MEVLÂNÂ DİLİYLE EĞİTİMCİNİN TEMEL HASLETLERİ
Kadir ÖZKÖSE
Mevlânâ’nın muhâtabı insandır. İnsanı tanımak, insanlık cevherine sahip çıkmak, insana değer vermek, insanlık dâvâsını gütmek ve insanlık vazifesini kuşanmak Mevlânâ’nın düşünce dünyasında temel hedeftir. İnsanın ancak eğitimle kıymet hazinesine bürüneceğine inanır. İnsanlık terbiyesini üstlenecek eğitimcileri de insanlığın umudu olarak takdîm eder. İnsanlık değerlerini öğretecek ve insanlık hamurunu yoğuracak eğitimcilerin en temel husûsiyetlerini şu şekilde sıralamaktadır:
1. Mürebbînin Meslek Sevgisi
Mevlânâ, eğitimciden bahsederken Ferîdûn1 motifiyle açıklamada bulunur. “Ferîdûn” adıyla tanımlanan eğitimci, arınmış ve kinden temizlenmiş bir şahsiyettir. Eğitimci ulvî hasletlere ve olgun bir tabiata sahiptir.2
Eğitimci üstün hasletleri ve olgun tabiatıyla kötülüklerin üzerine yürür, kötülüklerin kökünü keser, iyilik yurdunu korur, değerleri barındırır ve insana hayat veren her şeyi muhâfaza eder. Buna göre eğitimcinin görevi iyiyi, güzeli, doğruyu ve gerçeği korumak, kinlerden arınmış yüce ruhlu ve oturaklı bir kişilik haline gelmektedir.
Eğitimcinin sözünün tesiri, telkinlerinin etkisi, verdiği bilgilerin anlam boyutu ancak eğitimcinin sâfiyete bürünmesine, içinin ve dışının arı ve duru olmasına bağlıdır. Zira meslek sevgisi olmayan eğitimcinin verdiği bilgilerin tesir halkası görülemez.3 Mevlânâ’ya göre öğretmen, mürşid ve üstad konumunda bulunan eğitimcilerin örneği Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. Eğitim, öğretim, irşâd ve teblîğ görevini yürüten eğitimcilerin mutlaka Hz. Muhammed (s.a.v.)’in temizliğine sahip olması gerekmektedir. Nebevî temizlikle arınması gerek eğitimcilerin temizlik ve nezâhetine dair özelliklerini şu şekilde sıralamaktadır: “O güzelim yüzlü hocanın nesi var; gönül aynasında, arılıktan yana neler var ki? Kendine gel de çuvalına girme; nesi var, nesi yok; sen onu iste. Onu söze getir de bak bakalım, ölümsüzlük şarabından ne koku var onda; bir koku al ondan. Nergislerden, lâlelerden nesi var; bir dalıver gül bahçesine onun. Peygamberlerin izlerini, eserlerin söylüyor amma peygamberlerin özünden nesi var, bir ona bak. Salavât verip duruyor ama Mustafâ’nın temizliğinden ne var onda?”4
Mevlânâ bu beyanlarıyla hakikat tâliplerine; arınmış bir gönle sahip bir üstadın yanında terbiye almalarını, araştırıp incelemeden hoca diye tanınan kimseye kanmamalarını, eğitim ve terbiye verecek üstadın öncelikle kendi gönlünde çiçek bahçelerinin açıp açmadığına bakmasını, mürebbîlerin peygamberlere ait cevherlerden ve peygamber ahlâkından nelere sahip olduğuna bakmasını önermektedir. Mevlânâ, bu noktada bizlere Şems-i Tebrîzî’nin kurduğu çıplaklar köyünden bahseder.5 Şems-i Tebrîzî’nin çıplak köyünde insanlar her türlü kötü huylardan temizlenir, insanların gönüllerini ve nefislerini arındıran bir okul kurmuştur. Mevlânâ, işte bu noktada yoldan çıkanları o okula davet eder. Şems-i Tebrîzî’nin dergâhı gibi tasavvuf erbâbının tekkeleri gönüllerin arındığı ve nefislerin tezkiye edildiği terbiye ocaklarıdır.
Bir mürebbî olarak Mevlânâ bizzat kendisinin neleri nasıl temizleyeceğine dikkat çekmektedir. Hikmet sahibi hekim gibi birçok hastaları dert ve hastalıklardan kurtardıklarını, eski metot ve hal çarelerini, başı ve dibi bulunmayan dertleri, gamları tutup, damar ve sinirlerden söküp attıklarını dile getirmektedir. İçi temiz ve arı duru olan, tamaha düşmeyen eğitimciler ilâhî hekimi konumunda olduklarından, gam ve derdi temizleme gücüne sahiptirler. İlâhî hekim, sadece bedeni tedavi etmez, o aynı zamanda düşünce gibi bütün bedende yürüyüp koşar.6
2. Mürebbînin Rehberliği
Mevlânâ’ya göre müritlerine rehberlik edecek mürşidin, halka öğreticilik yapacak âlimin bilgiyle mücehhez olması ve sevgi dolu olması gerekmektedir. Sâbikûn-ı evvelîn olan öncü güçler, Mevlânâ’ya göre bilgi ve sevgi dolu mürebbîlerdir. Sevgi ve bilgiyle dolu olmayan eğitmenler ilerleme istîdâdında olan muhâtaplarını bile geriletmiş olurlar.
Çamurdan yaratılan insanoğlunu sevindiren, gündelik hayatında insanın gözünü gönlünü aydınlatan, topraktan yaratılmış insanı gök kubbede güneş haline dönüştüren sevgi ve bilgi dolu mürebbîlerdir. Bilgelik ve sevdâ yolunda yol katetmiş olanlar canlara yol gösterir ve insanlığa kılavuzluk ederler. Bilgi ve sevgi hâmili mürebbiler, Allah’ın kullarına bir rahmetidir. Onlar dertlere derman, kuru tabiata bahar canlılığı veren bir rahmet nişânesidir. Onlar donmuş ve granit taş haline gelmiş gönülleri harekete geçirip yumuşatan bir rahmettir. Onlar Hakk’ın nurunu yansıtan aynalar, ilim deryasında basîret kazanan seçkin sîmâlardır.7
Bilgelik ve sevdâ iklimine dalan mürebbîlerin en canlı sîmâsı ilâhî kudretle rahmet deryasına dalan, güçlü ilim dalgalarıyla basîret kazanıp Hakk’ı müşâhede etme şerefine eren Tebrizli Şems’tir.8
3. Mürebbîlerin Katma Değeri
Mevlânâ, mürebbîlerin kıymetini Şems-i Tebrîzî modelinde değerlendirir. Şems-i Tebrîzî’nin şerefi yücelerden yüzlerce kat daha üstündür. Meclisler Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlanmış ve olgunluğa ermiş mürebbîlerle güzelleşir, savaşlar böylesi şahsiyetler sayesinde sulha dönüşür. Önlerine cennetin anahtarları konulan mürebbîlerin ayak bastığı yerde insanlık toprak kesilir. Onlar insanları uykudan uyandıran, hasta gönüllere şifâ dağıtan, harap olmuş kalpleri yeniden inşâ eden bir güce sahiptirler. Onların sayesinde, kalpler ferahlar, insanlar kardeş olur, sıkıntılar ortadan kalkar.
Mevlânâ hakikat eğitimcilerini Mesih’e benzetir. Mesih’in gökyüzünden yemek getirmesi gibi, onlardan da ilâhî bilgi getirmelerini ister. Mesih’in nefes edip balçığa can verdiği gibi, hakikat eğiticilerinin de donmuş ve buz kesilmiş kimselerin yumuşamasını sağlarlar.9
4. Mürebbîlerin Sabrı
Mürşid-i kâmillerin en önemli vasfı sabırdır. Onun için Mevlânâ, “Ustam sabırdır benim.”10 diyor. Mürşid-i kâmiller derin, zengin ve güçlü sabırları sayesinde müritlerinin yanlış davranışlarını düzeltme çabasını gösterirler. Sabır bir öğretmenin, öğrencisine karşı bütün iyi tavır ve tutumlarını besleyen, yıkılmalarını önleyen ve yaşatan bir güçtür. Mevlânâ, bir eğitici güç olarak şöyle diyor: “Sabrımdan herkes feryâda gelince de öyle saydım ki ben feryâd ediyorum.”11
Göğüs germek ve dayanmak anlamlarını taşıyan sabır, birçok meziyetlerin kaynağıdır. Özellikle değişimi, gelişmeyi ve yeniliği takip eden ve onları hedef alan bir eğitimci için sabır, hava ve su gibi gerekli olan bir sıfattır. İnsanın başından geçen tecrübelerin değerlendirilmesi en iyi şekilde sabır kazanında olabilir. Öğrencilerin dikenli ve yanlış davranışlarında çekilen çile ancak sabır vasıtasıyla öğretmeni olgunlaştırır. Dolayısıyla sabır en olgun bir eğiticidir, bir ustadır, bir çilehânedir. 12
5. Mürebbîlerin Affediciliği
Affedicilik Allah’ın mürebbîlere bahşettiği en önemli özelliktir. Küllî boyutta affedici olan Allah, mürebbîlere af ve mağfiret sıfatlarıyla tecellî etmiştir. Allah, rubâbiyetini affedicilik vasfıyla göstermiş, ilâhî rızâ göğünde binlerce inâyet ve affetme bulutunu var etmiştir. O’nun lütfu, insanı onarmayı ve iyileştirmeyi hedef almaktadır. Bunlar da ancak affetme sıfatıyla gerçekleşmektedir.13 Mevlânâ, bir beytinde, Yüce Allah’a (c.c.) şöyle sesleniyor: “Benim bulunduğum yerde hatâdan başka bir şey yok; senin bulunduğun yerde ise bağıştan başka bir şey yok.”14
İnsanın ve dolayısıyla öğrencilerin hatâ yapması doğa gereğidir, hatâsız insan ve hatâsız öğrenci bulmak mümkün değildir. İşte bu gerçeği dikkate alan Mevlânâ, insanın bulunduğu yerde hatânın da bulunacağına işaret etmiştir. Hatâ yapmak insanın bir parçasıdır. İnsanı hatâsız görmek, melekleştirmek olur ki, bu da onun tabiatına aykırıdır. Bu noktada eğitimciye düşen, hatâları temizleyip insanı iyileştirmek ve onarmaktır. Hatâları temizleyip insanı iyileştirmenin ve onarmanın yolunu Mevlânâ, çok gerçekçi bir yaklaşımla ortaya koyar. İlâhî makamda affetmekten başka bir şey bulunmadığını söyleyen Mevlânâ, mürebbîlerden ilâhî yolu izleyerek daima affedici olmalarını istemiştir. İnsanı geliştirmek, onarmak ve iyileştirmek konusunda af kadar güçlü ve etkili bir müessese düşünmek hayaldir. Hatâyı cezâ ile ortadan kaldırmak hemen hemen mümkün değildir. O zaman eğitim sahasından çıkılmış, hukuk alanına girilmiş olacağından, eğitim değil hukuk yapılmış olacaktır. Eğitim ıslah eder, eğitimin ıslah edemediğini hukuk ele alır ve cezâlandırır. Öyleyse eğitimcinin mahkemesi, hapishânesi ve savcılığı onun affediciliğidir. O hatâları af ile temizler. O hatâ yapanların kaçtığı bir makam değil, aksine ümit bağladığı bir kapıdır. Bu ümit kapısını Mevlânâ şöyle anlatır: “Ettiğin zulüm yüzünden ümitsizliğe düşme; çünkü kerem denizi, tevbeleri kabul eder. Günâhını, tesbîh ibadeti haline kor; tevbeyi kabul etmede eşi-örneği yoktur onun.”15
Burada Mevlânâ, öğrencisine, Yüce Allah’ın (c.c.) ne denli affedici olduğuna, O’nun affediciliğinin günahkâr insanın ümitsizliğini kırdığına işaret etmektedir. En büyük eğitimci olan yüce Allah’ın, tevbeden sonra istediğinde günahları sevâba çevireceğine dikkat çeken Mevlânâ, eğitimciyi de aynı yola teşvik etmiştir.
Özetle biz bu makâlede Mevlânâ’nın hakikat öğreticisinde bulunmasını öngördüğü beş temel hasleti incelemeye çalıştık. En büyük yatırımı insana yapılan yatırım olarak gören Mevlânâ, insanlık denilen cevherden hiçbir zaman ümit kesmemiştir. İnsanlık hamurunu yoğuracak olanların öncelikle meslek sevgisiyle donanmalarını gerekli görmektedir. Eğitim mesleğini üstlenenlerin örnek şahsiyet olmaları gerektiğine vurgu yaparak onların rehberliğini daima önemsemektedir.
Eğitimcilerin sıradan değil, katma değeri yüksek kişiler olmasını dile getirmiştir. Mürebbîlerin sabrına şaşmakta ve affedici olduklarına inanmaktadır.
Dipnot
* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE
Bu makâle, Mustafa Usta’nın “Divan-ı Kebir’de Mevlânâ’nın Eğitim Görüşü” çalışmasından özetlenerek hazırlanmıştır.
1. Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul 1957, c. I, s. 379, b. 3472. İran mitolojik tarihinde Cemşîd, Dahhâk’ın İran’ı istîlâsından sonra Çin’e kaçıp orada ölmüş, İran halkı da Dahhak’ı öldürüp, Cemşîd’in soyundan Ferîdûn’u tahta geçirmiştir.
2. Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, İnkılâp ve Aka Kitabevi, İstanbul 1974, c. VII, s. 592, b.7867-68.
3. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. VII, s. 522, b. 6846.
4. Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, Remzi Kitabevi,İstanbul 1960, c. V, s. 270, b. 3154-3160.
5. Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, Milliyet Yayınları, İstanbul 1971, c. VI, s. 376, b. 2937-38.
6. Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul 1958, c. III, s. 47, b. 317-23; Mustafa Usta, Divan-ı Kebir’de Mevlânâ’nın Eğitim Görüşü, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı yayınları, İstanbul 1995, s. 62-63.
7. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. V, s. 345, b. 4300-3.
8. Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul 1958, c. II, s. 80, b. 655.
9. Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul 1959, c. IV, s. 27, b. 191-198; Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. I, s. 32-33, b. 191-198.
10. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. VI, s. 286, b. 1969.
11. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. VI, s. 288, b. 1968.
12. Usta, Mevlânâ’nın Eğitim Görüşü, s. 64-65.
13. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. III, s. 262, b. 2500-501.
14. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. V, s. 365, b. 4713.
15. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c. VI, s. 228, b. 1319-1320.