MESNEVÎ, MESNEVÎHANLIK VE DÂRÜLMESNEVÎLER
Hüseyin GÜLLÜCE
ÖZET
Mesnevî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin en önemli ve en meşhûr eseridir. Mevlânâ, Doğu ve Batı kültürlerinin sentezini oluşturan bu kitabında, ilâhî sırları, insanın hakikatini ve kâinatın mahiyetini bir kısım çekici hikâye ve temsillerle anlat-maya çalışmış, “mecâz hakikatin köprüsüdür” kuralına göre yazmıştır. Mesnevî, aynı zamanda, birçok ayet ve hadis-i şerifin de işârî/sûfî bir yorumu; İslâm tasavvufunun önemli bir klâsiği durumundadır. Mesnevî, bu önemli ilmî ve edebî özelliğinden dolayı herkes tarafından ye-terince anlaşılıp istifade edilememiştir. Bu gaye ile onu, asıl maksadına göre okuyup anlatacak, kıssalarından hisse çıkaracak, mecâzlarından hakikate yol bulacak, Mesnevî uzmanları olan “mesnevîhan” ların yetişmesi ve yetiştirilmesi bir zaruret hâline gelmiştir. Başlangıçta aynı zamanda mesnevîhan olan mevlevî şeyh ve halifelerinin, işlerinin çoğalması, zamanla eskisi kadar bilgili ve ârif şeyh ve halifelerin azalması ve Mesnevî’ye diğer insanların da ihtiyaçlarının olması, hususî olarak mesnevîhanlık mesleğinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Mesnevîhânlık gittikçe kurumsallaşmış, mesnevîhanların yetişmesi için ihtiyaç duyulan dinî ve tasavvufî eğitimin yanı sıra, Mesnevî’nin, dolayısı ile onun dili Farsça’nın eğitim ve öğretimine tahsis edilen müesseseler olan “dârülmesnevî”lerin açılmasına başlanmıştır. XIX. asırda yaygınlaşan dârülmesnevîler, dinî ve tasavvufî kültürün, mevlevîlik ve Mesnevî öğretisi ile karışımı olan “engin bir insanlık ve hoşgörü anlayışı”nın oluşmasına sebep olmuş, Türk-İslâm medeniyetinin çok yararlı ilmî kurumları arasındaki yerini almıştır.