İşimiz Cilacılık!
Diyor ki insanlar: “Zevkimiz kalmadı ki” .
Zevk ne? Hoşa giden, eğlendiren, insanda hoşnutluk duygusu uyandıran şey. Almıyoruz artık hiçbir şeyden diyor insanlar. Neden? Sıkıntılar, zorluklar, beklentiler, cezalar. Liste uzun.
İşimiz cilacılık.
İşini biliyor mu ki insanlar? İş bir kenara zevk nerden elde edilir? Nasıl oluşur? Zevk alan yer neresi? Gıdası ne? Biyolojik olarak zevk merkezi tanımlanmış. Hormonlar isimlendirilmiş. İlaçlar icat edilmiş. Depresyon durumunda dışarıdan veriliyor. Derde derman oluyor mu? Yıllardır veriliyor ve insanlar tarafından alınıyor. Azaldı mı sorunlar? Arttı mı zevkler? Evete de evet. Hayıra da evet.
İşimiz cilacılık.
Cila deyince zihnim çocukluğuma gitti. Çocukluk evimize. Annemin bayram önü kerpiç duvarları cilaladığı resim önümde şimdi ve yanında ben. Hem aydınlanmış duvarlar hem cilalanmış duvar kokusu. Kendisi de kokusu da zevk verirdi. Müjdelediği şey de. Bayram geliyor. Bayramın müjdecisiydi cila.
Temizlikti. Arınmaydı. Çalışmaktı. Cilalandıkça güzelleşirdi. Cilalandıkça kokardı.
Çinli ressamlar gelmişti Rum ülkesine. İşimiz nakkaşlık dediler. Resim yaparız. Nakış işleriz. Desenleri bezemekte üstümüze yoktur. Ünümüz doğudan batıya herksin dilinde. Saraylar bizimle anılır. Bizim nakışlarımız ay olur, yıldız olur. Güneş olur. Padişah dinledi. Kendi nakkaşları da vardı. Çağırdı onları yanına. Dinleyin dedi. Dinlediler. Padişah da. Sakalını sıvazladı. Uzağa baktı. Sonra hızlı döndü geriye. Karar vermiş gibi. Vermişti. Bir ay dedi. Ses çıkmadı. Devamı vardı bu cümlenin. Bir ay zaman size. Yarışacaksınız. Şu alt odada. Odanın arasına perde koyun dedi. Karışmasın iyi ile kötü. Adalet mercimeği şekerden ayırmayı gerektirir. Adaletime gölge düşmesin. Taaa gerçekle sahtenin, iyiyle kötünün, zalimle mazlumun ayrılacağı güne dek. Oyunun kuralı bu dedi. Ayırdılar odayı ikiye. Bir tarafa siz dedi padişah Çinlilere. Bu duvar size ait. Gösterin maharetinizi. Bezeyin nakışlarınızı. Diğer duvar da sizin dedi kendi nakkaşlarına. O da sizden bekler maharetinizi. Günler geçti. Gün kesesi bir bir boşaldı. Keseden ses gelmez olunca bir ay tamamlandı. Bu sırada neler oldu? Çinliler neleri varsa dağarcıklarında döşediler duvarı onunla. Bakan gözünü alamazdı.
Hayranlıktan gözünü kamaştırırdı. Diğer ressamlar ne yaptı? Nakış yapmadı. Sadece duvarı cilaladı. Sadece cilaladı. İyi günde de kötü günde de. Yağmur varken de, kar yağarken de. Açlıkta da toklukta da. Duvar ben aynayım artık diyordu. Üstüme düşenim ben bundan sonra. Bana yansıtılanım. Ben değilim. Gün geldi perde aralandı. Çinliler tarafına bakanların gözleri kamaştı. Sonra cilalı duvara bakma sırası geldi. Baktılar ve kaldılar. Gerisi yoktu. Tüm o güzel nakışlar ayna gibi cilalı duvara yansıyınca güzellik adını değiştirdi. Yeniden tarif edildi. Alem başka alem göründü herkese. Bu dedi padişah. İstediğim buydu. Zevk bu. Siz kazandınız.
Zevk cilalamaktan geçiyor işte dostlar. Gönüller paslanmış. Nakışları göstermiyor, yansıtmıyor. Diğer duvardaki zevkler zamanla soluyor. Boyaları dökülüyor. Beden zevkleri tüketiyor. Zevk bağımlısı oluyor. Vermekle yetinmiyor. Ne diyordu Hz Pir’in babası Bahattin Veled, Sultanul Ulema: “zevkler doğudan batıya akan bir ırmağa benzer. Tadın ve bırakın. Devam ettirmeye kalkmayın. O zaman bağımlı olursunuz. Sıkıntılar geldiğinde de tekrar gelmesin diye uğraşmayın. Nasılsa yine gelecektir. “
Ne yapalım? Cilalayın. İşimiz cilalamak.
Cila ne ki?
Hatırlamak.
Neyi?
Yok olmayanı. Ezelde ve ebedde var olanı. Sınırsız vereni. Cömertlik padişahını. Var edeni. Yok edeni. Yaratanı. Öldüreni. Zevkin de sıkıntının da yaratıcısını.
Nasıl yapalım?
Nasılını anlatan yol göstericileri dinleyin.
İşimiz cilalamak.
Her şey mâşuktur, âşık bir perdedir. Yaşayan mâşuktur, âşık bir ölüdür.
Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!(30/1. Mesnevi)