, ss. 64-65.
#Muammer CENGİL