İsmail Ankaravî’nin Mesnevî Şerhi girişinden uyarlama
Mahmut Kanık
İsmail RusûhîAnkaravî (ö: H. 1041/M. 1631)
Mevlevî şeyhi ve Mesnevî şârihi.
16. yüzyılın ikinci yarısında Ankara’da doğdu. Doğum tarihi belli değildir. İlk öğrenimine Ankara’da başladı. Tasavvuf yoluna girmeden önce, serî ilimleri tahsil etti. Arapça ve Farsça bilgisini, bu dillerde eser verecek ve şiir yazacak derecede ilerletti. Daha sonra Bayramiyye tarikatına intisap ederk şeyhlik makamına kadar yükseldi. Bu arada Halvetiye tarikatından da icazet aldı. Gözlerinden rahatsızlandı. Tedavi maksadıyla gittiği Konya’da Bostan Çelebi’nin teşvikiyle Mevleviyye tarikatına girdi ve Mevlevîliğin usul, âdab ve erkânını öğrenip seyr ü sülûkunu tamamladı. Daha sonra İstanbul’a gitti. Devrin ilim ve fikir adamlarıyla yakından ilgilendi ve ve kısa sürede saygı değer önemli bir şahsiyet oldu. 1610 yılında, Galata Mevlevîhanesi şeyhi oldu ve ölümüne kadar yirmi yıl bu makamda kaldı. Mezarı, Galata Mevlevîhanesi’nin haziresindedir. Ölümüne “hitâm” ve “irtihâl-i irfan” (H. 1041) kelimeleri tarih düşürülmüştür.
Hazreti Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevisine yazdığı şerhle meşhur oldu. Bundan dolayı “Hazret-i şârih” diye anılır. İsmail Ankaravî, çağındaki şerhçiliğin etkisiyle Herevî, İbn Arabî, İbn Farız’ın eserlerine şerhler yazmıştır. Mesnevî şârihliği konusunda bir otorite kabul edilir.
Mesnevî’yi şerh ederken geniş ölçüde İbn Arabî’nin tesirinde kalması, Mesnevinin ve Mevlânâ’nın daha farklı bir şekilde anlaşılmasına yol açmıştır. Aşağıda bu şerhin giriş bölümünden yapılan bir uyarlamayı sunuyoruz.
Başlıca eserleri:
-Mecmûatü’l-letâif ve ma’mûretü’l-meârif, Mesnevî şerhi.
-Fâtihü’l-ebyât, Mesnevî’nin ilk on sekiz beytinin şerhi.
-Câmiü’l-âyât, Mesnevî’de geçen âyet ve hadislerin şerhi.
-Halli müşkilât-i Mesnevî,
-Tuhfetü’l-berere,
-Minhâcü’l-fukarâ,
-Zübdetü’l- fuhûs fî nakşi’l- Fusûs,
-Îzâhü’l- hikem,
-Semâ Risalesi,
-er-Risâletü’t-tenzîhiyye fîşe’ni’l- Mevleviyye
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Varlıkları var eden Yüce Tanrı’nın adıyla başlarım. Yoktan demek Kâf ve Nûn anlamındadır. Şu anda var olan varlıkları ve geçmiş varlıkları şekil ya da mana olarak veya vücud ya da ruh olarak çift yaratmıştır. Nitekim anlamı örtülü kitabında (kitabün meknûn) bunu haber vermiştir:“Biz her şeyden bir çift yarattık, umulur ki hatırlarsınız.” (Kur’an, Zariyat, 51/49). “Ne yücedir O Allah ki toprağın bitirdiklerinden ve kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratmıştır.” (Kur’an, Yasin, 36/36).
O’nun elçisi, iki âlemin efendisi, varlıkların övüncü ve iki kıblenin imamı olan Muhammed’e, gece ve gündüz değiştikçe, yeniler tekrar ettikçe, Allah’ı zikredenler Onu zikrettikçe salat ve selâm olsun.
Onun zikrinden gafiller gaflete düştü. Onun ailesine ve onun sevgili dostlarına ve onun mirasçısı olan seçkin kullara selâm olsun. Onlar gök yüzündeki ışık saçan yıldızlar gibidir, ilmiyle amel eden alimlere, hak yola girmiş bilginlere de selâm olsun. Onlar ışıklarıyla insanları aydınlatıyorlar.
Sonra, Yüce Allah’a sonsuz hamd olsun. O’nun müjdeleyici ve korkutucu Elçisine salat ve selâm olsun. Bu fakir, hakir, kusuru çok olan ben, Hazreti Pîr Mevlâna Celâleddin er-Rûmî’nin parlak sözlerini yazmaya ve nakletmeye başladığımda, bazı dostlarım- Allah onların feyzlerini artırsın- benden eseri yeniden yazmamı istediler. O mana ve ilim incilerinden, o sır ve incelikler (letâif) denizinden bir şeyler çıkartmamı ve onlardan bir kitap oluşturmamı istediler. Tüm beyitleri şerh edemesem bile, hiç olmazsa, Mesnevinin baş tarafındaki on sekiz beyti bari açıklamamı benden istediler. “El-Kertmü iza vaade, vefa” (iyi insan söz verdiği zaman, o sözü tutar) mazmununu bana hatırlattılar. Geçmişte verilen sözün yerine getirilmesini istediler. Bu fakir de “Fe emma’s-sâile felâ tenhar: Öyleyse sen de isteyeni sakın azarlama” (Kur’an, Duha, 93/10) âyetini nazarı dikkate alarak onların bu isteğini göz ardı etmeyip Mesnevînin başındaki ilk on sekiz beyti ve bazı zor kelime ve deyimlerin anlamlarını şerh etmeye başladım. Bu kitaba Fâtihü’l-ebyât, (Beyitlerin Anlamlarını Açan Kitap) adını verdim. Sonra, Arapça Önsözü Türkçe’ye çevirerek şerh ettim. Baştaki Arapça önsözü şerhimizde yazılmayan, mana incilerini ve latif inci parlaklıklarını (gurer-i letâif) burada irad ettim. Umarım çok yararlı olur; anlaşılması okuyucuya kolay gelir. Bundan sonra gelecek şerhe de inşaallah uygun olur. Umanz ki, Yüce Allah bu gayretimizi kabul eder ve insanlar bu çalışmalardan yararlanırlar.
***
Haza kitabü’l-mesnevî. Buradaki He harfi tenbih harfidir. Aslında ism-i işaret harfi değildir. Belki kendisine işaret edilen şey üzerine tenbihten dolayı irad olmuştur. Zâl harfi ism-i işarettir. Burada bulunuşu, işareti hissettirmek, duyurmak içindir. Eğer kitabın Önsözü Mesnevî’den ise, zihinde ilk anda kuvvetle meydana gelen işler bilinir ve akıllı kimseler nezdinde olacağı kesin olması itibariyle duygu yerine indirgenmiş olur. Eğer bu Önsöz Mesneviden sonra yazılmış ise, kendisine işaret edilen kâğıtlar üzerine yazılmış olan beyitleri adı geçen beyitlerden olur. Kitabü kelimesi masdardır ve “yazılmış” anlamındadır. Mef’ulün masdar olarak adlandırılması, mübalağa içindir. Nitekim “halk” kelimesi “mahluk” anlamında kullanılmaktadır; “lafız” kelimesi “melfuz”anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca,“fiâl” vezni “mef’ûl” vezni için bir sîga olarak da kullanılır. Örneğin “libas” kelimesi “melbûs” anlamında kullanılır ve hatta tercih edilir. Çünkü her zaman nitelenen (mevsuf) olur, nitelik (sıfat) olmaz. Örneğin “Kitabü’l-merkûm” denir ve sıfat tamlaması olarak kullanılır.
Burada “kitab” kelimesinin “mesnevi”ye bağlanması da beyan içindir, tıpkı “gümüş yüzük” örneğinde olduğu gibidir. Mesnevi, sena, yesnî, senâenkökünden gelmektedir, tıpkı remâ, yermî, remyen kökünde olduğu gibi; Mesnevî Mim’li masdardır. Buradaki Ya harfi nisbet içindir. Seniytü’ş-şey’e dersen, bunun anlamı “Ben o şeyi ikiye katladım.” demektir. Mesnevî, edebiyatta nazım türleri arasında iki dizesi de aynı kafiyede olan bir şiir türü demektir. Nitekim şairin şu sözü bu manaya işaret etmektedir.
Beyt:
Ve in ittefeka’l-enamü ve ente minhüm
Fe inne’l-miske ba’zü demi’l-gazali
(Eğer bütün insanlar bir araya gelip ittifak etseler; sen de onlardansın; nitekim, misk de ceylanın kanının bir kısmından elde edilir.)
İkinci olarak, bütün varlıkların ve yaratıkların sırlarını içeren bir kitap olduğunu bildirir. Çünkü bütün nesneleri, bütün eşyayı Yüce Tanrı çift olarak yaratmıştır. Yüce Tanrı insana hitap ederek şöyle buyurmaktadır:“Biz sizi çift olarak, yani erkek ve dişi olarak yarattık.” (Kur’an, Nebe, 78/8); “Biz her şeyden bir çift yarattık, umulur ki hatırlarsınız.” (Kur’an, Zariyat, 51/49). Yani her şeyi iki tür yarattık, iki âlem: dünya ve ahiret (sakaleyn, Berreyn, dâreyn); anne baba; ve ayrıca karşıt kavramlar; örneğin: ışık karanlık; yer gök; deniz kara.“Umulur ki hatırlarsınız.” demek, yani olağan varlıkların tümünün çift olduğunu kabul etmek demektir. Allah’ın zatı ise, dişilik, erkeklik, çiftlik, kabul etmez.“Ne yücedir O Allah ki toprağın bitirdiklerinden ve kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratmıştır.” (Kur’an, Yasin, 36 /36). Bu âyet bütün eşyanın ve varlıkların “mesnevî” yani “çift” olduğuna delâlet ediyorsa, bu şerefli kitaba da “Kitabü Mesnevî” adını vermek, bütün ilâhî isimlerin karşılığı ve yaratılmış nesnelerin türlerinin, gerçeğinin kitabı demek olur. “Ve lâ râddin ve lâyâbisin illâ fi kitabin mübîn.” “Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Kur’an, Enam, 6/59) bu Tanrı sözünün anlamı şudur: Ey hakikatin peşinde koşanlar! şu kendisinden söz edilen Mesnevî Kitabı ilâhî sırlarla, gizemlerle doludur. Hüve zamiri Mesnevî zamirine gidiyor. Anlamı: Bu Mesnevî kitabı dinin asıllarının asıllarının asıllarıdır. Din ilâhî bir kanundur. Akıl sahiplerini, serbest seçimleri hür iradeleriyle hayra yöneltir. İlâhî Kitaptan ve Peygamberin Sünnetinden yararlanarak, “fıkıh ilmi” insanlara bu dini öğretir. Sururî-Allah ona rahmet etsin- şöyle der: “Pes ilm-i din ise ilmest : İlim, din ilmi ise ancak ilimdir.
Beyit:
İlm-i din fıkhest ve tefsîr ve hadîs
Her ki haned gayrı ez în kerded habîs
(Din ilmi fıkıhtır, tefsirdir ve hadistir; kim bunların dışında başka ilimler okursa, çirkin olur.)
Burada “dinin asılları”yla neyin kastedildiğini en iyi Allah bilir. Bu üçünün toplamı ilimdir; ve bu üç ilmin usûllerinden bir usûl de “Kelâm ilmi”dir, yani inanç, itikat, ve ahlâk ilmidir; yani vicdan ilmidir. Bu iki ilmin usûlünden gizli ilimleri keşif ilmi doğar. Gizli ilimlerin keşfedilmesi de ancak “Mesnevî Kitabî” ile bilinebilir. Dolayısıyla “Mesnevî Kitabı” bu alanda dinin asıllarının asıllarının asılları olur. Bu sözün belirttiği konuma ters düşmez. Ama kimilerince, bu üç usûlden maksadın kalp ile tasdik; dil ile ikrar ve ameller ve rükünlerdir. Bunlar İslâm dininin asıllarıdır.
Çoğul sîgası bu üç usûlden her birine dair birçok konuları ve meseleleri telmih eder. Kalbin ve gönlün tasdik etmesi bir sırdır. Allah katında gerçek iman budur. Ama yaratılmışların ilminin ona isabet etmekte kusurlu olması, seri hüküm olmaz. Gönlüyle ve kalbiyle tasdik eden kimse, zahire göre, küfür durumlarından kurtulmuş olmaz. Bu nedenle dil ile ikrar da gereklidir. Dolayısıyla dil ile ikrar da bir “rükün” sayılmıştır. Amel rüknü ise, bu iki rüknün bir eseridir, bir sonucudur.
Gönlün ve kalbin tasdik etmesi rüknü, yukarıda sözü edilen iki rüknün aslıdır. Kalbin ameli bütün amellerin aslıdır ve bütün fiillerin en şereflisidir. İşte bunun içindir ki, Hz. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “İnsan vücudunda bir et parçası vardır; o iyi olduğu zaman vücut da iyidir; o kötü olduğu zaman vücut da kötüdür. Haberiniz olsun: O “kalp’tir.”
Eğer bu “mukaddime”yi iyi anladıysan, hazreti Mesnevî’nin asıl konusu da “kalbin halleri” olduğuna göre, o zaman Mesnevî dinin asıllarının asıllarının asılları olur. Benim bu sözüm boşuna söylenmiş bir söz değildir. Öyleyse üzerinde iyi düşünülsün!
Yedi İklim Dergisi – Mevlana Özel sayısı