1-2 Haziran 2012 tarihlerinde Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde II. Uluslararası Sultan Dîvânî ve Mevlevîlik Sempozyumu yapıldı. Program geçen hafta bu sitede yayımlanmıştı. Bir grup idealist insanın gayretiyle gerçekleşen sempozyum verimli geçti. Ara zamanlarda Esin Çelebi Hanımefendi, Nuri Şimşekler ve Hayat Nur Artıran’la faydalı sohbetlerimiz oldu. Mustafa Çıpan ve Timuçin Çevikoğlu beyleri daha yakından tanımaktan mutlu oldum. Sempozyumun yükünü taşıyan Mustafa O. Uzun, Yunus Emre Uğur ve eski öğrencim Yusuf Ilgar’a tebrik ve şükranlar.
Sultan Dîvane (Dîvanî), Afyon Kalesiyle karşı karşıya bu şehre huzur saçmaya devam ediyor. Tatlı bir yamaca yerleşmiş; derviş hücreleri, ferah avlusu, bahçesi, câmi ve türbesiyle ziyaretçilerine sükûnet ve rûhâniyet sunuyor. Dîvane Mehmet Çelebi, aşağıdaki mısrâlarla gönüllere ve ruhlara revnak vermeye devam ediyor:
Bihamdillâh ki bî-nâm u nişânız adımız yokdur
Dil-i vîrânemizden özge bir âbâdımız yokdur
Ezelden mazhar-ı aşkız bizim îcâdımız yokdur
Elemler cümle bizdendir ana isnâdımız yokdur
Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yokdur
Gönüldendür şikâyet kimseden feryâdımız yokdur
Bu sempozyum için hazırladığım tebliğin özeti aşağıdadır:
İZMİR MEVLEVÎHÂNESİ ŞEYHİ NUREDDİN EFENDİ
(ÖZET)
İzmir Mevlevîhânesi 1850 senelerinde açılmıştır. Buna göre 75 senelik bir ömrü olduğu görülür: 1850-1925. Kurucu şeyh Halil Âkif Dede’dir (1803-1888). Sultan Abdülmecid’in yardımıyla o zaman için şehrin en güzel yerinde Mevlevîhâne’yi tesis eder. 38 sene şeyhlikten sonra 1305/1888’de vefatını müteakip dergâhın semâhanesine defnedilir.
İzmir Mevlevîhânesi’nin en aktif ve renkli sîmâsı Şeyh Nûreddin Efendi’dir. Halil Dede’nin oğludur. Otuz iki yıl postta kaldığı görülür. Nûreddin Efendi ilköğreniminden sonra özel dersler aldı. Farsçayı Hoca Fikri Efendi’den öğrendi. Genç yaşında Mevlevî şeyhliğine getirildi.
Mehmet Nuri Efendi, 18 yaşında iken, Konya Mevlevî şeyhi Çelebi Sadreddin Efendi tarafından İzmir Mevlevîhanesi’ne şeyh tayin olunmuştur.
Sultan Abdülhamid ve Meşrutiyet devirlerinde şeyhlik görevi dışında şâir, bestekâr, fikir ve sanat adamı olarak da dikkati çeker.
Şeyh Nûri Efendi, siyasetin sillesini yemiş, Abdülhamid zamanında Bitlis’te bir yıldan fazla sürgün hayatı yaşamıştır. 1899 Eylülünde bir soruşturma sonucu önce tutuklandı. Tevfik Nevzad, Tokadizade Şekip, Abdülhalim Memduh ve Taşlıoğlu Edhem’le birlikte idiler. Nâfia başkâtibi Mustafa Bey’in jurnali sonucu bu kişilerin gizli bir cemiyet kurdukları, Avrupa’daki Jöntürklere para gönderdikleri, Abdülhamit karşıtı Jöntürk gazetelerini getirttikleri, padişah aleyhinde konuştukları ithamıyla soruşturma geçirdiler. Mahkemeye sevk edilmeksizin, idârî olarak cezalandırıldılar ve Bitlis’e sürüldüler. Şeyh Nureddin dışındakiler, padişaha telgraf çekerek orada ölüm tehlikesiyle yüzyüze olduklarını bildirip af dilediler ve sekiz ay sonra affedildiler.
Nureddin Efendi’ye bu sürgün çok ağır gelmişti, aşırı ihtiyatlılık gösterdi ve başka bir cezaya uğrayabileceği endîşesiyle arkadaşlarının çektiği telgrafa imza koymadı. Böylece 14 ay Bitlis’te kalmış oldu, 1901 Haziranında İzmir’e dönebildi. Bu üzüntüyle kabuğuna çekildi, II. Meşrutiyetin ilanına kadar, yedi sene boyunca küskün bir hayat yaşadı.
1908 Meşrutiyetinden sonra Mevlevî postnişini olarak, iktidardaki İttihad ve Terakki’nin İzmir’deki bazı faaliyetleri içinde yer aldı. Ege bölgesindeki medreselerde uygulanan eğitim sisteminin iyileştirilmesi için 1910-1912 yılları arasında düzenlenen kongrelerde o da vardır. “Mu’temer-i İlmî” adlı bu toplantılar Manisa, Aydın ve İzmir’de yapıldı.
Şeyh Nureddin Jöntürklerle alâkası sebebiyle, başlangıçta İttihadçılara çok yakın idi. Cemiyetin yanlış politikaları yüzünden zamanla onlardan uzaklaştı ve İtilafçılara yaklaştı. Özellikle mütâreke döneminde İttihatçılardan uzak durdu.
İzmir’in işgali sırasında olumlu çalışmalar yaptı. Müftü Rahmetullah başkanlığında bir heyetin içinde bulundu. Yunan işgal kuvvetleri komutanı ile görüştüler ve işlenen cinayetlere karşı tedbir alınmasını istediler.
Birinci dünya savaşı sırasında Şeyh Nûri’nin, bir Mevlevî gönüllüleri grubu toplayarak cepheye gönderdiği anlaşılıyor. 8 şubat 1915 tarihli bir gazete haberinde Nûri Efendi’nin oluşturduğu 40 kişilik gönüllü topluluğunu, yapılan törenden sonra Uşak treniyle Konya’ya doğru yola çıktığı bilgisi vardır. Bu grup Konya’ya ulaşıp, başka yerlerden gelen Mevlevîler ve çeşitli tekke mensubu gönüllülerle birleşmiştir.
Hastalanan Şeyh Nûreddin işgal sırasında, 4 aralık 1920’de vefat etti ve dergâhın hazîresine defnedildi. İzmir’de münteşir Âhenk gazetesi, vefat haberini, işgal acılarını da yansıtan hüzünlü bir üslûpla ve “Ziyâ-ı Azîm ve İhtifal” başlığıyla vermiştir. Buna göre Hisar Camii’nden dedegânın tehlîl ve tevhîdi ile kaldırılan cenaze merasimine binlerce halk katılmıştır. Gazetenin haber yazsısı şu satırlarla biter: “Şeyhimiz bir fazl-ı mücessem idi. Hayrı sever, milletini sever, halkı sever, muhîtin îtilâsına hizmet etmekten zevk alırdı. (…) Daima düşünür ve her şeyi hüsn-i suretle halletmek isterdi. Onun böyle umulmayan bir zamanda ufûlü muhit için olduğu kadar, âlem-i şiir ve edeb için de bir ziyâdır. Onun yerini dolduracak adam belki yoktur.” Kabri daha sonra Kokluca Mezarlığı’na nakledildi.
Şeyh Nûreddin’in eşi Fatma Hanım’dan beş evlâdı oldu: Celâl, Cemîle, Şemseddin, Hayreddin ve Hemdem.
Şeyh Nûreddin Efendi’nin oğlu M. Hayreddin İndelen (1912-2001) öğrendiğimize göre Nûreddin Efendi aynı zamanda kuyumcu idi, elmas üzerinde ihtisâsı vardı.
*
Mahmut Tâhiru’l-Mevlevî’nin Şeyh Nûri’nin vefatı için şöyle bir dörtlüğü vardır:
İrtihâlinden haberdâr eyleyüb ihvânını
Huzûr içinde dinledi akşam ezânını
Şeyhimiz Allah için gerçeklik ibrâz eyledi
Rûh-i Nûrî âlem-i lâhûta pervâz eyledi
Râgıppaşazâde Mehmed Ali ise şunları yazmış:
Pîr-i Mevlânây-ı Rûm’un bende-i dil-dânesi
Nûr-i Hakk’ın bir hakîkat âşık-ı üftâdesi
İzmir’in şeyhü’ş-şehîri post-nişîn-i Mevlevî
Azm idüb gül-şen-serâya oldu şimdi uhrevî
Rûh-i pür-nûruyla pervâz eyledi dün cennete
Ehl-i dil neylerle giryân eyledi ol hazrete
Kalb-i pâk-i Nûrî’nin âyînesiydi nur yüzü
Meclis-i ilminde şeyhin Mesnevi’ydi her sözü
Zikr ü fikri zübde-i âmâli Allahü zü’l-Celâl
Hâl ü şânı mûcib-i Kurân- misâl âye- meâl
Allah Allah böyle bir şeyh-i nebâhat-i Ahmed’in
Mazhar et yâ Rabb hidâyet et şefâat Ahmed’in
Râh-ı Mevlânâ’da rehber hazret-i pîr-i külâh
Vird-i dervişân Muhammed’dir murâd ancak ilâh
*
Şeyh Nuri zamanında İzmir Mevlevîhânesinin, bu şehrin mûsikî hayâtına bir canlılık getirdiği görülüyor. Hâlit Ziya Uşaklıgil (1866-1945), 12-25 yaşları arasında İzmir’de kalır. Bu döneme ait hâtıralarını İzmir Hikâyeleri kitabında yazmıştır. Şöyle diyor:
“Saz âleminin en güzîdelerinden birisi İzmir Mevlevîhânesinin bir dâiresinde aziz muhibbim Şeyh Nuri Bey’in mûsikî toplantılarında vâki olurdu. Nûri Bey henüz genç bir postnişin bana akran olanlar arasında idi. Pek melih, pek halûk olan bu genç çok mümtaz bir mûsikîşinas, pek mâhir bir neyzen idi.”
Bu saz âlemlerinin âyin ve tarîkatle ilgisi olmaksızın, şehrin mûsikî meraklılarını bir araya getiren herhangi bir mûsikî meclisi şeklinde olduğu anlaşılıyor.
Şeyh Nûri’nin besteleri de olmalıdır. Ali Rıza Avni, kendisinde notasının bulunduğu tek eseri olduğunu yazar. Şimdilik notasına ulaşamadık. Devr-i kebir usûlünde, Evç makamında bestelediği ve güftesi de Şeyh’e ait olan bu parçanın sözleri şöyledir:
Neşve-mend-i feyz olan uşşâka bir meyhâneyim
Meclis-i rindân-ı Hak’da devreden peymâneyim
Her gören ahvâlimi Mecnûn kıyas eyler, fakat
Akl-ı küll erbâbını derk eyleyen dîvâneyim
Elimizde şimdilik iki eserinin notası bulunmaktadır: Birisi ” Gören sanır ki safâdan semâ-i râh iderim”, makamı Hüseynî Aşîran, usulü, Yürük semâî; öteki “Meclis-i meyde sâkıyâ bana ne gül ne lâle ver”, makamı Hüseynî Aşîran, usul, yürük semâî.
İzmir Hisar Camii imamı ve ünlü bestekâr Rakım Elkutlu (1871-1948) Şeyh Nureddin Efendi’nin yeğenidir. Elkutlu, yedi yaşından itibaren devam ettiği İzmir Mevlevihanesinde, on yedi yaşından itibaren âyinhanlık, yirmi yaşından sonra da kudümzenbaşılık yaptı. Şeyh, genç yeğenine bir âyin güftesi vererek bestelemesini ister. Rakım Elkutlu, besteyi bir gecede bitirerek ertesi gün tekkede âyinin hazır olduğunu söyler. Nureddin Efendi önce inanmak istemez, belki de baştan savma bir beste yaptığını düşünür. Fakat okununca görülür ki değerli bir âyin ortaya çıkmıştır. Karcığar makamındaki bu âyini mevlevîhâneler kapatılıncaya kadar hemen her dergâhta okunmuştur. Râkım Elkutlu, Şeyh Nureddin Efendi’nin vefatını müteâkıp bir süre Mevlevî şeyhliğine niyâbet etti.
Neyzen Tevfik Kolaylıoğlu (1879-1953) mûsikî merakı sebebiyle bir süre İzmir Mevlevî dergâhına devam etti. Burada ney dersleri aldı. İzmir günlerini anlattığı “Tercüme-i Hâlim” adlı uzun şiirinden birkaç beyit şöyledir:
Peşimde mâzî-i ekdâr, önümde âtî-i gam
Şu hâle bak, medet ey çâre-sâz-ı kalb-i elem.
Deyip elsiz ayaksız düşünce dergâha
Göründü pîr-i hakîkat hemen bu güm-râha
O zât-ı mürşid-i a’zam ki Şeyh Nûrettin
Harîm-i mahfil-i irfanda câ-nişîn ü metîn
O anda bertaraf oldu hemen suâl ü cevap
Dedi “Birâderi gör, durma eyle şitâb”
Cemal Efendi ki şeyhin birâderi hem de
Birinci neyzeni dergâh-ı pîrin hem de
Açıldı bâb-ı füyûzu hazîne-i hünerin
Kapandı perde-i âlâmı ömr-i derbederin
Notayla meşke devam etti şöyle birkaç mâh
Semâa, mutribe girdi ney elde, başta külâh
Füyûz-ı hazret-i pîre şu en celî bürhan
Ki geçmeden sene nazm ü kavâfî vü evzan
*
Şu kıt’a Şeyh Nûreddin’e aittir:
Safha-i kalbime olup ilhâm-ı Hudâ
Tab’-ı pâkimde tulû’ eyledi mihr-i ma’nâ
Ya ilâhî kerem et aşkımı efzûn eyle
Eyleme bâb-ı keremden beni bir lahza cüdâ
Şeyh Nûreddin Efendi’nin oldukça seviyeli şiirleri olduğu anlaşılıyor. Bunlardan Muallim mecmuasında çıkmış iki gazeli aşağıdadır:
*
GAZEL
Kayd-ı esmâdan, taallûkdan geçip irfânı bul
Her cihetten “semme vechullah”ı gör cânânı bul
Ref’edip âyîne-i dilden gubâr-ı kesreti
Asmân-ı vahdet içre olma tâbânı bul
Mürğ-ı âmâli şikâr et gayra etme iltifât
Bezm-i takvâdan geçip bir dem çekip devrânı bul
Ma’nevî sâmâne nâil olmak istersen eğer
Fakr içinde gizlenen merdân-ı dervîşânı bul
“Küntü kenzen” sırrını idrâk eyle tahkîka er
“Men aref”den dersini ikmâl edip Rahmân’ı bul
Nûriyâ ihlâs ile erkân-ı aynü’l-cem’i gör
Feyzi ihsân eyleyen ol Pîr-i âlîşânı bul
GAZEL
Sırr-ı tevhîdi ıyân eyler bütün âyâtımız
Münkeşifdir ehline her dem ledünniyâtımız
Kendini her zerreden gösterdi nûr-i zât-i Hak
Böyledir elhak bizim mahsûs ü meşhûdâtımız
İlm ü irfandan nasîbi olmayan insân ile
Bahs edüb beyhûde zâyi’ etmeyiz evkatımız
Remz-i ev ednâyı idrâk eyleme akl-i maâş
Akl-ı külden böyledir tahkîk u tedkîkatımız
İddiâyı terk edüb tevhîd-i sırfa nâil ol
Lâ vü illâ’dan ibârettir bütün âyâtımız
Külâh-ı Mevlevî şiirleri
Mevlevîlerin başlarına giydikleri sikke, görselliği yanında, önemli bir sembolik değer taşır. Bu konuda “Külâh-ı Mevlevî” redifli çok sayıda şiirler yazılmıştır. Bu geleneğin devam etmesini isteyen Şeyh Nûri Efendi, İzmir Âhenk gazetesinin 5366 numaralı 20 şubat 1329 (1914) târihli nüshasında çıkan yazıda bir duyuru yapar; “Külâh-ı Mevlevî” başlığı altında şiirler yazılıp gönderilmesini ister. Bu şiirlerin kendisi tarafından bastırılacağını kaydeder. Bu konuda yazılmış örnek beyitleri de yazısına ekler. Hemen bir hafta sonra istenen şiirler gelmeye başlar ve Âhenk gazetesinde bir hayli Külâh-ı Mevlevî şiiri yayımlanır.
Bunlardan Manisa Mevlevîhânesi ser-tabbâhı Mesnevîhan Mehmed Hilmi Dede’nin şiirinden iki beyit şöyledir:
Sikke-pûş ol, tâc-ı izzettir külâh-ı Mevlevî
Dü cihanda ayn-ı rahmettir külâh-ı Mevlevî
Sikke giymiş Mevlevîdir Hazret-i Sultan Reşad
Bak nasıl bir tâc-ı devlettir Külâh-ı Mevlevî
Sonuç: Şeyh Nûreddin Efendi, 20. yüzyıl başlarında İzmir’in kültür, sanat ve edebiyat çevrelerinde etkili olmuş bir isimdir. Otuz iki yıl süren şeyhliği sırasında İzmir Mevlevihanesi bir câzibe merkezi olmuştur. İrşad hizmetleri, sosyal ve kültürel faaliyetleri yanında, şairliği ve musikişinaslığı ile de dikkati çeker. (02.06.2012, Afyon)
#Mehmet DEMİRCİ