Mehmed Celâleddin Dede (ö. 1326/1908)
(Yenikapı Mevlevîhânesi’nin 19. Şeyhi, Bestekâr, Mûsiki Bilgini, Neyzen, Şair, Tanbûrî)
TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA
Mehmed Celâleddin Dede, Mehmed Ziyâ’nın kaydettiğine göre 8 Rebîül-evvel 1265 (2 Şubat 1849) tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde, Hidiv İsmail Paşa’nın yaptırdığı harem dairesinde dünyaya gelmiştir. Büyükbabası, anılan dergâhın şeyhlerinden Abdülbâki Nâsır Dede, babası aynı dergâhın kendisinden önceki şeyhi Osman Selâhaddin Dede, annesi ise Münire Hanım’dır. Oğlu Burhâneddin’e nispetle “Ebul-Burhân” olarak da anılan Mehmed Celâleddin Dede, yedi yaşında iken “bed-i besmele” eyleyerek yani besmele çekmek sûretiyle eğitim hayatına adım atmış, ardından Kur’ân ve tecvîd öğrenmeye başlamış, 1272/1855-1856 yılında yapılan bir sünnet merâsimiyle sünnet olmuş, 1277/1860-1861’de ve on iki yaşında iken Davudpaşa Rüşdiyesi’ne gitmiş ve burada Arapça’yı Molla Câmi’ye kadar okumuştur.883
Rüşdiyeye kardeşi Mehmed Kemâleddin Dede ile birlikte devam eden Meh-med Celâleddin Dede, bu okulun gayretli öğretmenlerinden biri olan Süleyman Efendi’den dersler alıp buradan mezun olmuştur. Celâleddin Dede, daha sonra gerek mevlevîhânede, gerekse mevlevîhâne dışında devrinin pek çok âliminden dersler almak sûretiyle kendisini yetiştirmiştir. Örneğin Koca Mustafapaşa’da Küçük Efendi Tekkesi Şeyhi Hâfız Gâlib Efendi’den, Koca Mustafapaşa Medresesi’nde oturan Mustafa Efendi’den ve Molla Hacı’dan Molla Câmi okuyup Arapça bilgisini ilerletmiştir. Daha sonra Fatih Câmii’ne devam ederek Şeyh Hâfız Gâlib Efendi ile Mustafa Efendi’den ayrıca dersler almış; yine aynı câmide, ünlü Filibeli Muhâcir Mahmud Efendi’den “Tasavvurât, Tasdîkât, Şerh-i Akâid ve Ma‘ânî” gibi medrese dersleri okumuş ise de hocasının vefatı üzerine icâzet alamamıştır.884
Ayrıca babası Osman Selâhaddin Dede’den Mesnevî-i şerîf v e 1275/ 1858’den sonra da Fusûsu’l-Hikem okumuş ve dergâhın semâhânesinde icrâ edilen bir törenle icâzetnâme almış, yine babasından ünlü mutasavvıf Celâleddin Devvânî’nin Zevrâ ve Havrâ’sını okumuştur.885 Bunların yanı sıra Tunuslu Mustafa Efendi’den Fütûhât-ı Mekkiyye ve Buhârî-i şerîf okumuş; hatta Mustafa Efendi, Osman Selâhaddin Dede’nin vefatından sonra da muntazaman dergâha gelerek Celâleddin Dede’ye ders okutmaya devam etmiştir.886
Mehmed Celâleddin Dede, Defter-i Dervîşân’daki kayda göre 1281/ 1864-1865’de ve on yedi yaşında; aralarında Mehmed Ziyâ’nın da bulunduğu bazı kaynaklara göre ise 1283/1866-1867’de ve on sekiz yaşında iken, Mevlevî tarîkatı müntesiplerinden ve Meclis-i Zabti-ye üyesi Mustafa Nâilî Efendi (ö. 1278/1862-1863)’nin kızı Nazife Zeliha Hanım ile evlenmiştir.887 Bu evliliğinden küçük yaşta vefat eden büyük oğlu Burhâneddin, Abdülbâki Baykara Dede ve Nâciye Aykut Hanım (ö. 1948) adlı üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Mehmed Celâleddin Dede, babasının hastalığı ve de yaşlılığı sebebiyle inzivâya çekilmesi üzerine, yine Defter-i Dervîşân’a göre yaşı on sekiz olduğunda, aralarında Mehmed Ziyâ’nın da bulunduğu diğer bazı kaynaklara göre ise 1286/1869 yılından itibâren ve yirmi iki yaşında iken, Konya Mevlevî Dergâhı Postnişîni Safvet Çelebi’nin izniyle, babasına vekâleten dergâhta mukâbeleye ve İsm-i Celâl’e başlamıştır. Celâleddin Dede ayrıca babasının Mesnevî okuyuculu-ğunda bulunmuş, bu vekâleti ile hizmetleri babası hayatta iken on sekiz seneye yakın devam etmiştir. Osman Selâhaddin Dede’nin vefatı üzerine, 18 Cemâziyelevvel 1304 (11 Şubat 1887) tarihinde yine Safvet Çelebi tarafından babasının yerine meşîhate tâyin edilen Mehmed Celâleddin Dede, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin asâleten postnişîni olmuş, vefatına kadar da bu hizmetini sürdürmüştür.888
İlim tahsilini daha sonra da sürdüren Mehmed Celâleddin Dede, Mesnevîhân Selânikli Mehmed Es‘ad Dede’den de Mesnevî okumuş, 6 Rebîülâhir 1305 (21 Aralık 1887) tarihinde Eskişehir Mevle-vîhânesi Şeyhi Hasan Hüsnü Dede tarafından kendisine Mesnevî icâzeti verilmiştir.889
Asâleten ilk atamasını yapan Safvet Çelebi’nin vefatı üzerine yerine geçen Abdülvâhid Çelebi tarafından, Zilhicce 1305 (Temmuz-Ey-lül 1888) tarihinde meşîhati yenilenen ve 10 Muharrem 1309 (16 Ağustos 1891) tarihinde ise kendisine hilâfetnâme verilen Mehmed Celâleddin Dede, mukâbele günleri890, kürsüden babasının telif ettiği Mesnevî şerhini okutmağa başlamış ve bu dersler vefatından bir buçuk yıl öncesine kadar devam etmiştir.891 Mehmed Ziyâ, onun ayrıca vefatından bir iki yıl öncesine kadar, Cuma geceleri şeyh dairesinde Mecdüddin Ferîdûn Sipehsâlâr’ın Farsça Menâkıb-ı Mevlânâ’sını okuyarak hazır bulunan dedelere, dervişlere ve sevenlerine şerh etmek sûretiyle tasavvufî bilgiler verdiğini kaydetmektedir.892
1301-1302/1884-1885 yılları arasında Meclis-i Meşâyih reisliği de yapan ve Yenikapı Mevlevîhânesi’nin 19. yüzyıldaki son şeyhi olan Mehmed Celâleddin Dede, bünye itibarıyla son derece zayıf ve nahif bir yapıda olup 1320/1903 yılında yakalandığı gırtlak kanseri ile akciğer hastalığı893 sonucunda hayli zayıf düşmüş, vefatına kadar hastalıklarıyla mücadele etmek durumunda kalmış, her geçen gün artan rahatsızlığı üzerine, 1321/1903 yılında Abdülvâhid Çelebi tarafından verilen izinle, dergâh şeyhliğine vekâleten oğlu Abdülbâki Baykara Dede atanmıştır.894 Celâleddin Dede’nin vefâtına yakın olan zamanları hayli zor geçmiş, sesi iyice kısılan şeyh efendi merâmını anlatamaz bir hâle gelmiştir. Dergâhta 5 Şevval 1324 (22 Kasım 1906) tarihinde çıkan yangın sebebiyle, özellikle kütüphanenin yanması üzerine hayli üzülmüş ve zaman geçtikçe rahatsızlığı daha da ağırlaşmıştır. Celâleddin Dede, yangından etkilenmeyen harem dairesinin dervişlere tahsisi ve de ayrıca doktorların gerekli görmesi üzerine Gedikpaşa’da kiralanan bir konağa taşınmış, bu taşınma işlemi dahi saray açısından bir problem oluşturmuş, yazdığı bir arîza ile durumu pâdişâha açıklamak zorunda kalmıştır. Durumu bu konakta iyice ağırlaşan Celâleddin Dede, şeyhliğinin yirmi ikinci yılında895, 29 Rebîülâhir 1326 Cumartesi gününü 1 Cemâziyelevvel 1326 Pazara bağlayan gecede (milâdî: 30-31 Mayıs 1908; rûmî: 17-18 Mart 1324), ikâmet ettiği konakta vefat etmiş, yerine ise hayatta olan oğlu Abdülbâki Baykara Dede asâleten postnişîn olarak tâyin edilmiştir.896
Celâleddin Dede’nin cenazesi, bulunduğu konaktan dergâha taşınmış ve gasil işlemi vasiyeti üzerine Topkapı İmamı Edhem Efendi tarafından yapılmıştır. Bu esnâda Beşiktaş/Bahâriye Mevlevîhânesi Şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede, Veled Çelebi, Sünbül Sinan Dergâhı Şeyhi Kutbuddin Efendi (ö. 1332/1914-1915), Merkez Mûsâ Muslihiddin Dergâhı Şeyhi Ahmed Efendi (ö. 1332/1914-1915), Odabaşı Dergâhı Şeyhi Ahmed Efendi ile birlikte diğer şeyh efendiler, bütün dedeler, muhibbân ve dervişler de dergâhta hazır bulunmuşlardır.897
Nâşı daha sonra Koca Mustafapaşa Sünbül Efendi Dergâhı’na götürülmüş, orada cenazeye Meclis-i Meşâyih eski reislerinden Tophâne Kâdirî Dergâhı Şeyhi Ahmed Efendi (ö. 1324/1906-1907) de katılmıştır. Gasli sırasında Dügâh makâmından bestelemiş olduğu ve dinleyenleri son derece duygulandıran âyini terennüm olunan Mehmed Celâleddin Dede’nin nâşı, muhibbâ-nından ve aynı zamanda babasının halîferinden olan Sütlüce Hasîrîzâde Sa‘dî Dergâhı şeyhi ve ayrıca Meclis-i Meşâyih reisi olan Mehmed Elif Efendi tarafından kıldırılan cenaze namazının ardından, toplumun hemen her kesiminden insanların katıldığı büyük bir kalabalık eşliğinde tekrar Yenikapı Mevlevîhânesi’ne getirilmiş ve sağlığında oğluna eliyle gösterdiği yere, babası Osman Selâhaddin Dede’nin sol tarafına defn edilmiştir.898 Sultan II. Abdülhamid’in Hazîne-i Hassa memurları ile cenaze masrafı olarak gönderdiği 2000 kuruşun, yine şeyh efendinin vasiyeti gereğince, cenaze işleri için kullanılması uygun görülmemiştir.899
Mehmed Celâleddin Dede’nin vefâtına, başta Tâhirü’l-Mevlevî olmak üzere, birçok seveni tarafından tarih düşürülmüştür:
Mahmud Cemil Bey’in,
Eyledi üç nezr-i Mevlânâ tamam
Cân fedâ etdi Celâleddin cemâl-i dosta900
Tâhirü’l-Mevlevî’nin;
Etdi şu mısra‘ı Tâhir tahrîr
Aldı ol hazreti Hak celle celâl901
Ahmed Remzi Akyürek Dede’nin
Semiyy-i mefhar-i sâdât ibn-i Şeyh Selâhaddin
Nümâyân idi zâtında cenâb-ı Pîr’in ahlâkı
Şu bir mısra‘da Remzi münderic geldi iki târîh
Celâleddin Mehemmed gitdi ifnâ sırrıdır Bâkî902
Celâleddin Dede’nin hayatının sonlarına doğru yaşadığı ve hayli üzülmesine, o sıralarda uğraştığı hastalığının daha da artmasına; hatta belki de ölümüne yol açan en önemli olay kuşkusuz Yenikapı Mevlevîhânesi’nin, içindeki son derece değerli kitaplarla birlikte yanması olmuştur. 4-5 Şevval 1324 (22-23 Kasım 1906)903 tarihinde, dergâh kütüphanesinin altında bulunan arabalıktaki samanların, bir ihmal yüzünden tutuşmasıyla çıkan yangın, yarım saat içerisinde dergâhın tamamını sarmış ve âdetâ her şeyi küle çevirmiştir.904 Bu yangının istibdad yanlıları tarafından çıkarıldığı, dönemin Mısır’da yayınlanan bazı gazetelerinde iddia edilmiş olmasına; hatta Tâhirü’l-Mevlevî’nin de bu iddiâya katıldığını dile getirmesine karşın Mehmed Ziyâ, bu yangının bir dikkatsizlik sonucunda çıkmış olduğunu belirtmektedir. Mehmed Celâleddin Dede’nin torunu Gavsi Baykara’nın belirttiğine göre ise onun hastalığının artmasında, en ufak bir şüphede bile fesat ehli tarafından Yıldız Sarayı’na yapılan binlerce asılsız jurnalin sonucunda, günde en az sekiz on dâverin dergâha gidip gelmesiyle verdikleri rahatsızlığın da etkisi olmuştur.905
Tâhirü’l-Mevlevî, Mehmed Ziyâ ve Sezai Küçük’ün de belirttiği üzere, “Dergâhtaki yangını kimin çıkardığından ziyâde bu talihsiz olayın asıl üzüntü veren yanı, dergâh kütüphanesinin tamamen yanmış olmasıdır. Özellikle Osman Selâhaddin Dede tarafından toplanan ya da satın alınmak sûretiyle kütüphaneye kazandırılan, ayrıca diğer Mevlevî büyüklerine âit olan ve Tâhirü’l-Mevlevî’nin tâbiriyle ‘hazîne-i nevâdir’, Celâleddin Dede’nin ifadesiyle de ‘cihân değerinde yâdigâr’ olan eserlerin bulunduğu bu kütüphane, Mevlevîlik tarihi bakımından da büyük bir öneme sahip idi. Bugün elimizde Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhlerinden bazılarının eserleri mevcut değilse bunun sebebi büyük oranda bu yangın olmalıdır.” Gavsi Baykara’nın belirttiğine göre ise bu yangında ayrıca Celâleddin Dede’nin yirmi kadar tanburu ile babası Osman Selâhaddin Dede’den kalan hâşiyeli ve tezhipli çok değerli bir Mesnevî-i şerîf nüshası da kül olmuştur.906
İbnülemin’in, “Şerîat ve tarîkat âdâbına bağlı, lâubâliyâne hâl ve davranışlardan sakınan, bilgisi ve irfânı ile benzerleri arasında seçkin bir şahsiyet” olarak tanıttığı Mehmed Celâleddin Dede’nin belki de en önemli özelliği, Mevlevî kültürüne vukûfiyeti yanında, bir Mevlevî şeyhi olarak diğer tarîkatlardan da icâzetli olmasıdır. 1305/1887 yılında, babasının da hocası olan Trablusgarblı Şeyh Mustafa b. Osman Şebnî tarafından kendisine Şâzeliyye ve Kâdiriyye hilâfeti verilen Celâleddin Dede, 1313/1895 yılı Nisan ayında Çiştiyye Şeyhi İmdâdullah Fârukî Efendi’den Çiştiyye hilâfeti almış, bunların yanı sıra Celâleddin Dede de İmdâdullah Fârukî Efendi’ye Mevleviyye hilâfeti vermiştir.907 Yine İbnülemin, Celâleddin Dede’nin Yakacık’ta Şabaniyye Tekkesi’nde birkaç gün misafir kaldığı sırada tekkenin şeyhi Hüsnü Efendi nezdinde bir gece görüştüklerini nakletmektedir908 ki, Sezai Küçük’ün ifade ettiğine göre, “…alınan ve verilen bu hilâfetler ile yapılan görüşmelerin, 19. yüzyılda tarîkatlar arasındaki ilişkileri göstermesi bakımından son derece önemli olduğunu” özellikle belirtmek gerekir.909
Kaynaklarda “nahîf bünyeli, kısa sakallı, iri burunlu, heybetli, zayıf, marîz ve asabî mîzaçlı, güzel ahlâklı, edîb, zarîf ve cömert bir şahsiyet” olarak nitelenen Mehmed Celâleddin Dede, sahip olduğu yüksek ahlâkı, ilmî seviyesi ve mütevazı kişiliği ile gerek tarîkat ehli, gerekse ulemâ nazarında, dâimâ hürmet ve saygı duyulan bir şahsiyet olmuştur. Tarîkat usul, âdâb ve erkânını korumaktaki gayreti, şer‘î ölçülere riâyetteki azim ve titizliği, Mevlevî tarîkatı içerisinde bulunan Kalenderî-meşrep Mevlevîlerce, Mevlevî tarîkatını Nakşibendiyye’nin Hâlidî koluna çevirdiği tarzında ithamların yapılmasına yol açmıştır.910
Başta mübarek gün ve gecelerde olmak üzere, dergâhı ziyarete gelen hemen her kesimden insanın, Mehmed Celâleddin Dede’nin seviyeli sohbeti ve mânevî himmetiyle dergâhtan memnun ayrıldığına birçok defa şahit olunmuş; sohbet ortamına hâkim olan ciddiyetin yanı sıra şeyh efendinin sohbette ele aldığı konuları dinleyenlerin seviyesine göre sunması, akıl ve mantıktan uzak rivâyetlerden özenle kaçınarak daha çok ahlâkî konulara değinmesi, zor beğenenlere bile “Celâl Efendi gerçekten şeyh imiş” cümlesini söylettirmiştir. Hatta sohbetlerin sonunda, kendisinden yaşça büyük olan birçok şahıs, Hâlet Efendi’nin de dile getirdiği gibi, “Şeyhim beni bu gece yaktın” ifadesini kullanmaya mecbur kalmıştır.”911
Şeyh efendinin Gümüşsuyu’nda aynı zamanda komşusu olan ve aklına geldikçe buradaki yazlık köşküne giden Hasan Âli Yücel çocukluk günlerine dâir hâtıralarında, kendi ruh ve düşünce dünyasını da derinden etkilemiş olan Mehmed Celâleddin Dede hakkında şunları kaydetmiştir:
“Hele ‘Hûbaba’ dediğim Celâl Efendi, uzun boyu, uzun deve tüyü sikkesi, zayıf; fakat nûrânî yüzüyle pek hoşuma gidiyordu. Elini öptüğüm zaman beni öpmesini pek ister, çok severdim. Bu tertemiz insanın kendine has öyle çekici bir kokusu vardı ki, şu anda onu bir gül bahçesi içindeymiş kadar canlı, tesirli olarak hafızamda bulmaktayım. Keyifli zamanında beni yanına çağırırdı. Yazı yazdırır, yazılmış yazıları okutur; hikâye söyler, bana tekrar-latırdı. Küçük oturma odasında bir masası vardı. Beyaz buzlu ve kapaklı bir kâse içinde duran peynir şekerlerinden verirdi. Bu ikrâm beni beğendiğinin, sevdiğinin delili olduğu için bana büsbütün tatlı gelirdi.”912
Dönemin siyâsî olaylarıyla da yakından ilgilenmiş olan Mehmed Celâleddin Dede, Mehmed Ziyâ’nın kaydettiğine göre “…Osman Selâhaddin Dede’nin mahdûm-ı güzîni ve cânişîni olmak hasebiyle, kendisinin de peder-i mü-kerremleri gibi bir hayat-ı içtimâiyyesi vardı. Celâl Efendi, pederlerinden almış olduğu terbiye-i içtimâiyyeyi zamanının muhît ve icâbâtına göre tekmîl etmişlerdi.”, Bir diğer ifadeyle Sezai Küçük’ün de belirttiği üzere, Mehmed Celâleddin Dede, babası Osman Selâhaddin Dede’den Yenika-pı Mevlevîhânesi meşîhatiyle birlikte aynı zamanda onun sosyal ve siyâsî mirasını da devralmıştır. Uzun süre babasının meşîhat makamına vekâlet etmesi ve onunla birlikte birçok soruna müdahale etmek durumunda kalması Celâleddin Dede’ye, babasının sâhip olduğu sosyal ve siyâsî konulara dâir vukûfiyeti ve ince düşünüşü kazandırmıştır. Hatta Mehmed Ziyâ’nın, bir sorundan dolayı Sultan II. Abdülhamid’in Celâleddin Dede için, “Celâl Efendi ince düşünür” dediğini duyduğunu nakletmiş olması, şeyh efendinin bu özelliğini vurgulamak bakımından önemlidir.913
Mehmed Celâleddin Dede, mûsiki alanında da son derece mahâretli; hatta üstatlık seviyesine ulaşmış değerli bir şahsiyettir.914 Aynı zamanda araştırmacılık vasfı da olan Mehmed Celâleddin Dede, ilk mûsiki bilgileriyle dinî eserleri dergâhta, din dışı eserleri İsmet Ağa ile ünlü bestekâr Nikogos Ağa’dan öğrenmiştir. Tanbur meşketmeyi ise Küçük Osman Efendi ile Büyük Osman Efendi’den (ö.1303/1885) öğrenmiştir. Mehmed Celâleddin Dede’nin tanbûrdaki mahâreti “âşıkâne” ve “kendine has” olarak nitelenmiş; hatta döneminde “Rabbü’t-tanbur” denilecek kadar üstat kabul edilmiş, mızrap vurmaktaki olağanüstü kabiliyeti, hastalığı sırasında Gedikpaşa’daki konağına davet ettiği Kemânî Memduh Efendi gibi mûsiki üstatlarınca “Ben şimdiye kadar böyle tanbur dinlememiştim” denilmek sûretiyle övülmüştür.915
Celâleddin Dede, bestekârlığının yanı sıra Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Atâullah Dede ve Beşiktaş/Bahâriye Mevlevîhânesi Şeyhi Hüseyin Fahred-din Dede ile birlikte Türk mûsikisinin ses sistemi üzerine yaptığı çalışmaları ile de tanınmıştır. Türk mûsikisi tarihi alanında olduğu kadar bu mûsikinin perdeleri, aralıkları, makamları ve usulleriyle çeşitli nazariyât konularının ilmî bir şekilde ele alınıp incelenmesine dayanan bu çalışmalar, ne yazık ki metin hâline getirilemediğinden, oluşan birikim ancak bu üç isim tarafından öğrencileri Rauf Yektâ Bey ve Suphi Ezgi’ye aktarılmak sûretiyle korunmaya çalışılmıştır. İlerleyen yıllarda bu isimler arasına Sadettin Arel de katılmış ve mevcut bilgiler ışığında Türk mûsikisi nazariyâtının prensiplerini ortaya koyma yolunda önemli adımlar atılmıştır. Mehmed Celâleddin Dede, aynı zamanda öğrencilerinden biri olan Rauf Yektâ Bey ile tanburlar üzerinde de çalışmak sûretiyle bir 8’lide 24 aralık ve 25 perdenin Türk mûsikisi tarihinde kullanılmış ve hâlen kullanılmakta olduğunu tespit etmiştir.916
“Mûsikimize müteallık olarak şimdiye kadar mübhem ve meşkûk kalmış olan birçok mesâil-i nazariyye müşârünileyhin âbyârî-i himmetiyle münke-şif olmuştur.” demek sûretiyle, Türk mûsikisinde gizli kalmış birçok nazarî konunun Celâleddin Dede’nin himmetiyle keşfedildiğini dile getiren Rauf Yektâ Bey, şeyh efendinin mûsiki alanındaki ilmî ve tatbikî gücünü ise şu cümlelerle ifade etmiştir:
“…fenn-i nefîs-i mûsikideki iktidâr-ı ilmî ve amelîsi itibârıyla da eslâf-ı izâmına takaddüm etmiştir. Tanbûr-nüvâzlıkta asrının cidden ferîdi olduğu gibi, nazariyye-i mûsikide dahi bu fakîrin hâce-i sânîsidir.”917
Son devrin değerli mûsiki üstatlarından Zekâîzâde Ahmed Irsoy ise onun için, “Celâleddin Efendi mehere-i mûsikişinaslardan Tanbûrî Büyük Osman Efendi918’den tanbûr öğrenmiştir. Tarz-ı mahsûs ile tanbûr çalmakda mâhir idi. İlm-i mûsikide vukûfu derin olmakla beraber, özellikle nazârî kısmını pek iyi bilirdi. Dügâh-ı cedîd makâmından üstâdâne bir Ruhnevâz Âyin-i şerîf bestelemiştir.” demektedir.919
1322/1904 yılı içinde Kutbü’n-Nâyî Osman Dede’nin Hicâz Âyini’ni, hiçbir nağmesini ve güftesini değiştirmeden Dügâh makamı ve usulünde bestelemesi, ki bu Mevlevî âyini Celâleddin Dede’nin bilinen tek eseridir, onun mûsikideki yüksek konumuna en büyük işaret kabul edilmiş ve bu eser aynı zamanda “Dügâh-ı cedîd” olarak adlandırılmıştır. İlk olarak 12 Rebîülevvel 1323 (17 Mayıs 1905) tarihinde bir Mevlit kandilinde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde mukâbele edilen bu âyinin en önemli özelliği, Kutbü’n-Nâyî Osman Dede’nin bestelediği Hicaz Âyini’nde kullanılan nağmelerin, birçok yerde şekillerinin bozulmadan; hatta güftesi değiştirilmeden Dügâh makamına aktarılabilmiş olmasıdır.920
Kaynaklarda şairlik yönünün de olduğu, ârifâne ve âşıkâne şiirleri bulunduğu bildirilen Mehmed Celâleddin Dede, “Şeyhî” mah-lasıyla aralarında rubâi ve şarkı nazım şekillerinin de bulunduğu bazı manzûmeler kaleme almış, İbnülemin’in bildirdiğine göre şiirle fazla meşgul olmamış, elde yalnız birkaç manzûmesi kalmıştır. S. Nüzhet Ergun’un belirttiğine göre ise Mevlânâ hakkındaki iki rubâisinin de bulunduğu beş manzûmesinden biri Balıkçı Hâfız Mehmed Efend tarafından bestelenmiştir. Bu manzûmesi, “Ey andelîb-i hoş-nevâ” dizesiyle başlayan Rast-ı Cedîd Şarkı’dır.921
Şiirlerinden Örnekler
Gazel
Âşık hemîşe nâle vü âh eylemek gerek
Yârin yolunda cismi tebâh eylemek gerek
Cân vermeyince şâhid-i aşk eylemez zuhûr
Başın fedâ-yı arbedegâh eylemek gerek
Düşdü hevâ-yı dâne-i ruhsâra murg-ı dil
Pâ-best-i kayd-ı zülf-i siyâh eylemek gerek
Gönlüm asıldı kaldı ser-i târ-ı perçeme
Girdi hatâya varsa günâh eylemek gerek
Derk eylemez hakâyıkı her vasle-pûş olan
Serpûş-ı Mevlevî’yi külâh eylemek gerek
Ser-menzil-i hakîkate ermek diler isen
Dergâh-ı pîri püşt ü penâh eylemek gerek
Şeyhî cenâb-ı Ahkar-ı aşk-âşinâ gibi
Bir Mevlevî’yi hem-dem-i râh eylemek gerek922
Gazel-i Müşterek
(Şeyhî) Kûh-ı sahrâ-yı cünûnda ben ki cevlân eyledim
(Ahkar) Cûları te’sîr-i efgânımla giryân eyledim
(Ahkar) Öyle bir vâdî-i ye’se sâlikim ki reşk ile
(Şeyhî) Kays ile Ferhâd’ı ol vâdîde hayrân eyledim
(Şeyhî) Eyleyip âzâde-i kayd-ı muhabbet gönlümü
(Ahkar) Vâkıf-ı esrâr-ı aşk-ı zât-ı Subhân eyledim
(Ahkar) Dil esîr-i çâh u zindân-ı anâsırken anı
(Şeyhî) Mülk-i istiğnâda taht-ı aşka sultân eyledim
(Şeyhî) Çâk edip delk-i vücûdu aşk-ı hestî-sûz ile
(Ahkar) “Mâ” vü “men” bünyâdını bir demde vîrân eyledim
(Ahkar) Verdim ikrâr-ı fenâfillaha terki terk edip
(Şeyhî) Matbah-ı fakr etmede cânı uryân eyledim
(Şeyhî) Lâne-sâz-ı şâh-sâr-ı aşk olaldan bâz-ı dil
(Ahkar) Tâ’ir-i kudsî gibi tâ arşa tayrân eyledim
(Ahkar) Şâhbâz-ı cidd ü cehdi şeh-per-i tevhîd ile
(Şeyhî) Evc-i kurb-ı hazrete her lahza perrân eyledim
(Şeyhî) Yandı perr ü bâl-i kasdı kaldı Cibrîl-i hıred
(Ahkar) Seyr-i fillaha varıp tefrîdi iz‘ân eyledim
(Ahkar) Pîr-i mey sahbâ-be-dest cân atdı istikbâlime
(Şeyhî) Ol zamân ki azm-i bezm-i şâh-ı hûbân eyledim
(Şeyhî) Pâsbân-ı kârbân-ı râh-ı Hakk’ım çünki ben
(Ahkar) Savb-ı maksûdu bütün uşşâka i‘lân eyledim
(Ahkar) Devlet-i sermed erişdi hamdulillah sıdk ile
(Şeyhî) Kendimi Kıtmîr-i bâb-ı şîr-i Yezdân eyledim
(Şeyhî) Dergeh-i Mollâ-yı Rûm’a eyleyip vakf-ı vücûd
(Ahkar) Ahkar-âsâ niçe bin giryânı handân eyledim
(Ahkar) Mesnevî’den terbiyet-yâb-ı füyûzât eyleyip
(Şeyhî) Şeyhiyâ tıfl-ı dili bir merd-i meydân eyledim923
Rubâi
Revnak-dih-i mümkünât olan Mevlânâ
Ârâyîş-i kâinât olan Mevlânâ
Dünyâda vü âhiretde dest-gîrim ol
Dil-mürdelere hayât olan Mevlânâ924
Rubâi
Ey mefhar-i evvelîn olan Mevlânâ
Vey melce-i âhirîn olan Mevlânâ
Dervişlerini hakîkate vâsıl kıl
Ey hâdi-i râh-ı dîn olan Mevlânâ925
Kıt‘a
Dil-hasteyim firâk-ı cemâlinle sevdiğim
Cismim hayâle döndü hayâlinle sevdiğim
Âh eylerim ümîd-i visâlinle sevdiğim
Cismim hayâle döndü hayâlinle sevdiğim926
Mehmed Celâleddin Dede’nin Meşîhati Zamanında İkrâr-bende-i Çille-râh-ı Cenâb-ı Hüdâvendigâr Olan Fukarâ-yı Nev-niyâzân:
Musullu Derviş Ahmed bin eş-Şeyh Osman,
Manastırlı Derviş Yusuf,
Trabluslu Derviş Tevfîk,
Âsitâneli Derviş Receb,
İstanbulî Derviş
Derviş Mustafa Zikri bin Mehmed, Giridli.927
883 Mehmed Celâleddin Dede’nin doğum tarihi Defter-i Dervîşân’da sadece 1265 şeklinde verilmektedir (bk. Defter-i Dervîşân-II, vr. 80b); Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 210; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 201-202; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 939; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833; Suphi Ezgi, a.g.e., V, 453; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Mûsikisi Antolojisi, II, 464; İbnülemin Mahmud Kemâl, Hoş Sadâ, s. 109; Gavsi Baykara, “Celâlettin Efendi”, Türk Mûsikisi Dergisi, sy. 30, İstanbul 1950, s. 2; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122; Sadettin Heper, a.g.e., s. 527; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 224; Nuri Özcan, “Mehmed Celâleddin Dede”, DİA, Ankara 2003, XXVIII, 446; Sezai Küçük, a.g.e., s. 131.
884 Defter-i Dervîşân-II, vr. 80b; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 210; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 201-202; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, II, 939; a.mlf. Türk Mûsikisi Antolojisi, II, 464; İbnüle-min Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 109; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122; Nuri Özcan, a.g.m., s. 446; Mustafa Erdoğan, a.g.e., s. 26; Sezai Küçük, a.g.e., s. 131-132.
885 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 210; Mehmed Ziyâ, a.g.e., 203–204; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 109; Nuri Özcan, a.g.m., s. 446; Sezai Küçük, a.g.e., s. 132.
886 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 210; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 203; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, II, 939; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 109; Nuri Özcan, a.g.m., s. 446; Sezai Küçük, a.g.e., s. 132.
887 Mehmed Celâleddin Dede’nin Nazife Zeliha Hanım ile evlenme tarihi, bizzat Abdülbâki Bay-kara Dede tarafından annesinin vefatı üzerine Defter-i Dervîşân’a düşülen kayıtta 1281 olarak verilmektedir (bk. Defter-i Dervîşân-II, vr. 81b); Mehmed Ziyâ, a.g.e., 202; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 109; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 224; Nuri Özcan, a.g.m., s. 446; Sezai Küçük, a.g.e., s. 132.
888 Defter-i Dervîşân’da kaydedildiğine göre, Meh-med Celâleddin Dede, babasının vefatından hemen sonra onun bıraktığı Mesnevî okumalarına yeniden başlamış ve on sekiz yılda hatmetmiş-tir (bk. Defter-i Dervîşân-II, vr. 80b); Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 47; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 211; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 205; Gavsi Baykara, a.g.m., s. 2; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 939; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Hoş Sadâ, s. 109; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122; Ekrem Işın, “Yenikapı Mevlevîhânesi”, s. 480; Nuri Özcan, a.g.m., s. 446; Sezai Küçük, a.g.m., s. 190; a.mlf., a.g.e., s. 132.
889 Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 205; Sadettin Nüzhet Er-gun, a.g.e., II, 939; Nuri Özcan, a.g.m., s. 446; Sezai Küçük, a.g.m., s. 190; a.mlf., a.g.e., s. 132.
890 S. Küçük’ün kaydettiğine göre Yenikapı Mevlevî-hânesi’nin mukâbele günü, 1256/1840’dan beri Pazartesi olarak geçmektedir; dolayısıyla Defter-i Dervîşân’da “Perşembe” ibaresi sehven yazılmış olmalıdır (bk. Sezai Küçük, a.g.m., s. 190; a.mlf., a.g.e., s. 133). Mehmed Ziyâ’da “…mukâbele günü olan Perşembeleri…” ibâresi kayıtlıdır (bk. Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 205). Bandırmalızâde Ahmed Münib Efendi ise Celâleddin Dede döneminde Yenikapı Mevlevîhânesi mukâbele gününü hem Pazartesi, hem de Perşembe olarak vermektedir (bk. Selami Şimşek, “Son Dönem Celvetî Şeyhlerinden Bandırmalızâde Ahmed Münib Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Mecmûa-yı Tekâyâ’sı”, Selçuk Ü, Türkiyât Araştırmaları Dergisi, sy. 21, Konya Bahar 2007, s. 161, 168); Nuri Özcan, a.g.m., s. 446.
891 Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 206-207; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 939; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833; a.mlf., Hoş Sadâ, s. 110; Nuri Özcan, a.g.m., s. 446; Sezai Küçük, a.g.m., s. 190-191; a.mlf., a.g.e., s. 133.
892 Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 207; Sadettin Nüzhet Er-gun, a.g.e., II, 939; Nuri Özcan, a.g.m., s. 446; Sezai Küçük, a.g.m., s. 191; a.mlf., a.g.e., s. 133.
893 Tâhirü’l-Mevlevî, Celâleddin Dede’nin hastalığının verem olduğunu belirtmektedir (bk. Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 11).
894 Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 28; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 208-209; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833; Sezai Küçük, a.g.m., s. 195; a.mlf., a.g.e., s. 135.
895 S. Nüzhet Ergun, Celâleddin Dede’nin şeyhlik süresini yirmi iki yıl olarak vermekle birlikte, M. Ziyâ’nın bu süreyi eserinin iki yerinde ve üstelik de yanlış olarak yirmi yıl şeklinde kaydettiğini belirtmektedir (bk. Sadettin Nüzhet Er-gun, a.g.e., II, 939; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 205, 248); Tâhirü’l-Mevlevî de bu süreyi yirmi iki yıl olarak bildirmekte (bk. Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 17) ve aynı rakam, vefatı üzerine İsmet Bey tarafından düşürülen tarih kıt‘asında da “yirmi iki yıl” şeklinde geçmektedir (Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 258). Y. Öztuna, şeyhlik süresini yirmi yıl, üç ay, on yedi gün şeklinde ayrıntılı bir şekilde vermiş, S. Küçük ise “yirminci yılında” demekle yetinmiştir (bk. Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122; Sezai Küçük, a.g.m., s. 195; a.mlf., a.g.e., s. 135-136).
896 Abdülbâki Baykara Dede, Defter-i Dervîşân’da, babası Mehmed Celâleddin Dede’nin vefatına ilişkin şu kayda yer vermiştir: “Bin üç yüz yi-girmi üç senesi Mayısın 18 Cum‘aertesi günü ahşâm ya‘nî Pazar gicesi sâ‘at (…), velîni‘metim, iki cihânda rehberim, şeyh-i azîzim, pederim cennet-mekân Mesnevîhân Seyyid Celâleddin, kaddesallahu esrârahu, el-mübeyyin efendimiz, âzim-i dâr-ı cinân ve nâil-i vuslat-ı Rabb-i Yezdân oldu.” (bk. Defter-i Dervîşân-II, vr. 80b). Burada vefat tarihi olarak ve rûmî takvimle verilen, benzerini Gavsi Baykara’da da gördüğümüz kayıttaki (bk. Gavsi Baykara, a.g.m., s. 19) “Bin üç yüz yigirmi üç senesi” sehven yazılmış olmalıdır; zira hem bu tarihin hemen üstünde yer verilen “Zamân-ı meşîhat-i fakîrânemde ya‘nî bin üç yüz yigirmi dört senesinden sonra olacak vukû‘ât bu sahîfeden i‘tibâren kayd olunacakdır, inşâallah” açıklamasından, hem de ilgili diğer kaynak ve hesaplamalardan hareketle (örneğin defterde verilen 18 Mayıs 1323 rûmî tarihi hem Çarşamba gününe denk düşmekte, hem de hicrîsi 20 Cemâziyelâhir 1325 yılına, milâdîsi ise 31 Temmuz 1907 gibi hiçbir kaynakta verilmeyen bir tarihe karşılık gelmektedir), defterde verilen yılın sehven 1323 şeklinde yazılmış olduğu ve de doğrusunun 1324 olması gerektiği kanaatindeyiz. Defterde verilen ve kanaatimizce ayının da karıştırılması ihtimali bulunan rûmî tarihi 18 Mayıs 1324 şeklinde düzelttiğimizde ise bunun hicrî karşılığının 3 Receb 1326, mîlâdi karşılığının da 31 Temmuz 1908 tarihine karşılık geldiğini görmekteyiz (HN). Mehmed Ziyâ, Mehmed Celâleddin Dede’nin vefat tarihi için “1326 senesi Rebîülâhirinin otuzuncu, 1224 Mayısının on yedinci Cumartes günü akşamı, yani Pazar gecesi saat bir raddelerinde…”; S. Nüzhet Ergun, “1326 Rebîülâhirinin otuzuncu Pazar gecesi saat bir sıralarında”; Hüseyin Vassâf ile İbnülemin, “30 Rebîülâhir 1326 gecesi”; hatta İbnülemin bir diğer eserinde “1908, 30 Rebîülâhir 1326-1324 Mayısının 18. Pazar gecesi” şeklinde; Y. Öztuna ise 31.V.1907 olarak vermektedir (bk. Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 248; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 940; a.mlf., Türk Mûsikisi Antolojisi, II, 464-465; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1833; a.mlf., Hoş Sadâ, s. 110; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 211; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122). Oysa ilgili çevirme kılavuzunda da görüleceği üzere 1326 yıllı Rebîülâhir ayı 29 çekmekte ve bu durumda otuzuncu gün 1 Cemâziyelevvele, yani Cumartesiyi Pazara bağlayan geceye denk gelmektedir. (HN); Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 17-18, 26-28; Zâkir Şükrü Efendi, a.g.e., s. 32; Nuri Özcan, a.g.m., 447; S. Küçük, vefat tarihi olarak M. Ziyâ’yı esas almakla birlikte anılan tarihin mîlâdîsini (17 Mayıs 1908); M. Karave-lioğlu ise (1 Haziran 1908) şeklinde vermiştir (bk. Sezai Küçük, a.g.m., s. 195; a.mlf., a.g.e., s. 135-136; Mehmed Ziyâ, a.g.e., haz. Murat Kara-veiloğlu, s. 195); Suphi Ezgi ve Gavsi Baykara, Celâleddin Dede’nin vefat ettiği konağın, Top-kapı Maltepe civarındaki Gümüşsuyu’nda olduğunu belirtmektedirler (bk. Suphi Ezgi, a.g.e., V, 453; Gavsi Baykara, a.g.m., s. 19).
897 Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 14; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 251-253; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, II, 940; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 110; Sezai Küçük, a.g.m., s. 196; a.mlf., a.g.e., s. 136.
898 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 211; Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 15-17; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 254; Gav-si Baykara, a.g.m., s. 19; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Mûsikisi Antolojisi, II, 465; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Hoş Sadâ, s. 110; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122-123; Nuri Özcan, a.g.m., s. 447; Sezai Küçük, a.g.m., s. 196; a.mlf., a.g.e., s. 136.
899 Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 254; Sezai Küçük, a.g.m., s. 196; a.mlf., a.g.e., s. 136.
900 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 211; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 465; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122.
901 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 211; Mehmed Celâled-din Dede’nin aynı zamanda müritlerinden olan Tâhirü’l-Mevlevî’nin düşürdüğü bu tarih mısraı, onun “Şeyhim Celâleddin Efendi Merhûmun Târîh-i İntikâli” başlıklı ve tamamı otuz iki beyitten oluşan manzûmesinden alınmıştır. Tâhirü’l-Mevlevî, çok sevdiği şeyhinin vefatına başka tarihler de düşürmüştür (bk. Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., 23-26); Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122.
902 Ahmed Remzi Dede’nin söylediği bu tarih kıt‘ası, hem Celâleddin Dede’nin vefatı, hemde oğlu Abdülbâki Baykara Dede’nin postnişîn oluşu üzerine söylenmiştir (bk. Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, II, 940); Hasibe Mazıoğlu, Ahmet Remzi Akyürek ve Şiirleri, Ankara 1987, s. 244.
903 Bu yangının tarihi için Mehmed Ziyâ, eserinin 258. sayfasında ve “Tekkenin İhtirâkı” başlığı altında, “1324 senesi ıyd-ı saîd-i fıtrînin beşinci ve 1322 senesi Teşrîn-i sânîsinin sekizinci Çarşamba gecesi “rûz-ı Kasım 14”, saat üçü çâryek geçe…” şeklinde bir kayda yer vermektedir. Anılan eserin 273. sayfasında da aynı tarih tek rarlanmış olmakla birlikte, eserin yeni neşrinde bu kez milâdî karşılık olarak “18 Kasım 1906” tarihi verilmiştir. Oysa değerlendirmemize göre M. Ziyâ’nın verdiği hicrî tarih 4-5 Şevval 1324’e karşılık gelmekte, bunun da miladîsi 21-22 Kasım 1906 Çarşambayı Perşembeye bağlayan geceye, rûmîsi ise 8-9 Teşrîn-i sânî 1322’ye denk gelmektedir. Bu durumda Mehmed Ziyâ’nın yukarıda verdiği “rûz-ı Kasım 14” tarihi hicrî olarak 27 Ramazan 1324 Çarşamba gününe, rûmî olarak ise 1 Teşrîn-i sânî 1322’ye karşılık gelmekte; ayrıca yeni neşirde verilen “18 Kasım 1906” tarihinin hicrîsi 1 Şevval 1324 Pazara, rûmîsi ise 5 Teşrîn-i sânî 1322’ye denk düşmekte olup bu da “ıyd-ı saîd-i fıtrînin beşinci Çarşamba gecesi…” ifadesi ile çelişmektedir (bk. Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 258, 273; a.e., haz. Murat Karavelioğlu, s. 202, 212); Yangının tarihini Mehmed Celâleddin Dede’nin bizzat 5 Şevval 1324 Çarşamba olarak verdiğini de dikkate alırsak (bk. Defter-i Dervîşân-II, vr. 79b), S. Küçük’ün verdiği 19 Kasım 1906 (bk. Sezai Küçük, a.g.m., s. 194-195; a.mlf., a.g.e., s. 134-135) milâdî karşılığının da bu çerçevede problemli olduğunu söyleyebiliriz (HN).
904 Defter-i Dervîşân-II, vr. 71b, vr. 79b; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 213; Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 8; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 258; Gavsi Baykara, a.g.m., s. 3; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122; Sezai Küçük, a.g.m., s. 194-195; a.mlf., a.g.e., s. 134-135.
905 Mehmed Celâleddin Dede’nin kendisi bu yangın için, “Bi-kazâenlillahi te’âlâ zuhûra gelen bir harîk-ı esef-engîzde…” tâbirini kullanırken (bk. Defter-i Dervîşân-II, vr. 79b); Mehmed Ziyâ, kasden yakıldığı yolundaki iddiayı dipnot olarak vermekte ve yukarıda da değinildiği üzere doğru olmadığını belirtmektedir (bk. Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 259); Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 8, 10, 14; Gavsi Baykara, a.g.m., s. 3; Sezai Küçük, a.g.m., s. 195; a.mlf., a.g.e., s. 135.
906 Mehmed Celâleddin Dede, Defter-i Dervîşân’da bu yangınla ilgili şu kayda yer vermiştir: “Zamân-ı meşîhat-i fakîrânemde ikrâr-bende-i çille-râh-ı Cenâb-ı Hüdâvendigâr olan fukarâ-yı nev-niyâzânın isim ve tarih ikrârları mecmû‘a-yı mahsûsaya kayd ve tahrîr olunmakda iken bin üç yüz yigirmi dört sene-i hicrîsi Şevval-i mükerreminin beşinci Çehârşenbe gicesi sâ‘at üç karârlarında, bi-kazâenlillahi te’âlâ zuhûra gelen bir harîk-ı esef-engîzde dergâh-ı şerîf ve pederim Ebü’l-kemâleyn Osman Selâhaddin Dede Efendimiz’den cihân değerinde yâdigâr olan kütüb-i nefîse ve bu âcizin dahi cem‘ eylediğim kütüb-i nâdire ile berâber muhterik olduğundan teyemmünen ve [teberrüken] cedd-i büzürg-vârım Seyyid Nâsır Abdülbâki Dede Efendi merhûmun işbu mecmû‘alarına yeniden kayd ve tahrîr olunduğu gibi bundan böyle dahi inşâallahu’r-rahmân tahrîr olunacakdır. 18 Muharremü’l-harâm sene 1325” (bk. Defter-i Dervîşân-II, vr. 79b); Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 8, 10; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 258-264; Gavsi Baykara, a.g.m., s. 3; Sezai Küçük, a.g.m., s. 195; a.mlf., a.g.e., s. 135.
907 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 210; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 205-206; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833; Nuri Öz-can, a.g.m., s. 446; Sezai Küçük, a.g.m., s. 191-192; a.ml.f., a.g.e., s. 133.
908 İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Hoş Sadâ, s. 112; Sezai Küçük, a.g.m., s. 192; a.mlf., a.g.e., s. 133.
909 Sezai Küçük, a.g.m., s. 192; a.mlf., a.g.e., s. 133.
910 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 211; Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 4, 6-7. Tâhirü’l-Mevlevî ayrıca, Meh-med Celâleddin Dede’yi anlatırken; “Tarikat-ı feyzâ feyz-i Mevleviyye’nin pîşvâ-yı âyini, âşiyân-ı irfân, Mevlevîliğin nümûne-i zerâfet ve fadâili, mekârim-i ahlâkın kemâlât-ı insâniyye-nin hülâsa-i mağrifeti, ahkâm-ı şerîfe-i şerî‘atın müderris-i hikmeti, âdâb-ı münîfe-i tarîkatın mu‘allim-i hakîkati, efkâr-ı hürriyet ve adâletin hâce-i muhteremi, ma‘nâ-yı sebat ve metânetin timsâl-i mücessemi idi.” ifadelerine yer vermektedir (bk. Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 15); Meh-med Ziyâ, a.g.e., s. 209; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833; a.mlf., Hoş Sadâ, s. 110; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122; Nuri Özcan, a.g.m., s. 447; Sezai Küçük, a.g.e., s. 133.
911 Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 210; Sezai Küçük, a.g.m., s. 191; a.mlf., a.g.e., s. 134.
912 Hasan Âli Yücel, Geçtiğim Günlerden, İstanbul 2007, s. 69-70.
913 Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 229; Sezai Küçük, a.g.m., s. 192; a.mlf., a.g.e., s. 134.
914 Bursalı Mehmed Tâhir, a.g.e., I, 133; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Mûsikisi Antolojisi, II, 464; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833; Suphi Ezgi, a.g.e., V, 453; Nuri Özcan, a.g.m., s. 447; Sezai Küçük, a.g.m., s. 194; a.mlf., a.g.e., s. 134.
915 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 212; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 235; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, II, 940-942; Suphi Ezgi, a.g.e., V, 453; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Mûsikisi Antolojisi, II, 466; Gavsi Baykara, a.g.m., s. 2; İbnülemin Mahmud Kemâ İnal, Hoş Sadâ, s. 110-111; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122; Sadettin Heper, a.g.e., s. 527; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 173; Nuri Özcan, a.g.m., s. 447; Sezai Küçük, a.g.m., s. 194; a.mlf., a.g.e., s. 134.
916 Suphi Ezgi, a.g.e., IV, 277, V, 453; Gavsi Bayka-ra, a.g.m., s. 2-3; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 122-123; Sadettin Heper, a.g.e., s. 527; Nuri Özcan, a.g.m., s. 447.
917 Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 239; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833-1834; Rauf Yektâ vd., a.g.e., XVII, 868; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 465-466; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Hoş Sadâ, s. 111; Sezai Küçük, a.g.m., s. 194; a.mlf., a.g.e., s. 134.
918 İbnülemin’in bildirdiğine göre, Tanbûrî Büyük Osman Efendi, Galata Mevlevîhânesi başta olmak üzere İstanbul’daki diğer mevlevîhânelere de muntazaman devam eden hoş sohbet, rint-meşrep, zarif ve nüktedanlığı ile tanınan bir mûsikişinastır. Sultan Abdülmecid döneminde sarayda başsâzendelik yapmış ve bu görevini Sultan Abdülaziz döneminde de sürdürmüştür. Mahâreti tanbûr olsa da, son zamanlarında peşrev ve saz semâileri de bestelemiştir (Bk. İbnü-lemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 279-280).
919 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 212; Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 15; Rauf Yektâ vd., a.g.e., XVII, 868; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 466; Gavsi Bayka-ra, a.g.m., s. 3; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e, s. 111.
920 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 212; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 235; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833; Suphi Ezgi, a.g.e., V, 453; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 465; Rauf Yektâ vd., a.g.e., XVII, 854-870; İbnü-lemin Mahmud Kemâl İnal, Hoş Sadâ, s. 110; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 123; Gavsi Baykara, a.g.m., s. 3; Sadettin Heper, a.g.e., s. 527; Nuri Özcan, a.g.m., s. 447; Sezai Küçük, a.g.m., s. 194; a.mlf., a.g.e., s. 134.
921 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 212; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 232; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, IV, 1833; Sadettin Nüz-het Ergun, a.g.e., II, 467; Yılmaz Öztuna, a.g.e., I, 123; Nuri Özcan, a.g.m., s. 447; Sezai Küçük, a.g.m., s. 194; a.mlf., a.g.e., s. 134.
922 Tâhirü’l-Mevlevî ayrıca, bu gazelin Hasan Âli Yücel tarafından tanzîr edildiği bilgisine yer vermektedir (bk. Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 33-34; Bu tanzîrin metni için Hasan Âli Yücel maddesine bakınız); Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 212; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 233-234; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, II, 942; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1834; a.mlf, Hoş Sadâ, s. 112.
923 Mehmed Celâleddin Dede bu müşterek gazeli, “Ahkar veya Ahkarî” mahlasını kullanan Dîvân-ı Muhâsebât Reisi İsmail Zühdü Bey (ö. 1330/1912) ile birlikte kaleme almıştır (bk. Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 212; Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 32-33; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 232-233; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 942-943; İbnü-lemin Mahmud Kemâl İnal, a.ge., s. 112; a.mlf., Son Asır Türk Şairleri, IV, 1834-1835).
924 Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., 34; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 234; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 943; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1835.
925 Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s. 34; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 212; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 234; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 943; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1835.
926 Hüseyin Vassâf, Mehmed Celâleddin Dede’nin bu kıt‘ayı rahatsızlığının hayli arttığı günlerde söylediğini belirtmektedir (bk. Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 212).
927 Defter-i Dervîşân-II, vr. 79b.
#Bayram Ali KAYA