MEVLÂNÂ’NIN EDEBÎ KİŞİLİĞİNİ ETKİLEYEN ŞAHSİYETLER VE ESERLERİ – Ahmet Kâzım ÜRÜN

III. ULUSLARARASI MEVLÂNA KONGRESİ 

MEVLÂN”NIN EDEBÎ KİŞİLİĞİNİ ETKİLEYEN ŞAHSİYETLER VE ESERLERİ

Doç. Dr. Ahmet Kâzım ÜRÜN*

 
Sayın Başkan, değerli Çelebi Ailesi, saygıdeğer öğretim üyeleri, değerli misafirler, bu kongrenin hayırlara vesile olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Malûmunuz üzere, bütün insanlar gibi önemli şahsiyetler de bulundukları noktalara çeşitli evrelerden geçerek gelmişlerdir. Şahsiyetleri oluşturan birikim ve donanımın seviyesi ve değeri, genetik özellikleri kadar çevre şartları ve etkilendikleri kültür kaynaklarıyla da irtibatlıdır. Kendinden önceki şair veya düşünürlerin fikirlerinden, sözlerinden, doktrinlerinden faydalanmayan veya etkilenmeyen hiçbir şâir veya düşünür yoktur. Gölpınarlı”nın deyişiyle “yapıcı kudret, kurucu hamle, yoğurucu kabiliyet; o sözleri, o doktrinleri, o fikirleri kendi kattığı özelliklerle yepyeni bir hâlde, yeniden yapar, yeniden kurar, kendi şahsiyetiyle yoğurur; yaşadığı çağın ihtiyaçlarından aldığı ilhamla kendi yapıcı kabiliyetini birleştirir; yeni bir yön verir.”1
Türk düşünce, kültür ve edebiyatında olduğu kadar evrensel değerler sisteminde de önemli bir yere sahip olan büyük düşünür ve aynı zamanda şair ve hikayeci Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî, hayatının değişik kademelerinde çeşitli kaynaklardan edindiği bilgileri birbirinden değerli eserlerinde bizlere sunmuştur. Evrensel mesajlar taşıyan bu bilgilerin daha iyi anlaşılabilmesi ve Mevlânâ”nın edebî birikiminin derinliğinin tespiti için, onu etkileyen şahsiyetlerin ve eserlerinin bilinmesi gerekir.
Eserlerine genel olarak bakıldığında, onun esinlendiği en önemli kaynaklar şüphesiz Kur”an ve Hadis”tir. Daha sonraki esin kaynakları için bir genelleme yaparsak bütün antik çağ düşüncesini gösterebiliriz. Eserlerinde, pek çok Batılı ve Doğulu şair ve edibinin izlerini görmekteyiz. Bunlar arasında en önemlileri doğuda başta Feridüddîn Attâr2 ve Senâî3 olmak üzere Nizâmî, Rûdekî, Minûçihri, Nâsır-ı Husrev4 gibi şairler Ebû Haşim Küfî (h. II.yüzyıl), İbrahim İbni Edhem (777m.), Davud-i Taî (781), Şakîk-i Belhî (790), Fudayl b. Iyad (797), Ma”ruf-i Kerhî (815), Bişr-i Hafî (841), Ahmad b. Hıdraveyh (854), Hâ-is b. Esedu”l-Muhasibî (857), Ebû Turâb-ı Nahşebî (859), Zün-Nûn el-Mısrî (859), Yahya b. Muaz (871), Ebu Yezid-i Bestamî gibi mutasavvıflar, batıda Doğu-İslam şiirinde aklı temsil eden Eflatun5 , Arap dünyasında ise İmru”u”l-Kays, Ka”b b. Zuheyr gibi Cahiliye şairleri, el-Mütenebbî, Ebû Temmâm ve Ebu”l-Alâ el-Ma”arrî gibi Emevî ve Abbâsî şairleri, gerek şiirleriyle gerekse düşünceleriyle, Mevlânâ”nın fikrî ve edebî dünyasında müessir olmuşlardır.
Bir başka bildiriye konu olabilecek genişlikte gördüğüm Fars edebiyatından etkilenmesi konusunda ilgimi çeken bir örnekle yetineceğim. İran”ın meşhûr Hamse şâiri olan Nizâmî (1200 takriben?)”ye ait bir mısraya Divân“ında şöyle yer verir:
Senin şahına mat olan piyâde, ne kutlu piyâdedir. Senin yüzünü görmekten ayrılmayan yüz, ne hoş, ne güzel yüzdür. Senin yaralanmandan, senin açacağın yaradan kaçmam ben; çünkü senin belâ ateşine yanmayan gönül, soğuktur, hamdır. Hani Nizâmî, şiirinde der ya; ben de onun gibi diyorum: Cefâ etme, bende senin cefâna dayanacak güç-kuvvet yok.6
Mevlânâ”nın, zamanının bütün bilgilerini kavramış, Hind-İran, Yunan-Roma mitolojisini bilen, yeri gelince ayetlerden, hadislerden faydalanan bir bilgin olduğunu söyleyen Gölpınarlı onun Arap edebiyatıyla olan ilişkisini de şöyle değerlendirmektedir:
“Arap şairlerini tamamıyla okumuştur. Bazı şiirlerinde, A-rap şiirlerinde olduğu gibi çöl havası duyulur, ayaklarımız kumlara batar, deve katarlarının çan seslerini, katarı hayda-yanların mavallarını duyarız. Zaten Şems”in onu Mütenebbî divanını okumaktan men etmesi de, onun Arap edebiyatıyla ne kadar meşgul olduğunu gösterir7.”
Gölpınarlı”nın bu sözünü teyit eden bir husus da Mevlânâ”nın uzun bir süre devam ettiği Suriye”de bulunan Haleviye Medresesi ve dönemin diğer o-kullarında eski Hind-İran felsefesiyle Yunan felsefesini çok iyi bilen ve İslam”la kaynaştıran Şehâbeddin Sühreverdi gibi şahsiyetlerin düşüncelerinin onda etkili olduğudur. O günün Suriye”sinde, günümüzde olduğu gibi camiler, kiliseler ve manastırlar iç içeydi.
Şems-i Tebrîzî”nin Mevlânâ”nın okumaktan vazgeçmesini istediği divâ-nın yazarı Ebu”t-Tayyib el-Mutenebbî (ölm. 965 m.), klasik Arap şiirinin önde gelen simâlarındandır. Arap şiiri eleştirmenlerince klasik Arap şiirinin en güçlü iki şairinden biri kabul edilen el-Mutenebbî, günün edebiyat anlayışı çerçeve-sinde devrin Hamdanî hükümdarı Seyfu”d-Devle”ye yazdığı methiyelerle şöhret bulmuştur. Divân ve Menakibu”l-Arifîn“de Mevlânâ”nın onu çok okuduğunu görmekteyiz.8
Bir didaktik eser olarak kabul edebileceğimiz bir doğu geleneği olarak bildiklerini gördüklerini, duyduklarını hikâye tarzında kaleme aldığı Mesnevî adlı eserinde Câhiliye döneminin ünlü muallaka şairi İmru”u”l-Kays (ölm.565m.), cömertliğiyle ün salmış Hâtım et-Tâî, III. Yüzyıl Mısır sûfilerinden Zûn”n-Nûn-ı Mısrî (245/859), İhvân-ı Safâ, el-Kitâb adlı eseriyle meşhur ünlü Arap dilbilgini Sibeveyhi gibi Arap edebiyatından bazı şahsiyetlere yer vermiştir.9 Kanaatimizce bu etkilenme, kimi zaman çok az sayıda da olsa onun Arapça mısralar söylemesinde makes bulmuştur.10
Divan-ı Kebîr adlı eserinde ise Mevlânâ”yı öğretici olmaktan çok duygu verici olarak görmekteyiz. İnsanı temelden kavrayıcı ve değiştiricidir. Daha önceki bildirimizde Mesnevî”de geçen Arap edip ve şairlerine detaylı değindiğimiz için burada başta Divân-ı Kebîr olmak üzere Mevlânâ”nın Mesnevî dışındaki eserlerinde geçen Arap şair ve ediplerine değineceğiz.
Divân-ı Kebîr”de, Mevlânâ”nın Şems”le buluşmasından sonra bir dönü-şümün ifadesi olan şu mısralarda onun bilim ve aklı öne çıkaran iki ünlü şahsi-yet, Ebû Alî olarak andığı İbn-i Sinâ ve Ebu”l-Alâ olarak andığı Ebu”l-Alâ el-Maarrî”den vazgeçtiğini görmekteyiz.
Akıl, yokluğa ayak basmadır, orda ancak diken var; aşksa o dikenler, orda değil, sende, senin içinde der.
Kendine gel, sus da varlık dikenini çıkar ayağından; çıkar da içindeki gül bahçelerini gör, onları seyre dal.
Haydin, gelin; komşulara bir devlettir, komşu oldu; artık bundan böyle Ebû Alî11 de, Ebu”l-Alâ da kaldı gitti; onlarla işimiz kalmadı.12
Mevlânâ”nın tasavvufa dönüşünün kavşağında künyelerini bir şiirsel üs-lûpla dile getirdiği bu iki şahsiyetten adetâ biri bilimi diğeri aklı temsil ediyor. Mevlânâ”ya göre bilim ve akılla ulaşılabilecek yer sınırlıdır. Evrende mevcut bilgilerin tamamına ulaşabilmek mümkün değildir. Oysa aşk olarak ifade ettiği tasavvuf, evrendeki bütün bilgilerin yaratıcısına teslimiyetle vücûdun sükûna ereceği, “fena fillâh” kavramında ifadesini bulan bir yok oluştur.
el-Mutenebbî ve Ebu”l-Alâ el-Maarrî, Mevlânâ”nın Halep ve Şam”daki öğrenimi sırasında divânlarını okuduğu ve kendilerinden etkilendiği kuvvetle muhtemeldir. Biri şairliğin zirvesinde, diğeri aklı ön planda tutan iki edip.
Mevlânâ, eserlerinde ilgisini çeken ve işlediği konuya uygun gelecek başka edip ve yazarlardan iktibaslar yapmaktan çekinmemiştir. Meselâ Fîhi Mâfih adlı eserde el-Mutenebbî”nin bir sözüne yer verir:
Aziz ve Celîl olan Tanrı”nın hikmet, marifet ve kerâmet elbiseleri giydirdiği kulları vardır. Her ne kadar halkın bunları görebilecek görüşleri yoksa da, Tanrı onları pek çok kıskandığından, onlar da kendilerini tıpkı Mutenebbî”nin “ Kadınlar ipekli elbiseleri süslenmek için değil, güzelliklerini korumak için giydiler.” dediği gibi, (hikmet, marifet ve kerâmet elbiseleriyle) örterler.13
Yine Mektuplar adlı eserinde de Mutenebbî”nin kimi mısralarına yer verir:
Bölük bölük insanlar, çeşit çeşit âşıklardır;
En uluları, en yüceleri, sevgilisi en ulu, en yüce olanıdır.14
Düşmanın, onları çarparak çetin, arslan gibi güçlü-kuvvetli erlerini tavşanın dişi yavrularına döndürmesinden çekinmezler mi?
İtâatinden çıkan bâzı kişileri, savaşta nasıl okla yere yıktığını görürler de ibret almazlar mı?
Atları, torbalar, insan kellelerinin tepelerine asılmadıkça saman yememeyi âdet edinmiş;
Sular, şakayık çiçeklerinin arasından görünen yeşillik gibi kanla bulanmadıkça da su içmez o atlar.15
Gözlere sürme çekmek, gözlerin anadan doğma sürmeli oluşuna benzemez.16
Divan-ı Kebîr”de, bir ünlü Arap dilcisi olan Ahfeş17“i adetâ somut kelimeler üzerinde yorum yapan birisi olarak anıyor; kendisini de kelimelerin sözlerin ötesinde bir mana alemine oturtuyor.
Ey zamanı hoş, nefesi kutlu güzel, hiç de hazırlanmamışken, hiç de ummazken tuzağına tutuluverdim, düştüm sana ey şarap mı şarap, âteş mi âteş güzel.
Yok – yok, sus artık, sus, dilsiz ol; çünkü bu, o çeşit okuyuş değil ki Ahfeş anlasın bunu.18
Ahfeş, dudaklarını bir araya toplayamaz ve güzel söz söyleyemezdi. Rivâyete göre bu yüzden, bir keçinin boynuna ip bağlamış, ipin ucunu eline almış, böylece keçiye ders verirmiş; her söz başında anladın mı der ve ipi çekermiş. Keçinin başı sallanınca dersin kalan kısmına geçermiş. Bu yüzden susup yalnız baş sallayarak sözü tasdik edenlere, yahut aptallara “Ahfeş”in keçisi gibi ne başını sallayıp duruyorsun” denir.
Arap edebiyatında cömertliğiyle ün salmış Hâtem et-Tâî, Mevlânâ”nın cömertlikle ilgili ifadelerinde çoğu kez referans olmuştur.
Bugün bir gayret et, el açıklığında bulun, cömertlikle canını ver. Hâtem bile kâfirken kurtuldu, çünkü cömertliğe sarılmıştı.
Bu cömertlik ekmek için kurulu tuzağa benzer, fakat temizlik, neşe, can tuzağıdır tıpkı; cömertliğe sarılan nerde, neşeye, safaya sarılan nerde?19
Yine Makâlât adlı eserinde, Hâtem”i anarak cömert insanlardan beklenenin cömertlik yapmaları olduğunu ifade etmektedir.
Tatlı suyun başı kalabalık olur; Hâtem”in bağışta bulunması, ağırlaması daha doğrudur.20
Hicrî II/Milâdî VII. Yüzyılda , Irak”ta, özellikle Basra”da kendilerine “İhvânu”s-Safâ ve Hullânu”l-Vefâ” yani “tertemiz kardeşler ve vefâ dostları” adını veren gizli bir cemiyet kurulur. Yunan felsefesini İslâm”a tatbik eden ve İsmâilî inancını benimseyen bu cemiyetin etkisiyle meydana gelmiş ve tasavvufa pek büyük tesiri olmuştur. “İhvânu”s-Safâ” tabiri, bunlardan tasavvufa da geçmiş ve bunlar kastedilmeksizin de kullanıla gelmiştir ki Mevlânâ da bu deyimi bu anlamda kullanmıştır. Bunların felsefî doktrinlerini toplayan kitabın adı ise Resâilu İhvânı”s-Safâ“dır. Mevlânâ, düşüncelerini desteklediği bu gruba Mesnevî“de olduğu gibi Divân-ı Kebir ve Mektuplar adlı eserlerinde de yer verir: Dışarıda yoldaşlarım var, gönlümde iş erleri. Evde bir bölük dilber hepsi de tertemiz kardeşler (İhvân-ı Safâ) sofasında.
Ey bahçenin, yeşilliğin aydınlığı, ey selvinin, yaseminin sâkisi, seni andım da ağzım tatlılandı.21
Mektuplar“da ise şöyle anmaktadır:
Ayrılık vehminin, ayrılık hayâlinin gelemeyeceği, usanç korkusunun, kötülük zararının uğrayamayacağı, huy aykırılığının bozamayacağı, ayrılık kargasının ötemeyeceği, zamâne düzeninin yol bulamayacağı bir kavuşup buluşmayı arzuluyorum. O İhvân-ı Safâ”nın, o vefâlı arkadaşlar meclisinin toplandığı sarayın perdesine, ölümsüzlük, ebedîlik yazısıyla, bu, öylesine bir kavuşup buluşma ki artık bundan böyle ayrılık yok; “Bu öylesine bir yaşayış ki ardında ölüm yok; ölüm öylesine boğazlandı ki artık dirilemez yazısı yazılsın. O güzel huylu, o temiz yaradılışlı zâtla böyle bir kavuşup buluşmayı, Tanrı kolaylaştırsın, Tanrı hazırlasın inşaallâhu teâlâ.22
Mevlânâ”nın tasavvufa yönelmesinden sonraki dönemde, etkilendiği bir önemli şahsiyet de, III. yüzyıl Mısır sûfilerinden Zü”n-Nûn-ı Mısrî”dir.
Gönle vuran güzellik göze de görünseydi her elini, yüzünü yumıyan kirli kişi Şeyh Zûn-Nûn kesilirdi.
Ey bakınıp duran tâcir, ne vakte dek bakıp kalacaksın? Sevgiliyi elde etmek ucuz olsaydı bu bakışla sevgili meydana çıkardı elbet.
Yeni bir konuk geldi amma şu nimetler bütün dünyaya yeter, hattâ dünyadakiler daha fazla olsaydı nimetler de daha fazla gelirdi.23
Mevlânâ, Mektuplar adlı eserinde Mutenebbî”nin dışında ünlü Muallaka şairi Tarafa ve Sâhib İbn Abbâd”a ait mısralara da yer verir:
Yakınların zulmü, en çetin zulümdür;
İnsana, Hind kılıcından artık işler.24
Sırça incelmiştir, şarap da incelmiştir;
Birbirine benzemiştir; iş de zorlaşmıştır.25
Bütün bunlardan hareketle, Mevlânâ”nın Arap edip ve şairlerden etkilenmesinin daha çok öğrenim için gittiği Halep ve Şam”da okuduğu divân ve diğer eserlerle başladığını; Konya”ya döndükten sonra bunlardan ilgi duyduklarını daha derinlemesine incelediğini söyleyebiliriz. Ele aldığı konuları desteklemek amacıyla adeta bir şahid getirir gibi bu şahsiyetlere yer vermiştir. Ayrıca Mevlânâ”nın yaşadığı dönemde, günümüzde yeni yeni oturmaya başlayan bölge ülkeleri arası kültürel ilişkilerin önünde herhangi bir engel olmadığı için etkileşimin daha fazla olduğu da göz ardı edilmemelidir.
Bu duygu ve düşüncelerle, beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyor saygılar sunuyorum.
 
 
1891 Osman Saraç, Hazreti Mevlana Ve Arap Dünyası, Tercüman Gzt. (İstanbul) 16.12.1966.
Melih Cevdet Anday, Zeyd Amrı Dövdü, Cumhuriyet Gz. (İstanbul) 22.12.1972.
 
 
* Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Böl. Öğretim Üyesi.
1 Mevlânâ Celâleddin, Mektuplar, (Çeviren ve Hazırlayan Abdulbâki Gölpınarlı), İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1963, s.XII.
İranlı bir ünlü mistik şair. 513/1119″da Nişabur”da doğmuş, 589/1193″de ölmüştür. Mantıku”t-Tayr, İlâhinâme, Esrârnâme, Musîbetnâme, Usturnâme ve Tezkeretu”l-Evliyâ gibi kırka yakın eseri vardır. Mevlânâ üzerine olan etkisine kimi örnekler için bkz. Mevlânâ, Mesnevî, (İzbudak Çevirisi), I/129, I/2771, III/3750, IV/2567,VI/6382
3 İran”ın ünlü mistik şairlerinden biridir. Gazneli Hakîm Senaî diye şöhret bulmuştur.
576/1180″de Gazne”de ölmüştür. Mevlânâ, Senaî ve Attâr hakkında “Attâr ruhtu, Senaî de onun
iki gözü. Biz, Senaî ve Attâr”ın arkasından geldik” demiştir. Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbele-
ri
, I-II, Şark İslam Klasikleri, (Çev. Tahsin Yazıcı), M.E.B. Yayınları, İstanbul 1989, I,696,
Mevlânâ üzerine olan etkisine kimi örnekler için bkz. Mevlânâ, Mesnevî, (İzbudak Çevirisi),
I/141, I/1905, III,3749, III/4229
4 Mevlânâ Celâleddin , Dîvân-ı Kebîr (Hazırlayan: Abdülbâki Gölpınarlı), Kültür Bakanlığı Yay.,
Ankara 2000, I/LXXXIV
5 Meşhur Yunan filozofu ve İde nazariyesinin kurucusu Platon”dur. Sokrat”ın talebesi, Aristo”nun hocasıdır. Milattan önce 347-348″de ölmüştür. Mevlânâ ve Eflâtun konusunda bkz. Şefîk Can, Mevlânâ ve Eflâtun ve Dîvân-ı Kebîr”den Seçilmiş Şiirler, İleri Basımevi, Konya 1965; Halûk Selçuk, Mevlânâ ve Eflâtun, Son Havadis Gz. (İstanbul), 14.05.1966.
6 Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr, II/94.
7Aynı eser, I/LXXXIV.
8 Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I-II, Şark İslam Klasikleri, (Çev. Tahsin Yazıcı), M.E.B. Yayınları, İstanbul 1989, II,43-44.
9 Bu konuda detaylı bilgi için bkz. A. Kâzım Ürün, “Mesnevî”de Arap Edebiyatının Bazı Simâları” Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmalar Merkezi, Mevlânâ Panellerinde Sunulan Bildiriler I, Konya 2000, s.69-76.
10 Mevlânâ Celâleddin, Mektuplar,s.108, 126.
11  Ebû Ali Sina (İbn Sina). 370-375/980-985″de Hemedan”da doğmuş ve 428/1037″de aynı yerde ölmüş olan ünlü bir İslam filozofu ve hekimidir. Tıbba ve felsefeye dair yüzden fazla eseri vardır.
12 Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr,II /375.
13 Mevlânâ Celâleddin, Fîhi Mâfih (Çeviren Meliha Ülker Tarıkâhya), Şark İslâm Klasikleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1985, s.18.
14 Mevlânâ Celâleddin, Mektuplar, s.2.
15Aynı eser, s.VI.
16 Aynı eser, s.38.
17 Ünlü Arap gramercisi. Belh”te doğmuş ve Bağdat”da 826 yılında ölmüştür.
18 Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr, II/87.
19 Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr, I,174.
20 Mevlânâ Celâleddin, Mektuplar, s.183.
21  Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr, I,50.
22  Mevlânâ Celâleddin, Mektuplar, s.23.
23  Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr, I,208.
24 Mevlânâ Celâleddin, Mektuplar, s.76. Aynı eser, s.84.