Mevlâna’dan ve Mesneviden Yol Almak
Ali Haydar Haksal
-I-
Mevlâna’nın Mesnevî’si ile Fihi Ma Fih eserleri başucu kitaplarımdan. Bu eserleri, bir romanı okur gibi okuyup geçmiyorum. Mesneviyi bolüm bölüm, döne done, içselleştirerek okurum. Özellikle Mesnevi içimde akan duru bir ırmak. Onda arınmanın, kendini bulmanın, bir ruh yüceliğinin hazzını yaşamanın tadını çıkarıyorum.
Sevgili Aslan Özdemir Kaçak Yayın dergisinin Eylül ayı dosyasının “Mevlâna Yılı” dolayısıyla olduğunu söylediğinde, ne yazmam gerektiğini düşünürken geleneğimizdeki bir yola başvurdum. Bu, anlık bir olaydı: “Tefeül etmek”. Sevgili okurlarımız tefeül’ün ne olduğunu merak ederler. Geleneğimizde kitabın ve kâğıdın büyük bir değeri ve anlamı var. Geçmişte bir tek kâğıt parçası yerlere atılmaz. Tütün sarılı sigara kâğıdı bile yerlerden kaldırılır, duvarlara ve ağaç kovuklarına tıkıştırılırdı. Kanuni döneminde bir Fransız seyyah Osmanlı topraklarını gezerken hanların duvarlarında kâğıtların rulo edilip sıkıştırıldığını gördüğünde hayretini gizlemez. Sorduğu soruya aldığı cevap çok daha çarpar onu. Her kâğıt parçasına Kur’an’ın yazılma olasılığı vardır. Bunun için kâğıt değerli bir nesnedir. Bu değerli nesnelere yaklaşım da öyledir. Özellikle çok önemsenen kitaplara, bir kutsallık yüklenir, genellikle bunlar şiir ve hikmet kitaplarıdır. Daha çok da Hafız’ın divanı üzerinde tefeül edilir.
Tefeülde, konu ne ise niyet edilir, üç ihlas bir fatiha okunur, göz yumulur eldeki kitap bir yerinden aralanır. Açılan sayfada ne yazılmışsa o niyetin bir beklentisi olarak karşılanır. Buna uğur açma ve fal bakma da denilir. Ben de niyetimi yaptım, okudum, Mesnevî’nin 4. cildi elimdeydi, açtım. Önüme açılan sayfa benim için bir ışık oldu. Konu “kalbin parlatılmasıydı”. Mesnevi bir büyük tefsir. Salt Kur’an tefsiri değil, hadis ve hayatın da tefsiri. Doğrusu önüme açılan, beni doğrudan ilgilendiren önemli bir konuda kendi iç dünyamda da yoğunlaştım. “Kalbin parlatılması”. Günümüz bakışında kalbin temizliğinden sık söz edilir. Bu biraz da iyi niyet ve içte kötülük taşımama olarak algılanır. Bu, kimi taraflar arasında da alay konusu olur. Kalp bez gibi bir nesnemidir ki kirlenince yıkansın.
Konumuz Mevlâna ve Mesnevi. Mevlâna, kalbin parlatılmasının tek aracının namaz olduğunu ifade eder. Benzetmeler yapar. Israrla, namazın sürekli kılınmasını önerir. Örnekler verir: Demir, bir maden, bu maden işlenmediği sürece paslanır ve çürür. Kalbin parlatılmasının bir tek yolu olduğunu ifade eder. İşletilmesi, bu da Mevlâna’ya göre ancak namaz ile olur.
“Tanrı bil ki sana bir akıl cilâsı vermiştir., onunla gönül yaprağı arınır, aydınlanır.
A binamaz, cilâlanmayı bırakmışsın da heva hevesinin iki elini de açmışsın!”1
“Bulandırma da su durulsun., o suyun içinde ay ve yıldızları tavaf eder gör!
Çünkü ırmak insan suyuna benzer., bulandı mı artık onun dibini göremezsin.”2
“Kendine gel, bundan böyle çekin artık.. Çünkü Tanrı keremiyle tövbe kapısı açıktır.
Tövbenin batı tarafında bir kapısı vardır, kıyamete kadar açıktır.
O kapı. Güneş batıdan doğuncaya kadar açık kalacaktır. O kapıdan yüz çevirme!
Cennetin Tanrı rahmetiyle sekiz tane kapısı var., oğul, o sekiz kapıdan biri de tövbe kapısıdır.
Öbürlerinin hepsi bazan açılır bazan kapanır., fakat tövbe kapısı hep açıktır.
Bunu ganimet bil.. Kapı açık, hasetçinin körlüğüne rağmen derhal pilini pırtını oraya çek!”3
“Kim, gönlünü daha fazla cilâladiyse daha ziyade görür., ona daha fazla suretler görünür!
Sen eğer bu arılık, Tanrı lûtfu dersen gönlünü arıtmaya muvaffak oluş da onun vergisidir, onun lûtfundandır.”4
Mesnevî bir hikmetler kitabı. Hayatın hemen bütün alanlarını ilgilendiren konularda ağır şiir bölümleri var. Bu bölümleri okurun kaldırması ve anlaması güç. Salt belli bir sınıf bunları anlayabilir. Bir konuyu anlatırken, konu oldukça ağır ve ciddî ilerlerken birden konuyu bir alana çeker, bir mesel araya sıkıştırır, halk diliyle bir vurgu yapar, ya da ironik bir göndermede bulunur, okurun üzerindeki ağırlığı dağıtır. Bu dağılış yeni bir toparlanma getirir.
“Bu misal getirme, söz arasında bir vasıtadır.. Herkesin anlaması için vasıta şarttır.
Bir delile bağlanmadan kurtulmuş olan semenderden başka kim, vasıtasız ateşe girebilir.”5
Örneğin, bir konuda, önemli biri karşısında bir cahilin, ya da bir pervasızın densizliğini anlatırken ona yakıştırdığı ifadelerden biri “herzevekifdir. Bu sözcüğün ya da kavramın karşılığı: “Görevi haricinde her işe karışan münasebetsiz, densiz adamdır.” Bu kavram bile ancak onun ağzına yakışır.
Kendime dönük bu içselleştirmeyle ve hesaplaşmayla uğraşırken, 4. cildi yeniden, yeni baştan okumaya başladım. Yazıma nereden ve nasıl başlayacağımı düşünürken, o kadar çok konu önüme açıldı ki, neresinden tutarsam tutayım sayfalar dolusu yazı yazma zorunluluğu ile yüzleştim.
Mesnevi’nin ruhundan, bir büyük medeniyetin insanî yönünden söz etmek gerektiği ve bunun öne çıktığı belirdi.
Mevlâna, muhatabına, sanki insanın gözlerinin içine sevgiyle bakarak, eserini yani konularını anlatıyor. Onun baş muhatabı Hüsamettin’dir. Ona bazan Hüsam diye seslenir. Hüsam bir anlamda benim, ya da sensin sevgili okur. Belki de kendisi en iyi karşılığı verir:
“Bu kitap, masal diyenlere masaldır., fakat bu kitapta halini gören, bu kitapla kendini anlayan kişi de erdir!”6 Buna bir açılım daha kazandırır Mevlâna. Belki de Mesnevî’yi en iyi tanımlayan ve yorumlayan ifade budur.
“Mesnevî, Nil ırmağının suyudur. Kıpti’ye kan görünür, ama Musa kavmine kan değildir, sudur”7
“İşte ey Halk ziyası Hüsameddin, o susuzun maksadı gibi benim de bu Mesnevî’den maksadım sensin.
Mesnevî ferileri bakımından da, asılları bakımından da tamamiyle senindir., onu sen kabul etmişsindir.
Padişahlar iyiyi de kabul ederler kötüyü de., bir şeyi kabul ettiler mi artık reddetmezler.
Madem ki bir fidan diktin, onu sula, madem ki açtın, düğümleme!
Mesnevîlerdeki sözlerden maksadım senin sırrın, onun şiir halinde söylemekteki muradım senin sesindir.
“Bence sesin Tanrı sesidir., âşık, hâşa; sevgilisinden ayrılmaz.”8
“Mesnevî o kadar büyür ki kırk deve bile âciz olur, çekemez!”9
“Biz sırları açığa vururuz., işimiz budur bizim! Bu gizli şeyleri pusudan çıkarır dururuz.”10
“Gözlünün önünde susmak, sana fayda verir. “Kur’an okunurken susun, dinleyin” emri, bu yüzden gelmiştir.
Can gözü açık olan kâmil, sana söyle derse güzelce edeplice söyle.. Fakat az söyle, sözü uzatma.
Uzat diye emrederse yine emre uy, utanarak söyle!
Nitekim şimdi ben de bu güzelim Mesnevî’yi yazarken öyle yapıyorum ey hak Ziyası Hüsameddin!
Akıllı davranıp kısa kesmeye kalkıştım mı, oy beni yüz çeşit vesileyle söyletmeye kalkışır.
A ululuk ıssı Tanrı’nın ışığı Hüsameddin, görüyorsun mademki; sözden ne istersin ki”11
“Ey Hak ziyası Hüsameddin, balını tut, süt havuzuna at da o süt, bozulmadan kurtulsun.. Lezzet denizinde lezzeti büsbütün fazlalaşsın.”12
“Sanır mısın ki Mesnevî sözlerini okuyasın da ucuzca, bedavaca duyasın, anlıyasın!
Yahut hikmet sözleri ve gizli sırlar, kolayca kulağına girsin, ağzına gelsin!
Duyarsın duyarsın, ama sana masal gibi gelir.. Dış yüzünü duyarsın, içyüzünü değil!
Bir güzel, başına, yüzüne çarşafını örtmüş, senden yüzünü gizlemiş!
İnadından Kur’an, sana nasıl gelirse Şehname, yahut Kelile ve Dinme de öyle gelir!
İnayet sürmesi, gözünü aydınlatır, açarsa doğruyla mecazı o vakit ayırt eder, anlarsın”13
Dinleyenlerle ve okurla tam bir sohbet havas içindedir. Bunun zaman zaman karşılığı da bulunur. Ahmed Eflaki Ariflerin Menkıbeleri adlı eserinde Mevlâna bahsinde çok ilginç bir anekdot aktarır. Mevlâna, mecliste konumu gereği sürekli olarak başköşede oturur, sohbet eder, anlatır. Mevlâna’nın deyimiyle bir herzevekil, yanındakilere, her mecliste biz Mevlâna’yı dinlemek zorunda mıyız? 0 anlatıyor biz dinliyoruz. Bundan sonra biz ondan önce gelelim başköşeye oturalım. Öyle de yaparlar, bir grup, Mevlâna’dan önce gelir başköşeye kurulur. Herkes yerini almış, Mevlâna kapıdan görünür, bakar ki başköşe dolmuş, kapının hemen yanında boş bir yer bulur ve oraya ilişir. Herkesin yüzü baş köşeye dönük, ama baş köşedekinden tık yok. Mevlâna bakar ki başköşeden ses çıkmıyor, yavaş yavaş sohbete başlıyor, herkes yüzünü Mevlâna’ya çeviriyor. Kapının girişi o andan itibaren başköşe oluveriyor.
Başköşeden, yani Mesneviden yol alarak her an ve zaman için geçerliliği olanlardan tadalım. Şöyle ki Mevlâna o kadar kapsamlı eserinde o kadar çok inci sunuyor ki, onları kendi ifadesiyle, denizin dibinden, toprağın, kumların ve taşların arasından çıkarıp yerli yerine oturtunca inci gibi parlamaya başlıyor. İnci demişken Mesnevfye bir gönderme yapalım. “İnci denizin dibinden çıktı mı denizdeki köpüklerle çör çöpü hor hakir görürsün.”14 “senin ona olan inayetlerini iyice gördüm, anladım ki o senin denizinin biricik incisi.”15
Bize de düşen sözü dolandırıp durmadan ve uzatmadan edeple mesnevideki seçmelere kulak vermek.
Kendimiz ders alamıyorsak başkalarına vereceğimiz öğüdümüz olmaz.
Mesnevî’nin 4. cildinden Seçmeler
-II-
“Tanrı, her hüner ve sanata, her dilenen ve istenen şeye âşık olan kişinin dudağını, ilk önce o şeye dokundurur, ona o lezzeti tattırır.”16
“Görüyorsun ya dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür. Sonra şunu da bil ki, Âlemde hiçbir zehir, yahut şeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayak bağı olmasın. Evet., birine ayak olur, öbürüne bukağı. Birine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı! Yılanın zehri, yılana hayattır, insanaysa ölüm!”17
“O güzele kendi gözünle bakma., isteneni isteyenlerin gözüyle gör!
Kendi gözünü yum., gözünün yerine, ona âşık olanlardan ariyet bir göz edin!”18
“Hiddetin, kinin yapılıp düzüldüğü tezgâh oldu., bil ki kin, sapıklığın, kâfirliğin temelidir.”19
“Yüz tane kandilin olsa ister sönsünler ister yansınlar, değil mi ki hepsi ayrı ayrıdır., bir olamazlar. İşte bu yüzden bizim ashabımız, hep savaştadır., fakat peygamberlerin birbiriyle savaştıklarını kimsecikler duymamıştır! Çünkü peygamberlerin nurları güneştir; bizim duygu ışığımızsa kandil, mum ve is. Biri söner, öbürü gündüze kadar kalır., biri yanıp erir, öbürü parlar durur! Hayvani can, gıda ile dirilir., her iyi kötü şeyle de oluverir!”20
“Gönül evine bak! Gamla tozlandı mı süpürgeci olmaksızın tövbeyle süpürülür.”21
“Tanrı kıyamet gününde Peygamberini utandırmaz” âyetini doğru bil; Müminlerin nurları, önlerinde ve sağlarında yürür yollarını aydınlatır” âyetini oku.”22
“Muratları, dilekleri koruyan adalettir.”23
“Güzel sesi dinlemek âşıklar gıdadır., çünkü güzel ses dinlemede kalb huzuru ve Tanrıyla birleşme zevki vardır.
Adamın içindeki hayaller kuvvetlenir, hatta hayaller o güzel sesten, o güzel nağmeden suretlere bürünür.”24
“Ey Müslüman, edep nedir diye arar sorsan bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir.”25
“Halbuki, bu, nasıl sen olabilir? Sen o tek kişisin; sen kendinin güzelisin, kendinin dilberisin, kendinin sarhoşusun!
Kendinin kuşu kendinin avı, kendinin tuzağısın., kendinin baş köşesi, kendinin döşemesi, kendinin damısın.”26
“Bu âlem bir testidir, gönül de ırmak suyuna benzer. Bu âlem odadır, gönülse görülmedik ve şaşılacak şeylerle dolu bir şehir.”27
“Din padişahına toprak diye bakma a bilgisiz! Mel’un şeytan da Âdem’e bu bakışla bakmıştı.”28
“Ruhların aşağılanması, bedenler yüzündendir… bedenlerin yüceliği ruhlardandır. Ey âşıklar, arı duru şarap sizindir, size sunulur. Baki olan sizsiniz, baka sizindir!
Ey yüreklerinde aşk derdi olmayanlar, kalkın, âşık olun., işte Yusuf’un kokusu gelmekte, hemen koklayın, o kokuyu alın.”29
“Ey dinliyen, yakini Tanrı daha iyi bilir ya, bu devir geçti… (Kendi zamanına ve zamanının Süleyman’ına dikkat et de) bundan böyle kutluluk senin olsun.”30
“Tanrı’nın sevap karşılığı olarak verdiği en bayağı hıl’at bile güneş ziyasından daha parlak daha üstündür.”31
“Hırsı din işinde ve hayırda ara; din işinde ve hayırda haris ol. Bu işler zaten güzeldir., hırsın geçse bile güzel görünür!
Hayırlar esasen güzel ve latiftir, başka bir şeyin aksiyle güzel görünmüş değildir. Bu işlerde hırsın parlaklığı geçse bile hayrın letafeti, hayrın parlaklığı kalır.”32
“Karanlıklar üstüne çöken karanlıklara düşerler de ne akıl onlara yar olur, ne de kıyamet günü devlete erişirler.”33
“Aklın varsa başka bir akılla dost ol, görüş danış!
İki akılla birçok belâlardan kurtulur, ayağını göklerin ta yücesine korsun.”34
“İyiyi, kötüyü fark eden adamla oyun olmaz; hele o adamın bu fark edişi ve aklı gayıpları görür, söylerse!”35
“Bütün sanatlar, şüphe yok ki Önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar! Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça öğrenebiliyor mu? Hile kılı kırk yarar ama usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez! Sanat bilgisi, bu akılla olsaydı ustasız bir sanat meydan gelirdi.”36
“Pişman olmayı kendine âdet edinirsen boyuna pişman olur, nihayet pişmanlığa da daha ziyade pişman olursun.”37
“İyiyi bilmedikçe kötüyü bilemezsin., ey yiğit zıt, zıddiyle görülebilir.”38
“Bedenin secdegâhı olan mescit gönüldür., kötü dost da her yerde mescitte bitten keçiboynuzudur!”39
“Nefsin neyi isterse ihtiyarın [özgürlüğün] var, fakat aklının istediği şeyde mecbursun ha! Bahtı yaver ve talihi kutlu olan bilir ki akıl ve zekâ taslamak İblistendir [şeytandandır], aşk Âdemden! Akıl ve zekâ, denizde yüzgeçliğe benzer., bundan az kişi kurtulur ve yüzgeçlikte bulunan nihayet gün gelir, gark olur gider! Yüzgeçliği bırak, kibirden kinden vazgeç., bu ırmak değil, dere değil, denizdir deniz.”40
“Başsız hareket eden, kuyruk olur., böyle adamın hareketi akrebin hareketine benzer.”41
“Kötü yaratılıştı kişiye ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkiyanın eline kılıç vermeye benzer!”42
“Savaş, delilerin ellerindeki kılıçları alsınlar diye müminlere farz olmuştur.”43
“Ahmaklar baş oldular da akıllılar başlarını kilime çektiler!”44
“Ey Mustafa, bu nur denizinde kaptanlık et., çünkü sen, İkinci Nuh’sun.”45
Dolunay, gökyüzünde geceleri yürür., köpeklerin sesi yüzünden yürüyüşünü bırakmaz.”46
“Tanrı yolunun, Tanrı durağının bilgisin ancak gönül sahibi, yahu da gönül sahibinin gönlü bilir! İşte Tanrı bu terkipte lâtif bir hayvan olan insanı yarattı, onu bilgilere eş etti.”47
“İyi kişilere dost olmıyan, elbette kötülerin yanında yer alır, onlara komşu olur.!”48
“Arifin Tanrı’ya hamdetmesi doğrudur… çünkü o hamdin şahidi eldir, ayaktır.”49
“Güzelin her tarafta binlerce şahidi vardır. Sedefteki incinin oluşuna şehadet edenler gibi.”50
“Gönül büyük ve geniş bir eve benzer.. Gönül evinin gizli komşuları vardır.”51
“Kuran okusan a.. Şeytan ve kavmi, gizlice insanların halinden koku alırlar.”52
“Kokusunu gizlesen bile sarhoşun gözlerini ne yapacaksın ki?”53
“Muhammed demiştir ki: Seher yelinin eliyle bana Yemen’den Tanrı kokusu gelmekte.”54
“Fakat ruhun nafakası noksan olan kişinin canı o noksan yüzünden titremeye başlar.”55
“Ahmaka verilecek en iyi cevap sükûttur.”56
“Oğul, cana gıda akıl nurudur.”57
“Akıl, iki akıldır: birincisi kazanılan akıldır.. Sen onu mektepte çocuk nasıl öğrenirse öyle öğrenirsin..
Kitaptan, üstattan, düşünceden, anıştan, mânalardan, güzel ve dokunmadık bilgilerden.
Aklın artar, başkalarından daha fazla akil olursun.. Fakat bu ezberlemekle de ağırlaşır, sıkılırsın.
Geze dolaşa âdeta bir ezberleme levhası kesilirsin.. Halbuki bunlardan geçen levhi mahfuz olur!
Öbür akıl Tanrı vergisidir.. Onun kaynağı candadır.
Gönülden bilgi ırmağı coştu mu ne kokar, ne eskir, ne de sararır!
Kaynağın yolu bağlı ise ne gam! Çünkü o anbean ev içinde coşup durmaktadır!
Tahsil ile elde edilen akıl, ırmaklara benzer… o, şuradan buradan çıkar evlere gider.
Yolu kapandı mı çaresiz kalır, akmaz! Sen çeşmeyi gönlünde ara.”58
“Kurttan bekçilik istemek doğru bir şey değildir.. Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, aramamak demektir.” (…) “Kim, dostlarla düşer kalkarsa külhanda bile olsa gül bahçesindedir.” (…) “İmana mensup akıl âdil bir sahneye benzer… Gönül şehrinin bekçisidir, hâkimidir.
Kedi gibi aktı uyanıktır onun… Hırsız, fare gibi delikte kala kalır.”59
“Yüz binlerce göze ses duyma kabiliyeti verilmemiştir; hiçbir gözün ses duymada haberi yoktur.”60
“Dağınıklık pusuda topluluğu arar.”61
“Yüzün sararması, saçın sakalın ağarması, olgun aklı müjdeler.”62
“Sükut denizdir, söylemek ırmağa benzer.”63
“Kur’an, gerçi Peygamberin dudağından çıkar, ama kim Tanrı söylemedi derse kâfirdir.”64
“Fakat her yerde kendinden geçen, kötülük etmez.. Şarap zaten edepsiz olanı edepsiz eder.”65
“Aklın olmadı mı unutkanlık sana hakim olur. Sana düşmanlık eder, tedbirini bozar.”66
“Vehim, âlemleri yakan firavun’undur; akıl, canları parlatan, aydınlatan Musa’ndır.”67
“A iğri görüşlü, sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri, iki görme Bana bir an olsun benim gözümle bak da varlıktan öte bir meydan gör.”68
“Tanrı uykuya öyle bir hal vermiştir ki düşünceyi iki âlemden de keser.”69
“Fakat halk, kime secde ederse onun canını zehirliyor demektir.
Bir kere devlet yüzü çevirdi, bir kere bahtı döndü mü kendisine secde edenin kendisini zehirlediğini o da anlar, bilgi sahibi olan adam da!”70
“Yol kesen, asla bir yoksulu dövüp vurmaz.. Kurt ölü kurtu katiyen ısırmaz!”71
“Hadi bunu mucize sayma! Peki bir de güneş gibi apaydın olan ve adına Ümmül Kitap denen yüz dilli Kur’an’a bak! Kimsenin ondan bir harfi çalmaya yahut sözüne bir söz katmaya ne haddi var ne kudreti! Üstünün dostu ol ki üstün olasın.. Kendine gel behey azgın, mağlûplara dost olma!”72
“Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmiyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu soramaz.
Sual de bilgiden doğar, cevap da.. Nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de.
Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş.. Nitekim acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da.”73
“Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış ruhlar da.
Bu sedeflerin hepsi bir değil.. Birisinde inci var, öbüründe boncuk.
Buğdayları samandan ayırmak nasıl lazımsa bu iyiyi kötüden ayırmak vacip.
Bu âlem halkı, hikmet hazineleri gizli kalmasın, meydana çıksın diye yaratılmıştır.
Ben bir hazineydim dedi Tanrı, hem de gizli.. Bunu duy da cevherini kaybetme, meydana çıkar.”74
“Çocukta anlıyan bir kulak olmazsa anasının sözünü duymaz, dilsiz olur.
Anadan doğma sağır, daim dilsizdir de.. Söyliyen kişi, sözü önce anasından duymuştur.”75
“De ki: Nur, kalbi girdi mi nişanesi şudur: İnsan bu yalan yurttan uzaklaşır, neşeler yurdu olan ahiretten de geçer.”76
“Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır.. Çünkü onun kalbi ganidir ve bu da Tanrı vergisidir.”77
“Dini avlamaya bak ki onunla beraber güzellik, mal, mevki ve sana fayda veren baht da senin olsun! Ahiret, bil ki deve katarıdır; dünya malı da devenin yünü ve tüyü. Katara sahip oldun mu yünü, tüyü de onunla beraber gelir.”78
“Yiğid el elin üstündedir., hünerde de, kuvvette de el elin üstündedir arşa varınca! Ellerin sonu Tanrı elidir.. Deniz şüphe yok ki sellerin varıp döküldüğü son yerdir.”79
“Bu kara sudan ayrılmıyorsun da Tanrı kaynağından ayrılmaya nasıl katlanıyorsun ya? Bu kara suyu içmedikçe pek dincelemiyor, esenleşemiyorsun.. İyi kişilerden ve onların içtikleri kaynak suyundan ayrılınca halin ne olur?”80
“Vehmin gözü perdelidir, hakikati göremez.”81
“Çünkü söz söylemek, tasdik edilmek içindir.. Tanrı’ya şirk koşan can, doğruya inanamaz.”82
“Fakat gönül sahibinin aklı sur üfürülünceye dek olacak şeyleri görür.”83
“Söz söylemeden yücelik aramayın.. Bekliyen kişiye dinlemek, söylemekten yeğdir.”84
“Çocuğun aklı, yazı yazanların etrafında dört dolaş der, ama insan, kendi kendisine bir şey belliyemez.
Hastanın aklı, hastayı doktora çeker, götürür, ama kendisi, derdine derman olamaz.”85
“Tanrı’nın mühürlediği kulağa öğüt mü girer? Sonradan olan şey, ezeli hükmü nasıl değiştirir?”86
“Mü’min Tanrı nuriyle görür” sözü saçma değil. Tanrı nuru, gökleri bile delip geçer. Senin gözünde o nur yok.. Yürü, sen hayvanî duygulara kapılıp kalmışsın!”87
“Çalışıp çabalar, akla hizmet edersen aklın sana yapacağı şey şudur: Seni doğru yola ulaştırır; bu yola ulaşma vesilelerini arttırır!”88
“Beden topraktır, fakat Tanrı ona bir ışık verdi mi âlemi kaplamada, dünyayı zaptetmede ay gibi üstad olur.”89
“Nefis Firavun’dur, sakın ha doyurma., doyurma, da eski küfrü aklına gelmesin.”90
“Suret elbise ve sopa gibidir.. Bu nakışları, akıldan, candan başka bir şey yapamaz!”91
“İnsanın bedenine ait duygusu noksandır. Fakat içinde pek ulu, güzel bir huy vardır.”92
“Yumuşak söyle, ama sakın doğrudan gayri bir şey söyleme.. Yumuşak sözlerle vesveseler satmaya kalkışma!”93
“Övmek, tarif etmek, perdeyi yırtmaktır. Halbuki güneşin anlatılmaya da ihtiyacı yok tarife de.”94
“Zira şeytan, onu yoksulluklarla korkutur, sabır beygirini sinirleyip öldürür.”95
“Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar.”96
“Yağmur, pis şeyleri arıtmak için gökten yağar..”97
“Söz ve iş içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi gizli sırrı meydana çıkarır.”98
“Akıl, her sabah melek gibi o Levh-i Mahfuz’dan bir ders alır.”99
“Biz ne hava akkuşlarıyız, ne ev kuşları. Bizim yemimiz yemsizlik yemidir.”100
DİPNOTLAR
1) Mesnevi, Mevlâna, Çeviren Veled İzbudak, gözden geçiren Abdülbaki Gölpınarlı, IV. Cilt, Konya Büyükşehir Belediyesi yayını, İstanbul, Aralık, 2004. s. 198. 2)Age. S. 198. 3) Age. S. 200. 4) Age. S. 229. 5) Age. Cilt V. s. 50. 6) Mesnevi, Mevlâna, çeviren Veled İzbudak, gözden geçiren ve düzenleyen Abdülbaki Gölpınarlı, 4. cilt, s. 3. Maarif basımevi, 1955, İstanbul. 7) Age. 5. 3. 81 Age. S. 62. 9) Age. S. 65.101 Age. S. 83. 11) Mesnevi, Mevlâna, Çeviren Veled İzbudak, gözden geçiren Abdülbaki Gölpınarlı, IV. Cilt, Konya Büyükşehir Belediyesi yayını, İstanbul, Aralık, 2004. s. 167,168. 12} Age. S. 267. 13) Age. S. 269. 14) Mesnevi. Mevlâna, çeviren Veled izbudak, gözden geçiren ve düzenleyen Abdülbaki Gölpmarlı, 4. cilt, s. 3. Maarif basımevi, 1955, İstanbul, S. 73.151 Age. S. 82. 16) Age. S. 4, 5. 17) Age. S. 6. 18) Age. S. 7.19) Age. S. 10. 20I Age. S. 37 21) Age. S. 39. 22) Age. S. 50. 23) Age. S. 60. 24) Age. S. 61. 25) Age. S. 63. 26) Age. S. 66. 27) Age. S. 67. 28) Age. S. 68. 29) Age. S. 70. 30) Age. S. 69. 31) Age. S. 85. 32) Age. S. 93 33) Age. S. 103. 34) Age. S. 104. 35) Age. S. 105. 36) Age. S. 107. 37) Age. S. 110. 38) Age. S. 110. 39) Age. S. 113. 40) Age. S. 115. 41) Age. S. 117. 42) Age. S. 118. 43) Age. S. 118. 44) Age. S. 119. 45) Age. S. 119, 46) Age. S. 120. 47) Age. S. 124. 48) Age. S. 134. 49) Mesnevi, Mevlâna, Çeviren Veled İzbudak, gözden geçiren Abdülbaki Gölpınarlı, IV. Cilt, Konya Büyükşehir Belediyesi yayını, İstanbul, Aralık, 2004. s. 146. 50) Age. S. 148. 51) Age. S. 148. 52) Age. S. 148. 53) Age. S. 151. 54) Age. S. 151. 551 Age. S. 154. 56) Age. S. 154. 57) Age. S. 160. 58) Age. S. 161. 59) Age. S. 162. 60) Age. S. 165 61) Age. S. 166. 62) Age. S. 167. 63) Age. S. 168. 64) Age. S. 172. 65) Age. S. 174. 66) Age. S. 184. 67) Age. S. 186. 68) Age. S. 192. 69) Age. S. 213. 70) Age. S. 217. 71) Age. S. 218. 72) Age. S. 226, 227. 73) Age. S. 236. 74) Age. S. 237, 238. 75) Age. S. 238. 76) Age. S. 241. 77) Age. S. 245. 78) Age. S. 246. 79) Age. S. 248. 80) Age. S. 251. 81) Age. S. 256. 82) Age. S. 258. 83) Age. S. 259. 84) Age. S. 259. 85) Age. S. 260. 86) Age. S. 263. 87) Age. S. 265. 88) Age. S. 271. 89) Age. S. 271. 90) Age. S. 280. 91) Age. S. 288. 92) Age. S. 291. 93) Age. S. 294. 94| Mesnevi, Mevlâna, Çeviren Veled İzbudak, gözden geçiren Abdülbaki Gölpmarlı, V. Cilt, Konya Büyükşehir Belediyesi yayını, İstanbul, Aralık, 2004. s. 35. 95) Age. S. 38. 96) Age. S. 43. 97) Age. S. 48. 98) Age. S. 52. 99) Age. S. 57. 100) Age. S. 59.
Yedi İklim Dergisi – Mevlana Özel sayısı