MEVLÂNA, İSLÂM VE DÜNYA BARIŞI
Nuri Şimşekler
İslâm kelimesi bir şeyden kurtulmak, selâmete ermek ve barış yapmak gibi anlamlara gelen “selime” kökünden türemiştir. Mensubu olmakla şeref bulduğumuz İslâm Dini ise mânâ olarak bütün bu anlamları içermekle birlikte itaat etmek ve teslim olmak mevhumlarını da içinde barındırır.
Yüce Allah kutsal kitabımız Kur”ân-ı Kerîm”de, insanları İslâm”a davet ederken “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam”a) girin…” (Bakara, 208) buyurmaktadır. O halde kelime anlamından ve bu âyet-i kerîmeden yola çıkarak İslâm”ın bir “barış dini” olduğuna şüphe yoktur. Ancak, kendisine karşı bir kötülük zuhur etmişse de yine Yüce Allah”ın buyruğuna göre zulme uğramaları sebebiyle Müslümanlara cihad izni verilmiştir (Hac, 39). Rahmet ve şefkati ölçüye sığmayan Yaradan, bu halde bile Müslümanlara aşırı gitmemeleri konusunda şu uyarıda bulunur: “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara, 190).
Hz. Mevlâna Mesnevî”sinde “Hak kapısından ayrılmayan Türk, var olduğu müddetçe vatansız kalmaz” (II, 455) diyerek İslâm Dini ve Türkleri âdeta özdeşleştirir ve bir rubaisinde de;
“Ben yaşadığım müddetçe Kur”ân”ın kölesiyim
Ben seçilmiş Muhammed”in ayağının tozuyum
Eğer benim bu sözümden başka bir şey nakledilirse
O sözden de, onu nakledenden de şikâyetçiyim”
diyerek kendini Yüce Allah”ın ve O”nun son elçisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)”in hizmetkârı olarak vasıflandırır.
Mevlâna Hoşgörüsü
Bilindiği gibi XIII. yüzyıl Konya”sında Anadolu”yu saran Moğol yağmacılığı arasında yetişen Mevlâna, başta Mesnevî”si olmak üzere diğer eserleriyle günümüze kadar ulaşmış büyük bir Türk-İslâm düşünürüdür. Yetiştiği siyasi karışıklık ve savaş ortamında dönemi insanının en çok ihtiyaç duyduğu “sevgi, hoşgörü ve barış” temasını İslâm ışığında sıkça işleyen Mevlâna, sevgi ve bunun zıttı kahrı şöyle niteler:
“Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse hayvanlık vasfı.
Sevgi, acıları tatlıya çeker, tatlılaştırır. Çünkü sevgilerin aslı, doğru yola götürmedir.
Kahır ise, tatlıyı acılığa çeker. Acı ile tatlı bir arada bulunur, bağdaşır mı?
Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur.
Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.” (Mesnevî, (I, 2436, 2580, 2581, II/1530, 1531)
Karşılaşılan problemlerde çözüm olabilecek sevgiyi bu şekilde açıklayan Mevlâna sevgiyle ulaşabilecek hoşgörü konusunda da şu veciz beyitleri söyler:
“… Merhamete nâil olmak istersen zayıflara merhamet et.
Zira er kişinin avı, merhamettir.(…)
Biz, Hakk”a küfrân-ı nimette bulunmuş olan kâfirlere dahi acırız.
Hattâ halk, onları taşlıyor diye köpeklere bile acırız.
Ben, beni ısıran köpeğe de dua eder; “Yarabbi sen onu bu huyundan vazgeçir,
Adamları ısırmasın da halkın taşını, sopasını yemesin” derim.
(Çünkü) lütuf ve merhamet sahibi olan Allah”ın kulları, işleri düzeltmekte O”nun huyuna sahiptirler.” (Mesnevî, (I, 822, II, 1938, III, 1800-1803, 2222, 2223)
İşte Hz. Mevlâna, yaptığı kabahatten dolayı dayak yiyen köpeğe bile bu şekilde acıyabiliyor. Herhalde gerçek hoşgörü bu olsa gerek; hani Hacı Bektaş-ı Veli”nin “incinsen de incitme” dediği gibi. Yalnız burada şunu unutmamak gerekir. Sözümüzün başında da zikrettiğimiz şekilde Yüce Allah”ın Kur”ân”da buyurduğu gibi haddi aşanlara da gereken cevabın verilmesi gerekiyor. Mevlâna da bu konuda;
“Böbürlenerek başlar kıran kişiye ne Allah”ın merhameti nasip olur, ne de halkın!” (Mesnevî, IV/1858) der ve kişi, iyi kötü ne yaparsa aynı şekilde kendisine geri döneceğini belirtir. (Mesnevî, VI, 4528)
Kötülük yapanın ömrü boyunca kötülükle karşılaşacağını, insanın yaşamı boyunca ve Ahirette ne ektiyse onu biçeceğini belirten Mevlâna, bu gerçekler gün gibi ayan bir şekilde ortada dururken insanların buna göre hareket ederek daima iyi şeyler yapması gerektiğini belirtir ve şöyle der:
“Ben, bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha güzel bir ehliyet görmedim.
İyilikle gelmenin şartı iyilik etmektir; bu güzelliği, bu iyiliği huzura götürmektir.
Kötülüğü yaptığın işlerde gör; talihimden deme.
İyilik ettiğin müddetçe görürsün ki iyi yaşamaktasın, gönlün rahat.
Fakat bir kötülükte bulundun, bir fenalık ettin mi o yaşayış, o zevk gizleniverir.
Kötülükte bulundun mu kork, emin olma; çünkü yaptığın kötülük bir tohumdur, Allah, onu mutlaka bitirir!
Dünya dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir.
Kendinize gelin! Hakk”ın gayreti, pusudan çıkmaya görsün; baş aşağı yerin dibine gidersiniz. (Mesnevî, II, 810, 944, VI, 428, 3487, 3488, IV, 165, I, 215, 3417)
Fakat Mevlâna yine iyilik yapma konusunda da bazı istisnalara dikkat çekerek tabiatı bozuk, aşağılık kişilere iyilik yapan kişinin karşılığı bunun zıddı olarak kötülük olacağını belirtir ve iyilik yapılacak kişinin iyi seçilmesi gerektiğine vurgu yapar ve şöyle der:
“Aşağılık, kötü kişilerin huyu şudur: Sen ona iyilik ettin mi, o sana kötülük eder.
Mayası kötü olan kimseye ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkıyânın eline kılıç vermeye benzer!
Bilgi, mal, mevki ve hüküm, kötü yaratılışlı kişilerin elinde fitnedir.”(Mesnevî, III, 2978, IV, 1436, 1438).
Yine büyük Türk-İslâm velisi Ahmed-i Yesevî”nin “Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir, akıllı isen gariplerin gönlünü elde et” demesi de bu konuda söylenebilecek anlamlı sözlerdir.
Mevlâna ve Savaş
Yapılan bir araştırmaya göre 2. Dünya Savaşından günümüze kadar dünyada sadece 24 gün savaş olmamış. Bu ilginç olduğu kadar, aynı zamanda dehşet verici. Hepimizin de şahit olduğu gibi dünyanın dört bir tarafında ve özellikle de Orta Doğuda bazı emperyalist güçlerin maddi çıkarlar peşinde insanları savaşlara tutuşturması bilinen bir gerçek. İşte bu ortamda hoşgörü ve barış kelimesiyle özdeşleştirdiğimiz Mevlâna bize ne gibi çözümler sunabilir, âdeta kana susamış insan ve yöneticileri nasıl barış yoluna çağırır?
Mevlâna “savaş” konusunda ilgililere şöyle seslenir:
“İnsanların savaşı, çocukların kavgasına benzer. Hepsi de anlamsız ve saçmadır.
Sopa, mademki savaş ve kavga âletidir; ey kör, o sopayı kır, paramparça et!
Ben iyiyle, kötüyle kavga edemem; kavga ile işim yok! Savaşmak şöyle dursun, gönlüm barışlardan bile ürkmekte.” (Mesnevî, I, 3435, 2137, 2392)
Savaş kelimesinden, ve hattâ savaşı çağrıştırdığı için “barış” kelimesinden bile ürktüğünü söyleyen Mevlâna, yine insanın hem cahil, hem de elinde silahı bulunması halinde bunun bir felâket olacağını belirtir ve şöyle der:
“Delinin elinden silahı al da adalet ve barış, senden razı olsun!
Fakat elinde silahı olur, aklı da bulunmazsa bağla elini; yoksa yüzlerce zarara yol açar.” (Mesnevî, IV, 1434, 1435).
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, savaş sadece iki tarafı değil taraf olmayan milletleri de maddî-mânevî olumsuz etkilemektedir. Bunun en somut örneklerini son 20 yılda bütün dünya insanlığı olarak görmekte ve yaşamaktayız. Bu olgu da yine Mevlâna”nın beyitleriyle şu şekilde açıklanmaktadır:
“Bedende bir uzuv ağrıyıp incinse bütün beden ağrır, incinir. İster sulh çağında olsun, ister savaşta; bu, böyledir!” (Mesnevî, IV, 3248).
İranlı şâir Sadi-yi Şirâzî”nin de dediği gibi, insanlar bir bedenin uzuvları gibidir. Eğer uzuvlardan biri ağrı çekerse bedenin tamamı ağrır ve sağlıklı iş göremez olur. İşte buradan da çıkaracağımız ders, ülkeler arası barışının tüm dünya insanlığını olumlu etkileyeceği için, bir şekilde Mevlâna”nın da dediği gibi “delinin elinden silahı almak, cahil kişinin eline de silah vermemek” gerekiyor.
Mal-mülk ve makam sevdasının günümüz insanlığının en büyük sorunu ve bir bakıma insanın “özgür” olmasına engel teşkil etmektedir. Ve ülkeler arası savaşın da her ne kadar “demokrasi ve insan hakları savunması” gibi gösterilmeye çalışılsa da maddiyat ve hükümranlıktan dolayı olduğu hepimizin bildiği ve gördüğü bir gerçek. Mevlâna henüz Mesnevî”sinin başında “Ey oğul zincirlerini kır, özgür ol; ne zamana kadar altın ve gümüşün (maddiyatın) esiri olacaksın.” (Mesnevî, I, 19) diyerek insanları maddiyat telâşından kurtulmaya çağırır. Büyük Türk Velisi Yunus Emre de;
“Mal sahibi mülk sahibi,
hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan?
Var biraz da sen oyalan.”
diyerek günümüz insanlarının ve devletlerin peşinde koştuğu maddiyat konusunu gelip-geçici bir olgu olarak niteleyerek, âdeta Kur”ân”da birkaç yerde geçen “Dünya bir oyuncaktan ibarettir” âyet-i kerimesine işarette bulunur.
Ahmed-i Yesevî de bu dünya peşinde koşan sultanlara da şu ibretli dizelerini söyler:
“Binlercesine çeri (asker) yığan hanlar hani?
Vefası yok, vefasızdır dünya tanı,
Gafil insan görüp ibret almaz imiş.”
Geçmişte olduğu gibi günümüz insanının en büyük sorunu da mal-mülk ve makam peşinde koşarak ömrünü sıkıntıyla geçirmesi ve özgür olmasına engel olduğu gibi “insanca” yaşamasına mani olmasıdır. Eğer sağlıklı bir şekilde tahlil edersek insanlardaki bu istekleri bir kenara koyduğumuzda dünyada ne kişisel kavgalar ne de savaş olur. Bu husus dünya barışının temelini oluşturacağı gibi ikili ilişkilerde de daha samimi ve gerçek dostlukların en başta gelen özelliği olacaktır.
Mevlâna bir rubaisinde bütün insanları Hz. Adem neslinden geldiği için “bir” olarak görür ve insanların birbirlerinden ayrılmamasını öğütleyerek şöyle der:
“Ey insanlar, ey insanlar, birbirinizden ayrılmayın.
Asla aklınıza ayrılık fikrini koymayın.
Hepiniz birsiniz, bu ikilik niye?
Vefa bile haykırırken vefasızlıkta bunmayın.”
XIII. Yüzyıldan Günümüze Ulaşan Mevlâna Hoşgörüsü
Yukarıda arz etmeye çalıştığımız fikir ve öğretileriyle tüm dünyada barış ve hoşgörü sultanı olarak tanınan Hz. Mevlâna günümüz insanlığının bu en büyük sorununa karşı ne yapabilir; yada bizler onun bu barışçıl fikirlerini ön plâna çıkararak dünya barışına nasıl bir katkı sağlayabiliriz? İngiliz doğu bilimci ve Mevlâna araştırmacısı Prof.Dr. Arthur J. Arberry uzun süre araştırmalarının sonucunda şu çarpıcı cümleleri söylemiştir: “Mevlâna, yedi yüz yıl evvel dünyayı büyük bir kargaşalıktan kurtarmıştır. Günümüzde Avrupa”yı kurtaracak tek şey de onun eserleridir.” Prof. Arberry”nin bu tespiti dünya insanlarının barışı açısından Mevlâna”nın fikirlerinin önemini vurgulamaktadır. Yine Kanada”nın eski büyük elçisi James George, Mevlâna”nın türbesine yaptığı ziyaretten sonra “Konya”ya Sevgilerle” başlıklı bir şiir yazmış, Doğunun ve Batının insanına Mevlâna”nın aşkında birleşme çağrısı yaparak şu dizeleri söylemiştir:
“Doğu eğiliyor Batı önünde;
Sessiz, derin, tepki içinde
Başka nice ele geçer teknolojinin,
Dolar menfaati, sırları.
Batı eğiliyor Doğu önünde;
Gençliği gerçek pınarı, Tanrı adına
Sanki gerçek sadece kök almış
Doğudan bir yer üstünde
(…)
Ama Doğuyla Batı hiç birleşemezler;
Dilekleri hep kazanç olacaksa
Para gücü Doğuluya
Veya Batılıya iç kazançsa
Doğu, Batı, Anadolu
Artık Mevlâna”nın sesini duy
Dileğin “gerçek”se unut kendini
Ve bil ki aşk her şeydir”
(…)
Bilindiği gibi UNESCO, 2007 yılını “Mevlâna Yılı” ilan ederek, yıl boyunca üye ülkelerde çeşitli etkinliklerle anılması kararı aldı. Ben bu bağlamda Mevlâna”nın insancıl ve barışçıl yönlerini öne çıkartarak tüm dünyada yanlış örneklerle veya kasıtlı olarak bir terör dini olarak gösterilmeye çalışan İslâmiyet”in, güzelliklerini anlatabiliriz, diye düşünüyorum. Çünkü yine hepimiz biliyoruz ki, insanlığın son dini olan İslâm, Yüce Allah”ın da buyurduğu gibi “nûrunu tamamlayacak”tır. İşte bu gerçeği görerek bizim de Hz. Mevlâna aracılığıyla karınca miktarı bir katkımız olursa sevinecek, rûz-i mahşerde alnımızın akıyla Yaradan”ımızın karşısına çıkacağız.
Tüm dünyaca malum olduğu üzere her yıl 17 Aralık tarihinde Konya”da Mevlâna”nın düğün gecesi olarak adlandırdığı Hakk”a yürüyüşü, yani vefatı nedeniyle çeşitli etkinlikler yapılır. Bu etkinlikler nedeniyle ülkemizin en üst düzey yönetici ve siyasetçileri Konya”da buluşur ve tüm dünyaya barış ve birlik mesajları verilir. 732. Vuslat Yıldönümünde, yani 2005 yılında yayınlanan mesajlar çerçevesinde Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer, Mevlâna”nın, düşünceleri ve felsefesiyle şiddetin ve ayrımcılığın olmadığı, barış içinde bir dünyanın yolunu gösterdiğine vurgu yaparak “Bugün dünyamızın birçok yerinde var olan ve insanlığı etkileyen ırkçılığa, şiddet ve hoşgörüsüzlüğe karşı, Mevlâna”nın hoşgörülü ve barışçı felsefesi benimsenirse, evrensel barış bizlere çok uzak olmayacaktır.” dedi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç da Mevlâna”nın engin hoşgörü ve sevgisinin, bugün insanlığın duyduğu barış, kardeşlik ve iç huzurunun anahtarı olduğuna inandığını belirttiği bir mesaj yayınladı.
Hz. Mevlâna”nın 732. Vuslat Yıldönümüne bizzat katılan Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 17 Aralık”taki Semâ töreni öncesi yaptığı konuşmasında tüm dünyanın her şeyden daha çok barış ve hoşgörü kültürüne ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçildiğini ve Mevlâna kültürünün 732 yıl önce nasılsa günümüzde de o kadar diri olduğunu belirterek şu açıklamalarda bulundu: “İnsanlığın ortak aklını, ruhunu, vicdanını besleyen kaynak sularından biri, hiç kuşkusuz Mevlâna”dır. Farklılıklarımızı hoş görerek “Kim olursan ol yine gel” diyen bu kutlu sese bu gün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Daha iyi bir dünya için mutlaka hepimiz Mevlâna gibi şefkat ve hoşgörü ile kollarımızı açmak zorundayız(…) Türkiye çatışmaları, gerilimleri, kutuplaşmaları, kin ve nefreti ortadan kaldırma misyonunu üstlenmiştir. Türkiye”nin Avrupa Birliği üyeliği de bu misyonun bir parçasıdır. Dünyanın bu gün şiddetle ihtiyaç duyduğu medeniyetler ittifakı için başlattığımız girişim, işte bu amaca hizmet etmektedir. Mevlâna”dan ilham alarak diyoruz ki, insanlık için faydalı olan farklılıkları derinleştirmek değil farklılıkları muhafaza ederken insanlık temelinde buluşup bir arada yaşabilmektir.”
Aynı törende konuşma yapan Ana Muhalefet Partisi (CHP) Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal da Mevlâna”nın ortaya koyduğu felsefe ve hoşgörünün hemen hemen tüm din ve ırktan insanlar tarafından taktir gördüğünü vurgulayarak şöyle dedi: “Mevlâna Celaleddin-i Rumi Moğol istilasının ve haçlı seferlerinin darmadağın ettiği Anadolu”da huzur ve kardeşlik söylemini herkese kabul ettirmeyi başarmış ve bu söylemi ile de günümüze kadar hoşgörünün, insan sevgisinin değerini hepimize anlatmayı başarmış bir büyük insandır.”
Geçen yılki (2004) Şeb-i Arûs törenlerinde Konya”da bir araya gelen üç semavî dinin liderleri; Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Fener Rum Patriği Bartholomeos ve Türkiye Yahudileri Hahambaşısı İshak Haleva da “Evrensel Barış Bildirgesi” imzalayarak Mevlâna”nın huzurunda dünya insanlığının dikkatlerini barış ve hoşgörüye çekmişlerdi.
Yine geçtiğimiz günlerde (Şubat, 2006) İngiliz ressam Ned Pamphilon”un Londra”da açtığı bir sergi Türkiye Cumhuriyeti”nin kurucusu Atatürk ile Mevlâna”nın “barış” yönünü ön plâna çıkarması açısından önemliydi. Türkiye”nin Asya ile Avrupa”nın birleşme noktası olduğu gibi, Batı ile Doğu arasında da barışın simgesi olduğunu belirten İngiliz ressam, kendisiyle yapılan bir röportajda bizim de konuşmamızın başından beri vurgulamaya çalıştığımız şu önemli cümleleri söylüyor: “Sergi aracılığıyla Atatürk ve Mevlâna”nın barış mesajlarını tüm dünyaya iletmek istedim. Özellikle barışa son derece ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde Türkiye”nin tüm dünyada barışın simgesi olduğunu düşünüyorum. Ağrı Dağı”ndaki Nuh”un Gemisi efsanesinde yer alan gökkuşağı ve zeytin dalının ortaya çıkmasıyla başlayan, Mevlâna”nın “Gel, kim olursan ol yine gel” felsefesiyle devam eden ve Atatürk”ün “yurtta barış dünyada barış” prensibiyle tüm dünyaya örnek olan “barış” mesajları aslında Türkiye”nin sahip olduğu bir hazine.”
Konya Büyükşehir Belediyesi Başkanı Sayın Tahir Akyürek de hoşgörüsüzlüğün ve savaşların olanca hızıyla devam ettiği dünyamızda, İslâm âleminin barışçıl fikirleriyle ön plâna çıkmış ve Konya”yla birlikte ülkemizin ve Türk-İslâm coğrafyasının övünç kaynaklarından olan Hz. Mevlâna adına “Uluslararası Mevlâna Barış Ödülü”nü hayata geçirmeye ve ilkini 2007 yılı Şeb-i Arûs törenlerinde verme yönünde çalışmalarının devam ettiğini bildiriyor.
Evet biz de Türk Milleti olarak dünyada savaşlar olmadan, bütün insanlığın barış ve mutlu bir yaşam sürmesini arzu etmekteyiz. Bütün bunlarla birlikte, geçmiş şanlı tarihimizde de benzerleri görüldüğü gibi kimsenin malına, toprağına ve canına göz dikmeyiz. Ancak bizim birliğimize, bütünlüğümüze ve kutsal saydığımız vatan topraklarına da kasteden olursa Hz. Mevlâna”nın şu beyitlerini okumalarını tavsiye ederiz. Şöyle diyor Hz. Mevlâna Mesnevî”sinde:
“Savaş Türklerin işidir, kız gibilerinin işi değil.
Düşmanlığa kalkışacaksan düşmanlık edebileceğin birisiyle savaş ki, onu esir edebilmen mümkün olsun.” (Mesnevî, V, 3779, III, 3625)
Son olarak, yine sözü barışa getirelim. Türk-İslâm âlemi olarak Yüce Allah”ın buyurduğu “Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin (…)” (Hucurât, 9) âyetini zikredip, Hz. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)”in “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir” hadisini hatırlatarak, hemen hemen Mevlâna”nın Farsça söylediği beyitlerin Yunus Emre”deki Türkçe tezahürleri diyebileceğimiz bir çok beyit arasından günümüz insanlarının en büyük ihtiyacı olan şu dizeleri nakledip sözümüzü bitirelim:
“Beri gel, daha beri; bu yol vuruculuk nereye kadar böyle? Bu hır gür, bu savaş nereye kadar? Sen bensin, ben senim işte”
(Hz. Mevlâna)
“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım.
Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.”
(Yunus Emre)