“HZ. MUHAMMED BİZİM FOTOĞRAFIMIZDIR!”

“HZ. MUHAMMED BİZİM FOTOĞRAFIMIZDIR!”

Maxime Rodinson, Rusya’dan Fransa’ya göçen Polonya asıllı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak 1915’te Fransa’da doğdu. Eğitimini burada tamamladı. Marksist, tarihçi, sosyolog ve Doğu Bilimcisi 1937 yılında daha 22 yaşında iken Fransız Komünist Partisine girdi, Ancak Komünist Partisi’nin Rusya’daki uygulamalarından rahatsızlık duymaya başladı ve Stalinizm’ekarşı çıktığı için 13 yıl sonra; 1958’de bu partiden ayrıldı. Bütün mesaisini, Doğu medeniyetini ve özellikle de İslâm’ı incelemeye verdi. Batı’da bu alandaki araştırmalarının özgünlüğüyle tanındı. 2004 yılında vefat etti. Çok sayıda eseri bulunan Yazar’ın dilimize İslâm ve Kapitalizm, (Hz.) Muhammed, Batı’yı Büyüleyen İslâm adlarını taşıyan kitapları çevrildi. Yazar, Komünist Partisi’nden ayrılmakla, Komünizm’e terk etmiş gözükmemektedir. İslâm’ı araştırmaya yönelişi, Batı’nın kapitalist sistemine duyduğu tepkiden doğmaktadır. Buna rağmen, İslâm’ı ve Hz. Muhammedi de savunmaz. Ateist bakış açısıyla, Onun hayatındaki olağanüstülüklere hep kuşkuyla bakar. Bunların birçoğunu kendine göre hayali olarak yorumlar. Biz, bütün bu özelliklerine rağmen, böyle bir düşünce adamının değişik eserlerinde söylediklerinin Peygamber’den bir şey eksiltmeyeceği için buraya almakta fayda gördük. Zaten, Yazar da, bu çalışmasını yaparken Batı mantığının adeta fotoğrafını kitabının son cümlesinde vererek, “Görüyoruz ki, herkes (Hz.) Muhammed’den kendi öz kaygı ve problemlerinin yankısını aramış; anlamadığı yanını yok saymış; ve kendi tutkularına fikirlerine ya da hayallerine göre biçimlendirmiştir. Bu kanundan (ben de) sıyrılabilmiş olduğum iddiasında değilim”, (1) der.

Şimdi böyle bir insanın yazdıklarını aktaracağız buraya. Hoşumuza gitmese de, günümüzde farklı bakan insanların, düşmanlık duygularını gizlemiş eğilimini de sezsek, zaman zaman doğrularının hatırına bunlara da müsamaha ile bakmamız gerekecektir. İslâm müsamahayı karşı fikre hoşgörüyü bir iman işareti sayıyorsa, buna aymak da bize düşer. Böyle bir hatırlatmadan sonra, Yazar’ın kitabının başında değil, sonunda söylediklerine bakalım önce:

“Allah’a bağlılığı ve imanî hakikatin dilini sadece Arapların tekeline veren bir işaret ne Kuran’da vardı, ne de bizzat (Hz.) Muhammed örneğinde.” (2)

Bu ifadesiyle Robinson, Kuran ve Hz. Peygamber’in sünnetinin dar bir etnik alana hapsedilemeyeceğini, bunun bütün insanlığı kuşatan bir mesaj olduğunu söyler. Bunun Müslüman önderler tarafından anlaşılması sonucunda da gelinen noktayı şöyle anlatır:

“Ve rahatça söyleyebiliriz ki, (Hz.) Muhammed’in mirası, hatırı sayılır bir mirastır. Özellikle, başlangıçta en basit kararlarından çıkacak sonuçları hiç de şüphe yok ki, görmemiştir (Hz.) Muhammed. Olayın zinciri öyle bir şekilde çözülüp düğümlenmektedir ki, (Hz.) Muhammed’in en basit, en olağan ve kendi çağdaşları bakımından sonuçtan yana en kısır tercihleri bile, henüz doğmamış milyonlarca erkek ve kadın için dev yankılarla yüklü bulunmaktadır. Öyle ki, bizim için büyük önem taşıyan pek çok şey, günün birinde bu Peygamber’in Mekke’deki karanlık bir sokağa sapmayışının izlerini taşıyor.” (3)

Yazar, “Daha sonraları sadece bir ideolojik ve kültürel birlik durumuna düşmüş olan bu sınırsız siyasi birlik, Çin’den İspanya’ya en değişik insanların, tekniklerin, davranışların ve fikirlerin iç içe geçip katışmasını ve ahlak, sanat, ideoloji alanlarında kendi öz değerlerini yaratan yepyeni bir uygarlığın doğmasını sağlamıştır”,der. Burada kişilik faktörüne yönelir ve hemen bu satırların devamında çok önemli bir noktaya işaret eder:

“Ama Kureyşli Peygamber’in faaliyetini tarihten silin bir an: Bütün bu unsurların evrimini, bir araya gelip toplanmasını ve yayılıp gelişmesini de silmiş olursunuz! Demek ki bütün bu tarih, belli bir ölçüde ve belli bir anlamda, (Hz.) Muhammed’den kaynak almaktadır. Dicle ile Fırat kıyılarından Atlantik okyanusuna kadar yirmi memleketin Araplaşması (İslâmlaşması); Kuzey Afrikası elinden gitmiş olan Latin Batı ile, Arap olmuş Doğu arasındaki bağların kopması; Viyana önlerine dayanan Osmanlı imparatorluğuna kadar sayısız Müslüman devlet ve imparatorluk; atlılar ve denizciler, tacirler ve korsanlar, sanatçılar ve mimarlar, Kurtuba Camii ve Tac Mahal… hep hep hep… Hz. Muhammed’den kaynak almaktadır evet!”(4)

Yazar, insanın, daha doğrusu tarih boyunca insanlığın zaaflarının da röntgenini çeker. Bu arada., kendilerinin, bağlandığı ütopik ideolojilerin de eleştirisini yapar. Böyle bir ortam da Allah’ın resulünün önemi ve özelliğini vurgular:

“Modern Müslümanlar için (Hz.) Muhammed, her şeyden önce, kendilerine adaleti, dürüst ve iyi olmalarını emreden adamdır. Bu görüş açısını da değerlendirmek gerekiyor. Demek ki, milyonlarca insana hayat nedeni sunmuş olan ve -gelecek hakkında bir tahminde bulunmamıza izin verilirse- daha da uzun bir süre, belki değişik bir şekilde, gene milyonlarca insana hayat nedeni sunmağa devam edecek olan geçmişin ideolojilerine karşı bunca sert ve kibirli davranmağa pek hakkımız yoktur. Tam tersine, bu derece önemli bir rol oynamış sistemlerin kurucularının ve bu arada (Hz.) Muhammed’in büyüklüğünü açık yürekle teslim etmemiz gerekir.” (5)

O’nun Komünizm’den kopuşunun temel esprisi bu inancında aranmalıdır. Belki onu Müslümanlaştırmamış ama, hiç olmazsa, İslâm’ın insanlık alemindeki yerini fark edebilmeyi ve Onun Peygamberi’nin şahsiyetine saygıyı öğretmiştir. İşte bu saygısından dolayıdır ki, O’nun hayatını anlatırken esrik ifadelerden çekinmezken, yorumunu yaparken daha dürüst ve adeta günah ödercesine tarafsız olmaya özen gösterir. Hıristiyan kesimin O’na yüklediği ağır suçlamalı anlamsız bulur ve buna cevabı da yine Hıristiyan aydınlardan verir:

“Peygamber’e olan bağlılık yüzyıllar geçtikçe biraz daha artmıştır. Milyonlarca Müslüman’a hayat nedeni sağlayan ideoloji, Allah kelamının son taşıyıcısı olan bu eşsiz insanın eseri değil midir? Ve (Hz.) Muhammed böylece, Müslümanlar arasında ideolojik birliğin menşei olmakla kalmayacak, sembolü haline gelecektir. ‘Güneş nasıl aydan ve deniz nasıl bir damla sudan kat kat daha üstünse, (Hz.) Muhammed de öteki peygamberlerden öyle üstündür. Bütün geçmiş peygamberler tarafından ortaya konan kolyenin en güzel incisi, yaratılan şiirin en ulaşılmaz mısraı O…’ Hıristiyanlık O’nda, kötülük ve şehvet düşkünü baş düşmanını, İslâm’sa ‘Mahlukâtın en mükemmeli’ni göredursun; dine inanmayan bir takım başka adamlar, O’nda, kendileri gibi düşünen ve eyleyen bir insan bulmağa çalışacaklardır. XWIII. Yüzyılın başlarında Boulainvillers, akla uygun bir din kurmuş olan bir tabiat filozofu olarak selamlamaktadır (Hz.) Muhammed’i. Her şeyden önce Hıristiyanlığa saldırma amacını güden Bütün ‘Işıklar Yüzyılı’nın (Siesle des Lumieres) gözünde (Hz.) Muhammed, tabiat ve akıl dininin peygamberidir. Ve Goethe, (Hz.) Muhammed’e hasrettiği enfes bir şiirinde, deha sahibi insanın en mükemmel örneği olarak gördüğü Peygamberi, derelerin ve çayların Okyanusa ulaşmak için kendisinden yardım beklediği koca bir ırmağa benzetmektedir. Carleyle’a göre, tanrısal bir özelliğe sahip olan bu büyük ruh, insanlığın önde gelen kahramanları arasında yer almaktadır.”

“(Hz.) Muhammed’in, başka hiç kimsede rastlanmayan bir kişiliğin ışığıyla parıldadığını görmek mümkündür”, diyen Maxime Rodinson, İslâm Peygamberi hakkındaki görüşlerini onun hayatında kendine göre anladığı kadarıyla yorumlamaya çalışır:

“Görüyoruz ki, herkes (Hz.) Muhammed’den kendi öz kaygı ve problemlerinin yankısını aramış; anlamadığı yanını yok saymış; ve kendi tutkularına fikirlerine ya da hayallerine göre biçimlendirmiştir. Bu kanundan (ben de) sıyrılabilmiş olduğum iddiasında değilim. Ama, arı nesnellik nasıl ulaşılması imkansız bir şeyse; bile bile tarafgir olmak gereğini öne sürmek de bir o kadar saçmadır. Düşüncesi ve eylemiyle dünyayı sarsmış olan Peygamber hakkında, aslında pek az şey biliyoruz. Ama, tıpkı (Hz.) İsa konusunda olduğu gibi, yarım yamalak hikayelerin ve doğruluğu şüpheli rivayetlerin içinde bile; (Hz.) Muhammed’in, başka hiç kimsede rastlanmayan bir kişiliğin ışığıyla parıldadığını görmek mümkündür. Çevresinde toplanmış sıradan adamlar için çarpıcı olan da işte bu ışıktır.”

Yazar. Bu ifadelerini Hz. Muhammed’i insanoğlunun, renk dil, ırk, soy sop ayırımı yapmadan bir fotoğrafı olarak görür ve şu cümlelerle bitirir:

“Ve öyle bir kuvvet taşıyordu ki içinde, şartların da yardımıyla bu kuvvet, dünyayı altüst etmiş bir avuç adamdan bir tanesi haline getirdi onu. Bu karmaşıklık ve bu çelişkiler, bu kuvvet ve bu zaaflar karşısında neden şaşkınlığa düşelim yani? İşin ucunda Kureyş Kabilesi’nden Muhammed ibn Abdullah da, bizim zaaflarımızla zayıf, bizim gücümüzle güçlü bir insandı. Sözün kısası kardeşimizdi.” (6)

__________________________

1 Hz. Muhammed, Maxime Rodinson, (Çev. Attila Tokatlı) Gün Yayınları, İstanbul 1968 s.291

2 age. s. 283.

3 age. s. 286.

4 age. s. 287.

5 age. s. 288

6 age. s. 290.