MEVLÂNÂ ve GARP ÂLEMİ – ANNEMARIE SCHIMMEL

MEVLÂNÂ ve GARP ÂLEMİ

Prof. Dr, ANNEMARIE SCHIMMEL

Marburg Üniversitesinden

GOETHE, «Noten und Abhandlungen zum West – Östlichen Diwan» adlı eserinde şöyle diyor: Celâleddin-i Rumî, gerçeğin problemlerle dolu temeli üstünde huzur duymuyor ve batınî ve zahirî hadiselerin muammalarını ruhî ve zihnî yollardan çözmeğe çalışıyor. Bu sebepten eserleri daima yeni tahlil ve şerhlere ihtiyaç gösteren bir takım yeni muammalardır. Onun vah-det-i vücut felsefesine kaçmağa kendini mecbur hissetmesinin sebebi budur. Bu, bir taraftan kazandığını bir taraftan kaybetmek gibi neticesiz bir iştir ki, nihayette elde kalan sıfırdan başka bir şey değildir. Ve bu neticeyi şiir veya nesir yolu ile ifade edebilmek biraz da şüphelidir.

Goehte, Mevlâna’nın eserlerinden yalnız Joseph von Hammer’in 1818 senesinde çıkan «Geschichte der schönen Redeküns-te Persiens.. adlı ve İran edebiyatından bahseden faydalı kitabında mevcut olan parçaları okudu. Farsça yazan şairlerden Avrupada ilk olarak Şeyh Sadi 1652 senesinde, neşredilen bir tercümesi vasıta-siyle tanındı, yüz yıl sonra da Hafız-ı Şirazî garbın muhtelif memleketlerinde şöhret kazanmağa başladı. Mevlâna’nın eserleri ise, Goethe’nin zamanına kadar bir garp diline çevrilmemişti. Hammer, adı geçen büyük “antolojisinde, hem Divan-ı Kebir, hem de Mesnevî-den aşağı yukarı elli parça seçmişse de tercümelerinde yanlış olmamakla beraber aslının şairane güzelliklerini hiç aksettirememiştir. Bu sebepten kitabı büyük merakla okuyan ve aynı Hammer’in Almancaya çevirdiği Hafız Divanına hayran olan Goethe, mistik ruhu pek sevmediği için, Mevlâna hakkında yukarıdaki anlayışsız hükme varmıştır.

Aynı on yılda, Freidrich Rückert (1788-1866) adında genç bir Alman şarkiyatçısı Viyana’da Hammer ile tanışmış ve Farsça öğrenmeğe başlar başlamaz, hocasının tercümelerine dayanarak Mevlâna’nın şiirlerini ğüzel bir şekilde çevirip tasavvufun ruhunu vatandaşlarına bildirmeğe muvaîfak olmuştu. Celâleddin, şiirlerini Şemsed-din’e ithaf ettiği gibi, Rückert de şiirlerini şarktan doğan manevî güneşe, Msvlâna-ya ithaf etti. Alman edebiyatında ilk defa gazel şeklini kullandı ve koca Mevlâna’nın beyitlerinde titreyen bütün güzelliği, derin duygu ve hisleri, aşkı ve hasreti parlak bir ayna gibi aksettirdi. Bâzan Mevlâna’nın bir mısraını alıp yeni bir gazel yazdı, bâzan Hammer’in kaba tercümelerini işliyerek asıllarındaki inceliği pürüzsüs Alman gazellerinde ifade etti.

Farsça bilmiyen bir Alman, Mevlâna’nın söyleyiş tarzını ve en mühim fikirlerini öğrenmek isterse Rückert’in serbest tercümelerini okumalıdır. Ne gariptir ki, Rückert’in Mevlânâ’dan Almancaya tercüme ettiği gazeller, asrımızda onun ismiyle İngilizceye tercüme edilerek neşredilmiştir. Geçen asrın ilk on yıllarında Avrupa şark kültürüne gayet meraklı idi. Bu alâka dilden ziyade felsefe ve tasavvufa karşıydı. Meselâ, Alman ilâhiyatçılarından olan Tholuck Arapça ve Farsça öğrenip tasavvufla meşgul oldu. Ve bilhassa Mevlâna-nın Mesnevi’sini dikkatle tahlil etti. Bu mevzu üzerinde yazdığı kıymetli, fakat tamamiyle tarafsız olmıyan küçük kitapta Mevlânâ’nın dua hakındaki şu sözlerini nakleder : «Senin her Allah diyişini ben yüz lebbeykle karşılarım!.. Bu söz asrımızda Avrupa bilginlerinden E. Lehmann, N. Söderblom, G. van der Leeuw, F. Heiler’in dua felsefesinde büyük bir şöhret kazanmış ve Tholuck tarafından Pan-teism’e gidecek kadar tehlikeli bir şekilde tefsir ve tenkit edilmiştir.

Biraz sonra, Garpta İslâm dünyasına karşı gösterilen ilgi artınca, yeni metinler neşrolunmuş, yeni tercümeler ele alınmış ve Mevlâna’nın eserleri hem Almanya, hem de İngilterede geçen asrın ortasında kısmen tercüme edilmiştir. İngiltere’de Whin-field Mesnevi ile meşgul idi, şerhli tercümesinden müsteşrikler ve din bilginleri istifade etmişlerdir. Almanya’da bundan bir kaç sene evvel G. Rosen Mesnevinin ilk kitaplarından manzum bir tercüme neşredip metnine faydalı bir ön söz ve notlar ilâve etmişti. Fakat ne Rosen’in emekli eseri ne de Avusturyalı müsteşrik V. von Rosenzweig – Schwannau’un kaleme aldığı ve iki dilde gayet nefis bir kitap halinde basılmış olup »Celâleddin-i Rumî’nin Divanlarından Seçme Parçalar., adlı manzum tercümesi, Rücker’in eseri kadar Mevlâna’nın kokusunu taşır. Rosen ile Rosenzvveig – Schv/annau’un eserleri, tercümelerin çoğu gibi, biraz 19 uncu asrın zevkine bağlıdır: bu, gayet tabiîdir, ama iyi bir tercüme, renksiz bir cam gibi, aslî şiirin zaman ve mekânla mukayyet olmı-yan güzelliğini ve manâsını göstermelidir. Yoksa, bu tercümelerde belki Mevlânâ’nın sanatını, zengin sembollerini, mistik fikirlerini görebiliriz, fakat Mevlânâ’yı Mevlânâ ” yapan sırrı duymaktan mahrum kalırız. Bir müellifi, bir şairi iyi anlayabilmek için eserlerinin kritik bir edisyonunu yapmak lâzım gelir. Mevlâna için bu işi 1946 senesinde vefat eden İngiliz şarkiyatçısı R. A. Nicholson ele almıştır. Bu sahada ilk eseri 1898 de «Divan-ı Şemsi Tebrizî» den kırk gazel neşir ve tercüme edip buna tasavvuf tarihine ve Mevlânâ’nın hususiyetlerine ait geniş bilgi veren pek kıymetli bir mukaddeme ile teferruatlı bir şerh ilâve etmiştir. Bu büyük âlim kırk seneden fazla bir zaman yorulmadan tavassuf tarihini Avrupaya tanıtmak maksadiyle çalışmış ve Mesnevî’nin edisyon kritiğini garp ve şark fikir hayatına hediye etmiştir. Sekiz ciltlik gayet güzel bir şerhi ihtiva eder. Bu eser Mevlâna hakkında yapılacak bütün İlmî araştırmalarda ihmâli mümkün olmıyan bir temeldir. İnşallah günün birinde Divan-ı Kebir’den de aynı itinaile yapılmış bir edisyon neşredilecektir.

Nicholson’un mesaisi yanında birkaç şarkiyatçının Mevlânâ hakkında kitap, etüt ve makaleleri vardır. Manzum tercümeler ise, İngilterede tasavvuf sahasında mütehassıs olan A. J. Arberry’nin «Mevlâna-nın Rübaiyatı» nın tercümesi yeni çıktı. Almanya’da ise, bu makale müellifinin, »Die Bildersprache Celâleddin-î Rumis» adını taşıyan etüdünde manzum tercümeler bulunur. Mistiklik konusunda yazılan hemen her kitapta Mevlânâ tasavvufun en büyük mümessillerinden biri olarak temsil edilmektedir. Burada günümüzün acaip hallerinden birini de zikretmeden geçemiyeceğim: Almanya’nın Rus bölgesinde oturan yaşlı bir sanatkâr, Farsça bilmediğinden Mevlânâyı yalnız tercümelerinden tanıyarak ona gayet güzel ve kuvvetli gazeller, gazel şeklinde yazılmış nazireler yapmıştır. Bu, Mevlânâ’yı sevenlere ümit veren bir hadisedir. Harpten dolayı hâlâ ıstırap çeken, karanlıklarda yaşıyan bir bölgede birdenbire Mevlânâ’nın 700 sene evvel yaktığı alev, ezelî aşkın ateşi, şualarını yaymağa başlıyor ve sevgiye, aşka, güneşe muhtaç olan insanları teselli ediyor.