Mevlȃnȃ Diliyle Eğitime Duyulan İhtiyaç
Prof. Dr. Kadir Özköse
Mevlânâ, hem kendi bakışlarını hem de Kur’ân tefekkürünün bakışını insana, özellikle yaşayan insana çevirmiştir. Mevlânâ, dînin kuru bilgi, şekil ve doktrin tarafından çok duygu, iç tecrübe ve aşk aktivitesi yönüyle kucaklaşmıştır. Hem o; îmânı, aşkı ve cezbesi bakımından sünnet-i Muhammediyye tâkipçisidir.3 Mevlânâ, üç yönlü bir eğitim-öğretim faaliyeti sürdürmekteydi: Medresede din ilimleri öğreticiliği, müridlerini mânen geliştirmek için zikir halkaları ve câmi kürsülerinden halka yaptığı vaazlar.
Mevlânâ’nın eğiticiliği Şems’le buluşmasından sonra derinlik ve yoğunluk kazanır. Onun Şems ile olan ilişkisi, Hızır (as) ile Hz. Mûsâ’nın ilişkisine benzemektedir. Mevlânâ Şems’le buluşmasının sonunda öğretim kürsüsünü ve vaaz minberini terketti.
Şems’in huzûrunda diz çöktü. Ona öğrenci oldu. Ondan aldığı feyizle öğrenciliğe devâm etti.4 İslâm düşüncesinin en önemli düşünürlerinden biri olan Mevlânâ, savunduğu fikir ve tezleri büyük bir titizlikle işlemekte ve dâimâ insan fıtratını hareket noktası olarak almaktadır. İnsan doğası dediğimiz fıtrat kânunu dikkate alınmadan insana yaklaşılamayacağının, onun iç âleminin anlaşılıp çözülemeyeceğinin farkına varmış ve bunu bütün izahlarına rehber bir tavır olarak benimsemiştir.
Fîhi Mâ Fîh isimli eserinde daha çok düşünceye ağırlık vermiş, Mesnevi’sinde akıl ve sevgiyi işlemiştir. Divân’ında ise ilâhî aşk merkezî bir noktayı teşkîl etmiştir. Akıl, düşünce, sevgi, hürriyet, hoşgörü ve aşk onun ana konularını oluştururken; yenilik, gelişme, değişim ve yücelme gibi eğitimin temel esasları da bu ana konuların etrâfında örülen dantelleri teşkîl etmişlerdir.5 Mevlânâ insanı ekine benzetmektedir; dudakları kupkuru, bütün iştiyâkıyla bulutu bekleyen bir ekine. Bu benzetmesini Nûr sûresinin 17. âyetinden almaktadır. Ona göre bitkinin yağmura ihtiyâcı ne ise insanın da ilâhî aşk ve bilgi bulutlarına ihtiyâcı odur. Bunu da ancak eğitim temin edecektir. Bu konuda Mevlânâ’nın benzetmesi şöyledir: “Ekinlere benziyoruz cancağızım; şu meydanda bitmişiz. Dudaklarımız kupkuru, canla gönülle yağmur bulutunu arayıp beklemekteyiz.”6
Mevlȃnȃ bir diğer yerde insanı değirmene benzetmektedir. Değirmene ne konursa onu öğütür, un haline getirir. Değirmen mısırdan buğday unu veremez. Buğdaydan da mısır unu vermesi imkânsızdır. İnsanın içinde ne varsa eğitim de onu öğütüp şekillendirecek ve geliştirecektir.7 Eğitim ve dolayısıyla eğitimcinin gücünü ve faaliyet alanını belirtirken Mevlȃnȃ, Hz. Îsâ’yı misâl olarak gösterir ve eğitimcinin neyi ne kadar geliştirebileceğine çok güzel ışık tutar: “Îsâ, bakırını altın eder, altının varsa mücevher yapar, mücevherin varsa onu daha da güzelleştirir, aydan da, güneşten de daha güzel bir hâle sokar.”8
Eğitimci âb-ı hayâta yâni hayat veren suya, öğrenci de yerin altındaki tohuma benzer. Eğitim sâyesinde, tohum toprakla karılır. Tohum çürür ama ondan filiz çıkar ve yücelir.9 Yer sürülmeden, sulanmadan atılan tohumun çıkmayacağı gibi, eğitimden geçmeyen insanın kâbiliyetlerinin de son sınırına kadar gelişmesi mümkün değildir. “Hizmet harmanında, yüce köy ağasına bir saman çöpü kesilseydin bir kehribar yapardı seni.”10 sözlerinde Mevlânâ, eğitim faaliyetini hizmet harmanına, eğitimciyi köy ağasına benzetmektedir. Gelişebilmek için öğrencinin benliğinden sıyrılmasını ve gurûrunu terketmesini gerekli görmektedir. Zîrâ kendinde bir varlık gören öğrencinin eğitimden istifâde etmesi söz konusu değildir. Öte yandan; “Şeytan bile olsan biz, şeytânı melek yaparız; kurt bile olsan biz, kurda çobanlık ettiririz.”11 sözleriyle Mevlânâ, “Kurdun oğlu kurt olur.” fikrini savunup psikolojik verâsete sonsuz bir alan tâyin eden ve eğitimi hiçe sayan düşünürlere eğitimin gücünü göstermeye çalışmaktadır. Burada eğitimcinin gücünden bahsederken, mübâlağa da olsa, bu söylemi meseleyi anlatmak için bir izah tarzı olarak benimsediğini görmekteyiz. Aslında ne şeytâna meleklik, ne de kurda çobanlık yaptırabilirsiniz. Ama onları bile eğitme imkânının olduğunu gözardı etmemeliyiz. “…külünk vurulmadıkça mâden, altını gösterir mi?”12 diyen Mevlânâ, mâdenin belli bir ameliyeden geçmeden içindeki altını gösteremediği gibi, insanın da belli bir ameliyeden geçmeden içindeki cevherini ortaya çıkaramayacağını ifâde etmektedir. Zîrâ insan denen gemi yavaş yürür. Yâni gelişim ve olgunlaşma basamaklarını çok yavaş çıkar. Yücelmesi çok yavaş ve zordur. Onu çekecek veya itecek bir güce ihtiyaç vardır. Çekilmeden ve küreksiz bu cehâlet denen denizden geçemez.13 Altın altın olduğunu bağırsa, defîneden dışarı çıkmadıkça hiçbir itibâr göremez.14 İnsanın içindeki cevheri dışarı çıkartacak güç gelmedikçe, insana hiç de itibâr edilmez. Meyve ağacı için bahar ne ise insan için de eğitim odur. O, insanın cevherini geliştirip meydana çıkarır. Bir başka yerde Mevlânâ, insanı aslana, dünyâyı da sandığa benzetmektedir. “Aslan o sandığa konmuş, sandık da kapatılıp kilitlenmiştir. Sandığın içinde aslan kendini bitkin hissetmektedir. Bir gün kükreyip çıkarsa neler yapacağını kimse kestiremez.”15 diyen Mevlânâ, psikolojik yapısıyla insanı aslana benzetmektedir. Beden sandığına konmuş, bütün kâbiliyet ve yetenekleri orada kilitlidir. Bir gün eğitim o sandıktaki kâbiliyetleri geliştirip sandığı açarsa insanoğlunun dünyâ ve âhiret için alacağı mesâfeleri kestirmek mümkün değildir.
İnsanın kötü duygu, niyet ve düşüncelerden, benlikten ve gururdan temizlenmesi için ilâhî müdahalenin zorunlu olduğunu gören Mevlânâ, şu gerçeği dile getirmektedir: “Beni arıtmak, terbiye etmek ümîdiyle kendinden ayırırsan şunu bil ki ben sensiz ne arınırım, ne düzgün bir hâle gelirim.16 Allah’tan uzak olan kişi ne arınabilir ve ne de düzgün bir hâle gelebilir. Eğitimin en zor görevlerinden olan insanı temizleme işlevi ancak ilâhî dergâhta olabilir. Aklın ve aşkın önemini ve güçlerini ortaya koyarken, arkadaki ilâhî müdahaleye dikkat çekmekte ve şöyle demektedir: “Şeker mi iyidir yoksa şekeri yapan mı? Ayın güzelliği mi daha üstündür, yoksa ayı Yaratanın mı? Ey bağ, sen mi daha hoşsun yoksa sendeki gül bahçesi mi, gül mü; yahut da gül bitiren, yüzlerce nergis meydana getiren mi? Ey akıl, sen mi daha iyisin, bilgide ve görüşte sen mi daha üstünsün yoksa her an yüzlerce akıl, yüzlerce görüş belirten mi? Aşk, gerçi dağınıksın, açılıp saçılmışsın, pek tez canlısın fakat bir şey var, birisi var ki aşka da ateşten bir kemerdir, kuşatıyor.”17
Bu beyitlerinde Mevlânâ aşkın, bilginin ve aklın gücünü kabûl ediyor yâni insanın bu önemli değerlere sâhip olabileceğini, bunları yeri geldiğinde kullanabileceğini benimsiyor. Bunları insana veren ve yaratan gücün bilinmesini ve bu gücün eğitimden geldiğinin görülmesini istemektedir. İlâhî eğitim insanı, beşerî eğitimin bıraktığı yerden alıp yüceltir. Böylece o, beşerî eğitimi reddetme yerine onu ilâhî eğitimin bir tamamlayıcısı olarak görmektedir. İnsan geliştikçe, ilâhî aşk okuluna girince geride bıraktığı merhalelerin ne kadar gerekli ve fakat ne kadar basit olduğunu öğrenir ve görür. Tıpkı üniversitede okuyan bir öğrencinin geriye dönüp ilkokul bilgilerini basit görmesi gibi.
Hukûkun insanı dıştan, dînin ise içten etkilediği gibi ilâhî eğitim de insanı iç âleminden yakalar; beşerî eğitim ise daha çok dıştan içe doğru yol alır. İçten dışa doğru gelen ilâhî eğitim, dıştan içe doğru giden beşeri eğitimle buluştuğu noktada insan kemâle ulaşır. Mevlânâ aşkın anlatıldığı, aşkın yeşerdiği, aşkın tadıldığı ve yine aşkın sergilendiği bir ilâhî eğitim okuluna hasret duymaktadır. Ona göre, ilâhî eğitimin vâsıtaları olmadan hiçbir insanın gönlü kanat çırpıp uçamaz. İlâhî rehberlik olmadan hiçkimse kuyu denen aşağılıktan kurtulamaz. Akıl ilâhî fermanla toplumun edîbi olur; âşık, ilâhî aşk kadehiyle mutluluğa kavuşur.18
Mevlânâ eğitim faaliyetlerini sürdüren ve hayâtın her boyutunda insana birşeyler kazandıran eğitimciler için çeşitli kavramlar kullanmaktadır. Bu kavramların ilki çocuğu ilk yaşlarında ele alıp beslenmesinden terbiyesine kadar ilgilenen “dadı”dır. “Gönül sâhibi” anlamına gelen “ârif” kavramı da gönlü ile insanın gönlüne yaklaşan, gönül eğitimini öne çıkaran eğitimciyi ifâde etmektedir. Mevlânâ bâzen bu eğitimciyi “sûfî” ile de ifâde etmektedir. “Şeyh” anlamında “Pir” kavramını da kullanmaktadır. O zaman da hem önder ve hem de mânevî eğitici-öğreticiyi kasdetmektedir. “Muallim”, “emin”, “üstad” kavramlarını da “öğretmen” için kullanmaktadır. Bu kavramla da öğretim faaliyetlerini sürdüren kişiyi ifâde etmektedir. “Amûzkâr” terimiyle de “hoca”yı ifâde etmektedir. Hocayı âşık sûfîleri beğenmeyen ve fakat sonradan bu hatâsını anlayıp görüşünü değiştiren, genellikle yaygın ve örgün eğitimde görev yapan kişi olarak ele almaktadır. Dînî ibâdetlerde halka önderlik eden ve gerektiğinde onlara vaaz veren “imam” tâbirini de kullanmaktadır. “Vâiz”, “hatip”, “Pendâmuz” kavramlarıyla da yaygın eğitimde görev alan vâizi ifâde etmektedir. “Murşid”, “Pir”, “rehber”, “canşinâs” ifâdeleriyle de “şeyh”i ele almaktadır. O zaman da eğitimcinin “irşâd” ve “rehberlik” faaliyetlerine işâret etmektedir. Bu kavramların dışında, insanın eğitimine şok olarak devreye giren “Hızır” kavramını da kullanmaktadır. Eğitimci için kullandığı diğer kavramlar şunlardır: “Hz.Âdem”, “Hz.Îsâ”, “Hz.Meryem”, “Hz.Musa”, nûrlandırıcı nâmına “ay”, “hurşid” denen ve dadıyı ifâde eden “güneş”, öğrenci olarak eğitimde yer alan ve sonra eğitici olan “Feridûn”, insana aşk yolunu öğreten “Tebrizli Şems” vb. Âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed (sav) için “Mustafâ”, eğitimcilerin eğitimcisi olan Yüce Allah (cc) için de Pâdişah kavramını kullanmaktadır.19 Öğrenci hakkında ise derviş, kalender, gönül sâhibi, fakîr, tilmiz, talebe, şakird, danişâmûz tâbirlerini kullanmaktadır.20
Mevlȃnȃ tarafından ortaya konulan, öğrencinin sâhip olması gereken vasıfları sıralayarak makâlemi sonlandırmak istiyorum:
- Öğrenci hîle ve düzeni bırakıp virâne olmalı yâni kötü düşüncelerden sıyrılmalı, bilgi denen nûrun ortasına, tâ kalbine atılıp onun etrafında pervâne olmalı.
- Kendi düşünce âlemini yıkarak, âşık olan eğiticilerin meclisinde ev edinmek sûretiyle öğrenci kendi kendine yabancılaşmaktan kurtulacaktır.
- Öğrencinin aşk şarabına kadeh kesebilmek için yedi kere gönlünün kirden yıkanması, gerçek eğitimciye katılmasını istiyorsa sarhoş olması gerekmektedir.
- Düşünce insanı peşinden sürüklediğinden, kazâ ve kader gibi başta ve önde yürüyebilmek için kişinin düşüncesinden vazgeçmesi gerekmektedir.
- Hevâ ve heves gönüllerimizi kilitlediğinden, bu kilidi açabilmek için bir anahtara sâhip olmak gerekmektedir. Hz. Süleymân’ı bir eğitimci olarak düşünen Mevlânâ, öğrencisine onun kuşdilini öğrenmesini tavsiye ettiğini hatırlatmaktadır. Gönlü tuzak olana kuşun yanaşmayacağını, onun için gönlünü yuva hâline getirmesini öğütlemektedir.21
Dipnotlar:
[1] Bu makale, Mustafa Usta’nın “Divan-ı Kebir’de Mevlânâ’nın Eğitim Görüşü” çalışmasından özetlenerek hazırlanmıştır.
2 Bozok Üniversitesi, Yozgat.
3 Mustafa Usta, Divan-ı Kebir’de Mevlânâ’nın Eğitim Görüşü, Marömara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı yayınları, İstanbul 1995, s. 21.
4 Usta, Mevlana’nın Eğitim Görüşü, s. 22.
5 Usta, Mevlana’nın Eğitim Görüşü, s. 23-24.
6 Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul 1958, c. II, s. 7, b.46.
7 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. VII, s. 177, b. 2244.
8 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. I, s. 192, b. 1810.
9 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. III, s. 408, b. 3927-28.
10 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. VI, s. 100, b. 111.
11 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. III, s. 242, b. 2265.
12 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. I, s. 236, b. 2214.
13 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. VII, s. 145, b. 1822.
14 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. VII, s. 158, b. 1993.
15 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. I, s. 264, b. 83.
16 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. VII, s. 518, b. 6795.
17 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. II, s.48, b.379-382.
18 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. VII, s. 108, b. 1338-39.
19 Usta, Mevlana’nın Eğitim Görüşü, s. 49-50.
20 Usta, Mevlana’nın Eğitim Görüşü, s. 50.
21 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. I, s. 161, b. 154-200.
Prof. Dr. Kadir Özköse
https://yenidunyadergisi.com/blog/mevln-diliyle-egitime-duyulan-ihtiyac