HZ. PEYGAMBER”İN TARİHTE EMSALİ OLMAYAN DAVRANIŞLARI
Kutlu Doğum haftası içinde bulunduğumuz şu günlerde, Hz. Peygamber Efendimiz ile ilgili faaliyetlerin ülkemize, Türk-İslâm âlemine ve bütün insanlığa barış, huzur ve rahmet getirmesini temenni ediyorum. Dilerim beşeriyet o yüce peygamberi iyi anlar ve onun yolundan yürür.
Günlük hayatta yapılan davranışların, başkaları tarafından aynen yapılması veya daha iyisinin gerçekleştirilmesi her zaman mümkündür. Ancak, mümtaz şahsiyetler olan peygamberler için de durum biraz farklıdır. Onlar gelecek nesilleri de dikkate alarak ümmetlerine örnek olabilecek davranışlar sergiler. Bir Peygamber”i örnek almak onu aynen taklit etmek demek değildir. Onun davranışları üzerinde düşünmek, ondaki hikmeti anlamak ve o olayı yorumlamak sonra da onu hayata geçirmektir. Nitekim Kur”an”da Hz. Peygamber”i, “en güzel örnek” olarak vasfeden ayete dikkatle baktığımızda, alınması gereken örneğin, onun dinî ve ahlakî davranışlarını hayata geçirmek olduğunu görürüz.
Hz. Peygamber bir insan olması ve Kur”an”ın ifadesiyle “içimizden biri” olması hasebiyle ibret alınacak, üzerinde düşünülecek ve yorumlanacak pek güzel davranışları vardır. Ancak o yüce şahsiyetin öyle davranışları ve ifadeleri vardır ki, beşeriyet tarihinde emsali yoktur. Bir diğer ifadeyle, insanlık o davranışların bir benzerini bu güne kadar gösterememiştir. Bu yazımızda işte bu davranışlardan örnekler vermeye çalışacağız. Onunu hayatından seçtiğimiz on kadar örnekle konuyu ele almak istiyoruz.
İnsana Verdiği Değer
1-Kur”an”ın insana ve onun hayatına verdiği değeri hepimiz biliriz. “Haksız yere bir insanı öldürmek, bütün insanlığı ördürmek gibidir, bir insana da hayat vermek, bütün insanlığa hayat vermek gibidir” anlamındaki evrensel vahyin anlamı ne kadar geniş ve derindir. Hz. Peygamber”in sadece hayatta olan insanla ilgili değil, aynı zamanda başka dinden olsa bile, vefat etmiş insana da saygı gösterilmesi gerektiğine dair örneği vardır. Bir gün Hz. Peygamber, bir cenaze geçerken ayağa kalkıyor. Sahabe, cenazenin bir gayr-i müslime ait olduğunu, ölenin bir Yahudi olduğunu söylüyor. Hz. Peygamber de ölümün düşündürücü olduğunu, kim olursa olsun ölenin bir insan olduğunu, saygı göstermek gerektiğini oradakilere telkin ediyor.
Hz. Peygamber”in bu davranışı tarihte emsali olmayan davranışlarından biridir. Zira bir dinin peygamberinin kendi dininden olmayan birisinin cenazesine sırf insan olduğu için ihtirama durmasının tarihte başka bir örneği yoktur.
2- Hz. Peygamber, kim olursa olsun, insan olarak dünyaya gelmiş birisinin inançsız ve müşrik olarak ölmesini istememiştir. Hayatı kendisine zehir eden, her türlü hakaretlerini gördüğü azılı düşmanlarının bile imansız olarak bu dünyayı terk etmelerini istememiştir. Nitekim, Bedir savaşında ölen müşriklerin insan onuruna halel gelmeyecek şekilde gömülmelerini emrediyor ve ölmüş müşriklere bir hitapta bulunuyor. Bu hitabında, herkesin beklediği ve diyebileceği bir söz olan “cezanızı buldunuz, Allah sizi kahretti, sizi nasıl hakladık, oh oldu” vs gibi şeyler söylemiyor. Kendisinden çok çektiği baş düşmanı Ebu Cehil”in de içinde bulunduğu bu müşrik cesetlere hitaben tarihte emsali olmayan şu mealdeki sözleri söylüyor “ Ben size demedim mi ? Keşke beni dinleseydiniz. Müşrik olarak öldünüz, azap üzerinize hak oldu” Görüldüğü gibi, düşmanı bile olsa bir insanın dinsiz veya müşrik olarak ölmesini istemediğini anlıyoruz.Onun bu hitabı, cihan tarihinde emsali olmayan bir davranıştır.
Anneye ve Kadına Verdiği Değer
3- Hz. Peygamber, kadınlara karşı son derece nazik ve saygılı bir insandı. Halbuki içinde yaşadığı toplum, kız evlatlarını diri diri gömen, ona mirastan pay vermeyen kısacası kadını insan yerine koymayan bir toplumdu. Onun kadına saygısı, Kur”an”ı Anlamak isimli kitabımızda da bahsettiğimiz gibi, Kur”an”ın kadını bir insan olarak görmesi ve onu erkekle her konuda eşit değerlendirmesinden kaynaklandığı gibi, kendisinin emsalsiz şahsiyetinden de kaynaklanıyordu. Her ne kadar bugün bazı kitaplarda hadis adı altında kadını aşağılayan söz ve davranışlar Hz. Peygamber”e izafe edilse de, bunların Hz. Peygamberle bir alakası yoktur. Zira bu nevi hususlar aslında kadına hiç değer vermeyen müşrik Arap zihniyetinin, Emeviler döneminden itibaren tekrar bir örf olarak ön plana çıkması ve kadının toplumdan, sosyal hayattan ve erkekle başaracağı müşterek her türlü hizmetten dışlanması ve günümüze kadar devam ettirilmesinden başka bir şey değildir. Hz. Peygamber”in kadınların aleyhine yorumlanabilecek hiçbir söz ve davranışı yoktur. İslam”ın ve Kur”an”ın özüne vakıf olamayan, Hz. Peygamber”i anlayamayan ve Arap örfünü din diye lanse edenler tarih boyunca kadın düşmanlığı aşılamışlar ve faturayı da Hz. Peygamber”e kesmişler ve onun adına pek çok söz uydurmuşlardır. Onun kadına verdiği değer”in en büyük ve emsalsiz kanıtı hepimizin bildiği “Cennet anaların ayakları altındadır” sözüdür. Bu söz üzerinde düşündüğümüz zaman, cennetin, annenin ve kadının ne anlama geldiği kendiliğinden anlaşılır. Cennet gibi, herkesin girmeyi arzu ettiği mekan ve makam, bir kadın olan annelerin ayakları altına gizlenmiştir. Bu husus bizim tevazu ehlinden olmamızı telkin ettiği gibi, bizleri yetiştiren büyüten ve besleyen kişiye vefa göstermede ve saygıda kusur etmemeyi de öğütlemektedir. Şu halde cennet gibi ebedî mutluluk yurdunu, bir kadın olan anaların ayaklarının altına sermiştir. Başkaları gibi cenneti uzaklarda, erişilmesi güç, kazanılması zor bir hedef olarak değil, bizzat yanı başımızda ve kendi varlığımızı ortaya koyan ve bizi bu günlere taşıyan kadının bastığı yerdedir. Yani onlara göstereceğimiz ve vereceğimiz değerde saklıdır. Bir diğer ifadeyle, kadın, anne ve cennet kavramları bir sosyal ahlak çerçevesi içerisinde aynı merkezde ele alınmıştır. Bu ise, anne olması cihetiyle kadına verilen değerin büyüklüğünü göstermekte ve Hz. Peygamber”in tarihte emsali olmayan söz ve davranışlarından birini oluşturmaktadır.
4- Onun kadınlara verdiği değerin emsalsiz örneklerinden biri de şudur: Bir gün Hz. Peygamber”in evinde temizlik yapılmaktadır. Temizliği eşi Hz. Hatice yapmakta ve peygamberimiz de ona yardım etmektedir. Bu esnada Hz. Hatice”nin kız kardeşi olan Hâle çıkagelir. Onu oturtacak münasip bir yer yoktur. Yere oturmak ister. Hz. Peygamber engel olur ve hemen cübbesini çıkarıp yere serer ve onun üzerine oturmasını ister. Hz. Hâle mütereddit olsa da Hz. Peygamber ısrar eder ve oturtur. Bu davranış, kadına verilen değerin tarihte emsali olmayan bir örneğidir. Zira bir peygamber, misafir gelen bir kadının yere oturmasını önlüyor ve kendi cübbesini çıkartıp onun üzerine oturtuyor.
Çocuklara Verdiği Değer
5- Hz. Peygamber, yarının büyükleri olacak olan çocukları çok sever, onların gönlünü hoş tutar ve onların iyi birer insan olarak yetişmeleri için gereken özenin gösterilmesini emrederdi. Getirdiği din olan İslam, her şeyden evvel hoş görü, sevgi ve merhameti öngörüyordu. Bu kavramların en iyi tecelli ettirileceği varlıklar da çocuklardı. İşte bu sebepten dolayı çocuklar onun için çok kıymetliydi. Gerçi çocukları hepimiz severiz. Hatta çocuk sevgisi üzerine pek çok örnek de bulabiliriz. Ancak Hz. Peygamber”in aşağıda zikr edeceğim örneğinin üzerine bir başka örnek bulmak mümkün değildir.
Hz. Peygamber bir gün Mescid-i Nebevî”de sahabeye imam olmuş namaz kıldırıyordu. O zamanlar iki buçuk yaşlarında olan torunu Hz. Hüseyin de mescitte oynuyor, geziniyordu. Hüseyin, Hz. Peygamber”in secdede olduğu bir anda gelir ve dedesinin boynuna biner ve kafasının üstüne oturur. Hz. Peygamber, namazın aksatılmaması gereken rükunlarından biri olan secdeden kalmaz. Ne zamana kadar? Taki torunu üzerinden kalkana kadar. Bu durum o kadar uzun sürer ki, arkasında namaz kılan sahabe içten içe korkmaya başlar ve Hz. Peygamber”in secdede ruhunu teslim ettiğini düşünenler de vardır. Nihayet Hz. Hüseyin dedesinin boynundan aşağıya inince, o yüce peygamber, “Allahu Ekber” diyerek doğrulur ve namazı tamamlar. Namazın sonunda sahabe Hz. Peygamber”in etrafına toplanır ve secdenin çok uzadığını, ruhunu teslim etti zannettiklerini, çok korktuklarını vs. söylerler. Hz. Peygamber, engin hoşgörü, sevgi ve merhametinin en güzel tezahürü olan bu olayı yine müthiş bir espriyle değerlendirir. “Secdeyi uzattım. Çünkü Hüseyin beni deve yaptı.”
Hz. Peygamber”in bu örneğinin emsali yoktur. Zira, Allah”ın huzurunda ona ibadet halindeyken ve kendini ona vermişken, secdede başının üstüne oturan bir çocuğun rahatsız olmaması ve secdeden kalkarken onun düşme riski bulunduğundan dolayı rencide olmaması için secdeyi uzatmıştır.
İlme Verdiği Değer
6-İslam dininin özellikle Kur”an”ın ilme ne kadar kıymet verdiğini hepimiz biliriz. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ve “Rabbim ilmimi artır de” ” Bilmediklerinizi bilenlere sorunuz” gibi Kur”an ayetlerinden anlaşılan ilmin ve âlimin değerinin büyüklüğüdür. Hz. Peygamber”in de ilmi, âlimi ve bilgiyi öven pek çok hadisi vardır. Onun her güzel davranışlarının içerisinde olduğu gibi, yine bu konuda da öyle bir davranışı vardır ki, cihan tarihinde onun da emsali yoktur. Bilgiye ve ilme verilen değer konusunda tarihte birçok örnek bulunabilir. Ancak aşağıda belirteceğimiz örneğin üzerine yoktur.
Hz. Peygamber”in yaşadığı dönemde Arap yarımadasında harp esirleri hakkında uygulanan kurallar belliydi. Esirler ya öldürülür, ya köle olarak kalırlar, ya diyet ödeyip hürriyetine kavuşur, ya da mübadele edilirlerdi. Bunun dışında başka bir çıkar yol yoktu. Diyet ödemek isteyenler de, bir insanın değeri kadar bir karşılığı maddi bir meblağ olarak vermek zorundaydılar. Maddiyatın ötesinde bir değer geçerli değildi. Bedir savaşından sonra Mekkeli müşriklerden elde edilen esirler için diyet borcunu ödeyemeyenler için Hz. Peygamber tarihte emsali olmayan bir değer daha koydu: Bilgi veya bir diğer ifadeyle ilim. Esirlerden okuma yazma bilenlerin her biri on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretirse, diyetini ödemiş sayılacak, hayatı kendisine iade edilecek, kurtulacak. Bu olay, bir başkasına faydalı olmak kaydıyla ilmin ve bilginin hem de hayat karşılığı diyet olarak tarihte ilk ve son kabulüdür. Tarihte ilminden dolayı kelleyi veren çoktur, yaptığı keşif ve icatlardan dolayı idama mahkûm olan, sürgüne gönderilen, diri diri ateşe atılan, engizisyonda yargılanan, zindanlarda çürüyen çoktur. Fakat ölüme mahkûm bir harp esirine, ilminden dolayı, hem de bir başkasına faydalı olmak ve yetiştirmek şartıyla hayatının kendisine iade edilmesi olayının cihan tarihinde başka bir örneği yoktur.
Emanete Verdiği değer
7- Kur”an emanetlerin ehline veya sahiplerine verilmesini emrediyor. Hz. Peygamber de emanete ihanet edenin münafık olduğunu beyan etmiştir. Hatta bir hadis-i şeriflerinde: “Münafığın alameti üçtür; Konuştuğu zaman yalan söyler, sözünde durmaz ve emanete ihanet eder” buyurmuştur. Onun için emaneti yerine getirme İslam dininin temel sosyal ahlak esaslarındandır. Hz. Peygamber”in gerek savaş esnasında ve gerekse sair zamanlarda emanet, adalet ve dürüstlük gibi ilkelerden asla taviz vermemiştir. Şimdi anlatacağımız olayda onun bu husustaki emsalsiz bir davranışına şahit olacağız.
Hayber savaşı esnasında çobanlık yapan bir zenci köle, sürüsüyle beraber gelir ve Müslüman olur. Hz. Peygamber ona sürünün kime ait olduğunu sorar. Çoban “Yahudi efendimin” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber: Sürüyü Yahudi efendine götür, İslam dini emanete hiyanet etmemeyi emreder” der. Çoban köle sürüyü efendisine teslim edemeyeceğini, götürürse kendisini öldürebileceğini söyler. Hz. Peygamber de hayvanları barınaklarına götürüp bırakmasını ister. Bunun üzerine çoban sürüyü geriye götürür ve barınaklarına yakın bir yerde hayvanları ürkütür. Onlar da mutad oldukları üzere topluca ağıla koşarlar. Köle böylece emaneti yerine götürmüş olarak geri döner ve Hz. Peygamber”e katılır.
Hz. Peygamber”in bu davranışının tarihte emsali yoktur. Zira, harp halinin vuku bulduğu bir ortamda, pek çok şeyin ganimet olarak telakki edildiği bir durumda, üstelik Yahudilerle yapılan bir savaşta, şahsi hak ve hukukları gözetiyor, neyin emanet neyin ganimet olduğunu ayırıyor ve bir Yahudiye ait emanetin sahibine teslimini sağlıyor.
Hoşgörüye Verdiği Değer
8- Hz. Peygamber”in hoş görüsü beşeriyet tarihinde emsali görülmeyen bir hoşgörüdür. Bir gün Hz. Peygamber”le beraber bir grup sahabi mescitte iken bir bedevî Arap gelir ve mescidin içine bevl etmeye başlar. Ashap; “Dur, yapma, etme” diye bağrışır ve bazıları da hemen oracıkta onun haddini bildirmek ister. Hz. Peygamber. “Bırakın, işini bitirsin” der. Sonra bedevîyi yanına çağırarak, mescidin bir ibâdet mekanı olduğunu hatırlatır ve yaptığı davranışın uygun olmadığını onun anlayacağı bir dille anlatır. Sonra orada bulunanlara: bir kova su getirin ve oraya dökün, pisliği gitsin” diye emreder.
Hz. Peygamber”in gösterdiği bu hoşgörüde yapılan amelin hangi niyetle yapıldığının araştırılması gerektiğini de anlıyoruz. Hakaret kastıyla mı yoksa cehalet neticesi mi? Gerçi günümüzde “hoşgörü” kavramının içi boşaltılmış ve sadece Müslümanlardan hoşgörü beklenmektedir. Hoşgörüye davet edilen Müslüman, hoşgörü göstereceği olayın kasıtlı mı yoksa bilgisizlik sonucu mu olduğunu bilmek zorundadır. Bilgisizlik sonucu olduğuna hükmederse, bilgilendirmesi gerekir. Hakaret amacı taşıyorsa ondan hoş görü de beklenemez. Zaten hakaret eden, nasıl olsa hoşgörü gösterirler diye hakaret etmez. Yaptığı hareketin bilincindedir. Karşı tarafın tepki göstereceğini en azından bilir. Nitekim İngilizler, Müslümanlarla Hinduları kapıştırmak istediklerinde bir yandan Hindulara Camileri taşlatırlar, diğer yandan da Hinduların mahallesinde Müslüman kasaba inek kestirirler, böylece her iki tarafın kutsalına hakaret olunca çatışma başlar. Neticede pek çok Hindu ve Müslüman ölür.
Hayvan Haklarına Verdiği Değer
9- Kur”an”da evrendeki var olan şeylerin hepsinin insana musahhar kılındığını görmekteyiz. Özellikle bitkilerin ve hayvanların bizim emrimize verildiğini öğreniyoruz. Hz. Peygamber de hayvan haklarına riayet konusunda sahabeyi uyarmış, onların rahatsız edilmemesini, sağlıkları ve bakımları hususunda gereken dikkatin gösterilmesini, aç ve susuz bırakılmamalarını istemiştir. Kendisi de hayatında bunun harikulade örneklerini göstermiştir. Gösterdiği birçok örnek davranışın içinden iki tanesini seçip buraya almak istiyorum. Birisi insanlarla beraber yaşamını sürdüren kediler hakkında olacaktır. Bir gün Hz. Peygamber”e bir sahabe gelir. Hz. Peygamber onun evinde yemek olmadığını anlar ve ona yemek vermek ister ve kendine kaç kişi olduklarını sorar. O da üç kişiyiz diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber evde kedi var mı? Diye sorar o da var deyince dört kişilik yemek verir. İnsan ilk bakışta bunda ne var, kediye de yemek vermiş der geçer. Fakat olay üzerine biraz düşününce Hz. Peygamber”in vermek istediği mesajı anlar. Dikkat edilirse, burada hanedeki kişi sayısı soruluyor ve her kişiye ait yemek verilirken, kediye de bir insan hakkı kadar yemek veriliyor. Bu olay, kediyi Hz. Peygamber”in hane halkından biri gibi değerlendirdiğini gösterir. Bu örnek de emsali bulunmayan bir örnektir. Kedilerin haneye faydası çoktur, yılan, çiyan, akrep, fare vs gibi zararlı hayvanlar sırf kedinin kokusuna eve uğramazlar, uğrarlarsa zaten kedi görevini yapar. Onun da hanede bir fert gibi görülmesi bakımına ve beslenmesine ihtimam gösterilmesi sadece yemek artıklarıyla iktifa edilmemesi hususunda Hz. Peygamber”in bu örneğinde son derece anlam yüklü bir mesaj var.
10- Burada vereceğimiz örnek de yine bir diğer evcil hayvan olan köpeklerle ilgilidir. Hz. Peygamber arkasında yirmi beş bin kişilik bir orduyla bir seferden dönüyordu. Arazide yol kenarında yavrularını emziren bir köpek görür. Ordunun içinden bu köpeğe taş atacak, kovacak, tekmeleyecek veya en azından onu rahatsız edecek kişilerin olabileceğini dikkate alarak derhal yanına bir asker çağırır ve ona: “En son nefer geçene kadar bu köpeği bekle, kimse rahatsız etmesin. Etmek isteyene de engel ol. Sonra sen de orduya katıl”.der ve her ihtimale karşı yolunu da değiştirir. Bu örneğin tarihte emsali yoktur. Hayvan severliğin ve hayvan haklarına riayetin bundan daha zirvede bir örneğine beşeriyet tarihinde rastlanmaz.
Savaşta Emir- Komutaya Verdiği Değer
11- Bilindiği gibi, savaşlarda emir-komuta sisteminin iyi işlemesi zaferin ilkelerindendir. İyi bir plan, taktik ve uygulama neticede zafere giden yolu açar. İyi bir komutan bunları bilir ve uygular. Bunların uygulanması emir-komuta zincirinin aksaksız yürümesine bağlıdır. Şayet asker, emirleri uygulamaz veya komutanı dinlemezse zafer kazanılamaz. Bir başıboşluk içinde ordu bozguna uğrar. Tarihte bunun çok örnekleri vardır. Hz. Peygamber de iyi bir komutan olarak planları yapar, görevlilere gerekli talimatı verirdi. Birçok zaferlerin kazanılmasında dikkatinin ve stratejisinin payı büyüktür. Ona göre talimatlar verir ve kim kimden emir alacak ve nasıl yerine getirecek hepsini bir bir anlatırdı. Bir kısım sahabe onu bir savaşta dinlemedi, sonuç kötü oldu. Müslümanlar çok zayiat verdi, hezimete ramak kaldılar.
Bilindiği gibi Uhud savaşında Kureyşliler, Müslümanların dört katı fazla güce sahiptiler. Cem”an 700″ü zırhlı, 200″ü atlı, 300″ü develi üç bin kişiydiler. Müslümanlar ise, 100″ü zırhlı toplam 700 kişiydiler. Hz. Peygamber geceyi açık havada geçirdi ve zırhını tanınmamak için Ka”b İbn Malik”in zırhıyla değiştirdi. 50 kadar okçuyu Abdullah İbn Cubeyr komutasında “Ayneyn” tepesine yerleştirdi. Düşmanın en önemli geçidi burasıydı. Burası iyi tutulursa savaş kazanılırdı. Düşman arkadan kuşatamazdı. Medine”ye de geçemezlerdi. Buradaki okçulara öyle bir talimat verdi ki, harp tarihi araştırıcıları, bu talimatı gelmiş geçmiş en sert talimat olarak gösterirler. İfadenin sertliği konunun ehemmiyetinden kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber onlara : “Akbabalar Müslümanların cesetlerine konsalar bile, benden yeni ve kat”i bir emir gelmedikçe yerlerinizi terk etmeyeceksiniz.” Emrini verdi. Ancak savaşın ilerleyen saatlerinde ganimetten bize pay kalmaz diyen yağmacı kırk kadar okçu, komutanları İbn Cubeyr”in Hz. Peygamber”in sözünü defalarca hatırlatmasına rağmen, yerlerinden ayrıldılar, ganimet toplamaya giriştiler. Bunun üzerine düşman birlikleri onları oradan geçerek kuşattı ve Müslümanlar çok zayiat verdiler.. İşte Hz. Peygamber bu gerçeği önceden gördüğü için, onlara tarihte emsali olmayan bu talimatı vermişti. Hz. Peygamber”in bu sert talimatındaki gerçeği anlayamadılar. Cesetler üzerine akbabaların konması demek, cesetlerin çürümeye ve kokmaya başlaması demektir. Yani cesetlerin üzerinden günler bile geçse benden bir talimat gelmedikçe yerinizden ayrılmayın demek istemiştir. Ancak emir-komuta ile alakalı olarak tarihte emsali olmayan bu sert talimatı bir takım yağmacı Araplar anlamadı ve savaşın kaderini olumsuz yönde değiştirdiler.
Fetih ve Zaferlerinin Sırrı
12– Hz. Peygamber”in fetih ve zaferlerinin sırrı aslında İslam”ı tebliğ etmesinde, örnek şahsiyetiyle gönülleri kazanmasında yatar. O Müslüman olmadılar diye hiçbir topluluğa savaş açmamıştır. Bütün savaş ve gazvelerinin sebebi hep savunma amaçlıdır. Kendilerine baskın yapacakları istihbaratını alır almaz, erken davranarak düşmanın bu planını bertaraf eden savaşları da vardır. Ancak şurası bir gerçektir ki, “Hz. Peygamber”i Anlamak” kitabımızda da belirttiğimiz gibi, İslamiyet”i, bazılarının dediği gibi kılıçla yaymamıştır. Onun savaşları üzere yaptığımız araştırmadan elde ettiğimiz ana bilgiler şunlardır. Hz. Peygamber”in hayatında irili ufaklı 38 savaş ve gazve vuku bulmuştur. Hz. Peygamber bunlardan 27″sine iştirak etmiş sadece 9″unda fiilen savaş vuku bulmuştur. Hz. Peygamber”in savaş ve gazvelerde geçirdiği günlerin toplamı 2 gazve hariç, 548 gündür. Bu da toplam bir yıl, altı ay, üç gündür. İki gazveyi de ilave edersek; toplam bir yıl yedi ay tutar. Hz. Peygamber”in bütün savaşlarında toplam şehit sayısı 250″dir. On yıllık bir dönemde aylara taksim edersek; ayda bir şehit düşmektedir. Görüldüğü gibi “İslam”ı sadece savaşla yaydı” tezi burada çürümektedir. Bu kadar az bir zayiatla, bu kadar fetih sadece savaşların değil, gönüllerin fethidir. Hz. Peygamber vefat ettiğinde İslam topraklarına girmiş ülkelerin yüzölçümü bugünkü ölçülerle iki milyon kilometre kareden fazlaydı. Bu kadar kısa bir zamanda bu kadar büyük bir başarı beşeriyet tarihinde emsali olmayan bir başarıdır.