Mevlânâ günümüz insanının sorunlarına ne tür çözümler sunar?
Ahmet Baran Bekiroğlu
Materyalist düşünce ve modern hayatın girdabında itminana kavuşma, huzura erme çabasında olan günümüz insanı, varoluş gayesini unutmuş bir şekilde hayatını sürdürmektedir. Ekonomik ve iletişim birliktelikleri sebebiyle küreselleşen dünyada bir arada yaşamak zorunda kalan insanlar, bunu barış ve hoşgörü ortamında gerçekleştirmek durumundadır. Fakat bugün modern insanın geldiği nokta, bunun gerçekleşmediğini bize gösteriyor. İnsanlık, gerek birey gerek toplum olarak hiç görmediği bir manevi kriz halini idrak etmekte. Hem de tarih boyunca hiç olmadığı kadar maddeye ve doğaya tahakküm ettiği bir ortamdayken. Kur’anî ifadeyle “eşref-i mahlukat” olan insan, bir yandan kendisine hizmet etmesi için yaratılmış olan varlıklar üzerinde akıl ve zeka kudretiyle saltanatını yürütmekteyken diğer yandan bu varlıklara esir olmuş ve insanlığını kaybederek “esfel-i safilîn” derekesine düşmüştür. Hz. Mevlânâ, yedi buçuk asır öncesinden insanlığa sunduğu evrensel öğretilerle bu derekeden bizi kurtaracak çareler sunmuştur.
Mevlânâ’nın reçete olarak sunduğu en büyük çarenin sağlam bir maneviyata sahip olmaktan geçtiğini görüyoruz. Dünyanın cazibesi insanı kanatları bağlanmış bir kuş haline getirmiştir. Mevlânâ’ya göre, insanın ruhunun/gönlünün hürriyete kavuşması; dünyanın büyüsüne kapılmaması ve insanlar arasında şöhret sahibi olmak için çabalamamasından geçer. Dünyevi haz ve zevklere ulaşma arzusunda olan modern birey, tüm enerjisini bu gayeye ulaşmaya teksif etmekte ve istediğini elde edemediğinde “depresyon”a girmektedir. Hz. Mevlânâ ise “Ey oğul, özgür ol, kopart zincirlerini, daha ne zamana kadar paranın pulun esiri olacaksın?” diyerek hakiki özgürlüğün maddeye esaretten kurtulmakla gerçekleşeceğini ifade eder.
Aile, toplumun temel yapı taşıdır. Toplum ise ailelerden teşekkül eden organik bir bütündür. Sağlıklı ve huzurlu bir toplum, sağlıklı ve huzurlu bir aile yapısıyla mümkündür. Sağlam bir aile ortamı sevgi temelinde vücut bulur. Mevlânâ’mızın ifadesiyle “Sevgiyle acılar, tatlılaşır; bakırlar altına dönüşür. Muhabbetle tortular, berraklaşır; dertler, şifa verir. Muhabbetle ölü, canlandırılır. Sevgiyle padişah, köle yapılır.” Şahsi çıkarların, bireysel kazanımların; ailenin çıkarlarından ve kazanımlarından daha önemli görüldüğü, bu sebeple boşanmanın kolaylıkla tercih edildiği günümüz ailelerinde, bu hastalığın Mevlânâ’nın ısrarla vurguladığı “sevgi” ilacıyla tedavi edilebileceği su götürmez bir gerçektir.
Modern insanın problemlerinden biri de isteğine ulaşmak için bireyin yeterli içgüdüye sahip olmaması ve bunun için çaba sarf etmemesidir. Anlık zevk ve kısa süren arzuların peşinde ömrünü heba eden günümüz insanının, uzun vadede çalışmakla elde edeceği kalıcı ve tatmin edici hedefleri de bulunmamaktadır. Bu durum, ne yapması ve nasıl yapması gerektiğini bilmeyen, şeytanın hazır askeri olarak her türlü suçu rahatlıkla işleyebilme potansiyeline sahip, başıboş insan topluluklarının varlığına zemin hazırlamaktadır. Mevlânâ, insanlara her zaman bir gaye edinmeyi ve bu gayeye ulaşmak için talep etmeyi, ciddi çalışmayı öğütlüyor; talep etmeyi isteklerin anahtarı sayıyor ve her işin oluşu isteyenin himmet ve kuvvetine bağlıdır, diyor. “Kendinin, çirkin, güzel şekillerine bakma da aşkına, dileğine bak. Ey aziz varlık, hakir misin, zayıf mısın; buna bakma; himmetine, gayretine bak. Ne halde olursan ol, arayadur; ey dudakları kupkuru susuz kişi, boyuna su ara. O kupkuru dudakların tanıklık ediyor ki sonunda kaynağa ulaşacaksın sen. Bu arayış, kutlu bir harekettir; bu candan isteyiş, Allah yolundaki bütün engelleri kırar döker. Bu isteyiş, isteklerinin anahtarıdır; senin ordundur, sancakların ve zaferlerindir. Aracın olmasa da isteyedur; Allah yolunda araca ihtiyaç yoktur. Maldan, sanattan neyin varsa, onların önünde bir istek, bir düşünce var değil miydi?” diyor Mevlânâ’mız.
Günümüz insanının/insanlığının yaşadığı sorunlara neredeyse sekiz asır öncesinden reçeteler sunan Hz. Mevlânâ’nın ilaçları saymakla tükenmez. Bugün, onun sunduğu bu çarelerin doğruluğu ve tedavi edici olduğunu sosyolog, psikolog unvanlı bilim insanları dahi teyit etmektedir. İnsanlığa sunduğu birçok tavsiyesinden “Yedi Nasihat” ya da “Yedi Öğüt” adıyla meşhur olanı, tüm tavsiyelerinin bir özeti olarak karşımıza çıkmaktadır:
“Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”
Cömertlik, merhamet, hoşgörü, hilm, tevazu, doğruluk, dürüstlük gibi bu erdemler, insanların gerek bireysel gerekse toplumsal ve hatta küresel ölçekte her zaman sahip olmaya, gerçekleştirmeye ve geliştirmeye muhtaç olduğu erdemlerdir.
Gelir dağılımındaki dengesizlik ve adaletsizliğin had safhaya çıktığı ve yoksulların sayısının hiç de azalmadığı günümüz dünyasında cömertlik ve yardımseverliğin; savaşlar ve şiddetin her zamandan daha fazla insan kıyımına neden olduğu asrımızda şefkat ve merhametin; bireyler ve aşiretler arası kan davalarının da ötesinde medeniyetler arası çatışmaların körüklendiği bir dönemde hiddet ve asabiyete dayalı kinler ve intikamlar peşinde koşmayı bırakmanın; kendileri gibi düşünmeyen ve yaşamayanları kendilerine tehdit olarak algılayıp sindirmeye ve yok etmeye çalışanların sayısının hiç de az olmadığı dünyamızda hoşgörünün; ikiyüzlülüğün ve hatta çok yüzlülükle bağlantılı görünümün her şeyin önüne geçtiği piyasa toplumunda doğruluk ve dürüstlüğün ne kadar önemli ve ne kadar gerekli erdemler olduğu bir hakikattir. Dolayısıyla bu ahlaki öğütler her zamankinden daha çok, günümüz insanını/insanlığını düştüğü derekeden kurtaracak reçetelerdir.
Ahmet Baran Bekiroğlu
#Ahmet Baran Bekiroğlu