MESNEVİ ŞERHLERİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER*
Prof. Dr. Recep DİKİCİ
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Mesnevî’si, Türk-İslâm âleminde en çok şerh yapılan eserlerden birisidir. İlmî ve edebî yönden büyük önem arzeden Mesnevi, asırlar boyu coşkun bir su gibi çağlayıp coşan, insanlık âlemini Hakk’ın birliğine ve gerçek aşka çağıran, duygu ve düşünceleri aydınlatan, insanı yenileyen ve gerçek insan yapan, bir büyük yakarışın en güzel ifadesidir. Bu yüzden o, Doğu ve Batı’daki birçok âlim ve edîbin ilgisini çekmiş ve beğenisini kazanmıştır.
Birgün Mevlânâ, Şemseddîn Çelebî’nin hücresine gittiğinde, onu uyur halde bulur. Mesnevî-i Şerifi arkasında görünce, huzursuz olmuş ve bunun üzerine şöyle demiştir: “Biz Mesnevî’yi arkalara bırakılsın diye yazmadık. Bizim sözlerimiz Doğu’yu ve Batı’yı tutacaktır. Sözlerimizin okunmadığı bir toplantı olmayacaktır. Mesnevî okunan yerler ibadethane olup, herkes onunla amel edecektir. Mesnevî’mizin okunduğu yerde ben de hazır olurum. Beni görmek, beni dinlemek ve benimle sohbette bulunmak isteyen kimse, Mesnevî okusun.”(1) Mevlânâ’nın bu sözlerinden, eserleri arasında bilhassa Mesnevî’ye büyük değer verdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca büyük âlim Abdullâh-ı Dehlevî de, “Üç kitabın eşi yoktur. Bunlar; Kur’ân-ı Kerîm, Buhâri-i Şerîf ve Mesnevî’dir.” buyurmaktadır.
Mevlânâ’nın kalbi aşk-ı ilâhî ile yanınca, bir yerde duramayıp coşar, kendinden geçerdi. Bu hâle kavuştuktan sonra tasavvufta da yüksek değeri olan Mesnevî’yi yazmıştır.
Bugün dünyanın her tarafında tanınan ve hemen hemen her kütüphanede bulunan bu değerli esere, okuyucular için daha anlaşılır olması ve mübhem kalan noktalarının aydınlığa kavuşturulması gayesiyle çeşitli devirlerde, Türkçe, Farsça ve hatta Arapça şerhler yapılmıştır. Bunların bir kısmı matbu, diğer bir kısmı da yazma halindedir.
Mesnevî şerhlerinin yazılması da, büyük amaçlara isnâd etmektedir. Nitekim Mevlânâ’nın, manevî hâl âleminde, gelip Abdülmecîd Sivâsî’ye; “Benim Mesnevî kitabıma şerh yazmanı istiyorum.” dediği nakledilir. Abdülmecîd Efendi de özür beyân edip; “Hâşâ benim haddim değildir. Sizin inci gibi sözlerinizi şerh etmek bir yana, anlatmaktan âcizim. Birçok şerhler yazılmıştır. Bizim şerhimize ne gerek var.” deyince, Mevlânâ hazretleri; “Onlar da güzel, fakat söz başka hâl başkadır. Benim Mesnevi’mi şerh etmek sizin gibi hâl sahibi, kelâm ilminde ve tasavvuf marifetlerinde yüksek birisine gerekir.” buyurdu. Abdülmecîd Efendi, hâl âleminden beşeriyet âlemine dönünce, emri birkaç gün ihmâl etmişti. Birgün yine hâl âleminde iken Mevlânâ hazretleri zuhur edip; “Size Mesnevî’me şerh yazın demedim mi?” buyurdu. Abdülmecîd Efendi, özür beyân etmek istediğinde; “Biz şimdi sizi topuz ile ikâz ederiz.” buyurdu. Ertesi sabah padişah taralından iki asker gelip, şerh yazılmasına dâir fermanı ve yüz altın sikke getirdiler. Abdülmecîd Efendi, fermanda; “Benim faziletli pederim, bu saat Mevlânâ’nın Mesnevi’sine şerh yazılmasını emrediyorum. Biz de, emrolunduk.” diye yazılı olduğunu gördü. Bunun üzerine Mevlânâ’nın istediği özellikte, nefis bir şerh yazdı.(2) Bu arada Sarı Abdullah, Ankaravî, İsmail Hakkı Bursevî ve Abidin Paşa’nın Türkçe matbu Mesnevî şerhleri de hatırlatılmalıdır.
Asıl mevzumuzu teşkil eden, henüz neşredilmemiş Türkçe Mesnevî şerhleri ile Arapça elyazması ve matbu Mesnevî şerhlerini ele almadan önce, sarihlerini kısaca tanıtmak faydalı olacaktır.
Türkçe elyazması Mesnevî şerhi olan âlimler:
ABDÜLMECÎD B.MUHARREM SİVÂSÎ
Bu âlim, 1504 (971) yılında Zile’de doğmuştur. 1596 yılında Zile’de amcazadesi Mehmed Efendi’nin yerine Halvetiyye dergâhına Şeyh olan Abdülmecîd Efendi, daha sonra II.Mehmed tarafından İstanbul’a davet edilmiştir. Nişancı ve Sultan Ahmed camilerinde yaptığı vaaz ve dinî sohbetlerle meşhur olan Abdülmecid Efendi, 1639 (1049) yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Aynı zamanda şâir ve müellif olan Abdülmecîd Efendi’nin, Lezâyizü’l-eşmâr, Fedâilu salavâti’n-Nebî ve Letâifu’l-ezkâr adlı eserleri de vardır.
Abdülmecîd Efendi’nin Mesnevî şerhi, Mevlânâ’nın birinci cildinden müntehâb Türkçe şerhdir. Daha çok dilbilgisi izahlarını ihtiva eden bu eser, mensur olarak 163 7 (1047)’de te’lif edilmiştir. Eserin yazma nüshaları, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar Kısmı, nr. 196’da ve Ankara İl Halk Kütüphanesi, nr. 683’de kayıtlıdır.(3)
ŞEM’Î ŞEM’ULLÂH
1530 (936)’da Prizren’de doğan Şem’î, III.Murad ve III.Mehmed devri Mevlevî şairlerindendir. İstanbul’da Şeyh Vefa Tekkesine yerleşmiş ve 1600 yılından sonra, bu şehirde vefat etmiştir.
Daha sonra eserleri şerh şeklinde olan Şem’î’nin bazı eserleri şunlardır: Şerh-i Divân-ı Hafız, Şerh-i Gülistan, Şerh-i Bûstân, Şerh-i Pend-i Attâr, Şerh-i Bahâristân, Şerh-i Mantıku’t-tayr, Şerh-i Subhetu’l-ebrâr ve Şerh-i Tuhfetu’l-ahrâr.
Şem’î’nin Mesnevî şerhi ise, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin 6 cilt Türkçe tercüme ve şerhidir. Eserin ikinci cildinin kitabesine göre, 1588 (99 7)’den önce şerh edilmeye başlandığı ve altıncı cildin dibacesine göre de, 1600 (1009) yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır. Eserin beş cildi, III.Murad adına ve bu Sultanın vefatından sonra da altıncı cildi III.Mehmed adına şerh edilmiştir.
Eserin bir yazma nüshası, Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, nr.2068’de bulunmaktadır.(4)
MURAD MEHMED EFENDİ
Şeyh Abdülhâlim Efendi’nin oğlu olan Murad Mehmed Efendi, 1607 (1223)’de İstanbul’da doğmuştur. Babasının vefatından sonra, İstanbul’da Çarşamba mahallesindeki Murad Molla dergâhına şeyh olmuştur. Bu âlim, daha sonra dergâhın batı tarafına Dâru’l-mesnevî yaptırarak, burada Mesnevî okutmuş ve 1648 (1254) yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Aynı zamanda şâir olan Mehmed Efendi’nin, yazma Şerh-i Tuhfe-i Şâhidî, Kavâid-i Fârisî, Risâletu’s-sekaleyn, Mu’înu’l-vâizîn ve matbu Mâ hadar adlı eserleri vardır.
Bu zâtın Mesnevî şerhi, Mevlânâ’nın altı defter Mesnevisinin altı cild olarak tam ve oldukça kısa ve vecîz Türkçe şerhidir. Murad Mehmed Efendi, eserin birinci cildinin mukaddimesinde, Mesnevî’yi talebelerinin isteği üzerine şerh ettiğini, bu esere Hulâsatu’ş-şurûh ismini verdiğini ve 1839 tarihinde şerhe başladığını kaydetmektedir.
Mensur olan bu eserin yazma nüshaları, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar Kısmı, nr.6309-6014; Süleymâniye Kütüphanesi, Nafiz Paşa Bölümü, nr.522; Dârul mesnevî Bölümü, nr.208’de kayıtlıdır.(5)
Arapça Yazma Mesnevî şerhi olan âlimler:
YÛSUF AHMED EL-MEVLEVÎ
Mevlevi şeyhlerinden olan ve Yûsuf Dede diye tanınan bu zat, aslen Konya’lıdır. Bostan Efendi’den feyz almış ve sonra Beşiktaş Zâviyesi’ne şeyh olmuştur. Nihayet 1080 tarihinde vefat etmiş ve zikredilen zaviyeye defnedilmiştir.
Bu zâtın eserlerinden Mu’cizât-ı Nebeviyye ve bin beyitlik Farsça Ravdatu’n-nûr’u zikredilebilir.
Beşiktaş Zâviyesi’nin yerine Çırağan Sarayı bina edilerek, önce Maçka’ya, sonra da Bahariye’ye nakledilmiştir. Yûsuf Dede ile 13 mevlevî zatın Çırağan Sarayının alt katındaki bir türbede medfûn olduğu bildirilmektedir.(6)
Yûsuf Dede, 6 ciltlik bu eserin kısa mukaddimesinde, duâ ile söze başlamakta ve Beşiktaş Zâviyesi’nde görevli olduğunu belirtmektedir. Daha sonra Şam’lı mevlevîlerden birinin isteği üzerine Mesnevî’ye Arapça şerh yaptığını kaydeden Yûsuf Dede, bu eserine “Menhecul-kavî li tullâbi’l-Mesnevî” ismini verdiğini ve bunu, daha çok istifâde etmeleri için Arap asıllı mevlevîlere hediye ettiğini zikretmektedir.(7)
Yûsuf Dede, bu matbu eserinde önce kelimeleri dilbilgisi yönünden ele almakta, sonra da topluca mânâ bakımından açıklamada bulunmakta-, dır. Ayrıca o, nadiren de olsa, tenbih başlığı altında önemli bilgilere temas etmektedir.
Bu arada Yûsuf Dede, İbn el-Fâriz’in örnek kabilinden aşağıda metnini ve tercümesini sunduğumuz aşkla ilgili Arapça iki beyitini şöyle şerhetmektedir:
“Aşk şarabıyla sarhoş ve hayran olmayan akıllılar için hayat ve sefadan nasip yoktur. Hayatın esâsı olan bekanın sarhoşluk sevinci vermesiyle, geçici olarak hayatı terketmeyi benimsemeyenler de, ihtiyat sahibi olmayanlardır.
Nefsin arzularına uyup da, aşk şarabının can bahşeden sevincinden nasibi olmayanlar, beyhude geçen ömürlerine, ömürleri oldukça ağlamalıdırlar.”
Riyazet ve mücâhede ile olgunlaşan kimse, Allah’dan başkasının sevgisinden arınır. Sadece Allah aşkıyla yanar tutuşur. Ayrıca bu kişi, yeri ve göğü yaratan Cenabı Hakk’ın sırlarına muttali olur ve nefsin çirkin arzularından yüz çevirir.(8)
MOLLA FENÂRÎ
Şemseddin Muhammed el-Fenârî, 1350 (751) yılında Fener köyünde doğmuştur.
Molla Fenârî, zamanın büyük velilerinden olan babası Hamza Efendi’den tasavvuf yolunu öğrenmeye başlamış ve küçük yaşta ondan Sadreddîn el-Konevî’nin Miftâh el-gayb adlı eserini okumuştur. Daha sonra Alâeddîn el-Esved ve Cemâleddîn el-Aksarâ’î’den ders okuyan Molla Fenârî, Mısır’a gitmiş ve orada meşhur âlim Kemâleddîn el-bâbertî’den ilim tahsil etmiştir. Molla Fenârî, Anadolu’ya dönerek, Bursa’ya gelmiş ve kadı olmuştur. Ayrıca o, Yıldırım Beyazıt ve Çelebî Sultan Mehmet zamanlarında, bu şehirde talebe yetiştirmiştir.
Sultanla arasında ihtilâf çıktığı için, bir ara Bursa’daki hizmetlerini bırakıp Konya’ya gelen Molla Fenârî, Karaman Beyi’nin kızı Gül Hâtûn ile evlenmiş ve bilâhere Sultan Beyazıt’m yaptığına pişman olması üzerine Bursa’ya tekrar dönerek kadı olmuştur. Molla Fenârî, 1431 (834) senesinde Bursa’da vefat etmiştir.
Molla Fenârî’nin kaleme aldığı diğer bazı eserleri şunlardır: 1. Haşiye ‘ale’l-Fevâid ez-ziyâiyye, 2. Flâşiye ‘alâ Şerh el-Vikaye, 3. Şerh el-Misbâh, 4. Tefsîr Sureti’ l-Fâtiha.(9)
Bu zâtın, Mesnevî’nin Dibacesine yaptığı Arapça yazma şerh, İstanbul Süleymâniye Kütüphanesi, Âşir Efendi Bölümü, nr.440/5’de bulunan bur mecmuanın 39a – 41a varakları arasında yer almaktadır.
-Şârihi meçhul, Şerh Bazi’l-Ebyât mine’î-Mesnevî, Afyon İl Halk Kütüphanesi, nr. 18195/16, Arapça Yazma Risale, 79b – 81h varaklan arası.
Yurt dışında yapılan Arapça şerhler:
– Abdülvehhâb Azzem, Fusûl mine’l-Mesnevî, Kahire, 1946, 199 s.
– Muhammed Abdüsselâm Kefâfî, Şerhu Mesnevi, el-Mektebet el-asriyye, Beyrut, 1966-1967.
– Abdülazîz Sâhibu’l-cevâhir, Cevâhiru’l-âsâr fî tercemeti Mesnevi, 2 cilt, Tahran, 195 7.
– İbrahim Desûkî, Şifâ, Kahire.
*Bu yazı 5.5.1999 Yılında Hz. Mevlâna ve ailesinin Konya’ya gelişlerinin 771 yıldönümü dolayısıyla yapılan Panelde sunulmuştur.
S.Ü.Fen-Edb.Fak. Doğu Dilleri ve Edb. Bölüm Başkanı.
1 Abdüllatif Uyan, İslâm Meşhurları Ansiklopedisi, İstanbul, 1982, I, 527.
2 Mehmet Nazmi, Hediyyetü’l-ihvan, Suleymânıye Kütüphanesi, Hacı Mahmûd Efendi Bölümü, nr. 4587, vrk.57a
3 Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, İstanbul, 1891, II, 400; Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiu’l-fudelâ, nşr.Abdülkâdir Özcan, İstanbul, 1989, I, b2-o4; Mehmed Önder, Mevlânâ Bibliyografyası, Yazmalar, Ankara, 1974, s.163; Ali Temizel, Mevlânâ ve Mevlevîlikle İlgili Eski Harfli Türkçe Eserler ve Müellifler, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 1996, s.97-98,
4 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul, 1 915-1 924; Sicill-i Osmânî, III, 170; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul, 1983, s.142; Yüksek Lisans Tezi, s.81 v.d.
5 Osmanlı Müellifleri, I, 169; Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 144; İslâm Meşhurları Ansiklopedisi, III, 1468. Yüksek Lisans Tezi, s.110-111.
6 MenhecuT-kavî, Mukaddime, s.l; Osmanlı Müellifleri, I, 201.
7 Menhecuİ-kavî, s. 1. M
8 Menhecuİ-kavî, I, s.28
9 eş-Şevkânî, el-Bedr et-tâli’, Beyrut, trz., II, 2o6-2o9; Taşköprîzâde Ahmed Efendi, Miftâh es-se’âde, Beyrut, 1985, II, 109-111; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyet el-ârifîn, İstanbul, 1955, II, 188-189; Hayreddîn ez-Ziriklî, el-Aİâm, Beyrut, 1969, VI, 542;