İzzet Molla, Keçecizâde (ö. 1245/1829) (Şair)
TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA
Asıl adı Mehmed İzzet olup 1200/1875’de İstanbul’un Samatya semtinde, Canbâziye Mahallesi’nde doğdu. Aslen Konyalı bir âileye mensup olan şairin babası I. Abdülhamid dönemi kazaskerlerinden Keçecizâde Mehmed Sâlih Efendi’dir. On dört yaşında iken babasını kaybeden ve onun ölümüne “Târîh-i irtihâlin yazdım dirîğ İzzet/Sâlih Efendi göçdü olsun cinâna dâhil” mısralarını tarih düşüren İzzet Molla, eniştesi müderris ve aynı zamanda şair olan Meşâlecizâde Es‘ad Bey’in himâyesinde ve oldukça güç şartlar altında medrese eğitimini tamamlayıp ilmiye mesleğine girmiş ve 1212/1797-1798’de müderris olmuş; ancak aşırı içki ve sefahata düşkünlüğü bahane edilerek hasımları tarafından müderrislik görevinden uzaklaştırılmıştır. Bu olay üzerine daha da sefil bir hâle gelen İzzet Molla, pek sevdiği dostlarından Nihad Bey’in, kendisinden naklen anlattığına göre, yanına bir binlik şişe rakı almış ve Göksu’da intihar etmek düşüncesiyle kiraladığı kayıkla Bahçekapısı’ndan hareket etmiştir. İzzet, Vaniköyü’nde aynı zamanda Bükreş beylerinden olan Hançerli/Hançerî Bey’in yalısının önünden geçerken, o sırada okumakta olduğu Sâib Dîvânı yahut Vassâf Tarihi’nden anlamadığı bazı yerleri bir bilene sormak düşüncesinde olan Hançerli Bey’in, ulemâdan olduğunu tahmin ettiği İzzet’in oradan geçmekte olduğunu nimet bilerek şairden yanına gelmesini ricâ etmesi üzerine İzzet Molla, Hançerli Bey’in davetini kabul etmiş ve onun telkiniyle, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “operet entrikası”na benzettiği bu intihar girişiminden vazgeçmiştir.618 İzzet Molla’nın Hançerli Bey ile tanışması onun devrin önemli ve güçlü bir ismi, aynı zamanda bir Mevlevî muhibbi olan Devlet Kethüdâsı Hâlet Efendi ile tanışmasına ve yeniden ev bark, iş güç sahibi olup düzenli bir hayata kavuşmasına neden olmuştur. Meşîhat makamınca 1224/1809-1810 tarihinde Bursa müfettişliğine tâyin olunan ve rikâb-ı hümâyûn kethüdâlığı gibi görevlerde bulunan İzzet Molla, Hâlet Efendi ile olan dostluğu sayesinde ve Hüsrev Paşa’nın da katkısıyla 1236/1820-1821’de619 Galata kadılığına tâyin edilmiştir. Hem dostu, hem de hâmisi olan Hâlet Efendi’nin görevden uzaklaştırılıp katledilmesi üzerine, birçok yakınının tersine, dostu aleyhinde olumsuz şeyler söylemediği gibi aksine onu öven, düşmanlarını ise yeren, “Hâlet’in cânını Hak mâlını aldı mîri/Kaldı ehl-i hasede hâyeleriyle kîri” tarzında manzûmeler kaleme almıştır. Kadılık mansıbı kalmak şartıyla, Galata’daki görevinden azledilen İzzet Molla, 15 Cemâziyelâhir 1238 (27 Şubat 1823) tarihinde Keşan’a sürgün edilmiş ve bunun üzerine Ârif Hikmet Bey, “İzzetde bile kalmadı eski hâlet” mısraını tarih düşürmüştür. İzzet Molla, Sadrâzam Gâlib Mehmed Paşa’ya sunduğu bir kasîde vesilesiyle ve tam bir yıl sonra 15 Cemâziyelâhir 1239 (16 Şubat 1824) tarihinde affedilerek İstanbul’a dönmüştür.620
Mihnetkeşân’ında, İstanbul’a dönüşünden bahseden ve bir daha tatlıya sütlüye karışmayacağı yolunda serzenişlerde bulunan İzzet Molla, İbnülemin’in ifadesiyle “Hânede hırkaya başını çekmemiş, başını her tarafa uzatmış”; hatta önceki gibi Sultan Mahmud’un iltifâtına mazhar olmaya başlayarak kendisine 1241/1825-1826’da Mekke kadısı, 1242/1826-1827’de İstanbul kadısı pâyesi verilmiş, 4 Şaban 1243 (20 Şubat 1828)’de ise Haremeyn müfettişliği ve Tenkîh-i Defâtîr memurluğu görevine getirilmiştir. 1243 Şevval-Zilkâde (Nisan-Haziran 1828) tarihinde, Mora isyanı nedeniyle Ruslara savaş açılıp açılmamasının görüşüldüğü bir meclisde önce lehte görüş bildirmesine karşın bilâhare bu savaşın devlet için hayli yıkıcı olacağı şeklindeki görüşlerine yer veren aleyhte bir lâyiha hazırlayıp 6 Rebîülevvel 1244 (16 Eylül 1828) tarihinde pâdişâha sunmuştur. Lâyihası isabetli bulunmayan şairin idamına karar verilmiş; ancak Yâsincizâde Abdülvehhâb Efendi’nin aracı olmasıyla bağışlanmış ve 25 Rebîülâhir 1244 (4 Kasım 1828) tarihinde bu kez Sivas’a sürgün edilmiştir. Sürgüne gönderildikten yaklaşık dokuz ay sonra, Safer 1245 (Ağustos 1829) tarihinde kırk dört yaşında iken ve Lütfî Efendi’nin ifadesiyle “ansızın”, İbnülemin’in “…oğlu Fuad Paşa ve torunları gibi kalb illetine mübtelâ olduğundan füc’eten vefât etmesi rivâyetlerin en doğrusu olsa gerektir” değerlendirmesinden hareketle, kalp rahatsızlığı sonucunda, Mehmed Süreyyâ’nın belirttiğine göre ise “kazâen” vefat eylemiştir. Karşı çıktığı savaşın sonucu kendisini haklı çıkarmış, affı için gönderilen ferman vefatından birkaç saat sonra ulaştığı için pek bir işe yaramamış ve şairin nâşı, anılan ferman göğsü üzerine konulmak sûretiyle Sivas Garipler Mezarlığı’na defn edilmiştir. İbnülemin, bir ara kardeşiyle Harput’a gittiğini ve dönüşte Sivas’a uğrayarak İzzet Molla’nın kabrini arayıp bulduğunu, boş olan kitâbesine kurşun kalemle “Şâir-i mâhir sâhib-i şöhret Keçecizâde Mehem-med İzzed” ibaresini yazdığını, daha sonra mezarlığın yerine park yapılması uygun görüldüğünden, Molla’nın nâşının torunu Reşad Bey tarafından 1919 yılında İstanbul’a nakledildiğini ve doğduğu mahallede bulunan Mustafa Ağa Mescidi’nin avlusuna, babası Sâlih Efendi’nin yanına defn edildiğini bildirmektedir. Şairin vefatına, aralarında Şeyhülislâm Ârif Hikmet ve Sahaflar Şeyhizâde Es‘ad Efendi’nin de bulunduğu devrin birçok ünlü ismi tarih düşürmüş; aynı zamanda ünlü kadın şairlerimizden ve de şairin yiğeni olan Leylâ Hanım (ö. 1847) ise bir mersiye kaleme almıştır.621
Ârif Hikmet Bey’in Tarih Kıt‘ası:
Keçecizâde Mehemmed İzzet Nuhbe-i nâdire-sencân-ı zamân
Yine bir dâhiye-i dehyânın Nârına yandı dil-i nükte-verân
Böyledir âdet-i bezm-i âlem Kim bulur devr-i neşâtı pâyân
Yek deme handesi peymânelerin Niçe mestâneyi eyler giryân
Kayd-ı târîhi olup hüzn-âlûd İzzet-i şâire de kıydı cihân622
Leylâ Hanım’ın Mersiyesi’nden:
Kan ağlasın bu dîdelerim haşr olunca tâ
Kıydı veliyy-i ni‘metime çarh-ı bî-vefâ
İzzet Efendi idi sebeb-i izz ü rif‘atim
Çok gördü âhir anı da çarh-ı denî bana623
Sözünü esirgemeyen ve doğru bildiğini söylemekten sakınmayan bir mizaca sahip olan İzzet Molla, gerek dîvânındaki, gerekse Mihnetkeşân adlı eserindeki bazı beyitlerinde kendisini “uzun boylu ve iri vücutlu bir kişi” olarak tavsif etmiştir.624 İbnülemin, şairi “gayet uzun boylu, dağ benzeri vücutlu, azca sakallı, ince duygulu ve keskin zekâlı” biri şeklinde tanıtmış, Ceylan ve Yılmaz ise “oldukça iri bir görünüme sahip olmsasına karşın şairin, görünümünün aksine ince bir hissiyâta, son derece keskin ve kıvrak bir zekaya sahip” olduğu değerlendirmesinde bulunmuşlardır.625 İlk olarak İsmail Mekkî Bey’in kızı Hîbetullah Hanım ile akabinde de Dilcû Hanım ile evlenen İzzet Molla, 1818 yılında Beylerbeyi’nde bir ev satın almış, eşleriyle birlikte burada oturmuştur. Kaynakların belirttiğine göre İzzet Molla’nın Fuad, Re-şad, Murad ve Vedad adlarında dört oğlu dünyaya gelmiş olup626 oğullarının dördünün isminin de “dal” harfi ile bitmesinden hareketle bir gün pâdişâhın kendisine, “Molla, bir oğlun daha olursa onun ismini ne koyacaksın?” şeklinde sorması üzerine şairin “İmdad!” efendim diye cevap verdiği şeklindeki latîfe hayli ünlüdür. İzzet Molla ayrıca, oğulları hakkında ve sırayla isimlerini andığı “Budur İzzet’e çâr-bâğ ola şâd/Fuâd ü Murâd ü Reşâd ü Vedâd” ile “Üçünü Hazret-i Monlâ’ya kul ettim birden/Ber-Murâd ola Fuâdım ile âlemde Reşâd” beyitlerini kaleme almıştır.627 Mehmed Süreyyâ’nın verdiği bilgilere göre şairin oğullarından Fuad Paşa sadrâzam; Murad Ömer Efendi müderris olmuş, 1248/1832-1833’de vefat etmiş ve Yahyâzâde Dergâhı’na defn edilmiş; Reşad Efendi, kâtiplerden olup Bağdat taraflarına memur olarak gitmiş ve 1265/1848-1849 yılına doğru vefat etmiş; Vedad Efendi ise küçük yaşta ölmüştür. Yine Mehmed Süreyyâ’nın kaydettiğine göre Şûrâ-yı Devlet Âzâsı’ndan şair ve yazar Mâcid Bey, İzzet Molla’nın Reşad adlı oğlundan olma torunudur.628
Mehmed Ziyâ, Keçecizâde İzzet Molla’nın Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhlerinden Abdülbâki Nâsır Dede’ye intisap ettiğini belirtmekte, bazı diğer kaynaklar ise bu vesile ile birçok âile yakının da Yenikapı Mevlevîhânesi’nin muhip ve bağlıları arasına katıldıklarını; hatta bunlardan bazılarının dergâh hazîresinde medfun olduklarını bildirmektedirler.629 Bu konuda İbnülemin ise şairin Nakşibendî ve Mevlevî muhibbi ve mensubu olduğunu bildirmekle yetinmektedir.630
İzzet Molla ile ilgili olarak Defter-i Dervîşân’da yer verilen kayıtlardan bir tanesi, babası Keçecizâde Sâlih Molla’nın 1213 senesi Ramazan ayının sonları ile Şevval ayının başlarına doğru (Şubat-Mart 1799) vefat ettiği bilgisidir. Diğer kayıt ise Abdülbâki Nâsır Dede zamanında dergâhın geçirdiği bir tamirat çerçevesinde yer verilen semâhâne ve tekkenin kapısı üzerine yazılan tarih beyitlerinin şaire âit olduğu, “Semâhâne-i şerîf kapısına ve tekye kapısına söylenilen, tahrîr olunan tarihler ki Keçecizâde, müderrisînden İzzet Molla Efendi’nindir, tarih beyitleridir ki tahrîr olundu.” bilgisi ile metinlerinden ibarettir:
Semâhâne-i şerîf kapısı üzerinde olan “Yâ Hazret-i Mevlânâ” başlıklı on iki beyitlik manzûmenin tarih beyti:
Envâr-ı Şems-i Tebrîz târîhim etdi lebrîz
Devr-i semâya döndü bâb-ı semâhâne (1232)
Tekkenin cümle kapısı üzerinde olan tarih beyti:
Mevlevîhâneye İzzet dedi pîrim târîh
Yapdı bu dergehi Sultan-ı cihân Hân Mahmud (1232)631
İbnülemin, İzzet Molla’nın yaratılıştan şair olup hezl ve mîzâha meyilli olduğunu, uğradığı musibetlerin hep dili sebebiyle olduğunu; hatta şairin de bu durumunu, “Düşdük lisân belâsı ile âh u zâra biz” mısraıyla dile getirdiğini, sırası ve yeri gelince güzel; fakat nefsi için zararlı sözler ve tehlikeli şiirler söylemekten sakınmadığını, eserleri incelense değerli bir şair olduğunun anlaşılacağını, mutasavvıfâne şiirler yazmakta da kudret gösterdiğini belirtmiş ve bu tarz şiirleri ile latîfelerinden örnekler vermiştir.632
Yine kaynaklarda “derviş ruhlu, olgun, mâhir ve nüktedan bir şair” olarak nitelenen İzzet Molla’nın başta dîvânındaki manzûmeler olmak üzere mesnevîlerinde de yerli ve mahallî unsurlar hayli fazladır. İzzet Molla’nın, devrindeki bazı şairler gibi yaşanan hayata, çevreye ve insana daha yakından baktığı ve dîvân şiirinin eskiden beri var olan bazı değişiklik taleplerine kendince bazı cevaplar vermeye çalıştığı görülür. Bu vb. yönleriyle İzzet Molla, aynı zamanda yeni edebiyatı hazırlayan öncüler arasında gösterilir. Onun bir şair olarak beslendiği önemli kaynaklar arasında ilk sırada Mevlevîlik, ardından da nazîrecilik geleneği gelmektedir. Başta Mevlânâ olmak üzere Mevlevî büyüklerine büyük hayranlık duyan, ilhâmını büyük oranda Mevlânâ’dan aldığını belirten, her gazelinin sonunda onu anan İzzet Molla, Mevlevîliğe büyük ihtimalle hâmisi Hâlet Efendi vasıtasıyla girmiş olmalıdır.633
İzzet Molla’nın Mevlânâ dışında etkilendiği isimler arasında kasîdede Nef‘î, gazelde Nâbî, Nedîm ve Şeyh Gâlib’i anmak mümkündür. Bu isimlerden özellikle Şeyh Gâlib’e onun bazı mazmunlarını aynen alıp tekrarlayacak derecede bağlıdır. Etkilendiği ve isimlerini saygıyla andığı İran şairleri arasında ise Nizâmî, Unsûrî, Şevket ve Bî-dil bulunmaktadır.634 Olgunluk dönemi şiirlerine yer verdiği Hazân-ı Âsâr adlı dîvânındaki gazellerinde daha ziyâde hikemî tarza yöneldiği görülen İzzet Molla, bu meyanda kendisinden sonra gelen şairler arasında asıl etkisini Ziyâ Paşa üzerinde göstermiştir. Ziyâ Paşa, Harâbât’ın mukaddimesinde şairden övgüyle söz ettiği gibi, bu ünlü antolojisine ondan birçok örnek beyit almıştır.635
Mehmed Süreyyâ’nın “mâhir bir şâir, âlim, güzel, düzgün ve etkili söz söyleyen, zarîf” bir şahsiyet olarak tavsif ettiği; Ceylan-Yılmaz’a göre ise “…ardında bıraktığı dîvân ve dîvânçeye şöyle bir göz atılacak olursa, geniş hayalli, ince fikirli, kökleri gelenekte olan bir birikimin şiir potasında eritilmiş tezâhürleri hemen fark edilir. Çok okumanın getirdiği zengin kelime hazinesini belirli bir estetik zemin içerisinde bir araya getirmeyi başaran şair, klâsik şiirin büyük şairlerini aratmayacak tarzda şiirler yazmıştır.” şeklinde takdim ettiği ve aynı zamanda devlet adamlığı yönü de bulunan İzzet Molla, genç yaşta ölmesine rağmen birçok eser kaleme almıştır.636
Eserleri
1- Dîvân-ı Bahâr-ı Efkâr. Şairin Mevlânâ’ya ithaf ettiği bu dîvânında ağırlıklı olarak gençlik yıllarına âit şiirleri bulunmaktadır. İzzet Molla’nın, yakın dostu olan Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey’in teşvikiyle ve Keşan’a sürgününden iki yıl sonra, yani 1241/1825’de tertip ettiği bu eseri 1255/1839 yılında Bulak’ta basılmıştır. Aynı zamanda edebiyat tarihimizin en hacimli dîvânlarından biri olan bu eser, Bulak baskısı esas alınmak sûretiyle Ömür Ceylan ve Ozan Yılmaz tarafından 2005 yılında Latin harfleriyle neşredilmiştir. Eserin bu neşrinde 1 adet na‘t, dinî içerikli 7 adet manzûme, 40 adet kasîde, 319 adet tarih manzûmesi, 544 adet gazel, 14 adet tahmîs, 4 adet tesdîs, 2 adet tesbî, 1 adet tercî-i bend, 1 adet muhammes, 1 adet sâkinâme, çeşitli konularda 79 adet manzûme, 1 adet bahr-i tavîl, çeşitli sayıda müfredler, âzâde beyitler, mısralar ve 7 adet de manzûm hikâye bulumaktadır. Şair, Mevlânâ hazretlerine olan muhabbetinden ötürü her gazelinin makta beyitinde Mevlânâ’nın veya bir diğer Mevlevî büyüğünün adını anmıştır.637
2- Dîvânçe-i Hazân-ı Âsâr. Şairin Sivas sürgünü sırasında yazmış olduğu şiirleri içeren bu eseri, elli üç sayfadan ibaret olup bir dîvânçe durumundadır. Bahâeddin Nakşibend’in övgüsüyle başlayan ve ona ithaf edilen eser, İzzet Molla’nın vefatından on iki yıl sonra, “Dîvânçe-i İzzet-i Nâdîde Güftâr Be-nâm-ı Hazân-ı Âsâr” adıyla, 1257/1841 yılında İstanbul’da Takvimhâne-i Âmire Matbaası’nda basılmıştır. Eserde 2 adet kasîde, 2 adet mesnevî, 35 adet tarih, 42 adet gazel, 1 adet muhammes, 1 adet tahmîs, 1 adet şarkı, 3 adet kıt‘a, 2 adet müfred bulunmakta; bu eserin her gazelinin sonunda ise Şâh-ı Nakşi-bend hazretleri veya bir Nakşibendî büyüğünün adı anılmaktadır.638
3- Gülşen-i Aşk. Şeyh Gâlib’in ünlü eseri Hüsn ü Aşk’tan mülhem olarak yazıldığı düşünülen 290 beyitlik bu mesnevîde şair de tıpkı örnek aldığı eserde olduğu gibi ilâhî aşkı sembolik isimlerle anlatmaya çalışmıştır. 1227/1812 yılında, İzzet Molla’nın gençlik yıllarında yazdığı bu alegorik aşk mesnevîsinin en dikkati çeken tarafı, şairin kendisine de eserin kahramanları arasında yer vermiş olmasıdır. Eser, İzzet Molla’nın vefatından sonra, 1265/1848 yılında ve ta‘lik yazı ile basılmıştır.639
4- Mihnetkeşân. İzzet Molla’nın, Keşan’a sürgüne gönderilişini, güzergâhı üzerinde bulunan veya konakladığı yerleri (ki aralarında Küçükçekmece, Büyük-çekmece, Bigados, Silivri, Türkmenli, Tekirdağ, İnecik, Kalivra, Keşan, Baba-değirmeni, Mercan, Ergene/Uzunköprü, Edirne, Havsa, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu vb. birçok yerleşim yeri bulunmaktadır) sürgün sırasında gördüğü ve yaşadıkları ile dönüşünü, daha yola çıktığı andan itibaren anlatmaya başlayan, ayrıca “Mihnet-i Keşân” diye de adlandırılan bu eseri de bir mesnevî olup sosyal hiciv türünün başarılı örneklerinden biri kabul edilmektedir. İzzet Molla’nın yaklaşık bir yıllık Keşan sürgününü hikâye eden ve aynı zamanda onun en ünlü eseri kabul edilen, Keşan’da başlanıp İstanbul’da tamamlanan bu eser, Ceylan ve Yılmaz’ın tespitine göre 109’u şaire âit olmamak üzere 4166 beyit ve 6 adet tahmîs bendinden oluşmaktadır. Eserde ayrıca aralarda gazel, kıt‘a, rubâi vb. çeşitli nazım şekilleri ile mersiye, şitâiyye, kudûmiyye vb. nazım türlerine yer verildiği; hatta bu çeşitliliğin diğer mesnevîlerde rastlanmayan bir orana ulaştığı görülmektedir. Diğer eserleri gibi bu mesnevîsi de şairin ölümünden sonra ve 1269/1852 tarihinde Cerîde-i Havâdis matbaasında yayımlanmıştır. Eserin yeni bir neşri, 2007 yılında yine Ömür Ceylan ve Ozan Yılmaz tarafından Bir Sürgün Şâheseri Mihnetkeşân, Keçecizâde İzzet Molla adıyla gerçekleştirilmiş; eser üzerinde ayrıca Bilkent Üniversitesi’nde 2008 yılında ve Derya Tüzün tarafından Sürgün Yolunda Bir Yenileşme Serüveni: Mihnet-Keşân adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.640
Dönemin şairleri arasında özellikle keskin zekâsı, nüktedânlığı, ayrıntı dikkati, dilinin sâdeliği ve yerli duruşuyla dikkat çeken İzzet Molla, tüm bu özelliklerini Mihnetkeşân’a da başarıyla yansıtmıştır. Klâsik mesnevî geleneğinden farklı bir anlayışla kaleme alınmış olan Mihnetkeşân, Ceylan ve Yılmaz’ın tespitine göre “…bir devrin panoramasını, etkili üslûbu ve müellifinin engin bilgi birikimiyle birlikte çizer. Edebî bir metin olmanın yanında başka ve özel vasıflar da taşıyan Mihnetkeşân, gelenekle modernite arasında bir köprü vazifesi görür.”641
İzzet Molla’nın adını yaşatan bu önemli edebî eserlerinin yanı sıra ayrıca, babasının tarihçe-i hayatına dâir Devhatü’l-Mehâmid fî Tercemeti’l-Vâlid adlı bir eseri, Şerh-i Elgâz-ı Râgıb Paşa adıyla Râgıb Paşa’ya âit bazı lugaz ve bilmeceleri şerh ettiği bir eseri ve devlet görevi gereği hazırladığı bazı Lâyihaları bulunmaktadır.642
Şiirlerinden Örnekler
Gazel
Meşhûrdur ki fıskla olmaz cihân harâb
Eyler anı müdâhane-i âlimân harâb
Bilmez ki iki kat yıkılır kendi halkdan
İster cihân yıkıldığını hânümân harâb
A‘mâl-i hayr süllemidir kasr-ı cennetin
Mümkün mü çıkma olsa eğer nerdübân harâb
Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş havz tehî gülsitân harâb
Çıkmaz bahâra degmede bîçâre andelîb
Pejmürde bâl vakt şitâ âşiyân harâb
Elbette bir sütûnu olurdu bu kubbenin
İzzet nihâyet olmasa kevn ü mekân harâb
Teslîm olursa Pîr’e medeng-i idâresi
Olmaz diyâr-ı Rûm’da bir hânedân harâb643
Gazel
Seyl ü âteşden emîn olmaz yapılmış hâneler
Râhat isterlerse ma‘mûr olmasın vîrâneler
Bir gelen bir dahi gelmez bak sana ey dehr-i dûn
Böyle tekdîr eylemez mihmânı sâhib-hâneler
Sahn-ı teng-i akla sığsa tevsen-i hâlât-ı aşk
Eylemezdi azm-i sahrâ-yı cünûn dîvâneler
Hüsn ü aşkın şu‘lesi birdir nigâh-ı vahdete
Yandı bilmezlikle kendi nârına pervâneler
Bûy-ı dâmân-ı şarâb-âlûdum eyler halkı mest
Ben o serhoşum ki gezdim bunca yıl meyhâneler
Pâre pâre olmayınca ermedi maksûduna
Tesliyettir sîne-i sad-çâke İzzet şâneler
Matbahı hâkisteri Monlâ-yı Rûm’un var ola
Bir de yanmış nâr-ı gamdan hâneler kâşâneler644
Gazel
Etmeden ol mehveşin mihrine devrân semâ
Şevkine raksân idim eylerim el-ân semâ
Mahmil-i hünkâr-ı aşk olmasa sahrâ-neverd
Bîhûde eyler mi hîç gerd-i beyâbân semâ
Vermede pervâneler devr-i Veled’den nişân
Etmededir şevkle şem‘-i fürûzân semâ
Kilkini tennûreden olmada âteş-feşân
Kalmadı cânlarda cân eyledi cânân semâ
Olmasa nüh âşiyân hânkâh-ı Mevlevî
Nesr-i felek eylemez bâl ü per-efşân semâ
Tâ ki ola lâyık-ı feyz-i Hüdâvendigâr
Zerrelere etdirir şems-i dırahşân semâ
Cân-ı tenimdir benim zerre-i Şems-i
Hüdâ Etse n’ola İzzetâ raks-ı ten ü cân semâ645
618 Fatin Dâvud, a.g.e., s. 288; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 458; İbnülemin’in, Hersekli Ârif Hikmet’ten naklen anlattığı bu intihar girişimine dâir yine aynı eserde ve bu kez şairin oğlu Reşad Fuad’dan naklen ikinci kez değinilmekte; ancak Vaniköy yerine Kuruçeşme, Vassâf Tarihi yerine ise Sâbit Dîvânı farklı kaydına yer verilmektedir (bk. İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, II, 723-724); Ahmet Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 2003, s. 88; Harun Tolasa, “İzzet Molla, Keçecizâde”, TDEA, İstanbul 1982, V, 46; Naci Okçu, “İzzet Molla, Keçecizâde”, DİA, İstanbul 2001, XXIII, 561; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 11-14, 339.
619 Fatin, şairin Galata Kadılığı’na tâyin tarihini 1238/1822-1823; Mehmed Süreyyâ ise 1237/1821-1822 şeklinde vermektedir (Fatin Dâvud, a.g.e., s. 288, Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 458); Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 15.
620 Fatin Dâvud, a.g.e., s. 288; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 458; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 725-727; Harun Tolasa, a.g.m., s. 46; Naci Okçu, a.g.m., s. 561; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 18-19, 21; Hâlet Efendi’nin Keşan’a sürgünü ile ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 16-18.
621 Fatin Dâvud, a.g.e., s. 288; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 458; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 728-729, 734-735; Harun Tolasa, a.g.m., s. 47; Naci Okçu, a.g.m., s. 561; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 21-27.
622 Fatin Dâvud, a.g.e., s. 288; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 735; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 26.
623 Leylâ Hanım Dîvânı, haz. Mehmet Arslan, İstanbul 2003, s. 168.
624 Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, Bir Sürgün Şâheseri, Mihnetkeşân, Keçecizâde İzzet Molla, İstanbul 2007, s. XXXIV.
625 İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 737; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. XXXIV.
626 Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 381, III, 458; İbnü-lemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 737; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, Hazâna Sürgün Bahâr, Keçecizâde İzzet Molla ve Dîvân-ı Bahâr-ı Efkâr, s. 16, 24.
627 Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 458; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 737; Naci Okçu, a.g.m., s. 561; Bu beytin ikinci mısraı Ceylan- Yılmaz’da “Fuâd ü Reşâd ü Murâd ü Sedâd” şeklinde kayıtlıdır (bk. Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 16).
628 Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 281, III, 458; Şairin çocuklarının durumu ile ilgili olarak Ceylan-Yılmaz’da ise Sedad ve Murad’ın küçük yaşta öldükleri belirtilmiş; Reşad ile ilgili sadece torunu Mâcid Bey’in Şûrâ-yı Devlet âzâlığına değinilmiş ve Fuad Paşa’nın ise Tanzimat’ın ünlü sadrâzamlarından biri olduğu bilgisine yer verilmiştir (bk. Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 16).
629 Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 193; Ekrem Işın, a.g.m., s. 479; Sezai Küçük, a.g.e., s. 116.
630 İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 741.
631 Defter-i Dervîşân-II, vr. 49b; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 61; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 218.
632 İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 740-746.
633 Fatin Dâvud, a.g.e., s. 288; Harun Tolasa, a.g.m., s. 47; Naci Okçu, a.g.m., s. 561.
634 Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 458; Naci Okçu, a.g.m., s. 561.
635 Naci Okçu, a.g.m., s. 562; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 38.
636 Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 458; Naci Okçu, a.g.m., s. 561; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 37.
637 Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 37.
638 Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 38.
639 Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 39.
640 Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 38; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, Bir Sürgün Şâheseri Mihnetkeşân, İzzet Molla, s. XXXVIII; Eserle ilgili ayrıntılı bir değerlendirme için bk. Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. XXXVII-LII.
641 Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. XXXIX, LI-LII.
642 Fatin Dâvud, a.g.e., s. 288; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., III, 458; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 738-739; Harun Tolasa, a.g.m., s. 47-48; Naci Okçu, a.g.m., s. 562-563; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, Hazâna Sürgün Bahâr, Keçecizâde İzzet Molla ve Dîvân-ı Bahâr-ı Efkâr, s. 40.
643 İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 744; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 359-360.
644 İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., II, 744-745; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 396.
645 Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 489.
#Bayram Ali KAYA