İNSAN-TOPLUM İLİŞKİSİ VE MEDENİYET BAĞLAMINDA VEFA
Ghadir GOLKARIAN (Kadir GÜLDİKEN)∗
ÖZ
Vefa konusu sosyal iş birliği, gruplar arası yaşamın en temel koşullarından biridir. Bireyler, sosyal hayatlarında vefa anlayışını ve ona bağlılık yetisini yitirdiklerinde, birçok nimetlerden yoksun kaldığı gibi kişisel etkilerini ve sosyal becerilerini de kaybetmiş olurlar. Bu nedenle, vefaya bağlı kalmak, İslami gelenek ve kaynaklarda vurgulandığı gibi, Rumi tarafından da şiirlerinde defalarca ele alınmıştır. Şu anda, dünya toplumunun sosyal koşulları teknolojik gelişimlerden etkilendiği gibi birey- toplum sorumluluklar konusu bile anomalilerle çelişen değerlerin ortasında bulduğu çeşitli değişikliklere uğramıştır. Vefa ve vefaya bağlı kalmak, insan toplumunu mevcut durumda ahlaki ve davranışsal çıkmazlardan koruyan konulardan biridir.
Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetler vardır. Tövbe Suresi, ayet 111, Bakara Suresi, ayet 80 ve 177, Müminun Suresi, ayet 6 ve Meryem Suresi, ayet 54, Meâric Suresi, ayet 32, vb … bu konuda vurgu yapılmaktadır. İslami kaynağa ek olarak, Tevrat ve İncil gibi diğer ilahi kitaplarda bile vefa ve vaadin yerine getirilmesi konusunda önemli açıklamalar yapılmaktadır.
Bilindiği üzere, toplumların sağlığı taahhütler açısından mümkündür ve taahhütlerin ve anlaşmaların yerine getirilmesi durumunda insan toplumlarının sağlık ve güvenliğini de garanti edilmiş hâle gelmiş olur.
Açıkçası, vefa ve vefadarlık konusu, sadece iki insan arasında değil, aynı şekilde Allah ile insan arasında olan bir anlayış ve karşılıklı anlaşma şeklidir. Çünkü Allah’ın açık emirleri antlaşmalara saygı duymaktan geçer. İnsanlar arası vefaya bağlılık hem politik, ekonomik, sosyal ve askeri alanda önemsenir hem de insanların kişisel ve kolektif sorumluluklarını önemli ölçüde koruyabilecekleri bağlamlar arasında yer alır. Vefanın önemi göz önüne alındığında, onun insan yaşamındaki doktrini ile birlikte insan- toplum ve toplum- insan bağdaşımı yönüyle de incelenmesi gerekir. Vefa konusu günümüz şartlarda ahlak, iş disiplini ve sadakat konusu, organizasyonlar ve kurumların yapısındaki taahhütlerden biri olarak ele alınmaktadır. Yani, vefa konusu dini ve eğitimsel söylemlerde dikkate alınmasının yanı sıra, çalışma disipliniyle ilgili olarak sürdürülmektedir. Bu yüzden, antlaşmasına sadık olmayan bir kişinin, din veya vicdanı olmadığı söylemi de gündeme gelir. (Golkarian, s. 111-122, 2018)
Vefaya bağlı kalmamak, taahhütleri bozma gibi olumsuz gerçekler kuvvetli bir şekilde hem ahlaki- dini hem de sosyal- psikolojik literatürde kınandığı gibi bir tür saygısızlık ve güven topluluğunu yok etme yaklaşımı gibi de vurgulanmaktadır. Zira vefaya sadık kalmamak toplum yapısında en önemli zararlılardan biri sayılıyor. Sadakat ve sadakatin önemi, toplumdaki bireyler arasında karşılıklı güven duygusu yaratacaktır ve bu, koordine edilmiş sosyal aktiviteler ve daha geniş kamu ortaklıkları için güçlü bir destektir. Bu boyutu genişletirsek, uluslararası taahhütlere, anlaşmalara bağlılığın uluslararası toplumlar üzerinde de bir etkisi olabilir kanaatine varabilmek mümkündür.
Tüm eski uygarlıklarda, vefa ve sadakat ahlaki değerlerden biri olarak kabul edilmiştir. Çünkü insanlık yeminleri yok edilirse, sözleşmeler birbiri ardına kırılır ve halk güveninin büyük sermayesine ek olarak, medeniyetlerin yok edilmesine ilişkin şartlar da sağlanmış olur. Böyle bir durumda, toplum dağınık ve istikrarsız hâle gelecektir. Vefa ve sadakat, insan ruhunun büyüklüğünün bir sembolü, mükemmel insanın özelliği, Mevlâna’nın çoğu zaman bahsettiği Ehli Hâl insan davranışının bir modelidir. Mevlâna görüşüne göre, vefa ve sadakat dindarlık veya emanet koruma kadar önemlidir ve vefa sahibi olan birey, ilahi bir insandır. Vefa, bilgeliğin süsü, insan onurunun anahtarı olarak yorumlanır.
Anahtar Kelimeler: Vefa, Medeniyet, İnsan- Toplum, Mevlâna.
LOYALTY IN THE CONTEXT OF HUMAN-SOCIETY RELATIONSHIP AND CIVILIZATION
ABSTRACT
Ghadir GOLKARIAN (Kadir GÜLDİKEN)*
Social cooperation, which is the subject of fidelity, is one of the basic conditions of intergroup life. When individuals lose their sense of loyalty and commitment to their social lives, they lose their personal effects and social skills as well as lack of many blessings. Therefore, adherence to faithfulness, as emphasized in Islamic traditions and sources, has been discussed by Rumi many times in his poems. At present, the social conditions of the world society are affected by technological developments and even individual-society responsibilities have undergone various changes which are found in the middle of the values that contradict the anomalies. Commitment to fidelity and loyalty is one of the issues that protect human society from moral and behavioral dilemmas.
There are many verses in the Quran about it. There is an emphasis on Surah Repentance, verse 111, Surah Al-Baqara, verses 80 and 177, Surah al- Muminun, verse 6 and Surah Mary, verse 54, Surah Mearij, verse 32, and so on. In addition to the Islamic source, even in other divine books such as the Torah and the Bible, important statements are made about the fulfillment of fidelity and promise. As is known, the health of communities is possible in terms of commitments, and if the commitments and agreements are fulfilled, the health and safety of human societies is guaranteed.
Obviously, the issue of loyalty and faithfulness is not only between two people, but also between God and man. Because God’s clear commandments are based on respect for the covenants. Commitment to interpersonal fidelity is important both in the political, economic, social and military spheres, and is among the contexts in which people can significantly protect their personal and collective responsibilities. Given the importance of the faithful, its doctrine in human life should be examined in terms of human-society and society-human compatibility. The subject of fidelity is considered as one of the commitments in the structure of organizations and institutions under the conditions of morality, business discipline and loyalty. That is, in addition to being taken into consideration in religious and educational discourses, the subject of loyalty is maintained in relation to the discipline of work. Therefore, the discourse of a person who is not faithful to his covenant does not have religion or conscience comes into question.
Negative facts such as not being bound by loyalty and disrupting commitments are strongly emphasized in both moral-religious and social- psychological literature as well as an approach of destroying a group of disrespect and trust. Because not being faithful to loyalty is considered one of the most important pests in the society structure. Loyalty and the importance of loyalty will create mutual trust between individuals in the community, which is a strong support for coordinated social activities and wider public partnerships. If we expand this dimension, it is possible to conclude that adherence to international commitments and agreements can have an impact on international communities.
In all ancient civilizations, fidelity and loyalty have been regarded as one of the moral values. Because if the vows of humanity are destroyed, the contracts will be broken one after the other, and in addition to the great capital of public trust, the conditions for the destruction of civilizations are provided. In such a case, society will become disorganized and impotent. Fidelity and loyalty, a symbol of the greatness of the human soul, the character of the perfect man, is a model of the human behavior of the People of Allah, which Mawlana often mentions. In Mevlâna’s view, fidelity and loyalty are as important as piety or entrusted protection, and the loyal individual is a divine person. Vefa is interpreted as the ornament of wisdom as the key to human dignity.
Key Words: Faith, Civilization, Human-Society, Rumi.
* Prof. Dr., Yakın Doğu Üniversitesi, Fen – Edebiyat Fakültesi, Lefkoşa- KKTC. ghadir.golkarian@neu.edu.tr
* Prof. Dr., Near East University, Art & Sciences Faculty, Nicosia- TRNC. ghadir.golkarian@neu.edu.tr
GİRİŞ
Vefa, en yüksek ahlaki erdemlerden biri olarak doğanın ve sağlığın saflığının bir simgesidir. Bütün dinlerde olduğu gibi İslam dininde ise sadakat ve ahde vefa konusu diğer dinlere kıyaslanarak daha çok önem verilmiştir. Vafa, insanların birbirlerine olan güveninin bir unsurudur, çünkü onsuz örgütlenmek olanaksızdır.
“Vefâ = وفا ” kelimesinin kökü Arapça’da “vefî= وف ی ” ” sözcüğünden gelmektedir. Bu kelime ile ilgili Ragib-î İsfahanî kendi kitabında şöyle açıklar: (۱۳۸۹ ، راغب اصفھانی، ص. ۳۸ )
“Her zaman bir nesne en yüksek potansiyeline ulaşırsa vefi sözü kullanılır. Bu nedenle eğer “ وَفی بعِھَدِهِ ” veya “ أوفی بعَھَدِهِ ” kelimeleri kullanıldığında, aslında sözleşmenin yerine getirildiği ve tamamlandığı demektir.”
“Vefâ” aslında bir sözü yerine getirmek, dostluğun gereği olarak antlaşmaya ve ahde sadık kalma anlamında işlenilir. Vefa kelimesinin zıt ibaresi ise “terk etme ve ihanet” olarak Arapça’da “ غدر ” olarak nitelenmektedir. Vefa anlamını kavramış olan insan taahhüt ve sadakatı da bilmiş olmalıdır. Bu tanımlardan hareket ederek sadakatin çoğunlukla bir antlaşma olarak atıfta bulunduğu ve sadık bir kişinin antlaşma ile uyumlu olan anlamına geldiği ve sadık olana karşı sadakatlı olması gerektiği söylenilmektedir.
Dostluk, evlilik ve insanlara hizmette sadakate güvenebiliriz. Ahdin yerine getirilmesi ve söze sadık kalınması durumunda düzen sağlanır. Bu nedenle bir sözün verildiği zaman mutlaka onun sonucu ve değerlendirilmesi de gerekmektedir. Yani, genel anlamda çok düşünüp az eylem yapma bir nevi vefaya sadık kalma ve taahhüdü yerine getirme elzemlerinden biri sayılmaktadır. Konuyu anlamak, üzerinde düşünüp taşınmak, kavramak ve plan yapmak ise ahde vefanın ana temellerinden sayılıyor. Bu bağlamda Mevlâna vefa konusun altyapısını dinlemek ve düşünmekle değerlendirir.
Mevlâna, Mesneviyi “Beşnov= ﺑﺸﻨﻮ” (dinle) ile başlar ve dikkatlice dinlemeyi ve ardından düşünmeyi tercih eder. Bu bağlamda sessizce dinleme ve ardından gerçekleri algılama dersleri verir. Kur’an Kerim ise “Ekra= اﻗﺮاء” (Oku!) ile başlar. Neden Mevlâna dinle der? Çünkü dinleyip, düşünerek anladıktan sonra “okuma” görevi bir sorumluluk olarak anlam kazanır. Nitetim Mevlâna şiirinde buna değinerek şu ifadeyi kullanır:
من چو لب گویم، لب دریا خروش
من ز بسیاري گفتارم خموش
بحر میجوید تو را، جو را مجو
خاموشی بحر است و گفتن همچو جو
“Konuşmanın dolgunluğundan sessizim//Dudaktan bahsettiğimde, denizin dudağı (kıyısı) galeyana gelir. Sükût denizdir, söylemek ırmağa benzer//Deniz seni aramada, sen ırmağı arama!”
Mevlâna bir bilgi okyanusudur. Böyle bir engin okyanusun içinde yüzme sanatını bilmeyenler ise güvenir yere varamazlar. Mevlâna’yı tanımakla ancak onun marifet denizinde yüzme yeteneğini öğrenmek mümkün kılınır. Bilgi ve bilgelik denizinde yüzme tekniği olmadıkça, Mevlâna’nın söyleyip anlattıkları sadece bireyi ihtişamlı bir veri ve öğreti karşısında hayrete düşürü ve belki de fazla anlayınca algılama yetersizlik korkusu kişiyi etkiler. Lâkin onun yolunu ve düşüncesinin çok boyutlu olduğunu anlayan araştırmacı ve yahut sevdalısı, sonunda sevgi, bilgi ve inanç gerçeğine ulaşır ve hayat felsefesi değiştiği gibi davranış- ahlâk- düşünce parametrelerinde gerekli değişimlere başlayarak doğru rotasında hareket edebilir. Yani, Mevlâna’dan bahsedilirken sadece onun kişiliği değil; öğretilerinin insan- toplum ilişkileri ve etkileşimlerinde önemli rol oynayacağı dikkate alınmalıdır.
Mevlâna ile ilgili bilimsel çalışmalar sonucu gerek edebi ve irfânî kişiliği gerekse eserlerindeki veriler ve öğretilere dayalı edebi- irfânî bilgiler elde edilmektedir. Fakat bunların birçoğu “Süret-i Kelâm” olarak kelimelerin dış yüzü üzerindedir. Aslında “Cân-î kelâm” ve diğer ibâreyle, kelimelerin ruhunu tartışmak gerekir. Mevlâna’yı ancak bu şekilde tanımak mümkün olur.
Mevlâna, konunun özü ise, sözleri ve üzerinde durduğu ana temalar Mevlâna hazretlerinin düşünce ve eğitici yönlerini tartışmaya ve açıklamaya taşıyacak niteliktedir. Yâni, cân-î kelamı onun üzerinde durduğu ana temalarda yol gösterici olacaktır.
Mevlâna’nın kelamındaki temelin tam manasıyla ne olduğunu anlamak iddiası pek mâkul değildir. Çünkü onun kelamında ana tema veya kelime diye bir şey yoktur. Onun anlattıklarının tümünde binlerce ana kelime ve tematik boyutlar bulunmaktadır. Örneğin: Aşk, Sevgi, Özveri, Vefa vs. Bunlar Mevlâna’yı tanımakta sadece ipuçları ve bilgelik denizinde yüzme taktikleri diye tanımlamak gerekir.
İşte bunlardan biri de “Vefa ve Medeniyet” üzerindeki etki konusudur. Vefa ve medeniyet konusu derinlemesine ele alınması gereken konulardan biridir. Çünkü Vefa kavramı özünde dürüstlük, sorumluluk duygusu, uyanık vicdan, iş birliği, ahde vefa ve sadakat gibi konular bulunmaktadır. Bilindiği üzere, toplumların birçoğu çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Fakat bunların üstesinden gelebilmek için “Vefa” anlayışını algılamak ve benimsemektir ve kurtuluş ise bu rotadan geçer. Özellikle medeniyetler arası vefa konusu, barışa ve huzura zemin hazırlayacaktır. Bu mesele tüm toplumların, özellikle Müslüman ve gençlerinin gereksinim duyabilecekleri bir gerçektir.
Vefa Kavramı ve Önemi:
Ahde vefakarlık, verildiğe söze bağlı kalmak ve sözleşmeye bağlılık, evrensel bir ilkedir. Ayrıca, erdemlik özelliklerinin en başta gelen konusu sayılmaktadır. Tüm insanlık alemi ve toplumlarda verilen söze bağlılık konusu derinliğine işlenmiş ve önem verilmiştir. Sözleşmeyi bozmak ve ahde vefa etmemek konusu ise ihanet sayılarak medeni toplumlarda kabul edilemez bir yaklaşımla değerlendiriliyor. Bu konu sadece günümüz meselesi gibi kalmayıp eskiden beri insanlar arasında en önemli konulardan biri olarak üzerinde durulmuştur.
Sadakat ve ahde vefa konusu hem Kur’an’da hem de dini lider ve peygamberlerin buyruklarında vurgulanmıştır. Vefakarlık, bir ilahi özellik ve erdemlik sıfatı olarak gelenek hâline gelerek peygamberler ve halifeler bu konu üzerinde durmuşlar ve sözlerinde vurgulanan etik ilke olarak diğerlerine önermişlerdi.
Nitekim Hz. Ali (a.s) ahde vefayı insanoğlunun boynundaki en paha biçilmez gerdanlık olarak niteler ve sözünü tutmuş insanın Allah huzurunda değerli ve kıymetli olduğuna işaret eder. Rivayete göre şöyle bir cümle kullanır: “Biliniz ki vefakarlık boynunuzdaki gerdanlık gibidir ve kıyamete kadar sizinle kalacaktır. Ahde vefa eden kişi Allah yardımından her zaman yararlanır ve amacına ulaşır ancak ahdine vefa etmeyen ise Allah onu sevdiği kullarından saymaz ve işlerinde Allah onu kendine maruz bırakır.” (Ehsani, 2010)
Ahde vefa, salih amel ve imanla olgunlaşan bir kâmil müminin en bariz sıfatı sayılıyor. İnsalık nereye giderse gitsin, öyledir ve öyle olmalıdır. Vefa veya ahde vefa yaklaşımı aslında insanın ulvi meziyetlerinden sayılıyor. Çünkü sözünü tutmak, verilen söze sadık kalmak, dürüst olmak gibi ilkeler sevginin, dostluğun, kardeşliğin ve en önemlisi huzurun barındığı, gelişitiği ortamları sağlar. Bu gibi değerlerse kin, nefret, düşmanlık gibi negatif özellikleri yok eder, hatta onların oluşmasına olağanak sağlamaz. Bu bakımdan Mevlâna şöyle ifade eder:
ﻗﺼــــﺪم از اﻟـﻔـﺎظ او راز ﺗـﻮ اﺳــــﺖ ﻗﺼــــﺪ از اﻧﺸــــﺎﯾﺶ آواز ﺗﻮ اﺳــــﺖ
ﭘـ ﯿـ ﺶ ﻣـ ﻦ آوازت آواز ﺧـ ﺪاﺳــــﺖ ﻋﺎﺷـ ﻖ از ﻣﻌﺸـ ﻮق ﺣﺎﺷـ ﺎ ﮐﯽ ﺟﺪاﺳـ ﺖ
“Onun sözlerinden kastım ancak senin rıcandır. Senin hatırın için ve hoşnutluğunu kazanmak için söyledim. Bence senin sesin Allah’ın sesi gibidir. Aşık ve maşuk, haşa hiç ayrılmayacağına göre, sesleri de ayrılmaz.”
Mevlâna bu beyitlerde senin hatırın… senin için… senin gibi ibareleri kullarınırken aslında vefaya işaret eder. Mesnevi’in dördüncü defterinde doğrudan vefaya önem vererek şu uyarılarda bulunur: (Mowlavi, s.148, 1997)
ﺑـﺎ ﺣﻤـﺎﻗـﺖ ﻋﻘـﻞ را آﯾـﺪ ﺷـ ـﮑﺴـــ ﺖ | ﻋﻘـﻞ ﻣﯽ ﮔﻔﺘﺶ ﺣﻤـﺎﻗـﺖ را ﺗﻮ اﺳـــﺖ |
ﺗـ ﻮ ﻧـ ﺪاري ﻋـ ﻘـ ﻞ رو اي ﺧـ ﺮ ﺑـ ﻬـ ﺎ | ﻋــﻘــﻞ را ﺑــﺎﺷــــﺪ وﻓــﺎي ﻋــﻬــﺪﻫــﺎ |
ﭘــﺮدهي ﻧﺴـــــﯿــﺎن ﺑــﺪراﻧــﺪ ﺧــﺮد | ﻋـﻘـﻞ را ﯾـ ﺎد آﯾـﺪ از ﭘـ ﯿـﻤـ ﺎن ﺧـ ﻮد |
“Akıl azarlayarak onun başına gelenleri aptallığından sayıyordur. Çünkü Aptallıkla akıl yenik düşer. Lakin akıl ahde vefya bağlı kalır. Sen ise akısızlıktan değerini yetirmişsin. Akıl daima verdiği sözü anar ve unutkanlık perdesini kolaylıkla yırtar.”
Mevlâna bu beyitler ise vefakarlık ve ahde vefayı akılıca bir yaklaşım olarak anımsatır ve aklı başında olan kimse kesinlike verdiği sözü tutar diye vurgu yapar. İnsanın başına ne geldiyse onun hamakatından ve aptallığından sanarak, aklın yetersiz kalacağını da ahde vefasızlıktan kaynaklandığını savunur. Başka bir değişle, Mevlâna “Vefa” konusunu sadece duygu gereği değil, akıl rotasında gerçekleşmiş eylem olarak niteliyor. Başta söylediğimiz gibi vefaya bağlı olmak insanlar arasında bağdaşımları, iletişimlerin gelişimini, bundan kaynaklanrak toplumda huzurun sağlandığını savunmaktadır. Vefa, akıl işidir der. Başka bir yerde vefa ile ilgli tam kelimeyle önemini vurgulayarak şöyle bir ifadede bulunur:
وز وﻓــ ﺎداري ﺟــ ﻤــ ﻊ راﺳـــــﺘــ ﺎن | آﻣــﺪﯾــﻢ اﻧــﺪر ﺗــﻤــﺎﻣــﯽ داﺳــــﺘــﺎن |
“Hikâyeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakârlığından bahsetmeye geldik.”
Veya beşinci defterinde der ki:
ﮐـﯽ وﻓـﺎ ﺻـــﻮرت دﮔـﺮﮔـﻮن ﻣـﯽ ﮐـﻨـﺪ | ﭼـﻮن وﻓـﺎ آن ﻋﺸـــﻖ اﻓـﺰون ﻣـﯽ ﮐـﻨـﺪ |
“Vefa, aşkı artırıyorsa, suret nasıl olur da vefayı değiştirir?” cümlesinde artık vefayı insanın özelliklerinden sayarak imanlı ve kâmil insanın kaçınılmaz davranışı olarak açıklamaktadır. Buna ek olarak vefayı anlamış ve öğrenmiş olan insanı da hiçbir şekilde huyu ve davranışlarını değiştirmeecek nitelikte olduğuna vurgu yapar Hz. Mevlâna.
Mevlâna, vefa ilkesine önem vererek insan ve toplumun kurtuluş unsuru olarak da dikkate almaktadır. Hz. Mevlâna, Mesnevi’nin 5.
defterinin 45. bölümünde Numan bin Münzir hikayesini ele alarak vefkârlığın kurtuluş yolu olduğunu anlatır. Hikâyeye göre Numan b. Münzir her sene kendisi için bir uğurlu, bir de uğursuz gün belirlermiş.
Tespit ettiği uğurlu günde karşısına çıkan ilk kişiye yüz deve verir, daha bir takim hedyeler bağışlarmış. Bunun aksine uğursuz günde ilk karşısına çıkan kişiye ise ölüm fermanı uygularmış. İşte böyle bir uğursuz günde bir fakir kişi sokakta karşısına çıkar ve Numan onun ölüm emrini verir. Kişi ise yalvarır, yakarır ve sokağa çıkmanın sebebini ihtiyacı ve rızk aradığını söyler. Padişahın belirlediği bir günde böyle bir yanlışlık yapmayacağının farkında olduğunu açıklar.
Numan’dan akşama kadar ailesine yiyecek, içecekler bulup götürmesine izin vermesini talep ederek yalavarır. Padişahtan süre ister. Ailesinden vedalaşarak gere geleceğine dair söz verir ve ondan sonra ölüme razı olduğunu anlatır. Ancak Münzir bu işin tanınmış birinin kefil olacağı durumunda kabul edeceğini açıklar. Şerik bin Ali adında birisi kefil olur ve böylece kişi serbest bırakılır. Fakat akşam yaklaştıkça hem kefil olan kişi hem de diğerleri ölümün gerçekleşeceği ve kefil olan kişinin boşuna öleceği korkusu hepsini bürür.
Ama tam zaman dolacakken fakir adam sarayda bulunuverir. Münzir bu olayın karşısında şaşırıp kalarak der ki: “Ben hayatımda sizin gibisini hiç görmedim. Sen fakir bir insan olduğun için ölümü bile bile göze aldın ve geri döndün. Bu nasıl bir şey? Şerik ise tanımadığı bir insana kefil olarak kendi canını tehlikeye attı. Böyle bir cömertlik ve sadakatı hiç görmedim. Bu sadakatin nedeni nedir acaba?” diye her iki kişiden sorar. Fakir olan kişi cevaben şöyle bir yanıt verir. “Vefası olmayanın dini de yoktur.”, der.
“Bilindiği gibi ahde vefa ve kısacası vefa, iman simgesi ve bundan doğan değerler ise kurtuluş ve huzur yoludur. Nitekim Mevlâna bu hikâyeye dayanarak şöyle der: “Vefa toprağına bir yudumcuk olsun döken kimseden devlet avı nasıl olur da kaçabilir?” (Bursevi, s. 38, 2013)
ﺟﺮﻋـﻪ ﺑﺮ ﺧـﺎك وﻓـﺎ آﻧﮑﺲ ﮐـﻪ رﯾﺨـﺖ ﮐﺲ ﺗﻮاﻧـﺪ ﺻـ ـﯿـﺪ دوﻟـﺖ زو ﮔﺮﯾﺨـﺖ
(Mowlavi, s.238, 1997)
Vefa kelimesi genel olarak tüm toplumlarda kusursuz ve nitelikli kişilerin asıl karakteri olarak dikkate alınmaktadır. Dolayısıyla ahde vefa ve verilen söze saygı göstermek, bu özelliği temel gereklilik gibi değerlendirmek her insanın doğasında bulunmalı. Zaten bu özellik her insanın fıtratında bulunmaktadır. Vefalı olmak, vefaya sadık kalmak veya verilen sözü tutmak tabiki iç ve dış etkenlerle şiddetli ve yahut hiddetli olabiliyor. Bu değişim ve vefa ferekanslarının güçlü olup olmadığı iste birkaç etkenlere dayalıdır. Ailevi terbiye, eğitim ortamı, bireyin yetiştiği çevre ve aldığı ahlakî yöntemler ve her şeyden önemli, kişisel nitelik ve nicelik işte vefakarlık durumunda önem arz etmektedir.
Bireyler vefa ile ilgili değer ve kavramları ilk eğitim okulunda, yani doğa, yaşam ve çevresinde öğrenir. Temiz ve asaletli ortam ve çevrelerde yetşmiş olan çocuklar, ahde vefanın uygulanmasını gerekli bulurlar. Bunun aksine sözünü tutmamış ebeveyn, vefayı kendi yaşamları ve hatta evliliklerinde önemsememiş olan anne-babaların çocukları genellikle ahde vefayı pek umursamaz ve hatta kavramını bile unutur.
Bununla birlikte eğitim ortamları da vefa duygusunu dürtebilecek ortamlardır. Öğretmenin verdiği söz, teşfik ve yahut tenbihleri bile zamanında uygulanırsa çocuklarda etki bırakır. Yani, insanoğlunun fıtratında olan vefa duygusu etkilenir. Doğru yaklaşım pozitif duyguyu yaşatır, aksi taktirde yanlış yaklaşım ise neganif yönde çocuğu karanlık yolda ilerlemesine zemin hazırlar. Bu ilkenin İslam toplumundaki doğası gereği, büyük ahlaki sözleşme ve anlaşmanın ihlali olarak kabul edilir. Bir toplumun en önemli değerinin bireylerin karşılıklı güveni olduğu söylenebilir. Temelde toplumu dağınık birlikten çıkaran ve zincirler gibi birbirine bağlanan şey, koordine sosyal faaliyetleri ve büyük ölçekli iş birliğini destekleyen ise karşılıklı güven ilkesidir.
Herhangi bir toplumda sözleşmelere uyulursa, güvenliğini ve istikrarını garanti eder ve insanların kırılmasını önlemek için aldığı önlemlerin çoğunu kaldırır.
İslam toplumunun diğer toplumlarla önemli farkı işte vefa bağlamındadı. Nitekim Hz. Ali (a.s.) hep bunu vurgulardı: “Herhangi bir şeyi kendine beğenmiyorsan, başkasında beğenemezsin.” Yani, birey her hangi birisinden vefayı, sözünün tutmasını talep ediyorsa mutlaka kendisi de öyle olmalı. Bu sadece İslamî toplumlar için değil Müslümanların diğer toplumlara karşı da sadık kalmaları öngörülmektedir. Vefakarlık tam manasıyla geçici maddi çıkarların korunmasında özen göstermek değil, her kimsenin de hakkını korumak ve çıkarlarını düşünmek demektir. Bazılarınca antlaşma kendileri için faydalı olana kadar sürdürülmeli; ancak onların yararına olmadığında, çeşitli bahanelerle görmezden gelelmek bir nevi beceri, üstünlük ve zeka gibi gösterilir. (Shariaty, s.58-67, 2009)
İşte bu gibi yaklaşımlar aile ortamından tutarak eğitim ortamında devam ederse öylesi bir toplumun ahlaki yönden çözkmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden Mevlâna eserlerinin birçoğunda özellikle Mesnevi hikayeleri, Fîhi Mâ Fîh, ve Mecâlis-i Seb’a gibi bıraktığı değerli kitaplarında bu konu üzerinde durmaktadır. Bilindiği gibi birçok Îlahi dinlerde Allah’ın peygamberleri Vefkarlığı imandan sayarak İslam dini de bu konuyu dikkate almaktadır. İslam toplumunun maneviyatını yaymak ve insan ilkelerini diriltmek, sevgiyi ve dostluğu yaymak ancak ahde vefa ile mümkün olur ve bu nedenle Kur’an ayetlerinde ve İslam geleneklerinde defalarca vefa ve vefakarlık konusu vurgulanmıştır.
Hz. Peygamber(s.a.v.) Müslümanların her koşulda sözleşmeyi yerine getirmesi gerektiğini vurgular.
Peygamber Efendimiz’in antlaşmasını yerine getirmekte çok dikkatli olduğuna dair çok sayıda kanıt vardır. Kuran’da vefa ve vefakarlık kelimesi 45 kez geçmiştir. Bu yazı insanları antlaşmayı çeşitli şekillerde gözlemlemeye davet eder. Örneğin:
“Ne zaman onlar bir ahidde bulundularsa yine kendilerinden bir grup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmezler.” (Bakara suresi, 100. Ayet)1
“Hayır, Öyle değil! Her kim ahdine vefa gösterir ve sakınırsa, bilsin ki Allah o sakınanları sever.” (Âl-i İmrân Suresi, 76. Ayet)2
“Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır.” (Ra’d Suresi, 20. Ayet)3
Ayrıca, bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v) açıkça ahde vefayla ilgili önemli konu olduğunu belirterek şöyle vurgu yapar. “Allah’a ve kıyamet gününe inanmış olanlar, verdikleri sözü tutmalı ve ahdine vefalı olmalılar.”4 ( ۱۳۷۸ ، کلینی، ص. ۳۶۴ )
Mevlâna’nın önemli eseri olan “Mesnevi” kitabında gerek hadislere gerekse Kutsal Kitap ayetlerine ve birçok yerde diğer İbrahimî peygamberlerin sözlerine özellikle Hz. İsa (a.s.) öğütleri ve hikayelerine yer vermekte ve vefa konusunu önemli kılmaktadır.
Ahde vefa ve vefakarlık alanları:
Vefa ile ilgili konular ele alınırsa çeşitli alanlarda ahde vefa ve yahut antlaşma türleri bulunmaktadır. Bunların en başta gelenleri aşağıdaki gibidir:
1. Allah ile antlaşma: Bilindiği gibi bu antlaşma ve vefakarlık şeklinin en önemli ve kutsal olanıdır. Gerek Tevrat, İncil, gerekse Kur’an içeriğinde aht ile ilgili birçok ayet bulunmaktadır. Allah ile ilgili antlaşma en büyük antlaşmalardan biridir. Kur’an ayetlerinde “Aht= ﻋﮭﺪ” kelimesi yazılırken Allah ile olan antlaşma “Ahd’allah= ﻋﮭﺪﷲ” olarak biçimlendirilmiştir. Ra’d Suresi, 20. Ayet; Âl-i İmrân Suresi, 77. Ayet; Yâsin Suresi, 60. Ayet, bunun bariz örenkleridir.
Allah ile yapılan antlaşma, yaratıcı ile yaratılan arasında olan bağlantıdır. Bu tür antlaşma insanın özünde kök salmış ve çok dinlendirici ve sükûn ile huzur kaynağı olarak tanımlanan bir antlaşmadır. Eğer insan bu önemli sözleşmeye sadıksa, diğer sözleşmelere de sadık olacaktır diye vurgu yapılır Kur’an kitabının birçok yerinde.
2. Kendisiyle Sözleşme: Bu sözleşme, doğrudan veya dolaylı olarak, insanın Allah ile yaptığı sözleşmenin türevlerinden İnsanlar hayatları boyunca kendileriyle tekrar tekrar sözleşir. Tövbe eder, sonra bozar ve tekrardan kendisine yapmayacağına söz verir. Ama bu bağlamda insan tövbe ederek sözünü devam ederse vefakarlık bağlamında bir adım ileri gitmiş demektir.
Belki de bu insan iradesinin bir kanıtıdır. İnsan iyilik yapmaya veya Allah’a hizmet etmeye kararlı olduğunda, kendini iyi yapmaya ve güneşten kaçınmaya yemin etse bile yine Allah’ın rahmetine inanarak sözünü tutar ve ikna olarak salih kul olur.
3. Yaratılış Sözleşmesi: Bu sözleşme de çok önemlidir ve kısaca başkalarının haklarının kaybedilmemedi doğrultusunda gerçekleşir. Halkla Sözleşmenin birkaç yönü vardır:
a) Evlilik b) aile sözleşmesi c) iş vaadi d) Bir ulusun başka bir ulusa karşı yükümlülüğü
Antlaşmanın ve ona vefakâr kalmanın bireysel yaşamdaki etkileri:
Sağlıklı bir ortam oluşturmak, dostlukları güçlendirmek ve arkadaşlar arasında güvene dayalı bir ilişki yaratmak için taahhüt etmek ve ahde vefa çok önemlidir. Öte yandan, bağlılık ve bağlı olmamaklık, arkadaşlar arasında bir sinizm ve ikiyüzlülük ve tembellik ortamı yaratmada önemli bir rol oynar. Peygamber, Hz. Ali (a.s) diyor ki: Sözünü yerine getirmeyen birinin dostluğuna güvenme.(حسن, ۱۳۹۵ ، ص. ۲۳۲ )
Vaat eden bir kişi disiplinlidir, kendini daha sorumlu hisseder ve hatta küçük antlaşmalara önem verir ve bunu yapmanın görevinin omzunda ağır bir şekilde hisedilmesine ayrıca onu Allah’ın merhametinden uzaklaştırmasına izin vermez.
Antlaşmanın ve ona vefakâr kalmanın toplumdaki etkileri:
Sözleşmenin yerine getirilmesi sonucu, yetkililerin siyasi ve sosyal ilişkilerini ulusa karşı sağlam zemine oturttuğu gibi ulusal birliğin ve beraberliğini de sağlamlaştırır. Dolayısıyla topluluğun sağlıklı sosyal ve politik ortamını güçlendirir. Sözleşmeye bağlılık, insanların yaşamları, iç ve dış ilişkileri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir ve insan ne kadar vaadine ve sözüne çok bağlı kalırlarsa, birbirlerine o kadar güven ortamı oluşur, sonuç olarak, işlerinde kendilerini daha rahat ve güvende hissederler.
İnsanların inanç vaadini insani, ahlaki ve dini görevleri olarak gördükleri ve titizliklerinin yerine getirildiği bir ekonomide, ekonominin finansal yükümlülükleri ve sözleşmelerinin tam bir güven ve güvene dayalı olması ve o ülkenin ekonomik büyümesine ve halkının refahına katkıda bulunması doğaldır. Borçlunun borcunu zamanında ödemesi ve satıcının malları alıcıya karşı yükümlülüklerine karşı zamanında teslim etmesi sonucunda ekonomi çarkı hareket etmeye devam edecektir.
Ahde vefa olmamaktaki hüsranlar:
Eğer ahde vefa kavramı ve önemi bireyde değersiz duruma gelirse veya gerekliliği normal durum ve duygu hâline indirgenirse, sadece bireyin kendisine değil, topluma acımasız bir darbe gelir. Böyle bir kişi, her alanda ve sahnede güvensizlik ve ihmalden başka bir şey bırakmayacak ve her yere kötülük, güvensizlik, yalancılı ve ikiyüzlülük parmak izini bırakmış olacaktır. Ayrıca, sözleşmesini ihlal eden bir kişi topluma olan güveni azaltır ve sonuç olarak hayatı başkaları için zorlaştırmış olur. Dolayısıyla insan faaliyetleri bozulduğu gibi geçim kaynakları, endüstri gelişmeleri vb. Etkilenir, toplum bozulur ve istikrarsızlaştırılır.
Sözleşmeyi ihlal etmenin diğer dezavantajı, başkalarının diskalifiye edilmesi ve arkadaşlıkların sürdürülememesidir. Bir sözleşmeyi kıran kişi iyi bir arkadaş olamaz. Bugün vaat eden ve yarını kıran, bugün kötü insanlarla uğraşmayacağına söz verir ve yarın tam tersini yapar ve kısacası anlaşmalarından hiçbirine uymayacaktır. Yakın ve güvenilir bir dostluk olabilir.
Sözleşmeyi ihlal etmenin bir başka dezavantajı, istekler ve dualara cevap vermemesidir. Kişi, sahibini ve yaratıcısını her zaman kendine hâkim ve nâzir biliyorsa mutlaka işlerinde sorumluluk hisseder ve Allah’ı her daim başında olduğunu düşündükçe kendini şaşmaz bir makine olarak düşünebilir.
Bu yüzden boynunda herhangi bir antlaşma ve yahut aht bile olmadan Allah’ı düşünerek onun rızası için her zaman yardım elini gerekli yerlerde uzatır ve işe koyulur. İnsan eşref-i mahlûkat olarak tanınmışsa bu onun başkalarından bir tık olarak üstün olmasından kaynaklanmaktadır. İşte insan üstünlüğü aklı- fıtrı bağlamındaki anlayış ve sorumluluk duygusundan önem arz eder. İnsan Allah’ın mahlûkatlar karşısında hizmetkâr olarak yaratılış zincirinin bir halkası sayılıyor. Bu nedenle boyununda kişisel ve toplumsal sorumlukların idrakidir.
Allah’ın antlaşmasını yerine getirmesi için gereken yükümlülükler vardır. İslam’da dinin temellerine uymak ve gerçekleştirmek, namazı zamanında kılmak ve buna benzer dini vazifeleri uygulamak işte bir çeşit ahde vefa egzersizleri olarak nitelenmektedir. Herhangi bir sorumsuzluk ve ahde vefasızlıktan doğacak hüsran sadece bireyi değil, toplumu da bağlar, ayrıca gelecek kuşakların da zarara uğrayacaklarına zemin hazırlamış olur.
Ahde vefasızlık faktörleri:
A) İnançsızlık: İhlale neden olabilecek faktörlerden biri inanç eksikliğidir. İnanmayan biri, Allah’a karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmez ve sonuç olarak insanlara karşı olan diğer yükümlülüklerine dikkat etmediği gibi sürekli yalan yeminler
B) Korku: Bazen korku bir ihlalin sebebidir. Bir korkak utanırsa ve hayatın veya çelişkinin içinde kalarak kendini tehlikede olduğunu hissederse, antlaşma artık onun için önemni yitirmiş olur; böylece antlaşmasını
(C) Çıkarcılık: Sadece kendi çıkarlarını önemseyen ve her şeyi madde ve varlığı olarak düşünen birisi, sözleşmeyi kırarak bile çıkarlarını sürekli olarak her şekilde elde etmeye çalışır.
D) Yalan söylemek: Yalan söylemek aynı zamanda ihlalin nedenlerinden biri İki taraf arasında en başından beri yanlış bir anlaşmaya varılırsa, bir kişi göz ardı edilebilir. Ahde vefasızlığa ilişkin, birçok başka faktörler de bulunmaktadır. Bunlardan, hırs, bencilik, şüphe, kıskançlık gibilerini saymak mümkündür.
Mesnevi’de Vefa kavramları:
Mevlâna, Mesnevi eserinde hikayeler ve şifreli sözlerle birçok yerde vefa kelimesinin özünü anlatmaya çalışmıştır. Nitekim Mesnevinin 5. defterinde “جف القلم”(kalem kuruması veya mürekkebin kuruması) kelimesini kullanarak kalemin mürekkeble yazdığını edebi sanat özelliğine dayanarak istiare ve kinaye ile vefakarlığa benzetmeye çalışır. Vefa olmayan yerde işlerin rast gelmesi de mümkün olmadığı gibi insan ne yaparsa sonucunu alır ve ne ekerse onu biçer atasözüne atıfta bulunarak ahde vefayı önemli sayar:
راستی آري، سعادت زایدت |
کژ روي جف القلم کژ آید ت |
عدل آري بر خوري جف القلم |
ظلم آري مدبري جف القلم |
خورده باده، مست شد جف القلم |
چون بدزدد دست شد جف القلم“ |
“Eğri gidersen, kalem de sana eğri yazar. Doğru gelirsen kalem de kutluluğunu artırır. Zulmedersen kötüsün, gerisin geriye gittin. Kalem bunu yazdı ve mürekkebi kurudu. Adalette bulunursan, saadete erersin, kalem bunu yazdı; mürekkebi bile kurudu. Elinle hırsızlık edersen, cesasını çekersin. Kalem yazdı ve bürekkebi bile kurudu. Şarap içersen sarhoş olursun. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu.”
Anlatıldığı gibi, Mevlâna bu beyitlerde kalem her ne varsa ve olacak şeyleri yazmaya mecburdur ve yazarak mürekkebi kuruyor. Yani, ömür mürekkep gibidir ve birgün sona erir ancak insanın ne yaptığı ve ne sonuç yarattığı önemlidir. İyi ile kötü aynı olmadığı gibi, vefasızlıkla vefakarlık da aynı değildir. İbadetle günah bir olmadığı gibi, şükretmekle nankörlük de aynı değildir. İnsanoğlunun tüm yaptıkları şüphesiz Allah makamında değerlendiriliyor ve vefa ihsan olarak zayedilemez. Bu konuyu aşağıdaki beyitlerde açıklar Mevlâna:
همچو معزول آید از حکم سبق؟ |
تو روا داري روا باشد که حق |
پیش من چندین میا، چندین مزار |
که ز دست من برون رفتست کار |
نیست یکسان پیش من عدل و ستم |
بلک معنی آن بود جف القلم |
فرق بنهادم ز بد هم از بتر |
فرق بنهادم میان خیر و شر |
که جفاها با وفا یکسان بود ؟ |
معنی جف القلم کی آن بو د |
وآن وفا را هم وفا جف القل م |
بل جفا را هم جفا جف القلم |
دولت او را می زند طال بقا |
وز غلامی هندوي آرد وفا |
“Reva görür müsün ki Allah işten kalsın, hiçbir şey yapamasın? İş benim elimden çıktı, bir şey yapamam artık. Benim yanıma bu kadar gelme, bu kadar sızlanma desin? Kalem kurudu sözünün mânası, benim yanımda adaletle sitem bir değildir demektir. Ben, hayırla şerrin arasında bir fark koydum. Kötüyle daha kötüyü de ayırdım demektir. Kalem yazıi mürekkebi kurudu sözünün mânası, cefa ile vefa birdir demek değildir. Cefaya karşılık cefa… Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. O, vefaya karşılık da vefa… kalem yazdı, mürekkebi kurudu demektir. Fakat Hintli bir siyah köle vefada bulunsa devlet ve ikbale erişir, ömrü artar.”
Mesnevî’nin üçüncü defterinde son cümleyi vefa hakkında söyle ve insanın kemaline yl açıp olumlu yönde değişieceğine işaret eder:
کی وفا صورت دگرگون می کند ؟ | چون وفا آن عشق افزون می کند |
تابش عارتی دیوار یاف ت | پرتو خورشید بر دیوار تافت |
“Vefa, aşkı artırıyorsa, suret nasıl olur da vefayı değiştirir? Güneşin ışını duvara yansıdığı zaman duvar ödünç aldığı ışınla duvar olduğunu göstermiş olur.”
Mevlâna bu bağlamda vefakarlık ve yahut ahde vefayın insan kişiliğinin anlam kazandığını ve vefa aydınlık ve pozitif nesne olarak insanı yüzü ak çıkmasına ve elit birisi olmasına ortam kazandığını vurgular. Yani, vefa erdemlik ise, vefakâr kişi erdem ve makbuldur. Bu durumda ferdi etiklerle donanmış bir toplum da mutlaka erdemli bir toplum olur demeye çalışır Hz. Mevlâna.
SONUÇ
Vefa ve ahde bağlı kalmak sadece ferdi değil, toplumsal açıdan da önemlidir. Birey- toplum arasındaki sorumlulukların içerisinde en önemli konu “vefa” meselesidir. Zira fert vefaya bağlı kalıp kalmamasıyla toplumun kültürünü, ahlakını, yapısını ve her şeyde ziyade geleceğini ve yeni kuşağın vizyonunu etkiler. Ne yazık ki çağımızın ihmal ettiği en önemli konularından biri vefaya karşı sorumluluğun önemsenmemesidir. İnsanların birçoğu ahlakî değerleri gerek aile gerekse eğitim ve yaşadığı toplumdan alır. Fakat bütün değerlerin var olacağı ve yararlı kılınacağı seviye işte “vefakarlık” ile sağlanabilir.
Mevlâna İslâmî ve insanî terbiyeyi sosyal ve içtimaî hayatta her birey için uygulanmasını önerir ve mesnevi eserinde bunun üzerinde durur. Nitekim 1. defterin 904-907 beytlerinde “Hayvanlarla Aslan” arasındaki hikâyeyi ele alarak sözüne vefalı kalmayan, yalancı olan, hile ile taahhüdünü gerçekleştirmeyen bir kimsenin toplumda hangi zararlara yol açacağını anlatarak “ahde vefa” yoksunu olan toplumda güvenin sağlanmayacağına vurgu yapıp düşmanlık ve insanların birbirinden uzaklaşacağını açıklar.
Mevlâna, “Kelile ve Dimne” kitabında bir hikâyeyi ele alarak yemyeşil ve verimli bir ormanda yaşayan hayvanlar ile aslant arasındaki güvensizliği doğmasını açıklar. Aslan devamlı av için ormana saldırır ve diğer hayvanlar artık güvencede olmadıklarından dolayı çözüm yolu bulmaya çalışırlar. Bu nedenle, hayvanlar kin, düşmanlık ve güvensizlik ortamından kurtulmak için düşünüp taşınırlar ve sonunda aslana gelirler. Hayvanların arasından tecrübeli ve yaşlısı öne çıkar ve der: “Biz her gün size hizmet vermeye hazırız. Sizin istediğiniz günlük rızkınızı sağlayacağız fakat artık siz de meraya saldırmayıp bizim de güvenliğimizi bozmayacaksınız.” Aslan hayvanların önerisini kabul eder, ancak bunu garanti edemez ve koşul koyar. Çünkü geçmiş deneyimlerinden dolayı kimseye inanmaz ve her hangi bir taahhüdün boşa çıktığını hatırlayarak öneriyi sadakatlı bilmez.
Kendisini başkalarının hilelerinin hep mağdur olduğunu söyler ama yine de sözünü garantilemez. Böylece hem hayvanlar hem de aslan devamlı pusuda olma durumuyla karşı karşıya kalırlar. Aslan şöyle der: “Bilge kişi bir delikten iki kez ısırılmaz.”
Mevlâna, bu hikayeyi anlatarak Hz. Peygamberin buyurduğuna işaret ederek şu hadisini hatırlatır: “ لا یلدغ المومن من حجر واحد مرّتین ” Yani, mümin iki kez aynı yerden ısırılmaz. Cümle, kolayca aldatılmayacağını söylemek istiyor:
بودشان از شیر دایم کش مکش | طایفه نخجیر در وادي خوش |
آن چرا بر جمله ناخوش گشته بو د | بس که آن شیر از کمین در می ربود |
کز وظیفه ما ترا داریم سیر | حیله کردند، آمدند ایشان به شیر |
تا نگردد تلخ بر ما این گیا | بعد از این اندر پی صیدي میا |
“Güzel bir merada av hayvanları, aslan korkusundan ıstırap içindeydiler. Çünkü aslan daima pusudan çıkıp birisini kapmaktaydı. O otlak bu yüzden hepsine fena geliyordu. Hileye başvurdular; adlanın huzuruna geldiler. Biz sana gündelik yiyeceklerini verip doyuralım, bundan sonra hiçbir av peşine düşme ki bu otlak bize de zehrolmasın diye söylendiler.”
Aslan ise bunların istekleri karşısında şöyle cevap verir:
مگرها بس دیده ام از زید و بکر | گفت آري گر وفا بینم نه مکر |
من گزید هي زخم مار و کژدمم | من هلاك فعل و مکر مردمم |
از همه مردم بتر در مکر و کین | مردم نفس از درونم در کمین |
قول پیغمبر به جان و دل گزید | گوش من “لایلغ المومن” شنی د |
“Aslan dedi ki hileye uğramazsam vefa görecek olsam, dediğinize uyarım. Ben şu ana kadar pek çok hileler ve vefasızlıklar görmüşümdür. İnsanların yaptıkları işlerden, ettikleri hilelerden helâk olmuşumdur. O yılanlar ve akrepler tarafından çok ısırılmışımdır. İçinde pusus kurmuş olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün adamlardan beterdir. Benim kulağım, mümin bir zehirli hayvan deliğinden iki kere dağlanmaz sözünü iştti. Peygamber’in sözünü canla, gönülle kabul etti.” (محمد م. ب., ۱۳۹۶ )
Bu hikâyede, Mevlâna, toplumda yalanların varolduğunu, ahde vefanın olmayışının sonucunu, hile ile sözü tutmamayı ne kadar topluma zarar verdiğini anlatmaya çalışır. Vefayı önemsemeyen kişi sadece kendisi ve karşısındaki değil, toplumuna da zarar vermiş olur. Bilindiği gibi, insanlar sadece anne-baba, kardeş, akraba ve dostlarla ilgi sorumlu değil, yaşadığı toplum ve evrensel sorumluluk karşısında da taahhüdlere yükümlüdür. İyilikler kesinlikle karşılıksız bırakılmaz; nitekim kötülüklerin de yan etkileri ve hüsranları herkesi ve her şeyi etkiler. İnsanoğlu ferdi ve toplumsal yönden sorumluluklarını idrak ederse, dilde, fikirde ve davranışında pozitif olur ve yarar sağlar. Böylece yardımlaşma ve dayanışmanın esası olan vefa ilkesi de tesis edilir.
Vefa ile ilgili önemli olan şu ki: (Garzanlı, 2015)
“Vefa”, her insanda özellikle Müslümanlarda bulunması gereken önemli bir özelliktir. Çünkü hayat-ı beşerîyenin ruhu ahde vefa ile olur. Vefasızlık ise şahsî menfaat ve bencilliği öne çıkarır; dolayısıyla sosyal hayatın temel prensipleri olan güven, itimat, samimiyet ve hürmet de ortadan kalkar. “Vefa”, gerek Allah’ın (cc) yanında, gerekse insanların yanında kişinin itibarını ve şerefini arttırır. “Vefa”, insana şeref veren, baş üstünde taşıyan mücevherlerle bezenmiş bir taçtır. Vefa, Allah’ın takdirine ve insanların da sevgisine ulaştıran güzel bir meziyettir. Kur’ân- ı Kerîm’de meâlen, “Allah’a verdiğiniz ahdi tutun” Âyet-i Kerimesiyle Cenâb-ı Hak, ahde sâdık kalmayı emretmiştir. Mü’minler, günahlarından pişmanlık duyarak affedilmek ümidiyle tövbe ederler. Her yapılan bir tövbe Allah’la kesin bir akit, bir daha o günahı işlememek için verilen bir sözdür. Tövbe eden kul, “Allah’ım, bundan böyle emirlerine bağlı kalacağım” diyor. İşte bu ahde bağlı kalma “ahde vefadır.” Ahde bağlı kalınmadığı zaman vefasızlık, sadakatsizlik yapılmış olunur. “Allah’a verdiğiniz ahdi tutunuz.” Âyette emir edildiği üzere gerek Allah’a, (cc) gerekse başkasına verilen söz mutlaka yerine getirilmelidir.
Sonuç olarak ahde vefa ve sadakatlı olmak sadece bireysel bir özellik değildir, aynı zamanda bireysel davranışların etkisi toplumu da etkileyebilir. Yalan, hile, vefasızlık, nankörlük, söze sadık kalmamak, taahhütlere karşı sorumsuzca davranmak ve birey kendi amacına ulaşmak için her yaptığını uygun görüyorsa, kesinlikle toplumda ahlakî çöküş gerçekleşir ve yapılanlar git gide ar özelliğinden çıkarak kişiler arsızca davranmaya başlar ve bu duygu zaman sürecinde umursanmayarak normal helde dönüşüverir. Böylece, insanlar arasında birbirlerine olan güven atmosferi kayboluverir. Bu nedenle, ahde vefa sadece kişinin entelektüel ve ruhsal güvenliğini değil, aynı zamanda toplumun güvenliğini ve barışını da sağlayacaktır. Bu gibi durumlarda insanlar kolayca birbirleriyle ilişki kurarlar. Dolayısıyla karşılıklı güven ve inanç, bireyin ve toplumun refahının anahtarlarından biri sayılır.
Küresel toplulukları, maddi, manevi köklü temellerin üzerinde inşa edilerek işbirliği ve sosyal birliktelik gerektiren bireysel birimler gibi düşünürsek, verilen sözlere sadık kalmak, vefaya uymak kesinlikle medeniyetlere güvenlik ve barış getireceğini de inanmalıyız. Böylece evrensel barışın sağlanabileceğini de görmüş oluruz. Başka bir deyişle, toplumda ahde vefa ne kadar gerçekleşirse, barış da bir o kadar sağlanır. Küçük topluluk taahhütlerine ve sözleşmelerine bağlı kaldığı sürece dünya barışı ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, medeniyetler arası iletişimin sürdürülmesi sağlanacak; işte bu gibi önemi konu yadsınamayacak ve insan toplumunun refahı desteklenecektir.
Kaynakça
Bursevi, İ. H. (2013). Tefsir’î Rûhu’l Beyan (Vol. 18). (H. K. Yılmaz, A. Sert, & M. Eriş, Eds.) İstanbul, Türkiye: Ekrem Yayın San. ve Tic. A.Ş.
Ehsani, M. (2010, 3 09). Askdin.com/thread/وﻓﺎی_ﺑﮫ_ﻋﮭﺪ_ﭼﯿﺴﺖ؟. Retrieved 2 13, 2020, from http://askdin.com/thread/%D9%88%D9%81%D8%A7%D9%8A-%D8%A8%D9%87-%D8%B9%D9%87%D8%AF-%DA%86%D9%8A%D8%B3%D8%AA%D8%9F
Garzanlı, R. (2015, 5 03). rustem-garzanli/ahde-vefa_33. 11 22, 2019 tarihinde www.yeniasya.com.tr: https://www.yeniasya.com.tr/rustem- garzanli/ahde-vefa_333241 adresinden alındı
Golkarian, G. (2018). Mevlâna Görüşünde Barış ve Uzlaşı. ıv. Uluslararası Mevlâna Sempozyumu, Hz. Mevlâna ve İslam Dünyasında Kardeşlik (s. 111-122). Konya: Selçuk Universitesi, Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü.
Mowlavi, J. M. (1997). Mathnawi (Vol. 5). Tehran, Iran: Ketabhay-e Khamoush.
Shariaty, M. B. (2009). The Importqnce of Covenant Loyalty from the Perspective of Wisdom. Islamic Teaching Journal, 33, 58-67.
ﺣﺴﻦ, ح. ع. .(1395) وﺳﺎﺋﻞ اﻟﺸﯿﻌﻪ )ﺟﻠﺪ .(3 )ش. ع. ﺻﺤﺖ, ﻣﺘﺮﺟﻢ( ﺗﻬﺮان, اﯾﺮان: ﻧﺸﺮ ﻧﺎس.
ﮐﻠﯿﻨﯽ, ك. .(1378) اﺻﻮل ﮐﺎﻓﯽ )ﺟﻠﺪ .(2 ﻗﻢ, اﯾﺮان: ﻧﺸﺮ ﺑﻌﺜﺖ.
ﻣﺤﻤﺪ, ر. ا. .(1389) ﻣﻔﺮدات اﻟﻔﺎظ ﻗﺮآن )ﻧﺴﺨﻪ .(2 )ح. ﺧﺪاﭘﺮﺳﺖ, ﺗﺪوﯾﻦ( ﻗﻢ, اﯾﺮان: ﻧﺸﺮ ﻧﻮﯾﺪ اﺳﻼم.
ﻣﺤﻤﺪ, م. ب. .(1396) ﺷﺮح ﺟﺎﻣﻊ ﻣﺜﻨﻮي ﻣﻌﻨﻮي )ﻧﺴﺨﻪ ,1 ﺟﻠﺪ .(1 )ز. ﮐﺮﯾﻢ, ﺗﺪوﯾﻦ( ﺗﻬﺮان: اﻧﺘﺸﺎرات اﻃﻼﻋﺎت.
ﻣﺤﻤﺪ, م. ج. .(1367) ﻣﺜﻨﻮي ﻣﻌﻨﻮي )ﻧﺴﺨﻪ ,8 ﺟﻠﺪ .(5 )د. ا. ﻧﯿﺎ, ﺗﺪوﯾﻦ( ﺗﻬﺮان: ﻧﺸﺮ ﻧﮕﺎه.
Array
#Kadir GÜLDİKEN