MESNEVİ”DE EZÂN-I MUHAMMEDÎ
Mehmet Demirci
Eskilerin söyleyişiyle ezan “şeâir-i İslâm”dandır, yani Müslümanlığın başlıca alâmet ve işaretlerinden biridir. Namaz vakitlerini bildirmek üzere Medine döneminde Hicretin birinci yılından itibaren okunmaya başlanmıştır.[1]
Mânâ olarak Allah”ın birliğine, Hz. Muhammed”in peygamberliğine inanmayı, namaza ve kurtuluşa çağırmayı ifade eden sözler ihtiva eder. Fakat onun etrafında, sözlerinin şeklini aşan bir büyük anlam dünyası oluştuğu görülür. Akif”in mısralarında bu dünyadan rüzgârlar vardır:
Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli
Yahya Kemal, ezanın zihin hayatımızdaki yerine işaret eder:
Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî
Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî [2]
Gene bu mütefekkir şâirimiz ezanla fetih ve zafer arasındaki bağa dikkati çeker, 30 Ağustos zaferi arefesinde kaleme aldığı kıt”asında şöyle yalvarır:
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî
Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbî
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Galib et çünkü bu son ordusudur İslâm”ın [3]
Kısaca söylersek ezan, Müslümanları namaza çağırma nidâsı olmanın ötesinde ve onu çok fazla aşan bir anlam kazanmıştır. Dînimizin, milliyetimizin, istiklâlimizin, zaferlerimizin, sanatlarımızın bir muharrik gücü ve sembolü haline gelmiştir. Bayrak ve ezan adetâ bağımsızlık sembolü olmuştur. Ezan okumak için yapılan zarif minareler, millî mîmârimizin göklere ser çeken bir uzantısı durumundadır. Dînî mûsikîmizin en yaygın, etkili ve yakıcı nağmelerini ezan okurken ortaya koymuşuzdur. İyi okunan bir ezan gönüllere ferahlık, yüreklere cesaret ve ruhlara güven verir.
*
Mesnevi”de “ezan” kelimesinin sıkça yer aldığı söylenemez. Daha çok güzel sesle veya çirkin sesle ve kötü okuyuşla ilgili ifadeler dikkatimizi çeker. Peygamberimizin müezzini Bilâl-i Habeşî”ye ise genişçe yer verilir. Konuya “Çirkin Seli Müezzin” hikâyesiyle başlayalım:
Çirkin Sesli Müezzin
Sesi çok çirkin olan bir müezzin gayr-ı müslimlerin ülkesinde ezan okumaya başladı. Müslümanlar kargaşa çıkacak diye endişelenirken, bir gün bir gayr-ı müslim elinde gayet değerli bir elbise çıkageldi:
-O ezan okuyan müezzin, o kutlu kişi nerede, bana gösterin, onun ezanı beni rahatlattı, ona olan borcumu ödemeli, ona bu hediyeleri vermeliyim, diyordu.
Müslümanlar şaşırdılar:
-Yahu dediler, nasıl olur da o çirkin ses insana rahatlık verir?
Gayr-ı müslim şöyle anlattı:
-Benim çok güzel bir kızım var. Çoktandır müslüman olmayı kafasına koymuştu. Ben her ne yaptıysam bundan vazgeçiremedim. Geçenlerde bu adamın sesini duyunca bana sordu: “Bu nedir, ben böylesine çirkin bir ses daha duymadım.” dedi. Ben, bu ezandır, müslümanları ibâdete çağırıyor, dedim. Bana inanmadı, birkaç kişiye daha sordu. Herkes aynı şeyi söyleyince müslüman olmaktan vazgeçti. Ben de böylece rahatladım. Onun için bu hediyeleri getirdim.[4]
Bu hikâyenin az farklı bir şekli şöyledir: Evvelce o mahallede çok güzel sesli bir müezzin vardır. Onun son derece etkili sesiyle okuduğu ezanları dinleyen gayr-ı müslim kız, bu sebeple müslüman olmaya karar vermiştir. Eski müezzinin yerine gelen çirkin sesli ve kötü okuyuşlu yeni müezzin onu bu kararından vaz geçirir.
Ezanda aranan birinci özellik güzel sesle okunmasıdır. Din duygusu gibi güzellik duygusu da, insanın yaradılışında mevcuttur. Güzele ve güzelliğe karşı duyulan bu ilgi ve meyil neticesinde çeşitli sanat eserleri ortaya çıkmıştır. Mûsiki de bunlardan biridir. Bir târife göre, musiki sesleri kulağa hoş gelecek şekilde düzenlemektir.
Mûsiki, güzel sanat dalları arasında mühim yer tutar. Hadis-i şerife göre “Allah güzeldir, güzelliği sever.” [5] Allah”ı en güzel varlık bilen, kâinatı O”nun güzelliğinin tecellisi olarak kabul eden bir inanışın, mûsikiyi ihmal etmesi düşünülemez.
Hz. Dâvud güzel sesiyle meşhurdur. Kur”an-ı Kerim”de çirkin sesten hoş bir ifade ile söz edilmez: “Seslerin en kötüsü merkep sesidir.” (Lokman 31/19). Hadislerde de Kur”an”ın güzel sesle okunması tavsiye edilir. Hz.Peygamber (as) güzel sesle Kur”an okuyanları takdir etmiş, Bilâl-i Habeşi”yi özellikle sesi güzel olduğu için müezzin olarak görevlendirmiştir. O, “Kur”an”ı seslerinizle süsleyiniz, güzelleştiriniz.” buyurmuştur.[6]
Mevlânâ Celâleddin şöyle der:
“Hakîmler bu mûsikî nağmelerini göklerin dönüşünden aldık demişlerdir.”
“Güzel sesi dinlemek âşıklara gıdadır. Çünkü güzel ses dinlemede kalb huzuru ve Allah”la beraber olma zevki vardır.”
“(Bu suretle) insanın içindeki hayaller kuvvetlenir, hattâ hayaller o güzel sesten, o güzel nağmeden şekillere bürünür.”[7]
Müziğin çoğunlukla istismar edilmesi ve kötüye kullanılması, onu reddetmeye sebep olamaz. Kötüye kullanılmayan hemen hiçbir şey yoktur. Dünyanın herhangi bir yerinde olsun hîleden, veya yalandan tamamen arındırılmış bir alış veriş düzenine rastlayamayız. Alış verişte ve ticarette çoğunlukla hile bulunuyor diye, ekonomik ve ticarî işlemlerin mübah olmadığını söylemek veya bunu, uygulanması güç bir yığın şarta bağlamak ne kadar yanlış olurdu! Aynı şekilde kötüye kullanılıyor diye, müziğin mübah olduğunu söylemekten kaçınmak veya çok ağır şartlar altında, sadece bazı türlerine izin vermek de o kadar yanlıştır[8].
Müzik türlerinden biri de din mûsikisidir. Din mûsikîsinin en yaygın icrâ yeri ezandır. Ezanda ses unsurunun ön plânda olması gerektiğini Hz. Peygamber”in uygulamalarından anlıyoruz. Onun emriyle ve öğretmesiyle ezanı ilk defa okuyan Bilâl-i Habeşî“dir. Habeşistalı zenci bir âzadlı köle olan Bilâl, hayâtı boyunca hazarda ve seferde Hz. Peyganber”in müezzinliğini yaptı.. O, müezzinlerin pîridir. Samîmî müslümanlığı ve peygamber sevgisi yanında, Bilâl”e bu şerefli görevin verilmesindeki en önemli âmil sesinin güzel ve etkili olmasıdır.
Nitekim Mesnevi“de “Dostların yanlışı yabancıların doğrusundan daha iyidir” başlığı altında şunlar anlatılır: Arap asıllı olmayan Bilâl”in ezandaki “hayye” kelimesini “heyyi” şeklinde telâffuz etmesinden dolayı rahatsızlık duyanlar, Hz. Peygamber”den Arapçayı daha düzgün söyleyen bir müezzin görevlendirmesini isterler. Buna karşı Resûlüllah, “Allah katında Bilâl”in “heyyi”si, yüzlerce ha”dan ve hı”dan daha makbuldür”, şeklinde cevap verir[9]. Buna göre, demek ki Bilâl”in samîmiyeti, özellikle de sesinin güzelliği, müezzinlik için başta gelen tercih sebebidir.
Hz. Mevlâna”nın bilâl-i Habeşî”ye büyük hayranlık duyduğunu söylemiştik. Mesnevi”de Hz. Bilâl konusu sayfalarca yer tutar.[10] Bunun kısa bir bölümü şöyledir:
Bilâl-i Habeşî
Efendisi Hz. Bilâl’e dininden dönsün diye çok büyük işkenceler yapıyordu. Bunun üzerine Hz. Ebûbekir onu satın almaya karar verdi. Bu arzusunu Hz. Bilâl’ın efendisine söyledi. Ona bir beyaz köle ve büyük miktarda para vererek Hz. Bilâl’i satın aldı. Bunun üzerine Hz. Bilâl’ın efendisi olan o kâfir kahkahalar atarak gülmeye başladı. Hz. Ebûbekir:
-“Ne oldu? Neden bu kadar gülüyorsun?” dedi. Kâfir:
-“Eğer bu kadar hevesli görünmesen, verdiğin bu paranın onda birine alabilirdin. Bence o yarım akçe bile etmez. Onun değerini sen arttırdın,” dedi.
Hz. Ebûbekir şöyle cevap verdi:
-“Be ahmak, çocuk gibi, bir cevize karşılık bir inci verdin. Bence o iki cihan değerinde. Esas zarar eden sensin. Eğer biraz ısrar etmeyi akıl edebilseydin, onu satın almak için bütün malımı mülkümü verebilirdim” dedi.[11]
Habeşistanlı Bilâl Mekke”de varlıklı bir kimsenin kölesi idi. Müslüman olduğunu açıkça söyleyen ilk yedi kişiden biridir. Buna çok kızan sahibi Ümeyye b. Halef, yeni dini bırakmasını için çok ısrar etti. Bilâl kararından vazgeçmeyince, efendisi onu öğle vakitlerinde Arabistan şartlarında kızgın güneş altında sırt üstü yatırır, büyük bir kaya parçasını göğsünün üzerine koydurur ve eziyet ederdi. Böylece İslâmiyet”ten vazgeçmeye zorlardı. Fakat o her defasında “Rabbim Allah”tır, O birdir” diyerek, dayanılmaz işkenceye imanıyla katlanırdı. Bu sebeple Hz. Peygamber çok üzülürdü. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, yüksek bir bedel ödeyerek Bilâl”i sahibinden aldı ve âzad etti.
Bilâl güzel ve yanık sesli birisiydi. Siyahi bir göçmen olmasına rağmen, samimi imanı ve ihlâsı sebebiyle Peygamberimiz katında büyük değere sâhipti. Müslümanlar arasında ezan okuma adeti başlayınca Hz. Peygamber ezanı Bilâl”e öğretti ve ilk defa o ezan okudu. Böylece Peygamberimizin müezzini oldu. Hayatı boyunca hazarda ve seferde Hz. Peygamber”in müezzinliğini yaptı.
Sabah ezanını çok erken okurdu. Bilâl bu ezana “es-salâtü hayrun minennevm” (namaz uykudan hayırlıdır) sözlerini ekledi. Buna memnun olan Hz. Peygamber her sabah bu sözleri tekrar etmesine izin verdi.
Mekke”nin fethinde Kâbe”nin damına çıkarak fetih ezanını Bilâl okudu. Böylece inancı yüzünden işkence gördüğü ve göç etmeye mecbur kaldığı bu kutsal şehrin semâlarında Allah ve Resûlünün isimlerini yankılandırmış oldu.
Bilâl-i Habeşî, hayatı boyunca Hz. Peygamber”in yanından hiç ayrılmadı. Onu çok severdi, büyük bir sadâkatle kendisine bağlıydı. Yaptığı çok dikkate değer hizmetlerin bazıları şöyledir:
Hz. Peygamber”in abdest suyunu temin etmek, şahsi ihtiyaçlarını karşılamak, savaşta özellikle korunmasını, gündüzleri de gölgelenmesini sağlamak, yemek hazırlamak, beytülmal işlerine bakmak, Hz. Peygamber”in emriyle bazı ödemeler yapmak, elçileri ağırlamak, Resulüllah”ın emirlerini halka duyurmak, kadın esirleri muhafaza etmek gibi işlerde görev almıştı.
Bilâl-i Habeşi Peygamberimizin vefatından sonra bir daha ezan okumamıştır. Çok sevdiği Allah Resûlünün irtihaliyle, üzüntüsünden dolayı Medine”den ayrılmak istemişse de Hz. Ebu Bekir”in ısrarı üzerine kalmıştır. Halife Ömer zamanında Suriye taraflarına gitmiştir. Altmış küsur yaşlarında Şam”da vefat etti.
Uzun boylu, zayıf, kuru yüzlü, gür ve kır saçlı, siyah tenli tipik bir zenciydi. Peygamberimiz kendisinin cennetlik olduğunu müjdelemiştir[12].
*
Mesnevi”de Peygamber”imizden bahisle şöyle denir:
“Halkla karışmadan yoruldu mu o sefer “ey Bilâl, sesinle bize bir huzur ver, bir istirahat ver.”
“Ey güzel sesli Bilâl ezan okunan yere çık, göç davulunu çal der.”[13]
Mesnevi şârihlerinden biri şu açıklamaları yapar:
Hz. Peygamber Efendimizde ruhani ve mânevî taraf galip geldiğinde bazan dalıp gider, başka alemlerde seyrederdi. Böyle zamanlarda tekrar beşeri hayat şartlarına dönmek için Hz. Ayşe”ye seslenirdi: “Kellimînî ya Humeyrâ!”
Bu, “Ey Ayşe benimle konuş, bana dünyada olduğumu hissettir, hattâ beni dünyaya çek!” mânâsında bir seslenişti.
Buna mukabil, dünya vazifesiyle fazla meşgul olup da dünyanın gürültüsünden kaçıp mânâ alemine sığınma ihtiyacını duyduğu zamanlarda da bu sefer Bilâl-i Habeşi”ye seslenirdi: “Erihnâ yâ Bilâl!” (Bizi dinlendir, bizi ferahlat ey Bilâl!)
Çünkü güzel insan sesinde rûhaniyetin titreşimleri vardır. İnsanı ruhlar âlemine yine insan sesi yükseltir. Bilâl-i Habeşi”nin sesi güzeldi, dâvudi ve rûhaniydi. Peygamber Efendimiz bu sesten yükselen şevk ile mânâ alemine uzanırdı.
Peygamberimiz sanki şöyle demek isterdi:
“Ey Bilâl! Bize ezan ver. Sadânı yükselt! Ulu Allah”ın adını tekrarlayarak söyle!. Sana söylediğim hakikati, sana verdiğim sırları seslere çevir!”[14]
Bu ifâdeler şu hadisin yorumları olmalıdır; Peygamberimiz buyurur: “Kalk ey Bilâl, bizi namazla (ezanla) ferahlat, dinlendir!”[15]
*
Bu vesîleyle ezanla ilgili bir meseleye işâret edelim: Ezanın daha güzel ve düzgün okunması yönünde Diyânet İşleri Başkanlığı”nca zaman zaman çalışmalar yapılmaktadır. Bunlar iyi niyetli girişimlerdir.
Ama ondan daha önemlisi, bâzı câmilerdeki ses cihazlarının perişanlığıdır. Ya bu cihazların kalitesizliğinden veya bilgisiz ve bilinçsiz kullanılmasından dolayı, bâzan Ezân-ı Muhammedî çevredekiler için bir azap kaynağı olmaktadır.
Ezanın bir âhengi, etkileyici bir yumuşaklığı olmalıdır. Sınırsızca açılan yüksek volümle ve eğitilmemiş kötü bir sesle okunan ezan, gerçekten azap verir ve dine mesafeli bir çok insanı ezandan, câmiden, dinden soğutur. Yüksek volümü dindarlığın göstergesi sayan bir ezan okuyucu da, ancak kendini aldatmış olur ve sevap yerine belki de günah kazanır.
Onun için cami görevlilerinin daha dikkatli olması gerekir. Yakın çevredekileri rahatsız etmeyecek bir ses yüksekliği ile ezan okumaya özen göstermelidirler. Bu din hepimizindir.
*
Konumuzla ilgisi zayıfsa da, olay Ezan sesiyle başladığı için, son bir Mesnevi hikâyesine yer vermeden geçemiyeceğiz:
Eski devirlerde bir beyin canı hamama gitmek istedi, seher vaktinde hizmetçisini uyandırdı.
-Kalk Sungur peştemalı, havluyu, hamam tasını al da hamama gidelim, dedi.
Hizmetçi kalkıp lüzumlu eşyaları aldı, beraberce yola koyuldular, giderlerken yanık sesle sabah ezanı okundu. Köle namaza çok düşkündü efendisine yalvardı:
-Canım efendim siz şurada biraz oturun, bana da müsaade edin, hemencecik sabah namazını kılıp geleyim, dedi.
Efendisi müsaade edince Sungur camiye girdi cemaatle namazını kıldı. Namaz bitince önce cemaat dağıldı ardından imam çıkıp gitti. Fakat Sungur görünmedi. Derken kuşluk vakti geldi efendisi beklemekten usanarak seslendi:
-Sungur namaz biteli saatler oldu neden gelmiyorsun? dedi. Sungur cevap verdi:
-Efendim beni bırakmıyorlar.
Efendisi düşündü; camide kimse olamazdı imam da cemaat da çıkmıştı.
-Câmide kimse kalmadı ki, seni bırakmayan kimdir? diye seslenince, Sungur cevap verdi:
-Efendim sizin camiye girmenize kim mani oluyorsa beni de dışarıya o bırakmıyor! dedi.[16]
(*) Celâl Bayar Ü. ve MAKSAD”ın düzenlediği “Uluslararası Türk Tasavvuf Kültürü Ve Mevlânâ Sempozyumu”nda açılış tebliği olarak sunulmuştur, Manisa, 29-30 Eylül 2007.
[1] Bk. Tâhir”ul-Mevlevi, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, s. 58 vd. İstanbul, 1963. Ezanın tarihçesi, dinî, sosyal, edebi ve musikî yönü için bk. Diyanet İslâm Ansiklopedisi (DİA), “ezan” maddesi, C. XII, s. 36-45.
[2] Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgârıyla, s. 43, Fetih Cemiyeti neşriyatı, İstanbul, 1962.
Şiirin tamamı şöyledir:
Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî
Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî
Sultan Selîm-i Evvel”i râmetmeyüp ecel
Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî
Gök nûra garkolur nice yüzbin minâreden
Şehbâl açınca rûh-ı revân-ı Muhammedî
Ervâh cümleten görür Allahü Ekber”i
Akseyleyince arşa lisân-ı Muhammedî
Üsküp”de kabr-i mâdere olsun bu nev-gazel
Bir tuhfe-i bedî ü beyân-ı Muhammedî
[3] Yahya kemal, aynı eser, s. 140
[4] Mesnevi, C.V, beyit: 3367 vd.
[5] Müslim, iman, 147
[6] Buhari, tevhid, 53
[7] Mesnevi, C. IV, beyit:733-743.
[8] Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Musiki ve Semâ, s. 295, İstanbul, 1976.
[9] Mesnevi, C.III, beyit: 172 vd.
[10] Bak. Mesnevi , C. V, beyit: 888-1100.
[11] Mesnevi, c. VI, beyit: 1030-1044
[12] Bk. Mustafa Fayda, “Bilâl-i Habeşî, DİA, c. VI.
[13] Mesnevi, C. V, beyit: 224-225. Ayrıca bak, C. I, beyit: 1986-89
[14] Kenan Rifâî, Şerhli Mesnevî-i Şerif, s. 282-284, İstanbul, 2000. Aynı konu için bk. Gazâlî, İhyâu Ulûm, çev. A. Serdaroğlu, C. III, s. 227, İstanbul, 1975.
[15] Ebu Davud, edeb, 78, Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 364.
[16] Mesnevi, C. III, beyit: 3055-3070
#Mehmet DEMİRCİ