Mevlânâ ve İnsân-ı Kâmile Dair
Emine Elif ÇAKMAK İGALÇI
“Kendini bilen Rabb’ini bilir.” sözünden hareketle Mevlânâ, insana ve insanlığa büyük önem vermiştir. Yaratılış bakımından kendini bilen erdemli insanların, ilim-amel bütünlüğü içinde olgunlaşıp kâmil insan olabileceklerini söyleyerek[1] çeşitli sembolizmlerle insân-ı kâmil kavramına açıklık getirmiştir. Bu sembolizmlerle kavramları somutlaştırarak insana yüklenen mânâyı derinlemesine incelemiş, insanın sır noktalarına yer vermiştir.
Mevlânâ, bilgelik, sevgi ve hoşgörü gibi ahlâkî iyilikleri şahsında toplayan insân-ı kâmilleri ney sembolizmi ile ifade eder. İnsan dünyada yaşadığı gurbet hayatını esas vatanına vuslat gayesiyle anlamlı hale getirmeye çalışırken ruhlar âleminden halîfe olarak gönderilmesinin sebebini bilmelidir.
Bu noktada kamışlıktan ney serüvenine geçişte ney sembolizmini kullanarak asıl vatanını özleyen kamış örneklemini verir. Nitekim kamışın ney hâline gelmesi uzun bir emek, donanımlı bir bilgi, mahâretli ustalarla olur. Her kamıştan ney yapılmadığı gibi herkes de mükemmel ney yapamaz, seçilen kamış ney yapımına uygun olmalıdır.
Ney’den sesin güzel ve pürüzsüz çıkması için içinin boşaltılıp temizlenmesi gerekir. İnsanın kemâlât yolculuğunu da kamışlıktan neyliğe dönüşle anlatan Mevlânâ, insân-ı kâmilin de zorlu bir süreçten, çetin riyâzetlerle ve doğuştan kâbiliyetli mürşid-i kâmilin rehberliğinde olması gerektiğini söyler.
Bu süreçle olgunlaşan insan tıpkı kamış gibi iyi bir ustanın elinde mükemmelleşir, onun için insanın sadece bir mürşide bağlanması yeterli değildir. Bu yolda azim ve sabırla seyr ü sülûkunu tamamlaması, bir önder tarafından terbiye edilmesi gerekir.[2]
İnsân-ı kâmili bir hekim olarak gören Mevlânâ, onu kalplerdeki hastalıkları tedavi eden kişi olarak tanımlar. Allah’ın verdiği istîdâd ve ilhamla sıkıntı içerisindeki insanları karşılıksız iyileştirir. Fizikî hastalıklardan ziyâde mânevî rahatsızlıkların şifâcısı olan insân-ı kâmiller kalbî hastalıkların, mâsivâya düşkünlüğün, nefsânî eğilimlerin iyileştirilmesinde yol göstericilerdir.
Kişinin Allah ile vuslatına vesile olan insân-ı kâmiller tıpkı hekim gibi sıkıntı ve dertlerin iyileşmesini sağlarlar. Onların sözlerine dikkat edip dinlemek Allah’ın lütfuna ve feyzine erişebilmek için çok önemlidir.[3]
“Ey insan, topraktan yaratılmış olduğun için sen de demir gibi güçlü ve paslı bir vücutsun. Onun için kendini zikrullah nûruyla cilâlandır, cilâlandır, cilâlandır. Kalbin ayna gibi münevver olsun da sana birçok sûretler ve gümüş göğüslü güzeller gösterilsin.”[4]
Mesnevî’de insanı demir ve aynaya benzeten, onların özelliklerini içerisinde barındırdığını ifade eden Mevlânâ, insanın içerisinde bütün hakîkatlerin olduğunu dile getirir. Topraktan yaratılmış olmasından dolayı insanın bedenini iyi bir demire benzeterek ayna olma kabiliyetinin olduğunu ifade eder.
O demir zikir ile ne kadar işlenir, korlarda yanarsa ayna o derece de net, parlak ve pürüzsüz olacaktır. Bunun için insanda dünyada iken cennet, cehennem ve kıyâmet gibi hallerin hayalen değil, hakîkaten görülmesi söz konusu olur.
“Ey insan! Gönül nehrinin suyunu hevâ ve heveslerinle bulandırma ki durulsun da orada, ayı da yıldızları da tavaf eder bir halde müşâhede edebil. Çünkü insan dere suyu gibidir. Bulanık olursa dibini göremezsin. Hâlbuki derenin dibi inci ve altınla doludur. Sakın saf ve duru olan o dereyi bulandırma. İnsan ruhu hava gibidir. Tozla karışırsa gökyüzüne perde olur, gökyüzünü göstermez. O perde güneşi görmeye engel olur. Fakat tozu gitti mi saf ve parlak bir hale gelir.”[5]
Mevlânâ’nın benzetmesi ile insanın ruhu aynı saf dere suyu gibi yaratılmıştır. İnsanın berrak su ve saf bir hava gibi olan özü mâsivâ ile kirlenmiş, saflığı bozulmuş ve bulanıklığa dönüşmüştür. Günahlar ile dolan insan ruhu kirlenmiş deniz suyu gibi altındaki güzellikleri gösteremez olmuştur. Bunun için insan, günahlarından arınarak suyu durultmalı havayı temizlemelidir ki, içerisinde gizli olan mâneviyat incileri ve hakîkat nurları açığa çıksın.
İnsanın içinde var olan gizli hazîneden bahseden Mevlânâ, mahlûkatlar arasında temiz ve kirli ruhların olduğunu söyleyerek birbirinden ayrılması gerektiğini ifade eder. Çünkü bütün âlem ve mahlûkat, hikmet hazîneleri gizli kalmasın açığa çıksın diye yaratılmıştır.
Onun için ayran içinde yağ nasıl gizliyse insan içinde de hem doğruluk cevheri hem de yalan gizlidir. Ayrandan yağ nasıl yayık ile döverek ayırt ediliyorsa insanın içerisinde olan cevherler de terbiye ile imtihan ile açığa çıkmalıdır. Ayran içindeki yağ nasıl gizli ve görünmez bir hâlde ise, cesetteki ruh da öyledir. Mücâhede ile bedenin tazyîk ve ruhun tezahürü gereklidir.[6]
Suret itibariyle insanın aslı âlemdir, fakat mânâ itibariyle insan âlemin aslıdır. Mevlânâ bunun açıklamasını şu örnekle izah eder:
“Zâhiren bir ağacın dalı, meyvenin aslıdır. Çünkü yemiş dalda olur fakat hakîkatte o dal o meyve için var olmuştur. Surette meyve ağaçtan zuhûra gelmiş ise de hakîkatte o ağaç meyvenin çekirdeğinden doğmuştur.”[7]
Aslında öz ne ise diğer parçalar ve uzuvlar onun için yaratılmıştır. Zâhirin arkasındaki hikmeti bilmek gerekir. İnsanda bu kâinâtın özü olduğu için kâinatta var olan her şey bu meyve yani insan içindir.
Mevlânâ’nın insana dair oluşturduğu benzetim ve açıklamalar nezdinde insan kâinatın özünü kendinde barındırır. Hakîkate ulaşabilmek için çeşitli engelleri bulunan insanın en büyük engeli nefsidir. Nefs terbiyesi insanın kemâlatı noktasında en elzem durumdur.
Ney gibi, dere suyu gibi insanda bulunan gizli hazînenin keşfi ancak nefsânî ve şehvânî istek ve arzularından arınmakla mümkündür. Bu hevâ ve heveslerden temizlenen insan kendinde bulunan ulvîlik yönünü, nûrânî cevherini açığa çıkaracaktır.
Bunun için insan; peygamberlere, velîlere, hakîkî mürşid-i kâmillere ihtiyaç duyar. Onların önderliğinde insan özünün ve cevherinin önündeki bütün kötülük ve olumsuzluklardan sıyrılır. Çünkü Allah’ın insanlığa gönderdiği nebî ve peygamberler temiz su gibidirler, insanlara kemâlat yolunu gösterirler.[8]
[1] Mehmet Necmettin Bardakçı, “Mevlana’ya göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma”, Erdem Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, 50 (2008), 2.
[2] Mustafa Kara, “Mevlâna, Mesnevî ve Ney”, Ney’e Dair, (Konya, 2006), 15.
[3] Mevlânâ Celaleddin Rumî, Mesnevî Şerhi ter. Tâhirü’l-Mevlevî, (İstanbul: Şamil Yayınevi, 2017, 3/2701-2730.
[4] Mevlânâ, Mesnevî, 8/643, beyit no: 14870, 14871.
[5] Mevlânâ, Mesnevî, 8/647, 648.
[6] Mevlânâ, Mesnevî, 8/780-782.
[7] Mevlânâ, Mesnevî, 7/132, 133, Beyit no: 12977, 12978, 12979.
[8] Hüseyin Doğan, “Hacı Bayram Veli’nin Allah Tasavvuru ve İnsana Bakışı”, II. Uluslararası Hacı Bayram-ı Veli Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 1, 3-4 Mayıs 2017, 232.
https://www.somuncubaba.net/makale/mevlana-ve-insan-i-kamile-dair
#Emine Elif ÇAKMAK İGALÇI