MESNEVÎ -4- – Z. Özlem ABAY

MESNEVÎ -4-

Z. Özlem ABAY 

ASIL VATANA ÖZLEM
Her kim aslından / vatanından uzak kalmıştır, o orada geçirdiği vuslat zamanını özler.
«Ney»in vatanı kamışlık, insanın aslî vatanı «âlem-i ervah»tır demiştik. İnsan da tabiatı îcâbı doğup büyüdüğü, yaşadığı yeri özler. Çünkü kişi vatanı ile bir ünsiyet kurmuştur. Vatan muhabbeti, gerektiğinde kişiye canını bile fedâ ettirir. Bu muhabbet, aslî vatana olunca kişiye neler yaptırmaz ki? İnsân-ı kâmilde de bu aslî yurda ulaşma iştiyâkı vardır.
İnsân-ı nâkıs ise bu özlemi, dünyanın gelgeç heveslerine yöneltir. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın yine de bıkar. Özlemini dünya ile doldurmaya çalıştıkça hırsı, tamahı artar, ızdırâbı çoğalır, sebebini idrâk edemediği bir zevksizlik ile dünyaya daha çok sarılır. Bazen bu gayret ona pek çok günahın kapısını aralar
Maddî imkânlarla beslenen insanın rûhu; mânen doyurulmadığı için mutsuz, sürekli yeni arayışlar, zevkler peşinde koşmaktadır. İnternet, alkol, fuhuş bu yüzden gittikçe artmakta, kadın ve erkek münasebetlerinde helâl daireden uzaklaşıldıkça doyumsuzluk çoğalmaktadır. İnsanlarda bir bıkkınlık, bezginlik, yeni arayışlar, kimi zaman da, canına kıyma ile son bulmaktadır. Âyet-i kerîmede;
“Kim Ben’im kitâbıma sırt döner ve Ben’i anmaktan uzak durursa, şüphesiz dünyada onun için sıkıntılı, dar bir geçim vardır…” (Tâ-Hâ, 124) buyurulmaktadır. Bu âyette bahsedilen kitap, şüphe yok ki Kur’ân-ı Kerim’dir. Allâh’ı hatırlatan, îmânımızı tazeleyen, Rabbimiz’in emir ve yasaklarını bize anlatan ve okunduğunda rûha inşirah veren özelliği ile en büyük zikirdir. Kur’ân-ı Kerîm’in bir ismi de «zikir»dir. Hatırlamak; kalpte her an Allâh’ı anmak, dilde O’nu terennüm etmek ve fiilde de O’nun istediği şekilde davranmak ile olur. Zikir, gafletin zıddıdır.
Kur’ân-ı Kerim’de pek çok âyette; Allâh’ı övmek, hamd etmek, şükretmek, mal ile infakta bulunmak, namaz kılmak, kulluğun gereklerini yerine getirmek, duâ etmek, Kur’ân okumak… Kısaca; beden, ruh ve mal ile yapabileceğimiz tüm ibâdetler zikir anlamında kullanılmıştır. Allâh’a alçak sesle, yalvararak, korkarak duâ ve tesbih etmemiz emredilmiştir. Çünkü;
“Kalpler; ancak Allâh’ı hatırlayıp anmakla, doygunluk ve huzura erer.” (er-Ra‘d, 29)
Demek ki insanın rûhen doygunluğu, Rabbi ile buluştuğunda gerçekleşmektedir. Ruh tatmin olmadan da insan mutlu olamamaktadır. Kalp ile, dil ile ve fiillerimiz ile her an Allah ile beraberliğin yollarını ararsak; kalplerimiz elem ve kederden kurtulacak, huzura kavuşacaktır. Diğer türlü; dünya telâşesi, elemi, kederi içinde huzursuz, mutsuz insan modeli ile karşılaşırız. Rızâ, teslîmiyet, tevekkül dengesini sağlayamadığımızda dünyaya ait her mahrumiyet bizde derin yaralar açacaktır.
Kendi nefsî isteklerimiz üzerine kurulu bir hayat ise, bize huzur vermekten ziyade bizi bedbaht edecektir. Çünkü insanın istekleri bitmez. Bütün ömrümüzü sadece bu dünya gāilesi ve zevkleri ile geçirirsek, âhirette karşımıza zor bir hesap çıkacaktır. Allah ve Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den uzak bir hayat; evlât, eş, geçim derdi, kendi zevklerimize vakit ayırma adına daldığımız bu dünya, bizi aslî vatan derdimizden de çok uzağa düşürecektir. Sonuç ise âhirette sonsuz bir hüzün olacaktır. Rabbimiz ile bu dünyada buluşamazsak, Rabbimiz’i bu dünyada hatırlamazsak; âhirette de biz unutulanlardan oluruz. Âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere;
“Münafıklar birbirinin benzeridir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyar ve cimrilik ederler. Onlar Allâh’ı unuttular. Allah da onları unuttu.” (et-Tevbe, 67)
Eğer Allâh’a teslîmiyet, rızâ, tevekkül, sabır ve şükür dolu bir ömrümüz olursa; bu dünyada hoşnut olacağımız hayatı bize vereceğini Rabbimiz bildirmektedir.
“Erkek olsun kadın olsun, mü’min olarak kim sâlih amel işlerse; ona dünyada elbette temiz ve güzel bir hayat yaşatırız.” (en-Nahl, 97)
Dünya hırsı ile dolu gözlerimizle bakıyoruz hayata. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Temiz, güzel bir hayat dendiğinde; çok para, çok mal, her şeyi dört dörtlük bir hayat anlıyorsak, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatını hiç okumamışız demektir. Bu âyet-i kerîmede Allah -celle celâlühû- bize; kalben kendi ile beraber, rızâ ve teslîmiyet hâlinde, helâlinden olan bir hayattan bahsediyor. Âhiret kitâbımızı düşünerek yaşadığımız bir ömrü anlatıyor
Allah; zikrinden yüz çevirenleri, gaflet ve hırsa dalanları da şiddetli bir azapla uyarmaktadır:
“Kıyâmet günü onları kör, dilsiz, sağır olarak yüzükoyun haşrederiz. Sonunda varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi dindikçe, onlar için her defasında çılgın alevi yeniden körükleriz.” (el-İsrâ, 97)
Ne acı, ne hazin bir ızdırabdır bu son. Kıyâmet ve âhiret âyetleri, ne zor anları tasvir eder.
«Vatan özleminden, mevzu neden buralara geldi?» dersek; «O özlem getirdi.» diyelim. Çünkü aslî vatana yeniden kavuşabilmek için, geçmemiz gereken bir dünya imtihan hânesi var. Bu hayatı; kulluk şuurumuzla yaşayabilirsek, âhirette Rabbimiz’in Cemâlullâh’ına kavuşmak ve sonsuz bir cennet hayatı nasip olacaktır. Yoksa; «Her an özlem doluyum.» deyip, kendini dünya ve dünya hayatına adamış derbeder bir ömür sürüp, kolay hesap hayali kurmak, akıllı insanın yapacağı iş değildir. Rabbimiz; her an kulluk şuurumuzu diri tuttuğumuz, rızâsı için her an yeni bir iş, meşgale, yeni bir hizmet, ibâdet, tâat ile rızâsına kavuşmak için yollar aradığımız bir kulluk kıvâmı istiyor bizden. İlim, amel, ihlâs ile; bir işi bitirince hemen yenisine koyulmamızı istiyor. Müslümana tembellik yakışmaz, câhillik yakışmaz. Atâlet, bezginlik, umutsuzluk hiç yakışmaz. Bu dünya Hazret-i Âdem için lütuf değil, ceza idi.
İnsanın aslî görevi; âyet-i kerîmelerde de belirtildiği üzere, kulluktur. Sınırsız ve doyumsuz bir hayat arzu edersek, Allah ile kavuşmak gibi bir derdimiz yok demektir. Her şeyi yiyelim, gezelim, alalım vs. terennümleri bizi aslî gayemizden uzak düşürür. Dünya nimetlerinden faydalanmak, bizler için bir hedef ve sonuç olmamalı. Aksine hedefimize ulaşmak için bir vasıta olmalıdır.
Allah bizi kendi âleminde yarattı. Tekrar O’na döneceğiz. Bu dünyada sınırlı bir müddet kalacağız. Öyleyse geldiğimiz yeri ve gideceğimiz yeri unutmamalıyız. Allah ile olan kalbî bağımız çözülmemeli. Fecr Sûresi’ndeki hitâbı son nefeste duyarak can verebilmek duâsı ve niyâzı ile…
“Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! Dürüst ve samimî kullarımın arasına katıl! Cennetime gir!” (el-Fecr, 28-30)

 

MESNEVÎ -4-

Bir yanıt yazın 0