MESNEVÎ’DE VEFA KAVRAMI VE KULLANIM ÖZELLİKLERİ

MESNEVÎ’DE VEFA KAVRAMI VE KULLANIM ÖZELLİKLERİ

Arapça asıllı vefâ’ ( وفاء ) sözcüğü Müslümanların kullandığı bütün dillerde ortak bir kelime olarak yer bulmuştur. Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerin kaynaklık ettiği kelime, yalın olarak “sözü, vaadi yerine getirmek; sözünde durmak” anlamını taşımaktadır. Bu kelime, kullanım yerleri ve çağrışımları itibariyle Müslümanların kültür dünyasında muhtevalı bir kavrama dönüşmüştür. Bu kavramın diğer bazı eserlerdeki dinî ve tasavvufî anlam ve izahlarına değinmeden, doğrudan Mesnevî-i Şerîfteki kullanım özellikleri üzerinde durulacaktır.

Mesnevî’de pek çok yerde özel olarak vefa kavramına yer verilirken, bu kavramın muhtevasına uygun olarak vefalı olmayı anlatan, samimi bağlılığı dile getiren birçok hikâye de yine bu eserde bulunmaktadır. Bu duruma ilk örnek olarak Sultan Mahmud ile Ayaz hikâyelerini (Mesnevî, Defter V/ Beyit 1856-2092; V/4034-4083 vd.)1 göstermek mümkündür. Köle Lokman ve Efendisi (II, 1454-1523), Ayının Vefasına Güvenen Adam (II, 1922-2127) ile Padişahın Doğanı ve Yaşlı Kadın (II, 321-344) gibi çeşitli Mesnevî hikâyeleri bağımsız olarak bu amaçla ele alınıp yorumlanabilir.

Vefa sözcüğü, Hz. Mevlâna’nın Mesnevî’sinde eş, yakın ve zıt anlamlı olarak bazı kelimelerle bir arada kullanılmaktadır. Bu kullanımlar, farklı açılardan vefa kelimesi için adeta bir çerçeve oluşturmaktadır. Mesnevî’de vefa kelimesiyle eş veya yakın anlamlı kullanılan, ya da bir araya getirilen bu tür kelimeler şunlardır: Ahd/söz, peymân/sözleşme, mihr/sevgi, merdumî/insanlık, lütuf, sıdk/doğruluk, vakar, zekâ, vakar, talep, hemdemî/dostluk, aşk, cûş/coşku, talep, sabır, şükür, adl/adalet, insaf, ibadât/kulluk.    Mesnevî’de aynı özellikte ancak zıt anlamlı olarak şu kelimeler göze çarpmaktadır: Hile, mekr/hile, cefa, cevr, kin, bîvefâyî/vefasızlık, sehv/unutma, heşm (hışım) /öfke, hırs, mekr, cevr, hursendî/neşe, murdar, zişt/çirkin, reşk/kıskançlık. Bunlardan birçoğu, aşağıda örnek olarak sunulacak Mesnevî beyitlerinde görülecektir.

Vefa kelimesinin taşıdığı ciddi ve özellikli muhtevaya tamlamalı, sıfatlı veya isim-fiilli kullanımlar da anlam kazandırmaktadır. Örnek olarak Mesnevî’den şunlar verilebilir: Allah’ın vefası, Peygamberlerin vefası, vefalı Allah, vefalı anne, vefalı Bilal, kulun Hakk’a vefası, takvalı kişinin vefası, insanın insana vefası, ustaya vefa, dosta vefa, aklın vefası, aşkın vefası, vefalı dost, vefalı arkadaş, köpeğin vefası gibi.

Mesnevî’deki olumsuz anlamlar taşıyan şu kullanımlar, vefa kavramının çerçevesini oluşturmada yardımcı olmaktadır: Dünyanın vefası, akılsızın vefası, cahilin vefası, yalancı sabahın vefası, ahmağın vefası, ayının vefası.

Cümle hâlindeki şu olumsuz kullanımlar da buraya ilave edilmelidir: “Şimşek, sönücüdür ve çok vefasızdır (II/1535)”, “Zira vefasızlık, köpekler için ardır (III/322)”, Kışın kardan testiler yapıyorsun; o, suyu görünce nasıl vefa gösterir? (III/720)

“Dünya çocuğu, dünya gibi vefasızdır (IV/1650)”, “Ey pis, vefasız nefis (V/37120)”, “Miras kalan malın vefası yoktur (VI/4205)”.

Mesnevî’den yapılan bu tespitlerden sonra konuyu Mesnevî beyitleriyle örneklendirmek daha açıklayıcı olacaktır. Vefa bir sorumluluğun ve kabulün adıdır. Yaratıcı, bu sorumluluğu ve vaadi kendi üzerine de almıştır. Vefa, adeta yazılmamış ancak mutlak geçerli bir sözleşme gibidir. Tarafları vardır. Bu sözleşmeyi tanıyanlar ve uyanlar kazanlı olacaktır. Mesnevî’de bu sözleşmenin varlığına işaret eden ve insanı düşünmeye sevk eden birkaç beyit şöyledir:

Ayağın var, kendini nasıl topal yapıyorsun? Elin var, avucunu nasıl gizliyorsun?

Efendi kölenin eline bir kürek verince, konuşmadan arzusu bilinir.

Kürek gibi el onun buyruklarıdır. Sonu düşünmek de onun ifadeleridir.

Buyruklarını canla kabul edince, o buyruğa vefalı olmada can verirsin.

Sonra sırların işaretlerini sana verir, senin yükünü kaldırır, sana iş verir.

Yük taşıyansın, taşınan yapar seni. Kabul edensin, makbul yapar, seni (I/932-937).

Bu beyitler, kabiliyet ve imkânları olanların hiçbir açıklamaya ihtiyaç duymadan yaşıyor olmanın gereklerini, yani insan olarak görevlerini yerine getirmelerini ve ürün vermeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Netice olarak, bu tercih ve davranışla yüceliklere ulaşacağını anlatmaktadır. Günlük hayatta işi gereği iş malzemesi verilen kişiden doğal olarak, o işi yapması beklenir. Hz. Mevlâna’ya göre, insan doğunca bu iş emrini almıştır; çünkü eli, ayağı ve gücü vardır, yeryüzüne çalışmak ve başarmak için gelmiştir. Bunun karşılığı yüksek huzur ve kolaylıktır.

Varlığıyla, elindeki kabiliyetler sebebiyle sorumluluk taşıyan kişiye, ayrıca ilahi vaatleşme, söz verişler tekrar doğrudan hatırlatılmıştır:

Allah’a olan sözünü yerine getirirsen, Allah senin sözünü keremiyle korur.

Sen, Hakkın vefasından ümidini kesmişsin; “Anın, sizi anayım”ı2 duymadın mı?

Kulak ver, “Ahdime vefa gösterin” ayetine, kulak tut ki, dosttan “Ahdinize vefa gösteririm”3 gelsin (V/1181-1183).

Hz. Mevlâna, Hakk’ın kula yakınlığı ve kulu himayesi konusunda, diğer bir ifadeyle vaadinde çok cömertçe olduğu Mesnevî’de hep inançla kaydeder. Bunlardan birini samimi yakarış sahipleri için mısralara dökmektedir:

Şükür ve şikâyet olmaksızın ağlayarak feryat ettiğinde yedi gökte vaveylâ kopar.

Her anında Allah’tan yüz mektup, yüz haberci. Ondan bir “Ey Rabbim”, Allah’tan altmış “Lebbeyk (Buyur)”

Bu anlatımlardan insana gerek kabiliyetleri ve gerekse dini kaynaklardan aldığı bilgiler nedeniyle vefalı olma özelliği uygun düşerken, Yaratıcı bizzat vefalı olma, diğer bir ifadeyle insana dünyada ve ölümden sonra bağışlarda bulunma sözünü vermektedir. Bu söze vefalı olacağını bildirirken, insanın da bu sözleşmeye bağlı kalması beklenmektedir:

Yüce Hak vefayla övündü; “Benden başka sözüne kim daha vefalıdır?”4 dedi.

Hakk’ı reddetmekte vefalı olmayı, vefasızlık bil. Kimse Hakk’ın hukukunun önüne geçemez (III/ 323-324.

Doğal kabiliyetlerini, insanlık görevlerini yerine getirmek için kullanmayanlar, çok kötü bir yoldadır ve şeytanla eş olup çok mahcup düşeceklerdir:

İsyan eden kişi şeytan olur; iyilerin talihini kıskanır.         (V/1180).

Vefasızlık tarafında duranları ikaz eden şu beyitler de burada yer almalıdır:

Vefalı olanların kâr ettiğini görünce sen, orada şeytan gibi kıskanıyorsun.

Mizacı ve tabiatı güçsüz kişi, hiç kimsenin sağlam bedeni olmasını istemez.

Şeytanca kıskançlığı istemiyorsan, iddia kapısından vefa dergâhına gel.

Vefan yoksa bari konuşma; çünkü söz iddiadır, çoğunlukla da biz ve ben -sözü-(V/1171-1174).

Bu vaat ve taahhüdü bilen insan, Yaratıcıya yalvararak vefalı sıfatıyla hitap eder:

Ey bağışlayıcı, vefalı Allah’ım! Cefa içinde geçen ömrüme acı (1/2189).

Mesnevî’nin genel olarak Hak ile insan arasındaki sözleşmeyi, vaadi, taahhüdü anlattığını ifade etmek, gerçeğin kendisidir. Ancak Mesnevî’de insanın vefalı oluşu veya olmaması bazı hikâyelerde aynı sözcükle açık örneklerle anlatılmaktadır. Bunlardan iki örneğe işaret edecek olursak, temsilli anlatımın etkileyici ve ikna edici örneklerine şahit oluruz. Bir ülkede padişah vardır, sınır boyundaysa yetkili ve güçlü bir kale kumandanı. Yaratıcı vardır ve yeryüzünde de iyilikle sorumlu insan. Hz. Mevlâna vefaya ve ahde vefaya örnek getiriyor:

Padişahı huzurunda öven nerede, yokluğunda ondan utanan nerede?

Ülkenin kenarında, sultandan ve saltanatın gölgesinden uzak olan bir kale kumandanı,

Kaleyi düşmandan korur; kaleyi sınırsız mala satmaz.

Padişahtan habersiz, sınırların kenarında ama padişah orada hazırmış gibi vefayı korur.

Padişaha göre o, huzurunda bulunan ve can feda eden diğerlerinden daha iyidir (I/3633-3637).

Bu olumlu bir örnekti. Diğer örnekse olumsuz olmakla birlikte, vefalı padişahın vefasız doğanı gözetmesini, Yaratıcının kıymet bilmeyen kuluna olan lütfunu gözler önüne getirmektedir. Padişahın avcı kuşu, uzaklara gider, haşmetli sultanın koluna geri dönmez ve iş bilmez bir yaşlı kadının elinde avcı özelliklerini kaybeder. Bu örnekte Mevlâna, insanın dünya macerasını bir temsille anlatmaktadır:

Padişahın günü, aramada akşam oldu. O yaşlı kadına ve o çadıra doğru gitti.

Ansızın doğanı, toz duman içinde gördü. Padişah inleyerek ona ağladı ve gözyaşı döktü.

Dedi: “Bize vefa göstermede doğru olmadığın için bu, senin işinin cezası olsa da,

“Cehennemdekiler denk olmaz”5 ayetinden gafil olarak cennetten cehenneme doğru nasıl kaçarsın?

Bu, bilgili padişahtan kokmuş yaşlının evine sersemce kaçana layıktır (II/327-331).

Vefalı olanla, vefalı olmayanın kişiliği Mesnevî’de şöyle anlatılmaktadır:

Eğri adamın dinde vefası olmadığı için her an yeminini bozar.

Doğruların, yemine ihtiyacı yoktur; çünkü onların iki gözü aydınlıktır.

Anlaşmayı ve sözleri bozmak, ahmaklıktandır. Yeminleri korumak ve vefa takvalının işidir (II/2859-2861).

Yeryüzündeki vefa örneklerden Mesnevî’ye yansıyanlara işaret etmek gerekirse, bunlardan her birini sadece anmak zihinlere olumlu ve gerçekçi bir vefa örneği olarak görünecektir.

Vefalılar arasından örnek olmak üzere amel/davranış güzelliğine ya da çirkinliğine işaret eden şu iki beyit burada nakledilebilir:

Peygamber dedi: “Bu yol için amelden daha vefalı arkadaş yoktur.”

İyi olursa, ebedî olarak sana yâr olur; kötüyse, mezarda sana yılan olur (V/1051-152).

Şu vefalı aşk örneği ve ardındaki Hz. Mevlâna’nın sözde durmakla ilgili benzetmesi dikkat çekici ve uyarıcıdır:

Aşk vefalı olduğu için vefalıyı satın alır. Vefasız herife bakmaz.

İnsan ağaç gibidir; kökü, sözünde durmaktır. Kökü gayretle beslemek gerekir.

Çürük ahd/söz, çürümüş köktür; meyve ve güzellikten kesilmiştir. Ağacın dalı ve yaprağı yeşil olsa da çürük kökün yanında yeşilliğin yararı yok­tur.

Yeşil yaprağı yoksa ama kökü varsa, sonuçta yüz yaprak el çıkarır.

Kişinin ilmine aldanma sen, sözüne bağlılığını ara. İlim kabuk gibidir, sözünde durmaksa iç (V/ 1165-1170).

Hz. Mevlâna Mesnevî’de tarihimizden Gazneli Mahmud’a (361-421/971-1020; tahta çıkışı: 388/998) ve onun Ayaz adlı beyine doğruluk ve samimiyet adına çokça yer ayırmaktadır. Bir iftira sonrasında Ayaz’ın doğruluğu ortaya çıktığında Mevlâna, Ayaz’ı şöyle konuşturur ve sonra vefaya dair düşüncesini söyler:

Ben zavallı hakkında vefasızlık düşündüler; oysa vefa benden utanır.” Yakın olmayanların zahmeti bulunmasaydı, vefadan birkaç söz ederdim.

Bir dünya şüpheci ve zorluk çıkarıcı var, bunun için biz kabuğun dışından söz açalım.

Sen kendini kırarsan, öz olursun; güzel bir özün hikâyesini dinlersin (V/ 2140-2143).

Ahde vefanın karşılığı hangi mahaldeyse ona göre olacağı, yukarıdaki bazı örneklerde açıkça görülmüştü. Bunlar arasında Yaratıcı Hakk’ın vefası ve vaadi öncelikle zikredilmişti. Burada son olarak vefanın karşılığının olduğuna ve olacağına dair kesin ifadeler içeren Mevlâna’nın şu beyitleriyle mevzua son verilmesi uygun olacaktır:

Bir Hint köle vefa gösterirse talih ona “Ömrün daim olsun!” der.

Ne kölesi? Bir kapıda vefalı köpek varsa komutanın gönlünde ona yönelik yüz memnunluk bulunur.

Bundan dolayı köpeğin ağzını öper; bir aslan olsa ona ne zafer verir? (V/ 3157-3159)

Konuyu dünya ve ona aldanmış insan örneğiyle özelleştirmek mümkündür. Klasik eserlerde dünyanın ve içindekilerin fani olduğu, dünyada yapılması gerekenlerin gecikmeden yapılması için ikaz şeklinde daima hatırlatılır. Bu hatırlatma çoğu defa vefasızlık kavramıyla ifade edilir. Dünyayı ve dünya değerlerine bağlı olanların ortak özelliği olarak görülen vefasızlık için Mevlâna’nın benzetmeleri ve yorumları dikkat çekicidir:

Bu dünya ve dünya ehli sonuçsuzdur; her ikisi, vefasızlıkta aynı gönle sahiptir.

Dünya çocuğu, dünya gibi vefasızdır; sana yönelse de yüzü ensedir.

O âlemin ehliyse o âlem gibi iyiliktendir; ebediyete kadar ahdinde ve sözünde süreklidir (IV/1648-1650).

Aklı ve ilmi dünya için kullanan akıllı ve bilgin kişiler de vefalı olmaktan uzak ve olumsuz tercihlere sahip kişilerdir:

Onların akılları dünya hazzında kıvrım kıvrım; düşünceleri şehveti terk etmekte hiç mi hiçtir.

Dava/iddia vaktinde göğüsleri doğu gibidir; takva/sakınma vaktindeyse sabırları şimşek gibi.

Hünerlerde kendini gösteren bir âlimdir, -ama- vefa zamanında âlem gibi ve­fasızdır.

Kendini beğenme anında dünyaya sığmaz; boğaz ve midede ekmek gibi kay­bolmuştur.

İyiyi arayan olunca bütün bu vasıflar iyileşir, kötü kalmaz (VI/120-124).

Yeryüzüne değer veren ve onun zahiri güzelliklerinde hapsolan kişilerin sıfatı vefasızdır, zira asıl yurtlarını hatırdan çıkarmışlardır:

Arı duru nefis ve akıllardan cana mektup geliyor: “Ey vefasız!

Beş günlük dostçuklar buldun, eski dostlardan yüz mü çevirdin?”

Çocuklar oyunda hoşça olsalar da geceleyin onları çekerek eve götürürler (VI/451-453).

Sonuç olarak, Mesnevî’den alıntılar yapılarak kullanım özellikleri üzerine durulan vefa kavramı, açıkça ilan edilen veya ilan edilmeden doğal olarak var olan hâliyle tüm hayatı kuşatan bir sözleşmenin varlığını ifade etmektedir. Vefalı olmak, üstün özellikli olmayı sağlar. Vefalı olma sıfatını Yaratıcı öncelikle kendi üzerine almıştır. Mesnevî’de geçen vefa örnekleri, bu özellikli anlamı hatırlatıcı niteliktedir. İnsan yaratılışı itibariyle Yaratıcıya, kendisine ve çevresine vefalı olabilme imkân ve fırsatlarına sahiptir. Örnek beyitlerde görüldüğü üzere vefalı oluşun karşılığı, her durumda ve mekânda teminat altına alınmıştır, ümitsizliğe yer yoktur.


1 Mevlâna, Mesnevî, çev. Adnan Karaismailoğlu, Ankara, 2018 (Akçağ Yay. 16. Baskı); krş.

Mesnevî-i   Ma’nevî   (ber-esâs-i   nusha-i   muverreh   677/1278   Konya),   I-VI,   hzl.   Adnan Karaismailoğlu, Derya Örs, I-III, Ankara, 2007 (Akçağ Yay.).

2 Kur’ân-ı Kerim, Bakara, 2/152: “Beni zikredin, ben de sizi zikredeyim.”

3 Kur’ân-ı Kerim, Bakara, 2/40: “Benim ahdimi ifa ediniz ki ben de sizin ahdinizi yerine getireyim.”

4 Kur’ân-ı Kerim, Tevbe, 9/111: “Sözünde Allah’tan daha vefalı kimdir?”

5 Kur‘ân-ı Kerim, Haşr, 59/20.

 

Bir yanıt yazın 0