KAYSERİ’DE BAYRAM
Bu yazımı bir yabancı dostumun hatırasına ayırmak istiyorum: KATHARİNE BRANNİNG, benim son on yıla yakın bir zamandır, her yaz evimde misafir ettiğim bir Amerikalı bayandır. Ülkemize sevgisini “Bir Çay Daha Lütfen” adlı kitabıyla dillendiren Ketrin Hanım, geçtiğimiz yıl, ramazan bayramında bizde misafir olmak istediğini belirterek “Türklerin Bayram Geleneğini görmek istiyorum”, dedi. Biz de memnunun olacağımızı bildirdik. Bayramdan bir gün önce geldi. Bayramı birlikte geçirdik. Gördüklerini ülkesine döndükten sonra yazdı ve yayınladı. Duygu ve düşünceleri ilginizi çeker umuduyla bu defaki köşemi ona bırakıyorum. Manevi iklimimizin bayram coşkusunu anlatan Katharine Branning’in bu yazısını H.Neşe Kocak hanımefendi dilimize çevirdi:
[ 30 yıldır Türkiye’ye seyahat etmeme rağmen, hala bu cezbedici ülkede keşfedilecek çok şey buluyorum.
Geleneklerden biri, şimdiye kadar asla tecrübe etmediğim bir aylık uzun bir zaman dilimi olan Ramazanın sonunu takip eden üç günlük bayram kutlaması.
Bu nedenle bu yıl, adına ‘Bayram’ denilen tatili, Türk ailemle, yazar Muhsin İlyas Subaşı’nın Kayseri’deki evinde keşfetmeye karar verdim.
Onun yazlık evi dağ eteklerine konumlanmış etkileyici Erciyes Dağına 10 Km. uzaklıkta ve her zaman şehir manzarasına hâkim durumdadır. Ev, cennetten bir parça gibidir. Bahçesi tamamen çiçeklerle doludur. Ve o evde üç kuşağın üyeleri birlikte yaşarlar. Onlar daima neşeli tartışmalar ve samimi yemekler için hazırdırlar.
Ben daha önce Ramazan geleneği hakkında çok şey biliyordum. Müslümanlığın beş şartından biri olan oruçta, inananlar, ölçülü olmayı öğrenmek ve kendi kendini disipline etmek için güneş batana kadar bir şey yiyip içmekten kaçınıyorlar. Ben, hem Amerika’da hem Türkiye’de, güneşin batmasıyla birlikte hızla yenilen kalabalıkların iştirak ettiği sayısız iftar yemeğine katıldım. Özellikle uzun ve sıcak Ağustos günlerine rastlayan bir aylık imtihanın nasıl son bulduğunu ancak keşfedebildim. Ailemin noeli nasıl kutladıkları hakkında düşündüm ve bütün Amerikalıların 4 Temmuzdaki Şükran Gününü nasıl kutladığını. Aileden önemli kişiler, arkadaşlar, yemek ve eğlenmek bayramın ana temaları. Durum Türkiye’de de farklı değil. Üç günlük kutlamanın, net bir şekilde tanımlanmış bir seremoninin etrafında döndüğünü kısa sürede öğrendim. Tatil, tüm ülkede bir duraklama olan ciddi bir organizasyondan oluşmuş dost ve akraba ziyareti. Neredeyse herkes davet edilen yere 19. yüzyıl Victorian modası gibi arkadaşlarının ve akrabalarının evlerine gidiyor. Geleneklere uygun olarak bu ziyaretler en yaşlı olandan başlıyor. Böylece, eğer siz elli yaşını geçmişseniz, üç gün boyunca bir yere gitmeyeceksiniz, fakat ziyaretçileriniz sakin bir akarsu gibi kapınızı çalıp size hürmetlerini sunacaklar.
Bu ziyaret tarzı her zaman aynıdır; misafirler gelir, herkes birbiriyle öpüşür ve bayramını kutlar, otururlar. Daha sonra hizmet edenler, özenli tabaklarda, çeşitli hafif yiyecekler getirirler ve her misafire ayrı ayrı ikram ederler. Geleneksel favori ikramlar baklava, taze meyve suyu, el yapımı pastalar, çay, karpuz ve meyvedir. Misafirler kendileri için hazırlanan yiyecekleri yerken iyi dilekler değişir, daha sonra oldukça çabuk bir şekilde ikram tabakları toplanır.. Misafirler kalkar ve gitmek için izin ister. Ziyaretler asla yedi dakikadan fazla sürmez. Giriş ve çıkış, kısa ve tatlı, neredeyse hızlı tanışmanın Türk tarzıdır.. Bu kısalığı bir parça şaşırtıcı buldum. Fakat bir nevi sayım yapmak gibi gördüğüm bu geleneği anlayabildim. Gün boyunca başarıyla tamamlanmış bir sayım. Eğer bir grup misafir otururken başka bir grup misafir gelirse, oturan grup çabucak oradan uzaklaşıverir.
Kutlama protokolü, bir yandan gelir bir yandan ayrılır ve net bir şekilde şöyle tanımlanabilir: kadınlar el sıkışır ve birbirlerini yanaklarından öperler. Erkekler el sıkışır ve başlarnı eğerek alınlarının kenarını birbirine değdirirler. Çocuklar ve gençler bir saygı göstergesi olarak yaşlıların ellerini öperler.
Ayrılırken, ellerinize kolonya dökülür ve evin en genç çocuğu bir kâse içerisinde şeker (genellikle çikolata) tutar. Her bir misafir kapıya kadar uğurlanır.
Bu karışık coğrafyada ziyaretlerin nasıl organize edildiği benim için hala az da olsa gizemini korumaktadır. Kime ve ne zaman gidileceğine karar verilir. Eğer arabayla uzak bir yere gideceksen ve birinin kapısını çalacaksan ya o kimse de başkasına ziyarete gittiyse ne olacak? Buna rağmen, tipik bir türk tarzı içinde herşey çok güzel işler. Gerçekten de bir plan yapılmıştır. Bayram tatilinin ilk günü sadece akrabalar ziyaret edilir. İkinici gün komşular ve arkadaşlar ziyaret edilir. Üçüncü gün eğer sen daha yaşlıysan kendi yaşlılarını ziyaret etmek için yola koyulursun.
Ev sahibi buzdolabına ve kilerine bayramdan önce gerekli olan lezzetli ikramları zamanı geldiğinde misafir ordusuna sunmak için stok eder. Kocaman baklava ve su böreği tepsileri, mutfak tezgâhının üzerinde, çaydanlıklar kaynamak üzere, soda şişeleri asker gibi sıra sıra ayakta durur.
Giriş ve çıkıştaki daimi akış, bir hava alanındaki hareketliliğe benzer. Ev sahibi daha sonra gelecek misafirlerin kullanması için hızlı bir şekilde kirlenen tabakları ve çay bardaklarını yıkar. Herkes en güzel elbiselerini giyinir. Özellikle kadınlar en güzel, en ışıltılı çantalarını, eşarplarını, mücevherlerini teşhir ederler. Yüksek topuklu ayakkabılarını giyerler, saçlarını yaparlar, makyaj yaparlar ve başörtülerini özel bir kabiliyetle bağlarlar. Erkek terzileri her zamankinden daha çok çalışır. Fakat çoğu giyisi şıktır, iyi ütülenmiştir, özellikle bu yılın modası gömlekler giyilir.
Bu ziyaretler çok kısa bile olsa herkesi görmeye imkân sağlar. Yapılan bu tür uygulamalar bana noel kartlarını düşündürür. Her yıl insanlara çok sayıda noel kartı gönderirim. Onlardan kimilerini nadiren görürüm. Fakat sık sık görüşmek, konuşmak isterim. Burada tatil ziyaretleri çoğu zaman aynıdır. Alışılagelmiş konular, sağlığın korunması (kolesterol seviyesi herkesin aklındayken bile baklava almamayı nezaketsizlik sayarlar), yemek tarifleri, mahalle haberleri. Bunlar ağır konular değildir. Üzücü haberler ya da politik tartışmalar olmaz. Bu nedenle kimse kırılmaz. Ve elbette Türk usulü olarak herhangi bir dedikodu da olmaz. Muhabbetlerin tümü, pozitif ve olumlu, tamamen sevgi ve saygı doludur. Buna rağmen, herkes hiç beklemeden çok yüksek sesle konuşur, bu nedenle birbirlerine coşkulu ve heyecan verici görünürler.
Böylece bu coşkulu ziyaret turlarında, kutlamalar, hızlı selamlaşmalar, vedalar. Bütün bunların içinde ben neredeydim? Ziyaret ettiğim insanların % 95 ini tanımıyor olmama rağmen, kendimi bu toprakların ve bu camianın bir parçası gibi hissettim. Birçoğu beni tanıyordu ve kitabımı okumuştu. Bayram benim için gerçekten eğlenceli miydi? Kesinlikle evet. Bu üç gün içinde yaptığım bir kaç şey:
20 kişinin bir arada yaşadığı devasa bir ev ziyaret ettim; 4 oğul ve onların ailesi babalarının evlerinde aynı çatı altında.
Çaykur firmasının yöneticisiyle, bir saat yapımcısıyla, bir seramik sanatçısıyla, Büyük Selçuklu Dönemi’nin Karatay vezirlerinin soyundan gelen biriyle, kadın ve erkek bir kaç avukatla, esnaflarla, restorant sahibi ve işadamlarıyla tanıştım.
Teleskopun gücü ölçüsünde yükselen hilali, büyük ve küçük krateri seyrettim.
72 kişiyle el sıkıştım/ öpüştüm.
Bu ziyaretler boyunca 12 dilim baklava, 6 dilim su böreği, 3 adet yaprak sarması ve 7 adet el yapımı çörek yedim.
Sayılamayacak kadar çok çay, portakallı soda, kayısı suyu ve Urfa’nın egzotik antepfıstığı kahvesini içtim.
Çeşitli aksanlarda ve şivelerde Türkçe konuşmalar duydum.
Kapadokya’nın Ürgüp vadisindeki bağlardan elle toplanmış üzümlerden yedim. Hayatımda tattığım en lezzetli üzümlerdi.
Yeni doğmuşları ve yeni evlileri, büyük babaları ve büyük anneleri tebrik ettim.
Şadırvanı olan, resmen yeni açılmış bir mahalle camiisini ziyaret ettim.
17 yeni kelime öğrendim.
Kayseri’nin en yüksek tepesinde, Newyork’taki evimde misafir ettiğim iki üniversite öğrencisiyle kahve içtim.
Ev sahibimin, matematik öğretmeni olan kızının, eski ve şimdiki öğrencilerinden gelen bayram tebriklerini kabul ettiği telefonunun daima çalan sesini dinledim.
Kayseri’nin Osmanlı Evi müzesini ve Osmanlı soyundan gelen birini ziyaret ettim.
Yeni doğmuş bir kedi yavrusuyla karşılaştım. 2 keçi ve iki yavrusunu gördüm. Onun ağılının yanındaki ağaçtan dalından koparılmış keçi elmasıyla beslendim. Daha sonra onun taze sütünden yapılmış kek yedim. ( çok hafif ve lezzetliydi.)
Osmanlı şiiri çevirmeni olan bir bilim adamının evini ziyaret ettim.
Özel hazırlanmış bayram yemekleri yedim: içli köfte, rosto yapılmış kuzu eti ve pilav. Kahvaltı için fırında taze pişirilmiş pide (bir tür pizza) ve Kayseri’nin ünlü sucuğu.
Hediye olarak iki yüzük ve bir havlu kabul ettim.
Üç günün sonunda yüksek notlar alan özel olaylar gözlemledim. Kayseri’yi tepeden gören muhteşem bir evde canlı bir müzik konseri, müzisyen bir ailenin evi için özellikle inşa edilmiş 7 kenarlı bir çardakda oturuş. Baba tanburla, oğul udla, kızlardan biri kemençeyle, diğer kız sesiyle, aile ayaklarıyla tempo tutarak ‘Konyalım’ ve Erkilat Güzeli’ni çalıp söylediler, Türk folk müziğinden örnekler verdiler. Çok modern bir aileydi. Bu gençlerin hepsi yeni şarkı ve türküleri bildikleri kadar eski şarkı ver türküleri de biliyorlardı. Böyle bir sevgi onlara kalan bir mirastı.
Bu öğleden sonranın sonunda güneş ışığı ince beyaz dantel perdeden süzülerek onların yüzlerini solgun bir şekilde aydınlatırken baba ve oğul birbirlerinin gözlerine bakarak birlikte şarkı söylediler ve oynadılar.
Bütün bu olanlar sizin için çok heyecan verici olmayabilir fakat benim için hayatımda yaşadığım en önemli zamanlardı.
Bu bayram kutlamaları aklımda daima “18 yeğenin bayramı” olarak kalacak.
Bayram kutlamalarının ilk gününün öğleden sonrasının sonlarına doğru, bir araba kapısının çarpma sesini duydum. Hemen sonra bahçe kapısı kapandı ve yetişkin bir erkek ordusu, önce biri ve arkasından diğerleri olmak üzere sırayla içeri girmeye başladılar. 18’i de içerdeydi. Bahçedeki köşkün içini doldurdular ve kanepelerin minderlerine, divanlara oturdular. Biraraya gelen bu 18 adam ev sahibi Muhsin İlyas Subaşı’nın 4 erkek kardeşinin çocuklarıydı. Hepsi de ahenk içinde tanınmış bir insan olan amcalarına olan saygı borçlarını ödemek için oradaydılar. 6 araba ile 2,5 saatlik bir mesafeden, baba ocağı olan Sivas’tan gelmişlerdi. Muhsin İlyas Bey, yer aldı ve daha sonra bir hikâye anlatmaya başladı: (Tamamen bir şiir ile kutsal kitaptan parçalar ve ahlaki değerlere dair bir bitiş). Onun gürleyen sesi ve ikna edici tavrıyla söylediklerini bütün erkekler (yaş aralığı 12-60) kendilerinden geçmiş bir dikkatle dinliyorlardı. Bunlardan biri cep telefonu için dışarı çıktı ve tüm olan biteni kaydetti. Bu 18 adam olağan sohbetler yapmak yerine bilgelikle ve müthiş bir saygıyla amcalarını dinlediler. Böyle bir organizasyonu, birçok insanın ziyaretini düzenlemeyi hayal edebilir miyim? Bu kadar çok insanın bir arada bulunmasını ve bir bütünlük içinde şerefle, ailenin en yaşlı üyesine saygılarını sunmasını hayal edebilir miyim? Arkadaşım Muhsin İlyas Bey eve doluşmuş bütün yeğenlerini seyrederken ve sırayla onlara elini öptürürken ne hissetmiş olacağını hayal edebilir miyim? Kraliçe Elizabeth ve Bill Gates böyle bir zenginliği asla bilmeyecekler.
Böylece nihayetinde, bu ayin haline gelmiş bayram tatili, Türkler hakkında bana ne öğretti daha önce bilmiyor muydum? Gerçekten de bu, ateşli bir şekilde, Türkler hakkında daha önce bildiğim birçok şeyi doğruladı: Onlar ailelerini herşeyin üstünde seven insanlar. Onlar büyük bir topluluk olarak, birbirine bağlanmış güçlü bir yapıya sahipler. Onlar, arkadaş canlısı, eğlenmeyi seven ve elbette doyurucu, sağlıklı,yemekleri seviyorlar. Bu seri ziyaretler bana hayatın kıymetini, bize verilen nimetlerin güzelliğini, sorumluluklarımızı, hayatın değerini ve anı yaşamamız gerektiğini hatırlattı. Onların bizden önce gelenlerle, bizden sonra gelecekler arasında kurmaya çalıştıkları bağı gördüm. Onlar, gizli gücün gerçeğindeki gelişimsel süreci yeniden onaylarlar, gelenekleri yadetmenin ve kuvvetli bağların gerçeğini. Fakat bunların hepsinin üstünde bu bayram tatili şunu anlamamı sağladı. Bu insanlar, dinsel ve sosyal inançları ile onlara miras kalan bu özellikleriyle bir kabile gibi güçlü bağlarla birbirlerine bağlılar. Bu geleneksel ziyaretler bana paha biçilmez bir ders verdi. Sizi destekleyen ve size yardım edenleri tanıma ve hatırlama fırsatı: aile, arkadaşlar, komşular, öğretmenler, şifacılar. Sonunda en büyük kavram, dünyadaki tüm varlıklar…
Tüm içtenliğimle bayramınız kutlu olsun.]
#Muhsin İlyas Subaşı