Mevlana’nın Mesnevisine Boyutsal Bir Bakış – Erkan Türkmen

Mevlana’nın Mesnevisine Boyutsal Bir Bakış.

Prof. Dr.Erkan Türkmen

Lefkoşa 01.12.2005

Mevlana’nın Konya’daki  dergahının kapısında, Molla Camî’nin şu beyti yazılıdır:
 Kâbe-i uşak başıd in makam,
    Her nakis amad inca şud tamam
(Aşıkların Kabesidir bu makam, eksiklikleriyle gelen kişi burada olur tamam).
Günde yüzlerce kişi buraya ziyaret eder ama tamamlanıp çıkan pek azdır. Zira kimine göre burası erenlerin dergahı; kimine göre ise sadece bir müzedir.
Mevlana’nın Mesnevisi de öyledir. Kimine göre güzel bir şiir ve hikâye kitabı; kimine göre ise mana aleminden akan tatlı su pınarıdır. Yani, Mesnevi boyutsuz veya boyutlu olarak mütalâa edilebilir. Zaten her tasavvuf şiiri böyle değil midir? Mesela Yunus’un:
Çıkdum erik dalına anda yedim üzümü,
    Bostan ıssı kakıyup der “Ne yersin kozumu?”
    Yunus bir söz söylemiş, hiçbir söze benzemez,
    Münâfıklar elinden örter ma’ni yüzüni.  
Tasavvuf şiirlerini anlamak için bu dünyalık dili, anlamlarından ve şekillerinden öteye geçmek gerek. Mevlana’nın buyurduğu gibi:
    Ger ze surat biguzered ey dostan
    Cennet est u gülistan der gülistan.
(Eğer bu şekillerden geçseniz, cennetler görürsünüz ve bahçelerden başka bahçelere geçersiniz).
Kuranın bazı tefsir ve meallerinde de anlamlar aynen tercüme edilmiş veya yorumlarda yalnış yollara girilmiştir. Küçük bir örnek verelim:
 ‘İnşirah’ süresinin başında Tanrı Muhammed (S.V.)’e hitaben şöyle der, “Elem neşrah laka sadrek” düz tercümesi: “Ben senin için senin göğsünü yarmadım  mı?” ki bu ifade doğru değildir. Kimi şerhlerde ilâve olarak ‘Peygamber miraca giderken melekler onun göğsünü zem zem suyu ile yıkadılar ve göğsünü genişlettiler’ gibi açıklamalar da yer almaktadır. Halbuki, yine Kuranda ‘Kala Musa, Rabbi aşrah li sadri’ (Musa dedi ki, “Ey Rabbim! benim göğsümü genişlet, yani ilim ve bilgi ile doldur). ‘Zihnimi genişlet’ demedi, zira o zamanlar Mısırlıların etkisinden dolayı bilgi ve düşüncelerin beyinde değil de kalpte saklandığına inanılırdı. Mesnevi, her ne kadar bazı batılılar bu görüşü kabul etmiyorlarsa da, Kuranın ve hadislerin şerhidir. Hem de o zamanın en çağdaş şerhi.
Bundandır ki Mevlana, Mesnevisinin başında şöyle der:
Herkesi az zan-i hud yar-i men
     Az durun-i men necust esrar-i men
    (Herkes kendi zannınca benim dostum oldu, İçimdeki gizimi hiç mi hiç aramadı).
Ledün ilminde çoğu insan kör ve bilgisizdir. Bunu desteklemek için de Mesnevi’de bulunan Karanlıktaki fil’ adlı hikâyeyi hatırlatalım:
Hintliler halka göstermek amacıyla geceleğin bir fil getirdiler. İnsanlar fili çok merak ettikleri için hemen içeriye girdiler ama karanlık olduğu için fili ancak elleriyle yoklayabildiler. Birinin eli hortumuna ilişti ve dedi “Bu hayvan koca bir oluğa benzer”. Ötekinin eli kulağına vardı ve dedi ki “Hayır, bu hayvan koca bir yelpazeye benzer”. bacağına dokunan kişi ise “Hayır, bu bir sütune benzeyen varlıktır”. Filin sırtına çıkan ise, “Geniş bir tahta benzeyen bir hayvandır bu” dedi. Herkes kendisinin his ettiği gibi fili algıladı. Fakat eğer ellerinde bir lamba olsaydı hepsi de gerçeği görebilirdi. İşte bu maddi akıl (aklı cüz) de öyle aldatıcıdır. On sekizinci beytinde Mevlana şöyle der:
 
 Derneyabıd hal-i puhta hiç ham
    Pes suhan kuta bayıd vessalam  .
    (Eren kişinin halinden ham olan anlamaz, Öyle ise, sözü kısa kesmek gerek, vesselam).
Böylece Mesnevide yer alan düşüncelerin herkesçe anlaşılamayacağını söyler. Ancak eren yani kamil insan bu sözlerimin derinliklerini anlayabilirr. Zaten Mesneviyi hakkıyla anlamak için Tanrı aşığı ve evrensel akla sahip olmak gerek.
Mesnevinin ilk on sekiz beyiti sanki tüm eserinin önsözü  gibidir. Mevlana bu beyitleri “Be” ile başlatır ve “Mim” ile bitirir. Yani ‘Bismillah’nın ilk ve son harfleri verilmiştir. Sonra Tanrı’yı özleyen ve ondan ayrı düşmüş kâmil insandan ‘Ney’ olarak bahsedilir. Bu aslında Kuranda “Nafhtu fihi min ruhi” ‘Ben insana ruhumdan üfledim’ ayetinin açıklamasıdır. Yani ney, insanı ve içindeki Tanrı’nın nefesini temsil eder, O’nun nefesi tekrar O’na ulaşmak ister.  Mevlana bunu kendi özünde de hissetmiştir:
    Nay harif-i her ke az yari burid
    Perdahay u perdahayı ma derid.
(Ney, dostundan uzak kalının yoldaşıdır; onun perdeleri bizim perdelerimizi de yırttı) yani sırlarımızı açığa vurdu.
Dördüncü beytinde ise şöyle der:
    Herkesi ki ku dur mand az aslı huveş
    Baz cuyed ruzgar-i vaslı huveş
(Aslından uzak düşen kişi tekrar ona ulaşmak için bir fırsat arar durur).
Bu gibi sırları bilmek ve çözmek için daha yüksek akla (akl-ı küle) erişmek lazım:
Ondördüncü beyitte dediği gibi:
  Maharem-i in hoş cuz bihuş nist
    Mer zubanra müşteri cuz güş nist.
(Bu duyguları ancak dünyalık duygularından arınmış kimse anlar ve dilin ne dediklerini anlamak için de bir sırdaş kulağına ihtiyaç vardır).
Giz âlemini algılamak için dünyalık aklından ve onun tuzak olarak serdiği tutkuları azaltıp evrensel akla erişmek gerek, zira o sır dolu dilin dediklerini ancak bir manevî kulak duyabilir. Yani Leyli’nin aşkını anlamak için Mecnun olmak gerek. Onyedince beytinde Mevlana şöyle der:
  Her ki cuz mahi ze abaş ser şud
    Her ki biruzist ruzeş dir şud.
(Kim ki balık değilse suya kanar; kimin işi gücü yoksa onun zamanı zor geçer).
Burada ‘Balık’tan amaç yine Tanrı aşığıdır. O mana denizinin suyuna doymaz ve kim ki Tanrı ile birlikte değilse o bu dünyada huzur bulamaz, işsiz insan gibi. O’na ulaşmak için çaba göstermeyen insan görsel dünyanın zaman ve benlik mengenesinde sıkışıp kalır. Bir türlü, içindeki âlemini (ilâhi nefesini) keşfedemez. Bu konuda Mevlana şöyle diyor:
 “Ne zamana dek testinin süsleriyle oyalanacaksın, onlardan vazgeç; içindeki suyu ara bul!”
Neye üflenen nefesi aşk ateşine benzetir Mevlana:
Ateş-i işk est ki ender mey uftad
    Cuşuş-i işk est ki ender nay uftad.
(Bu neyden çıkan ses aşk ateşidir; şarabın coşması bile aşktandır).
Ona göre evrendeki her hareket, atomlardan ta galaksilere kadar uzanan coşku hep aşk ve arayışın cilvesidir. Semada ki hareket de bu coşkunun neticesidir. Bir kere Tanrının aşk çemberine girildi mi artık zaman ve mekanın, gam ve kederin zincirleri birer birer çözülür. Hatta dinin duvarları da yıkılır:
Millet-i işk az hama millet cudast
     Aşıkanra millet u mzheb hudast.
(Aşk milleti başka milletlerden farklıdır; onların milleti ve dini Tanrı’nın kendisidir).
Divan-ı Şems’te bulunan şu şiirinde, Mevlana secdeye bile ulvi ve aşıkâne bir hava katar:
Ber yad-i lebet lâl-i nigin mi busem,
   Anım çün bedest nist in mi busem,
   Destem ber asman-ı tu çün mi narasıd,
   Miaram secde u zemin mi busam.
(Senin dudaklarını anarak (yüzüğümdeki) bu kırmızı taşı öpüyorum; mademki ona ulaşmak mümkün değil (çaresiz) bunu öpüyorum. Senin göklerine ellerim ulaşamayınca, secde edip yerleri öpüyorum).
Burada kullanılan istiare ve imgelere dikkat ediniz. ‘Dudak’ ve ‘Gökler’ transidantal âlemi kast eder.
Mevlana, aslında Mesnevisinin ilk on sekiz beytinde bütün eserinin kısa bir planını vermiştir:
1- Olgun olmayan kişinin hali (işsiz güçüz kişi).
2- Tanrı’nın varlığını hisedip uyanmaya çalışan kişi
3- Her şeyde O’nu aramaya ve görmeye başlayan kimse.
4- Dünyanın aldatıcı şeylerine kanmayan.
5- Gam ve kederlere O Yaratan’ın sevgisi uğruna aldırış etmeyen kişi.
6- Tanrı’da yok olan kişinin hali v.s. (“The Essence of Rumi’s    Masnevi”   adlı kitabımız böyle bir plana göre sıralanıp yorumlanmıştır).
Mesnevi’nin kimi boyutsal anlamları anlaşılamadığı için onun değişik şerhleri ve açıklamaları yapılmıştır. Kimi kez, Mevlana’nın söylemek istediğinden bir hâyli uzak gidilmiştir. Türkiye’den İran yoluyla Hindistan’a kadar varan Mesnevi’nin elyazmaları da bu yüzden tahribata uğramıştır. Bazı kelimeler, sözüm ona, düzetilmiş veya esere yeni şiirler eklenmiştir. Bereket versin, Mesnevi’nin en doğru nüshası, Mevlana Müzesinde mevcuttur( 51 no ile kayıtlı bulunan) ve kültür bakanlığınca tıpkı basımı yapılarak ilim adamlarının istifadesine  sunulmuştur. Bu konuyu ayrı bir makalemizde tafsilatla ele alacağımızdan dolayı burada kısaca bahis etmekle yetineceğiz:
Her şeyden önce onun 18 beytinde yapılan değişiklikleri göze çarpmaktadır:  “Bişnu in Ney”(dinle bu neyden) yerine “Bişnu az ney”(dinle neyden)denilmiştir. Yani Mevlana’nın kullandığı “Ney” istiaresi onun kendisi için değil de başkaları için kullanılmıştır. Halbuki Mevlana bu beyitlerde kendi halini de arz etmektedir. Bu gibi değişiklerden başka Mevlana felsefesini çarpıtacak yeni beyitlere de rastlamak mümkündür. Mesela: “Fikr-i ma dar kare ma azar-i mast” = İşlerimizde kafa yormak eziyetten başka bir şey değildir. Bu ve buna benzer Hint felsefesini destekleyen şiirler Divan-ı Şems’e de ilave edilmiştir. Kimi Hint şarihleri Mevlana’yı panteist düşüncesine çekerek Muhayettin al-Arabi’ye bağlamak gayretinde de bulunmuşlardır ki bu da pek doğru değildir.
Sonuç olarak, Mesnevi ile ilgili yapılan araştırmalar evrensel aklını kullanarak İslam alemine yeni boyutlar kazandıracağından şüphemiz yoktur ancak bu eseri çevirirken tasavvufî tabirleri ve onların verâdeki derin anlamlarını vermek ve yürekte hissetmek gerek; hatta yaşamak gerek. Mana ve aşk çerçevesinden sökülen Mesnevi, sadece bir şiir kitabı olarak kalır ki bu da evliya olan Mevlana’yı basit bir şair niteliğini kazandıracaktır.