MEVLÂNA VE MESNEVÎ
Kültürümüzün evrensellik kazanmış seçkin isimlerinden biri olan Mevlâna(1207- 1273), çok yönlü dâhi bir insan; mutasavvıf, mütefekkir, bilgin, şair, eğitimci, evrensel bir sevgi eri ve gönül sultanıdır. Eserleri; din, tasavvuf ve ilim süzgecinden geçirilmiş, sevgi ile harmanlanmış, sonuçta zaman ve mekânla aşınmayan türden düşüncelerle sağlam bir yapı hâlinde inşa edilmiştir. İnsanoğlunun çağlar boyunca üzerinde tartıştığı konulara çözümler sunan tavsiyeleri; örnek insan ve huzurlu toplum arayışına ışık tutacak mahiyettedir.
Mevlâna; benzerine az rastlanan eşsiz bir sanatkâr, büyük bir şairdir. Buna rağmen, hiç bir zaman kendisini şair olarak görmez. Onu şiir yazmaya sevk eden husus, şiiri bir eğitim aracı olarak kabul etmesidir. Anadolu Türklerinin; zarif, güzel söz söylemekten hoşlanan, zevk sahibi ve şiire ilgi duyan insanlar olması; onun, öğütlerini şiirin altın tepsisi içinde sunmasına neden olmuştur. Bunu çocuğun hastalanınca şurup içmesi gerektiği ancak şuruptan hoşlanmayan çocuğa doktorun o şurubu şerbet sürahisiyle vermesi ve çocuğun şerbet zannıyla ilacı içip sağlığına kavuşmasına benzetir. Mevlâna da insanları iyiliğe, güzelliğe, dünya ve âhiret mutluluğuna ulaştıracak olan bilgileri bize şiir tabletiyle verir. Bu ilacın muhtevası;
“Canım bedenimde oldukça Kuran’ın kuluyum,
Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım.
Birisi, sözlerimden bundan başka bir söz naklederse;
Ondan da şikâyetçiyim ben, bu sözden de şikâyetçiyim”
şeklindeki meşhur rubaîsinde belirttiği gibi Kuran-ı Kerim ayetleri ve hadislerdir, dışındaki şekerli kaplama ise şiir ve hikâyedir. Bu yüzden Mevlâna’nın temel eseri olan Mesnevî, Kuran-ı Kerim’in bir tefsiri sayılmış; Mesnevî’ye bir diğer isim olarak “Magz-ı Kuran” (Kuran’ın özü, içyüzü) denilmiştir.
Mevlâna’nın ikisi manzum, üçü mensur toplam beş eseri vardır. Bu eserler döneminin edebî dili olarak kabul edilen Farsça ile kaleme alınmıştır. Manzum eserleri Mesnevî ve Dîvân-ı Kebîr; mensur eserleri de Fîhi Mâfih, Mecâlis-i Seb’a ve Mektûbât’tır. Ancak hiç şüphesiz Mevlâna denilince akla gelen ilk eseri, kültürümüzün temel taşlarından biri olan Mesnevî’dir. Mevlâna ve Mesnevî’nin, Türklerin 1071’den sonra büyük topluluklar hâlinde yerleştiği ve o tarihlerde çeşitli milletlerden insanların bir arada yaşadığı Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasına katkısı büyüktür. Allah ve insan sevgisini, hoşgörü ve diyalog anlayışını ve özellikle de birlik düşüncesini yayan Mesnevî ile Mevlâna yeni bir yurda yerleşen milletimize asırlarca devam eden taze bir güç ve dinamizm vermiştir.
Bu konudaki şu anekdot sözlerimizi özetler: Ahmet Hamdi Tanpınar bir gün Yahya Kemal’e sorar: “Üstat, biz Viyana kapılarına kadar nasıl gittik?” Yahya Kemal şöyle cevap verir: “Pilav yiyerek ve Mesnevî okuyarak!”
Mesnevî adını, eserine bizzat Mevlâna vermiştir. Aslında mesnevî, doğu edebiyatlarında; her beyti kendi arasında kafiyeli, aynı vezinle yazılmış manzumelere verilen ortak bir isimdir. Ancak Mevlâna’nın ölümsüz eseri yazıldıktan sonra, mesnevî denilince; ilk olarak onun altı ciltlik bir hazine olan ve Mesnevî-i Şerîf veya Mesnevî-i Manevî gibi isimlerle anılan eseri hatırlanmaktadır.
Eserin yazılmaya başlanması da enteresandır. Bir gün Mevlâna’nın dostu ve halifesi Hüsâmeddin Çelebi; Hakîm Senâî’nin Hadikatü’l-Hakîka ve Ferîdüddîn-i Attâr’ın Mantıku’t-Tayr gibi eserlerinin büyük şöhret bulduğunu, insanların bu eserleri zevkle okuduklarını, Mevlâna’nın da böyle bir eser yazması ve bu eserin hem insanlara faydalı olması, hem de Mevlâna’dan hatıra kalması arzusunu dile getirir. Mevlâna, Hüsâmeddin Çelebi’den önce bu ilhamı almıştır; sarığının kıvrımları içinden Mesnevî’nin ilk on sekiz beytinin yazılı olduğu kâğıdı çıkarır, Çelebi’ye verir. Eserin yazılmasına böylece başlanır. Artık Mevlâna yolda yürürken, sema hâlindeyken, hamamda otururken, her an ve her durumda Mesnevî beyitlerini söylüyor; Hüsâmeddin Çelebi de yazıyordu. Mevlâna akşam söylemeye başlıyor, gün ağarıncaya kadar devam ediyor, Çelebi de şevkle yazıyordu, ilk cilt bittikten sonra Hüsâmeddin Çelebi’nin eşi ölür, iki yıl Mesnevî’ye ara verilir. 1264’de yazmaya yeniden başlarlar.
Her cilt tamamlanınca Hüsameddin Çelebi, yüksek sesle Mevlâna’ya okumuş, beyitleri birlikte gözden geçirerek düzeltmişlerdir. Mevlâna kendisine ilham ve teşvik kaynağı olan, bu eserin yazılmasında fedakârca hizmet eden sadık dostunu; Mesnevî’nin her cildinin ön sözünde derin bir samimiyetle över, onun şahsiyetindeki olgunluk ve güzelliği dile getirir, hatta altıncı cildin başında eserine Hüsâmî-nâme adını verdiğini söyler.
Böylece yaklaşık olarak 1259–1268 tarihleri arasında yazılan Mesnevî altı ciltlik dev bir eser olur. Beyit sayısı değişik nüshalarda farklı olmasına rağmen 25 600 civarındadır. Eser; aruz vezninin; “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır.
Mesnevî; çok yönlü, zengin bir eserdir. Muhtevasında; tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf, tarih, tıp gibi ilimlere ait konular, zamanın örf ve âdetlerine dair bilgi ve birçok hikâye mevcuttur. Bazı hikâyeler; Kelîle ve Dimne, Ferîdüddîn-i Attâr’ın Esrâr-Nâme ve İlâhî-Nâme’si, Salebî’nin Kısasu’l-Enbiyâ’sı, Gazzâlî’nin İhyâu Ulûmi’d-Dîn’i, Şems’in Makâlât’ı gibi eserlerden alınmıştır. Az sayıda hikâye de halk arasında söylenilen anonim türdendir.
Mevlâna, bu eserde; gerçek bir rehber olarak iyi ve kötü, doğru ve yanlış karşılaştırması ile sebep-sonuç ilişkisi içinde eğitici niteliğini gösterir. Bu mukayeseler; melek-şeytan, adalet-zulüm, alçak gönüllülük-kibir, doğruluk-hile ve yalan, cömertlik-cimrilik, çalışmak-tembellik, kanaat-hırs, başkalarının kusurlarıyla uğraşmak-hoşgörü, öfke/acele-sabır gibi onlarca konuya dairdir.
Eser incelendiği zaman, Mesnevî’nin; kendisiyle, yaratıcısıyla ve dış dünyadaki bütün varlıklarla barışık, huzurlu ve mutlu insan olmanın tarifi üzerine kurulduğu ve Mevlâna’nın odak noktasının insan olduğu görülür. Mevlâna binlerce beyitte hep mükemmel insan reçetesini sunar; güzel ahlâk sahibi, dürüst, çalışkan, alçak gönüllü, hoşgörülü ve kötülüklerden arınmayı bilen olgun insan… “Dinle neyden şikâyet ediyor. Ayrılıkları hikâye ediyor” sözleriyle başlayan Mesnevî’de ruhlar âleminden dünyaya gelen insanın; dünya yolculuğundaki amacı, karşılaşacağı zorluklar ve düşeceği tuzaklar yanında insanın gerçek mahiyetini keşfedebilmesi için ihtiyaç duyduğu anahtar bilgiler, dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmasını temin eden ipuçları her birinin sonunda mutlaka bir hisse çıkarılan hikâyelerle dile getirilir.
Hacmi, muhtevası, şöhreti ve tesirleri bakımından yalnızca Türk edebiyatında değil, dünya edebiyatlarında seçkin bir yere sahip olan Mesnevî, birçok şair için kaynak olmuş; dinî, tasavvufî ve ahlâkî eserler kaleme alan şairler, Mesnevî’deki hikâyelere eserlerinde yer vermişlerdir. Mevlâna da eserinin rehberliğini şu sözlerle vurgular: “Bu mana (Mesnevî); güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar bütün dünyayı kaplayacaktır. Hiç bir mahfil veya meclis olmayacak ki orada bu sözler okunmuş olmasın; hatta o dereceye kadar ki, mabetlerde, zevk ve safa yerlerinde okunacak, bütün milletler bu sözlerle süslenecek ve onlardan faydalanacaklardır. Bizden sonra, Mesnevî şeyhlik edecek ve arayanlara doğru yolu gösterecek; onları yönetecek ve onlara önderlik edecektir”.
Böyle bir ilim hazinesi olan eseri lâyıkıyla anlamak için Mevlâna’nın diğer eserlerini de okumak, ayrıca babası Sultanu’l-Ulemâ’nın, Seyyid Burhaneddin’in, Şems’in ve hatta Senâyî ve Attâr’ın eserlerini de okumak gerekir. İşte bu güçlüğü gidermek için Mesnevî öğretimi yapılan Dârü’l-Mesnevî(Mesnevî evi)’ler kurulmuş, birçok mutasavvıf veya yazar (Surûrî, Sûdî, Şem’î, Sarı Abdullah, Bursalı İsmail Hakkı, Ankaravî İsmail Rusuhî Dede, Abdülmecid Sivasî, Şifâî Derviş Mehmed, Âbidin Paşa, Ahmed Avni Konuk, Tahirü’l-Mevlevî, Kenan Rıfâî, Abdülbaki Gölpınarlı vd.) da Mesnevî’yi açıklayan şerhler kaleme almışlardır.
Mesnevî’nin çok sayıda Türkçe çevirisi yapılmıştır. Bu tam veya kısmî çevirilerin bir kısmı da aruz veya hece vezniyle, manzumdur (Muînî, Dede Ömer Rûşenî, Cevrî, Süleyman Nahîfî, Nazmî-i Halvetî, Süleyman Hayri Bey, Mehmet Şâkir Efendi, Feyzullah Sacit Ülkü, Mehmet Faruk Gürtunca, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Feyzi Halıcı, Veysel Öksüz). Eserin tamamı veya seçmeler, hikâyeler, öğütler, özlü sözler gibi başlıklar altında bazı bölümleri defalarca Türkçeye çevrilerek yayınlanmıştır. Ayrıca; Farsça aslı yanında Arapça, Urduca, Hintçe, Endonezya dili, Özbekçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, İsveç dili, Danimarka dili, Çek dili ve Boşnakça çevirileriyle birçok dilde de tam metin veya seçmeler hâlinde yayınlanmıştır.
Bazı Türkçe tam çevirileri:
Âmil Çelebioğlu, Mesnevî-i Şerif, Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahîfî Tercümesi, İstanbul 2007.
Mevlâna Celâleddin, Mesnevi ve Şerhi, şerh eden: Abdülbaki Gölpınarlı, C. I-VI, Ankara 1989.
Mevlâna, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, gözden geçiren Abdülbaki Gölpınarlı, C. I-VI, İstanbul 1991.
Mevlâna Celâleddin, Mesnevî, çev. Adnan Karaismailoğlu, C. I-III, Ankara 2007.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî, çev. Hicabi Kırlangıç-Derya Örs, 6 cilt, İstanbul 2007.
#Emine YENİTERZİ