Mevlana’nın Eğitimle İlgili Görüşleri

Mevlana’nın Eğitimle İlgili Görüşleri

Gülben Tekin

GİRİŞ

Bu yazıda Mevlana Celalaeddin Rumi’nin eğitim görüşleri PDR alanına etkileri açısından incelenmiştir. Bu incelemede büyük ölçüde Prof. Dr. Mustafa Ergün’ün “İnsan ve Eğitimi”adlı kitabından yararlanılmıştır.

1. Mevlana’nın Hayatı

Mevlana veya Mevlana Celaleddin Rumi olarak bilinen büyük Türk düşünürü Celaleddin Muhammed, 30 Eylül 1207 ‘de horasan yöresindeki Belh şehrinde doğmuştur. Babası, kendi çağının büyük mutasavvıflarından ve din bilginlerinden Bahaeddin Veled idi. Celaleddin Muhammed’in eğitimini, Bahaeddin Veled’in dostu ve müritleri olan Semerkandlı Lala ve Tırmızli Seyyid Burhaneddin üzerlerine almışlar; dini ve tasavvufi bilgiler alanında bu zeki çocuğu mükemmel olarak yetiştirmişlerdi.  Celaleddin Muhammed burada babasından ve onun yanında seyahat eden alimlerden ders almaya devam etti. Hocası Şerafeddin Lala’nı kızı Gevher Hatun ile evlendi; Sultan Veled ve Alaaaddin Çelebi adlı çocukları burada doğdu. O sırada Selçuklu tahtında oturan Alaadin Keykubat, sufilere büyük bir hürmet duyuyor ve onları Konya’ya toplamak istiyordu. Bu nedenle Larende’de bilgi ve ışık saçmakta olan Bahaeddin Veled ‘i Konya’ya davet etti. Baha Veled burada da padişahın saray davetini kabul etmedi ve Altunba Mederese’sine indi. Daha sonra kısa bir süre sonra Konya’da öldü.

Mevlana beş yıl boyunca medresesinde ders verdi. Bazen din bazen tasavvuf bilimleri alanındaki bu derslere birçok öğrenci katılıyordu. Halk ve öğrenciler onun bilgisine, konuşmasına, davranış ve hükümlerine meftun oluyor; derslerini ve meclislerini dolduruyordu. Mevlana ile Şems sürekli olarak birbirlerine iltifatlar ederek anlamlar evreninde seyahatlerini sürdürüyorlardı. Onlar birbirinin ruhunu açmada, kendi iç evrenlerinin büyüklüğünü keşfetmede birbirleriyle ile yarışırken, dışarıdaki halk da Şems’in bir büyücü olduğunu, Mevlana’yı kitaptan, sünnetten, namazdan, dersten, halktan uzaklaştırdığını söyleyerek kıskançlıklarını yaygınlaştırıyordu. Bu muhalefet karşısında Tebrizli Şems, Mevlana ile16 ay devam eden yoğun sohbetlerden sonra1246 yılında ansızın kayboldu.

Mevlana 17 Aralık 1273’te humma hastalığından vefat etti. Cenaze törenine değişik dinlerden ve değişik milletlerden binlerce insan katıldı. Hrıstiyanlar ve Yahudiler bile onun sözlerinde, onun ışığında, onun sıcak sevgisinde kendilerine bir yer buldular, Müslümanlarla yan yana geldiler (Ergün, 1993).

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul edilmeliydi çünkü o zaten ilahi aşka mensup olup daha da yakınlaşmıştır Allah’a. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah’ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi demek daha makbul olur. Mevlana insanlık değerlerini var edip, tüm insanlığın tartışılmaz adı olmuştur.

2.Mevlana’nın Eğitime Bakış Açısı

Eğitimin ilk amaçlarından biri, kişinin olgunlaştırılmasıdır. Çünkü olgunlaşma sağlanmadan bilgi ve hüner bir işe yaramaz. Kişide olgunluk esastır; bilgisizlik bile olgun kişide bilgi ve hüner haline gelir; olgun olmayan kişide bilgi ve hüner ise, bilgisizlik ve hünersizliğe dönüşür.   İnsanların öğrendikleri bilgiler ve bilimler hep kendisi içindir. Fıkıh öğrenen kendi haklarını korumak, astronomi ve yıldız bilgisi öğrenen kendisi ve çevresi için uğurlu ve uğursuz zamanları bilmek, tıp öğrenen kendi sağlığına özen göstermek veya bu yoldan para kazanmak için bunları öğrenir. Bütün bilgi ve bilimler, bu evrendeki varlıkları ve olayları inceler. Ancak insan bütün evrenlerin aslıdır, özüdür.

Mevlana’ya göre eğitimle insanın içine ekilen tohum o kişinin gayretiyle daha önceden insan ruhunun ve zihninin iyi hazırlanması ve tohum ekildikten sonra da iyi bakılması suretiyle yeşerecek, büyüyecek, yeni ürünler verecek ve onların iyi olanları da başka insanların ruhuna ve zihnine ekilecektir. Unutmamalı ki. Bilgi tohumları insan kafasın da depolanmak için verilmiyor; insan beynini de bir ambar olarak kullanmak büyük bir israftır (Ergün,1993:s.276/282).

Görülüyor ki Mevlana eğitimi daha çok kişinin kendini geliştirmesiyle devam edeceğini ve bilgiyi sadece kendi kafasında depolayarak değil paylaşarak yani nesilden nesile aktarılarak daha da yeşereceğine işaret ediyor.

O, insanlara alçak gönüllü, doğru olmalarını, iyilik yapmalarını öğütlemiştir. O, her türlü sevgisizliğe, kötülüğe, bağnazlığa karşı İslami ve insani ilkeleri şiir, musiki ve raks içinde birleştirip dile getirmiş, etkisini yüz yıllarca sürdürmüş büyük bir yaygın eğitimcidir. Kendisinden sonra Mevlevilik tarikatı kurulup gelişmiştir. Bu tarikata özellikle aydınların, hatta bazı padişahlar ve devlet adamlarının bile girdiği (III.Selim, II.Mahmut, Abdülmecit) görülmüştür.  (Akyüz, 2011, s. 54-55-56).

Mevlana’nın bu eğitim görüşünün devlet liderlerini etkilemesi ve onun kurduğu tarikata girmeleri Mevlana’daki liderlik eğitiminin ne kadar iyi olduğunu gösterir.

2.1.Eğitime Etki Eden Faktörler

Kalıtım: Müslüman fikir adamları çerçevesinde Mutezile grubunun “akıllar temelde birdir; insanlar arasındaki farklar akıl ve anlayışlarının farklılığından ziyade bellemek, denemek ve uğraşmaktan kaynaklanır” şeklindeki iddiaları Mevlana tarafından kabul edilmemiştir. Ona göre insanlar arsında çeşitli yönlerden farlılıkları vardır ve göz rengi, deri, saç rengi, boy, cinsiyet v.s. gibi farklılıklar da fert insanların yaratılışlarına kadar gider. Yeryüzündeki insanların akılları arasındaki farklar mertebe ve derece bakımından yeryüzünden gökyüzüne denktir(Ergün,1993:s.292).

Mevlana, insanlarda fiziksel olarak farklılıkların olduğuna değinmektedir; ancak insanlar arasındaki akıl farkını daha farklı değerlendirmektedir. Kalıtımın insanın davranışlarını, fiziksel özelliklerini değiştirdiğine dair söylemler de bulunmaktadır.

Yetenek ve Yatkınlık:Ona göre varlıklarda yetenek ve yatkınlık olmayınca dış şartlar ve uyaranlar onda istenilen, olumlu etkiler yapamazlar. Mesela, güneş bir çevredeki her şeye aynı etkileri gönderir. Altın güneş altında parlar, oysa söğüt ağacı parlayamaz, ama altından farklı olarak yeşerir, güneş canlı ağaçları yeşertirken kuru ağaçlarda bu etkiyi yapmaz (Ergün, 1993:s.295). Bir insanın bir alana yeteneğinin olmaması durumunda istese bile onu mükemmelleştiremez. Bunu ancak yetenek sayesinde elde edebilir.

Gelişme ve Olgunlaşma:Mevlana’ya göre büyüme ve olgunlaşma ilk önce ihtiyaçları farklılaştırır. ihtiyaçların farklılaşması düşünceleri, hayalleri, ilgileri değiştirir. Eski duygu ve düşüncelerin bir anlamı kalmaz. Olgunluk çağında insan daha çok doğrulanmış bilgilere, bilgilerden inanca, inançlardan görüşlere ulaşır. Bu arada sık sık zanlarla bilgi ve inançların karıştırıldığı görülür (Ergün,1993:s.298).

Gelişme ve olgunlaşma kavramları her yaş için farklı bilgiler fikirler… edindirir. Yani çocukluk çağı ile ergenlik çağındaki gelişim evreleri tamamen farklıdır;  yalnız çocukluktaki gelişim evresi, ergenlik için bir temel oluşturur.

3. Mevlana’nın Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Alanındaki Eğitim Görüşlerini Öğrenmek

Gençlik dönemi, fizyolojik gelişme ve değişmelerle birlikte psikolojik değişikliklerin, duygusal iniş çıkışların yaşandığı bir devredir. Maddî refahın her şeyin üstünde tutulduğu bir anlayışın hakim olduğu bir çağda yaşayan gençler, öz değerlerinden habersiz, amaçsız bir kitle halinde ahlâkî ve felsefî bir boşluğa sürüklenmektedirler. Sosyal bir varlık olan insan, yaratılışındaki fizikî ve ruhî özellikleri gereği bir arada yaşamak zorundadır. Bununla birlikte iç ve dış dünyasındaki çeşitli sebepler yüzünden hem kendine hem de topluma yabancılaşanlar da bulunmaktadır. İçinde bulunduğu şartlar gereği adeta toplumdan tecrit edilmiş bir hayat yaşayan günümüz insanı, diğer insanlar hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip olamamaktadır. İnsanı tanıma oranında problemlerine çözüm bulunabileceği düşünülünce insanların birbirlerini yakından tanımaları ve anlayabilmelerini önemi kolayca anlaşılabilir.

3.1.Çocukluk Dönemi

İnsanın hayata merhaba dediği çocukluk döneminde (3-12 yaş arası), yetiştiği aile ortamında bir model arayan her çocuk, kendini özdeşleştirmek istediği bir babaya bir anaya ihtiyaç duyar. Eğer ana baba yoksa yakın akrabadan biri onların yerini alır. İnsan sevmeyi ana kucağındaki sıcaklıkta, en yakınları tarafından kendisine gösterilen sevgiyle korunmada öğrenir. Bundan yoksunluk ya da ölçüsüz sevgi ve korunma ileride aksine bir takım psikolojik bozukluklar, ruhî bunalımlar, sinirlilikler ve sapıklıklar yaratır. Bu bakımdan çocuğun en önemli ruhî ihtiyacı sevgidir. (Adasal,1980:s.119)

Çocuğun Eğitimi

Mevlana hazretleri daha çok çocuk eğitimi üzerinde durmuş ve çocuğun eğitimi boyunca nasıl eğitilmesi gerektiğini, hangi kademelerinden geçtiğini ve edep ve ahlak boyutunu ele alarak açıklamıştır.

3.1.1. Çocuğun ilk öğretmeni annedir

Mevlâna çocukların henüz bebek olduğu dönemlerde annelerinin sözleriyle kulaklarının dolduğu ve büyüyünce de bu söz ve üslupla konuştuğunu belirterek (Mesnevî, IV/3037) annelerin çocukları üzerindeki etkisini önemle vurgular. Tabi ki hal böyle olunca annelerimize büyük bir sorumluluk düşmekte ve ilk eğitimi vermeleri özelliklerinden dolayı sanki hiçbir şey anlamaz gibi görünen çocuklarına çok hassas ve olumlu bir üslupla davranmaları gereği ortaya çıkmaktadır. Mevlâna yine burada çocuklarına kızdıklarında “geber” diye bağıran anneleri eleştirir; ama yine de onları kayırarak “Annen sana geber, dese bu sözüyle sendeki kötü huyun gebermesini ister” der (Mesnevî, III/4017). Mevlâna ayrıca çocukların oyunlar vasıtasıyla da olgunlaştığını; erkek çocuklarının tahta kılıçlarla, kız çocuklarının da oyuncak bebeklerle oynayarak farkında olmadan kendilerini geleceğe hazırladıklarını belirtir (Mesnevî, VI/2255; V/3597, 3598). Mevlâna’nın bu fikirleri de yine son yıllarda bilimsellik kazanan ‘oyunla eğitim’ formasyonunun yüzyıllar öncesinde ortaya konmasıdır. (Şimşekler, s. 140)

3.1.2.Çocuk ve okul

İlk eğitimini annesinden alan çocuğun ikinci eğitmeni okuldaki hocasıdır. Mevlâna’ya göre; çocuk okula giderken eğitiminden sorumlu olan öğretmen kadar babası da sorumluluk sahibidir. Artık büyüyüp evden çıkan çocuk öğretmeni ve babası vasıtasıyla eğitimine devam eder. (Şimşekler, aynı yer)

3.1.3. Babanın görevi

Çocuğunun düzenli olarak okula gitmesini temin etmek; eğer gitmek istemiyorsa onu ödüllendirme yöntemiyle para ve çeşitli hediyeler vererek gitmesini sağlamaktır. Çünkü çocuk henüz okulda görüp öğrendiklerinin faydasını, ileride ne işe yaradığını henüz bilmemektedir.     Yine Mevlâna’ya göre; çocuk okuldaki bilgilerin ne işe yaradığını bilip, anladıktan sonra hiçbir zorlama olmadan okula gidecektir (Mesnevî, III/4585-4588; IV/2578). Yani kısaca söylemek gerekirse babanın çocuğunun eğitimindeki görevi; onun eğitimi için gerekli olan maddi-mânevî alt yapıyı tesis etmektir. (Şimşekler, aynı yer)

3.1.4. Öğretmenin görevi

Okula gelen çocuğu okuma-yazma ve çeşitli misaller vermek suretiyle diğer ilimleri öğreterek yetiştirmek; okula gelemeyecek kadar hasta bile olsa çocukları evine çağırarak hasta yatağında eğitime devam etmesidir. Öğretmenin başarısı da öğrencinin istekli olmasıyla doğru orantılıdır (Mesnevî, VI/1656). Öğretmen bazen de okula gelmeyen veya dersi iyi anlamayan öğrenciye ceza verir (Mesnevî, V/3006 vd.). Mevlâna’ya göre; bu cezalandırma sonucunda çocuk ölse dahi öğretmenin diyeti gerekmez. O, çocuğu kendi hizmetinden geri durduğu için cezalandırmamış, öğrencinin eğitimi için bu cezayı vermiştir. Çünkü; öğretmen aynı zamanda Allah’ın vekilidir (Mesnevî, VI/1519). Fakat aynı işi baba yapsa diyet gerekir. Zira çocuğun babaya hizmeti farzdır. Baba çocuğunu kendine hizmette geri durduğu için; yani ‘kendisi’ için cezalandırmıştır (Mesnevî, VI/1518 vd). (Şimşekler, aynı yer)

3.1.6.Çocuk ve sanat

Mevlâna öğretmensiz bilgi öğrenilmeyeceği gibi ustasız da san’atın bellenmeyeceğine dikkat çeker ve teorik ve pratik eğitimin de gereğini vurgulayarak şöyle der:

“Dünyada en aşağılık sanat bile hiç ustasız elde edilebilir mi?
Her sanatın öncesi bilgidir, ondan sonra icra, amel gelir…
Ey akıl sahibi! Sanat öğrenmeye çalış; fakat o sanatı ehil olan kerem sahibi temiz bir kişiden öğren.
Kardeş, inciyi sedefin içinde ara, sanatı da sanat ehlinden iste!
Bir adam derici olsa, bu sanatını yaparken kirli bir elbise giyse bu elbise onun zenginliğini, yüceliğini azaltmaz ki!
Demirci demir döverken yırtık-pırtık bir elbiseye bürünse, halkın nezdindeki itibarı eksilmez ki!
Şu halde kibir elbisesini bedeninden çıkar; bir şey belleyip öğrenme hususunda aşağılık bir elbiseye bürün.
Bilgi sahibi olmanın yolu sözle; sanat bellemenin yolu ise iş iledir.” (Mesnevî, V/1054-1057, 1059-1062). (Şimşekler, s. 141)

3.1.5. Çocuğun görevi

Çocuk kendisine sağlanan bu imkânlar çerçevesinde kendisini yetiştirmek; derste hocasını, dükkânda ustasını iyi dinleyerek ona saygı duymak ve asla onlarla iddialaşmamaktır (Mesnevî, VI/1656; II/1578). Yine Mevlâna san’at öğrenen veya öğrendiğini zanneden gençlere şu önemli tavsiyelerde bulunur:

“Ticarette olgunlaşmamışsan yalnız başına dükkan açma; yoğrulup ustalaşıncaya kadar birinin emri altına gir!
Ustaya müracaat etmeksizin sanat öğrenip, dükkan açan kişi şehirde de alay konusu olur, köyde de!” (Mesnevî, II/3455, III/590). (Şimşekler, aynı yer)

Gençlik dönemi kendi içerisinde ergenlik ve uzamış gençlik dönemleri olmak üzere iki safhada incelenebilir. Ergenlik çağı (12 ile 18 yaş arasıdır), çocuklukla gençlik dönemleri arasında yer alan, gelişme, ruhsal olgunlaşma ve hayata hazırlık dönemidir. Hem bedensel hem de psikolojik açıdan birçok temel değişiklikler bu dönemde oluşur ( Cüceloğlu, 1997:s.345).

3.3.Gençlik Dönemi

Uzamış gençlik dönemi (18-25 yaş arasıdır), gençlerin çok fazla idealist olduğu, her şeyi toz pembe gördüğü, hayatın oldukça uzun, ruh dünyalarının farklı olduğu bir dönemdir. Gençler, çocukluk döneminde idealize ettikleri dünyanın hayal ettikleri mükemmel dünya olmadığını fark edince bunu gerçekleştirme çabası içine girerler. Onların ruh dünyalarıyla gerçek hayat arasında çelişkiler vardır. Her şeyin kendi ideal dünyalarındaki gibi olmasını isteyen gençler, istediklerini elde edemeyip gerçekleştiremeyince çeşitli davranış biçimleriyle tepki gösterip taşkınlık yapabilirler.

3.3.1. Mevlânâ’nın Gençlik Problemlerine  Yaklaşımı

İnsanda var olan kabiliyetlerin meydana çıkarılıp geliştirilmesi çabası olan eğitim, hayatın bütün aşamalarında önemli olmakla birlikte çocukluk ve gençlik döneminde daha anlamlıdır. Ailede ve okulda verilen bilgilerin davranış halini alıp kişinin bilgili, ahlaklı, dürüst ve erdemli olması bilgilerin iç duygularla bütünleşmesine bağlıdır.

Yediden yetmişe Batı taklitçiliğinin kazdığı hüsran çukuruna yuvarlanan, ahlâkî değerlerini yitiren insanımızı, kendisinde Müslüman Türk dünyasının bütün ruhunu taşıyan Mevlâna gibi gönül sultanları kurtarabilir  (Topçu, 1998:s.113).

Mevlâna’nın terbiye ve eğitim anlayışında gençlerin de içinde bulunduğu toplumun bütün fertlerinin karşılaştıkları bunalım ve çıkmazları aşmalarında en büyük görev eğitimciye düşmektedir. Onların psikolojik ve sosyal durumlarını araştırarak uygun metodu seçip uygulaması beklenen bu mürşidlerin, bilgi ve hikmet pınarlarından beslenmiş, irfan sahibi, gönül ehli insan-ı kâmil olması gerekir ( Usta,1995:s.53).

Varlık ağacının meyvesi olan insan, melek olmadığı için her an hata yapabilir. İnsanı hatasıyla kabul edebilmek büyük bir erdemdir. Mevlâna eşyanın esiri olan insanı benlik bağlarından kurtarıp eşyaya hâkim olan bir yapıya kavuşturmak ister. İnsan kendini tanıyıp yaratıcı gücün farkına vardığında esere değil müessire bakmayı öğrenir (Gölpınarlı, 1992:s.345).

Eğer maddeye bağlanır, dünyevî arzu ve isteklerin peşinde hırsla koşarsa asıl gayesi olan Allah’ı tanıma ve O’na karşı sorumluluk bilinciyle ibadet etme görevini unutur.

Mevlâna’ya göre yol kesici, hedeften uzaklaştırıcı şeylere aldanıp yolunu ve rehberini kaybeden kişiye yardımcı olmak gerekir. Bunu yapacak kişi ise, kendisi yoldan çıkmış ve benlik bukağılarına esir olmuş biri asla değildir. Nefsinin oyuncağı o İnsanın yeniden inşası, sahip olduğu bazı kötü değer yargılarını değiştirmesiyle mümkündür. Mevlânâ’nın kendi sûfî tecrübesinde gerçekleştirdiği gibi, insan toplumla olan ilişkilerini geleneklere ve âdetlere bağlı dinî anlayışını gözden geçirmelidir. Kendinin yeni bir benlik kazanmasına engel olan zihniyet yapısı ve arkadaş çevresini değiştirmelidir. Kendisiyle aynîleşip özdeşleşebileceği bir insan-ı kâmil arayıp bularak onun güzel niteliklerini özümseyip karakter özelliklerini sergilemeye başlamalıdır. İnsanın eski alışkanlıklarını bırakırken karşılaştığı sorunların üstesinden gelmede en büyük yardımcısı sevgidir. Kalbinde sevgi bulunan kişi çarpık kutsalları unutarak yeni ufuklara yelken açabilir (Aresteh, 2000:s.45).

Mevlâna Allah’ın rahmetinin geniş olduğunu belirterek hata yapanların hemen cezalandırılmamasını, af ve kolaylık yolunun tercih edilmesini öğütler. Bunalıma düşen gençleri yalnızlığa itip içine düştükleri bataklıkta bırakmamak gerekir. Gençlik dönemi insanın en fazla bocalayıp yanlış yaptığı bir devredir. Önemli olan bu hataların farkına varıp hatada ısrar etmemek, Allah’a ve topluma karşı işledikleri suçlardan ötürü özür dilemek, tövbe istiğfar edebilmektir. Düştüğü günah çukurlarında ümitsizliğe kapılmadan Allah’ın engin rahmet denizine dalabilmektir. Ancak günaha dalıp edepsizlikleri alışkanlık haline getirerek nasıl olsa Allah’ın rahmeti geniştir, Allah affeder düşüncesiyle azgınlıkları dizginlememezlik etmemelidir. Tövbe kapısı her zaman açık olmakla birlikte bazıları tövbe imkânı bulamaz ve her şeyi kuşatan rahmetten istifade edemez. Mevlâna bu durumu şöyle açıklar:

“Fakat tövbe ve istiğfar etmek elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz.
Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkârın şomluğu insanın gönlüne giden tövbe yolunu kapatır.” (Mesnevi, II/1643-1644).
Mevlâna kendi çaba ve gayretlerine rağmen benlik bağlarından sıyrılmada zorlanan kişilerin Allah’a dua ederek yardımını istemelerini öğütlemektedir. Bunlar tabiatlarında gizli olan iyi hasletlerin devreye girmesini sağlamaya çalışmalıdır. İşledikleri suçun büyüklüğü sebebiyle korkan, kurtulmaya çareler arayan kimseler korkunun kaynağını kendi iç dünyalarında aramalıdır. Nefis, benlik insanın gözünü ve idrakini bağlayınca bir o yana bir bu yana sallanmaya başlar. Bazen dünyaya, para ve kadına, bazen de din ve diyanet işlerine yönelir. Kah iyilere, kah kötülere karışır. Bu girdaplardan kurtulmak için gösteriş ve riyadan uzak, gizli gizli Allah’a yalvarıp bağış ve ihsanını istemelidir(Divan-ı Kebir, I/143-150).

İnsan tövbesini ne kadar bozarsa bozsun yine de Allah’ın rahmetinden hiçbir zaman ümit kesmemelidir.

Gençleri her türlü tuzak ve kötü alışkanlıklardan, kutsallaştırdığı çarpık düşüncelerden kurtarmanın güvenli yollarından biri çocukluk döneminde ailede başlayıp okulda devam eden eğitimdir. Kendisine verilen her şeyi alma eğiliminde yaratılan insana iyi ve güzel davranışlar öğretilip yapması sağlanırsa topluma yararlı; ihmal edilip kötü iş ve hareketlere yönelmesi engellenmezse azıtarak ahlâksız ve topluma zararlı bir insan olur. Gençleri topluma yararlı birer fert olarak yetiştirmek için ahlâkî erdemler öğretilip bunlara dayalı bir hayat tarzı oluşturmaları sağlanırsa kendilerinin değerini fark edebilirler.  Bu onların hem sosyal hayatla bütünleşmelerine zemin hazırlar, hem de sosyal, kültürel ve çeşitli spor faaliyetlerine katılarak bir taraftan başka sevgisini tatmalarını sağlar, bir taraftan da ötekiyle paylaşma duygularını geliştirir.

Mevlânâ gençliğin içine düştüğü problemleri aşmada insanı hayata bağlayıp yaratıcısına ulaştıran sevgiye büyük önem verir. Her şeyi toz pembe gören gencin toplum baskısından kurtulduğunu hissettiği anda geleneklerine sırt çevirmesi bir bocalama işaretidir. Hırs ve tamahla dünyaya dalıp insanlığını unutanları maddenin esaretinden kurtarmak için kendilerini tanıma fırsatı vermelidir. Kendinin farkına varan genç, Rabbini de tanır. Hata yapan genci toplumdan koparıp uzaklaştırma yerine sevgi, müsamaha ve hoşgörüyle anlamaya çalışmalıdır. Allah’ın rahmetinin genişliğini hatırlatarak yaptıkları hatalardan uzaklaşıp yeni bir hayat anlayışına merhaba demelerinin imkanı hazırlanmalıdır. Mevlânâ’ya göre böyle bir durumda vizyon ve misyon sahibi erdemli dürüst kişilere büyük bir görev ve sorumluluk düşmektedir. Bunlar gençlerin kirlenen ruhlarını mûsikî, hat ve güzel sanatlarla temizleyip, karşılıksız, menfaat beklemeden, şöhret sağlamayan, sorumluluğu olan görev bilinci ile yetiştirmelidir. Din, sanat, kültür, bilim, spor ve siyaset alanındaki birçok yeniliğin kendine güven duygusu ile yetişmiş kişiler tarafından gerçekleştirildiği noktasından hareketle gençlere eksikliğini hissettikleri kendine güven duygusu kazandırılmalıdır. İlim, ahlâk, sanat hareket ve hırsını doğuracak bir iman ve ülkü ile yetiştirilmelidir. İslâm’ın ruhunu ve güzelliğini ayaklar altına alan, dini zorbalıklarına ve kendi menfaatlerine kullanan sahtekar ve cahillerle inanç tacirlerinden uzak durmaları sağlanmalıdır. Genç kalplere Allah sevgisi yerleştirilerek dinî ruh her vesile ile canlı tutulmalıdır. Mevlâna’nın da dediği gibi; sevgiden acılar tatlılaşır, bulanık sular durulur, dertler şifa bulur.

4. SONUÇ

Her varlığın yokluğun kucağına koşarcasına atıldığı bu âlemde sonsuzluk ümidiyle beslenen idealler, ruhu doyuran erdemler ve hayatı değerli yapan hazineler de vardır. Kendi iradesini kendi eliyle çürüten nesillerde bir kurtarıcıya ihtiyaç duyulur. Halbuki her genç bir âlem ise, her birinin ayrı bir düşünen başa ihtiyacı vardır. Kendini yetiştirmeden kurtarıcı bir baş arayan nesil, ekilmeden sulanan fidana benzer. Sonsuz âlemlerle dolu olan evrende sadece ümitsizlere barınacak yer yoktur. İnsanlığın kurtuluşu aklın ışığında bilgi ve hikmetle yetiştirilen düşünen gençlerdedir. Bilgi çağında nesillerini güzel bir terbiye ile yetiştirip kendine güven duygusunu kazandıran milletler, yarınlarına güvenle bakabilirler. Zira bu günün gençleri yarının toplumunu idare edecek değerlerdir. Mevlana dedikleriyle gençlere ve diğer milletlere bir rehber ve yardımcı kaynak olmuştur.

Özellikle gençlik dönemi için Mevlana önemli tavsiyelerde bulunmuştur. Çünkü insan gençlik döneminde kaburga kemiği gibidir doğrultmaya çalışırsan kırarsın, kendi haline bırakırsan yine eğri kalır. Yani erinliğe gelmiş bir genci yetiştirirken çok dikkatli olup yetiştirmelidir.

“Âdemoğlunun eğer edebden nasibi yoksa Âdem değildir

Âdemoğluyla hayvan arasındaki fark edebdir
Gözünü aç da bak cümle Kelâmullaha
Kuran’ın bütün âyetlerinin manası edebden ibarettir”

İnsanın kendi varlığını sürdürebilmesi ve toplum içerisinde saygın bir yere gelebilmesi için ‘edep’ kavramına çok dikkat etmesi gerekir ki bu yönde de Mevlana edep konusuna da değinmiştir. Böylece Mevlana insanlar arsında olması gereken saygı, sevgi ve kardeşliğin temelinde olması gereken noktayı da göstermiştir.

KAYNAKÇA

Adasal, Rasim.1980.Normal ve Anormal Açıdan Psiko-Sosyal Yönleriyle Kişilik Ve Karakter Portleri.  (2.Baskı) İstanbul: Minnet Yayıncılık.

Akyüz, Yahya.2011. Türk Eğitim Tarihi.(19.Baskı)Ankara: Pegem Yayınları.

Aresteh, Ali Rıza.2000. Aşkta Ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş. Çeviren: Bekir Demirkol-İbrahim Özdemir. Ankara: Kitabiyat Yayınları.

Doğan, Cüceloğlu. 1997.İnsan Ve Davranışı, Psikolojinin Temel Kavramları.(7.Baskı)  İstanbul: Remzi Kitabevi.

Ergün, Mustafa.1980. İnsan Ve Eğitimi.(1.Baskı) Ankara: Ocak Yayınları.

Mevlana Celalleddin.1992.Divan-ı Kebir. Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı.  Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Mevlana Celalleddin.1990.Mesnevi. Çeviren: Veled İzbudak . Gözden Geçiren: Abdülbaki Gölpınarlı(2.Baskı) İstanbul: MEB Yayınları.

Şimşekler, Nuri. 2003. “Hz. Mevlânâ’da Evlilik, Aile Hayatı ve Çocuk Eğitimi”, Konya Kitabı VI. (Ed. Caner Arabacı) Konya: İpek Yolu Konya Ticaret Odası Dergisi. Özel Sayı.

Topçu, Nurettin.1998. İslam Ve İnsan, Mevlana Ve Tasavvuf.(2.Baskı)İstanbul: Dergah Yayınları.

Usta, Mustafa.1995.Divan-ı Kebir’de Mevlana’nın Eğitim Görüşü. İstanbul:1995.