Mehmed Zekâî Dede – Bestekâr

Mehmed Zekâî Dede (ö. 1315/1897)

(Bestekâr)

TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA

Klâsik Türk mûsikisinin dehâ şahsiyetlerinden biri kabul edilen Mehmed Zekâî Dede, 1240/1824-1825 yılında Eyüp’te Cedîd Ali Paşa Mahallesi’nde, Cedîd Ali Paşa Mescidi’nin yanındaki evde doğmuştur. Babası, anılan mes­cidin imamı ve aynı zamanda tanınmış bir hattat olan Hâfız Süleyman Hikmetî Efendi, annesi ise Ziynetî Hanım’dır. Âilesinin tek çocuğu olan Mehmed Zekâî Dede, yedi-sekiz yaşlarında iken Eyüp civarında bulunan Kalenderhâne Dergâhı bitişiğindeki La‘lîzâde İbtidâi Mektebi’nde eğitimine başlamış ve burada, aynı zamanda okulun hocalarından olup “Pepe Hoca” diye tanınmış olan amcası Hâfız İbrahim Zühdü Efendi’den mûsiki, yine bu okulun hocalarından olan babasından ise hat dersleri almıştır.828

Mehmed Zekâî Dede

İlk mektepteki derslerini tamamlamasının ardından çok arzu ettiği hâfızlığa başlamış ve 1259/1843-1844 yılında, on dokuz yaşında iken hem hıfzını ta­mamlamış, hem de babasının yanı sıra Mustafa İzzet Efendi’den ders almak sûretiyle hüsn-i hattan icâzet almıştır. Öğrencilerinden Subpi Ezgi’nin belirt­tiğine göre ilim ve maârife karşı hayli istekli olan Zekâî Dede, dönemin ünlü âlimlerinden ve Eyüp İskelesi civarındaki yalısında oturan Balçıklı/Balıklı Hoca Ali Efendi’ye de devam ederek ondan mantık vs. bazı medrese dersle­rini okumuştur. Onun en büyük arzularından biri de mûsikide en iyi şekilde yetişmek olduğundan, bu arzusuna ulaşma yolunda önemli bir adım atmış ve aynı yıllarda Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi’nin en seçkin çırak ve öğrencilerinden biri olarak tanınmış, ayrıca Bâb-ı Vâlâ-yı Seraskerî Mektûbî Kalemi halîfelerinden olan Eyübî Mehmed Bey’den (ö. 1266/1849-1850) de mûsiki dersleri almaya başlamıştır.829

Eyübî Mehmed Bey, daha ilk derste Zekâî Dede’nin yeteneğini fark etmiş ve hocası Dede Efendi’den öğrendiği tüm incelikleri öğrencisine öğretmek konusunda hayli özen göstermiştir. Zekâî Dede, mûsiki derslerinin yanı sıra hat derslerini de sürdürmek istemiş ve bu çerçevede hem hattat, hem de Mehmed Zekâî Dede, bir yıl boyunca hiç aksatmadan sürdürdüğü ve hayli istifade ettiği bu derslerini, Mustafa Fâzıl Paşa’nın ken­disini, dairesinin mûsiki öğretmenliği göreviyle yanına alması (ki ilerleyen yıllarda da gerek Mısır, gerekse İstanbul’daki saray ve da­iresinde müdürlüğün yanı sıra mûsiki şefliği görevinde de bulun­muş, paşanın en yakın adamları arasında yer almak sûretiyle uzun yıllar hizmetinde bulunmuştur) daha sonra da 1 Cemâziyelâhir 1261 (7 Haziran 1845) tarihinde beraberinde Mısır’a götürmesiyle devam ettirememiş ve Dede Efendi’nin 10 Zilhicce 1262 (30 Kasım 1846) tarihinde vefatıyla ne yazık ki bu büyük mûsiki dehâsından daha fazla istifadesi mümkün olamamıştır. Zekâî Dede, bir süre Mısır’da kaldıktan sonra bir iş gereği İstanbul’a gelmiş; ancak 1268/1851-1852’de tekrar Mısır’a dönmüştür. Mısır’da tanış­tığı Şeyh Şihâb isminde ünlü bir mûsikişinastan Arap mûsikisi ve usullüleri hakkında dersler alan, dinî ve din dışı mahallî mûsikiyi inceleyen Zekâî Dede, Arapça güfteli “şugl” adı verilen ilâhîlerin çoğunu Mısır’da bestelemiştir. Mustafa Fâzıl Paşa’nın, 1274/1857’de vezâretle taltif edilerek İstanbul’a dönmesiyle831 Zekâî Dede de paşayla birlikte İstanbul’a gelmiş832 ve kaynaklarda belirtildiğine göre 1865 yılından önceki bir tarihte Fatma Hanım ile evlenmiş, bu evliliğinden kızı Ayşe Sıdıka Hanım ile oğlu Ah-med Irsoy dünyaya gelmiştir.833bestekâr olan Mustafa İzzet Efendi’nin derslerine devam ederek ondan sülüs ve nesih yazısını öğrenmiştir. Mûsikideki kabiliyeti­ni haber alan İsmail Dede Efendi, Zekâî Dede’yi, 1260/1844-1845 tarihi ortalarına denk gelen bir gün Ahırkapı’daki evine çağırtmış, öğrendiği eserlerden okutarak onu dinlemiş ve çok beğendiğini ifa­de etmiştir. Hatta Dede Efendi kendisine, her hafta hocası Mehmed Bey ile birkaç gün de yalnız başına gelip ders almasının daha yarar­lı olacağı tavsiyesinde bulunmuş ve hocasının bu tavsiyesine uyan Mehmed Zekâî Dede, o günden itibaren İsmail Dede Efendi’nin derslerine devam etmeye başlamış ve çok geçmeden de onun seç­kin bir öğrencisi olmuştur. Kaynaklarda belirtildiğine göre Dede Efendi, Zekâî Dede’ye başlangıçta ünlü Zaharya’nın Segâh maka­mında ve Çenber usulündeki “Çeşm-i mey-gûnun ki bezm-i meyde cânân döndürür” güfteli murabbaını ve ondan sonra kendi eserle­rinden olup o sırada bestelediği “Ey çeşm-i âhû hecr ile tenhâlara saldın beni” Hicaz Nakış ile Nühüft makamından “Bend oldu dil bir şûh-ı cihâna” şarkısını meşk etmiştir.830

Yılmaz Öztuna’nın kaydettiğine göre Mısır’daki toplam ikâmet süresi olan on iki buçuk yılın ardından İstanbul’a döndükten sonra ve esâsen daha Dede Efendi’nin derslerine devam ettiği za­mandan itibaren Mevlevîliğe karşı içinde büyük bir sevgi oluşan Zekâî Dede, fırsat buldukça Yenikapı Mevlevîhânesi’ne gitmiş ve Mehmed Zekâî Dede mukâbelelerde bulunmaya başlamıştır. Gün geçtikçe Mevlevîliğe olan ilgi ve sevgisi daha da artan Zekâî Dede, böyle uzaktan ziyaretlerin yeterli gelme­diğine karar vererek 1284-1285/1868 yılında ve kırk üç yaşında iken, Yeni-kapı Mevlevîhânesi şeyhlerinden Osman Selâhaddin Dede’ye intisap edip sikke giyerek Mevlevîliğe bilfiil adım atmış, her hafta Pazartesi ve Perşembe günleri dergâha devam etmek sûretiyle mutriphânede âyin okumuş ve aynı zamanda dergâhın kudümzenbaşısı olmuştur.834

Zekâî Dede, hâmisi Mustafa Fâzıl Paşa’nın ricâsı üzerine 1287/1870-1871 tarihinde ve üç dört gün gibi kısa bir sürede Sûz-ı dil makamından bir âyin-i şerîf bestelemiş; aynı zamanda bestelediği ilk âyin olan bu mükem­mel eser her nasılsa o günlerde hiçbir dergâhta okunmamış; ilk olarak an­cak 1309/1891-1892 tarihinde Bahâriye Mevlevîhânesi’nde okunabilmiştir. 1300/1882-1883’te Dâruşşafaka mûsiki muallimliğine tâyin edilmiş olan Zekâî Dede, bu görevini ömrünün sonuna kadar yürütmek sûretiyle bir nesle Türk mûsikisi sevgisi aşılamış, yine her hafta Pazartesi ve Perşembe günleri Yenikapı Mevlevîhânesi’ne devam ettiği gibi, Bahâriye Mevlevîhânesi’ne de gitmeye başlamış ve âyinhânlar yanında âyinlere katılmıştır. Bu dergâhın kudümzenbaşılığı görevini yürütmekte olan Ârif Efendi’nin 1302/1884-1885 tarihinde vefat etmesiyle, dergâhın kudümzenbaşılığı görevi Zekâî Dede’ye teklif edilmiş ve kabul etmesi üzerine çile çıkarmadığı hâlde kendisine “Dede” unvânı verilmiştir. Bu tarihten itibaren fes giymeyi bırakıp ölümüne dek sikke-i Mevlânâ’yı başından çıkarmayan Zekâî Dede, özellikle kudüm-zenbaşılıktan sonra mûsikiyle ilgili faaliyetlerini daha da yoğunlaştırmış, gerek Dâruşşafaka’da, gerek Bahâriye Mevlevîhânesi’nde, gerekse Eyüp’teki Şâh Sultan Dergâhı’nda mûsiki dersleri vermiş, ayrıca o da hocası İsmail Dede Efendi gibi farklı makamlardan yeni âyinler bestelemek istemiş ve bu arzusuna, bestelediği Mâye Âyin-i şerîfiyle ulaşmıştır. İlk defa 12 Rebîülevvel 1302 Perşembe günü (30 Aralık 1884) Yenikapı Mevlevîhânesi’nde, bir hafta sonra da Bahâriye Mevlevîhânesi’nde okunan bu âyin, çok büyük bir ilgi ve beğeni uyandırmış; şeyhi Osman Selâhaddin Dede’nin de teşvikiyle Isfahan makamından da yeni bir âyin bestelemiştir. Olağanüstü güzel bulunan bu âyin, ilk olarak 9 Rebîülâhir 1302 Pazartesi günü (26 Ocak 1885) Yenikapı Mevlevîhânesi’nde okunmuştur.835

Mehmed Zekâî Dede’nin Sûzinâk Âyin-i Şerîf

Hayatının sonuna kadar devam ettirdiği hocalık ve kudümzenbaşılık görevle­rinin yanı sıra özel dersler vermek sûretiyle de bir hayli mûsikişinas yetiştir­miş olan Zekâî Dede, oğlu Ahmed Irsoy’un bildirdiğine göre bir ara hastalan­mış ve son derece zayıf düşmesine rağmen görevlerini aksatmadan sürdürmüş; ancak çok geçmeden 28-29 Cemâziyelâhir 1315 (23-24 Kasım 1897) tarihinde ve yetmiş beş yaşında iken İstanbul’da vefat etmiştir. Yine oğlunun belirtti­ğine göre Zekâî Dede’nin cenâzesi, dostları, öğrencileri, özellikle Bahâriye Mevlevîhânesi postnişîni, diğer dergâhların şeyhleri ve birçok âlimin katıl­dığı büyük bir cemaat eşliğinde Çarşamba günü Eyüp Sultan Câmii’nde öğ­len namazını müteakip kılınan cenâze namazının ardından Eyüp’te, Kâşgarî Dergâhı civarında hazırlanan husûsî kabre defn edilmiştir.836

Vefatı üzerine şair İsmet Bey ile Edhem Efendi, mûsiki terimlerini tevriyeli bir şekilde kullanmak sûretiyle birer tarih kıt‘ası söylemiş, Yenişehirli Hüseyin Hâşim ile öğrencisi Ahmed Avni Konuk (ö. 1938) ise birer mersiye kaleme almışlardır. Şair İsmet Bey’in tarih kıt‘ası,

Kıt‘a

Cenâb-ı Hâce Zekâî-i ma‘rifet-âyîn
Semâhâne-i lâhûta kıldı azm ü güzâr
Nevâ-yı Râhatu’l-ervâh-ı İrci‘î’yi duyup
Revân-ı pâkin o sırr-ı nühüfte etdi nisâr
Ederdi kârını beste usûl-i Uşşâka
Çıkardı evc-i semâya figânı hem-çü hezâr
Fenâda peyrevi hep sâz-kâr-ı Mevlânâ
Bekâda pîşrevi olsun İlâhî ol Hünkâr
Erişdi gûşuma İsmet nidâ-yı târîhi
Makâm-ı vaslda verdi Zekâi devri karâr837

Ahmed Avni Konuk’un ayrıca “Sûz-ı dil” makamında ve “Kâr” ola­rak bestelemiş olduğu mersiyesinden;

Ey bülbül-i hoş-nevâ hamûş ol
Ve’y kalb-i hazîn zehr-nûş ol
Üstâd-ı hüner Zekâi gitdi
Ey bâng-i adem sürûd-gûş ol
Avnî dil-i zâra tesliyet yok
Ey eşk-i dü-dîde pür-hurûş ol838

Eyüplü oluşundan ve hocalığından ötürü kaynaklarda Eyübî Hoca, ayrıca hıfzından dolayı Hâfız Mehmed veya Hâfız Mehmed Dede olarak da anılan Zekâî Dede, Türk mûsikisi tarihinde “Hoca” unvanını almış önemli bir şahsiyettir. Aynı zamanda mûsikide “üstâd-ı küll” kabul edilen Zekâî Dede’nin dînî eserleri arasında en önemlilerini Mevlevî âyinleri oluşturmaktadır. Sırasıyla “Sûz-ı dil”, “Mâye”, Isfahan”, “Sûz-nâk” ve “Sabâ-zemzeme” adlarıyla beş Mevlevî âyini bestelemiş olan Zekâî Dede, Sûz-ı dil’den son­raki dört âyinini tam on beş yıl sonra ve fakat bir yıl içinde bes­telemiştir. Zekâî Dede, ayrıca birçok nakış, murabba, Ağır Yürük Semâileri, ilâhî, durak, kâr ve şarkının yanı sıra okullar için de bes­teler hazırlamış, o da İsmail Dede Efendi gibi çok eser vermiştir.839

Öğrencilerinden Subhi Ezgi, kendisiyle yetmiş iki yaşında olduğu sırada tanıştığını belirttiği Zekâî Dede’nin, sesinin pek güzel olma­masına; hatta dişlerinin yokluğuna rağmen okuyuşunun son derece düzgün olduğunu, sesleri ve çarpmaları hayli sağlam ve âşikâr bir şekilde terennüm ettiğini belirtmiştir. Yine Ezgi’nin verdiği bilgilere göre Zekâî Dede, “son derece zühd ve takva sahibi, çok temiz giyinen ve cömert bir şahsiyet”, Yılmaz Öztuna’nın kaydettiğine göre ise mükemmele yakın Arapça ve iyi derece Farsça bilen, biraz da ney üfleyen, öğrencilerin­den hiçbir şey kabul etmeyen Zekâî Dede, “nâmus timsâli, fazîletli, nâzik, kanaatkâr ve terbiyeli bir adam”dı. Zekâî Dede, aynı zamanda fevkalâde ça­buk bir şekilde beste yapmasıyla da ün kazanmış olup oğlu Ahmed Irsoy’un bildirdiğine göre, besteleyeceği eserin güftesine bir defa göz gezdirir ve ardın­dan karşısında bulunanlara meşk etmeye başlarmış. Mehmed Zekâî Dede’nin nota bilip bilmediği konusunda da farklı görüşler ileri sürülmüş, bu çerçe­vede Suphi Ezgi, “Ben Hamparsum notasını Rauf Yektâ Bey merhûmdan öğ­rendikten sonra Zekâî Dede’ye öğrettim, ondan evvel hiç nota bilmezdi” der­ken; oğlu Ahmed Irsoy ve Kâzım Uz, dedenin alafranga notayı dahi bildiğini kaydetmekte, Yılmaz Öztuna ise Zekâî Dede’nin, hayatının sonlarına doğru Batı notasını da öğrenmiş olmakla birlikte, gerek bu notayı, gerekse Ham-parsum notasını hiç kullanmadığını belirtmektedir. Birçok öğrenci yetiştiren Zekâî Dede’nin, aynı zamanda en önemli eserleri olarak da gösterilen belli başlı öğrencileri arasında ise başta oğlu Ahmed Irsoy olmak üzere Şeyh Hü­seyin Fahreddin Dede, Hâşim Bey, Ahmed Avni Konuk, Suphi Ezgi, Sadettin Heper, Kâzım Uz, Ahmed Râsim Bey, Hâfız Şevki Bey, Eğrikapılı Mehmed Efendi, Hâfız Hayreddin Bilgen, Rufâî Şeyhi Rızâ Efendi, Beylikçizâde Ali Aşkî Bey, Ârif Atâ Bey ve Rauf Yektâ Bey bulunmaktadır.840

Rauf Yektâ Bey ve ondan naklen İbnülemin, Zekâî Dede’nin son yüzyılda ye­tişen mûsikişinaslar arasında eser çokluğu bakımından Dede Efendi’den son­ra hemen birinci sırayı alacağını belirtmenin bir mübâlağa olmayacağını dile getirmişlerdir. Rauf Yektâ Bey ayrıca, onun mûsiki üslûbunun esâsen Dede Efendi tavrı denilen üslûpla aynı olmakla birlikte, Zekâî Dede’nin bu tavra kendi özel tavrını da eklemek sûretiyle başka bir renk kattığını dile getirmiş, onun sırf ilâhîlerinin sayısının iki yüzden fazla olduğunu, şarkılarının da bir o kadar bulunduğunu; dolayısıyla sadece isimlerinin bile kırk-elli sayfalık bir liste olacağını tahmin ettiği eserlerinin tamamını vermenin kitabının hacmini aşacağını, bu nedenle sadece kâr, nakış, murabba, semâi tarzındaki değerli eserlerinin birinci mısralarını vermeyi yeterli gördüğünü belirtmiştir.841

Eserlerinin miktarı konusunda oğlu Ahmed Irsoy ise babasının beş âyin, yüz kadar kâr, beste ve semâi; dört yüz civarında ilâhî, şugl, şarkı ve marş beste­lediğini; hatta babasının birçok eserlerini evden erken yola çıkmak sûretiyle, ders verdiği Dâruşşafaka’ya giderken yolda bestelediğini bildirmektedir. Yıl­maz Öztuna’nın belirttiğine göre ise beş âyin ile doksan beş kâr, beste ve semâi elimizde olmasına rağmen, küçük formlarla bestelediklerinin yalnız yüz elli yedisi günümüze ulaşabilmiştir; zîrâ Zekâî Dede, birçok ilâhî ve şar­kısını büyük eserleri gibi meşke değer bulmamış, nota da bilmediği için çoğu unutulup gitmiştir. Yine Öztuna’nın belirttiğine göre eserlerinin çoğunu irticâlen besteleyen Zekâî Dede’nin hâfızası da hayli güçlü olup ezberinde seksen fasıldan iki bin kadar parça beste, semâi, durak, ilâhî, birçok şarkı ve otuz âyin-i şerîf bulunmaktaydı.842

 


828   Mehmed Süreyyâ, a.g.e., IV, 855; Rauf Yektâ, Esâtîz-i Elhân, 1. cüz: Hoca Zekâî Dede Efen­di, İstanbul 1318, s. 10-11; Suphi Ezgi, Nazarî, Amelî Türk Mûsikisi, II, 171, 184, V, 404; Sadet­tin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 446-447; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 286-287; Yılmaz Öztuna, a.g.e., II, 402; a.mlf., Dede Efendi, s. 94-108; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 215; Bülent Aksoy, “Zekâî Dede”, DBİst.A, İstanbul 1994, VII, 544; Mehmed Zeki Pakalın, a.g.e., XIX, 58.

829   Mehmed Süreyyâ, a.g.e., IV, 855; Rauf Yektâ, a.g.e., s. 10-11; Suphi Ezgi, a.g.e., II, 171, 184, V, 404; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 446-447; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 286-287; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklope­disi, II, 402; a.mlf., Dede Efendi, s. 94-108; Sa-dun Aksüt, a.g.e., s. 215; Bülent Aksoy, a.g.m., s. 544; Mehmed Zeki Pakalın, a.g.e., XIX, 58.

830   Mehmed Süreyyâ, a.g.e., IV, 855; Rauf Yektâ, a.g.e., s. 12-14; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 447-449; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 287-288; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi An­siklopedisi, II, 402; a.mlf., Dede Efendi, s. 94-108; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 133; Bülent Aksoy, a.g.m., s. 544; Mehmed Zeki Pakalın, a.g.e., XIX, 58.

831   S. Nüzhet Ergun ve İbnülemin’in bildirdiğine göre Mustafa Fâzıl Paşa, İstanbul’a döndükten sonra, vefat ettiği 1292/1875-1876 tarihine kadar da Zekâî Dede’yi dâimâ yanında bulundurmuş­tur (bk. Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, s. 453; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 291).

832   Mehmed Süreyyâ, a.g.e., IV, 855; Rauf Yektâ, a.g.e., s. 18-19, 21; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 452-454; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 288, 290-291; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, II, 402-404; a.mlf., Dede Efendi, s. 94-108; Bülent Aksoy, a.g.m., s. 544; Mehmed Zeki Pakalın, a.g.e., XIX, 58.

833   Mehmed Zekâî Dede’nin âilesi hakkında ayrın­tılı bilgi için bk. Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, II, 404-405.

834   Mehmed Süreyyâ, a.g.e., IV, 855; Rauf Yektâ, Zekâî Dede’nin intisap tarihini 1281/1864-1865 şeklinde vermektedir (bk. Rauf Yektâ, a.g.e., s. 26-27); Suphi Ezgi, a.g.e., I, 184; Sadettin Nüz-het Ergun, a.g.e., II, 454; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 292-293; Yılmaz Öztuna, a.g.e., II, 403-404; a.mlf., Dede Efendi, s. 94-108; Bülent Aksoy, a.g.m., s. 544; Mehmed Zeki Pa-kalın, a.g.e., XIX, 58.

835   Mehmed Süreyyâ, a.g.e., IV, 855; Rauf Yektâ, a.g.e., s. 27-28, 35-36; Suphi Ezgi, a.g.e., I, 184; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 454; Rauf Yektâ vd., Türk Mûsikisi Klâsiklerinden Mevlevî Âyinleri, XVI, 815; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 293-295; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, II, 404; a.mlf., Dede Efendi, s. 94-108; Bülent Aksoy, a.g.m., s. 544; Mehmed Zeki Pakalın, a.g.e., XIX, 58, 64-65.

836   Mehmed Süreyyâ, a.g.e., IV, 855; Rauf Yektâ, Esâtîz-i Elhân, 1. cüz: Hoca Zekâî Dede Efendi, s. 38-39; Suphi Ezgi, a.g.e., I, 184; Sadettin Nüz-het Ergun, a.g.e., II, 454; Rauf Yektâ vd., Türk Mûsikisi Klâsiklerinden Mevlevî Âyinleri, XVI, 815; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedi­si, II, 404; a.mlf., Dede Efendi, s. 94-108; Bülent Aksoy, a.g.m., s. 545; Mehmed Zeki Pakalın, a.g.e., XIX, 58, 64-65.

837  Rauf Yektâ, Esâtîz-i Elhân-Hoca Zekâî Dede Efendi, s. 52-53; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e.,       II, 454-455; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi An­siklopedisi, II, 404.

838  Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 456; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 300; Yılmaz Öztu-na, a.g.e., II, 404; Mehmed Zeki Pakalın, a.g.e., XIX, 65-67.

839  Mehmed Süreyyâ, a.g.e., IV, 855; Rauf Yektâ, a.g.e., s. 43; Suphi Ezgi, Türk Mûsikisi Klâsiklerinden Temcit-Na‘t-Salât-Durak, s. 44; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 457; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 294-295; Yılmaz Öztuna, a.g.e., II, 404; Mehmed Zeki Pakalın, a.g.e., XIX, 68, 72.

840  Rauf Yektâ, a.g.e., s. 49; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, I, 347, 557; Suphi Ezgi, Nazarî, Amelî Türk Mûsikisi, I, 3, 5, 184; Rauf Yektâ vd., Türk Mûsikisi Klâsiklerinden Mevlevî Âyinleri, XVI, 814; Sa­dettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 463; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Hoş Sadâ, s. 46-47; Bâki Süha Ediboğlu, a.g.e., s. 81-87; Yılmaz Öztuna, a.g.e., II, 404-405; Cem Behar, Zaman Mekân Müzik, İstanbul 1993, s. 141-162; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 216, 301; Bülent Aksoy, a.g.m., s. 545. Ayrıca tercüme-i hâli, mûsiki hayatı ve öğrenci­leriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Yılmaz Öztu-na, Dede Efendi, 94-108; Mehmed Zeki Pakalın, a.g.e., XIX, 68-69, 71.

841  Rauf Yektâ, Esâtîz-i Elhân-Hoca Zekâî Dede Efendi, s. 43-44; Zekâî Dede’nin eserlerine âit özet bir liste için bk. Rauf Yektâ, a.g.e., s. 45- 50; Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikisi Ansiklopedisi, II, 405-408; Zekâî Dede’nin besteleriyle ilgili kapsamlı bir çalışma için bk. Ahmed Irsoy-Suphi Ezgi, Türk Mûsikisi Klâsiklerinden Hâfız M. Zekâî Dede Efendi Külliyâtı, İstanbul Konser-vatuvarı neşriyâtı, I-III, İstanbul 1940-1943; Sa­dettin Nüzhet Ergun, a.g.e., II, 459; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., s. 295-299; Sadun Aksüt, a.g.e., s. 217-218.

842  Âsım Baltacıgil, “Daruşşafaka’da Mûsiki ve Baba Oğul”, Türk Mûsikisi Dergisi, sy. 24, Ekim 1949, s. 2; Yılmaz Öztuna, a.g.e., II, 404.