MEVLÂNA’NIN ÖNYARGIYA DAİR GÖRÜŞLERİ
Çağının ve içinde yaşadığı toplumun problemlerine çözümler getiren gerçek bir aydın ve gönül eri olan Mevlâna, eserlerinde kendisiyle ve çevresiyle barışık, huzurlu ve mutlu insan olmanın tarifine dair yüzlerce öğüt vermiştir. Mevlâna’nın sekiz asır önce sunduğu çözümlerin, verdiği mesajların, ısrarla üzerinde durduğu öğütlerin hâlâ geçerliliğini koruması; onun gerçek bir rehber/eğitimci olması ve beslendiği kaynakların (Kuran-ı Kerim ve hadisler) daimî geçerliliği ile izah edilebilir. Diğer yandan bu bakış açısı; Mevlâna’nın düşünce dünyamızdaki seçkinliğine, evrenselliğine ve her daim güncelliği ile ortaya çıkan müstesna yönüne işaret eder.
Çok ilginçtir ki, “Şu konu hakkında Mevlâna ne demiştir?” diyerek eserlerine müracaat ettiğimiz zaman, mutlaka sorumuza yeterli cevap bulmuşuzdur. Bu düşünce ile çağımızın problemlerinden biri olan “önyargı” konusunda Mevlâna’nın uyarılarını araştırdığımız vakit; bu konuda da bize yol gösteren tavsiyeleriyle karşılaşıyoruz.
Öncelikle önyargı kavramına değinecek olursak; kelimenin sözlük karşılığının; “Bir kimse yahut şey hakkında bazı olay veya görüşlere dayanılarak iyice bilgi edinilmeden verilen hüküm, peşin hüküm” şeklinde olduğu görülür. Einstein’ın; “Önyargıyı yok etmek, atomu parçalamaktan zordur” meşhur sözünde de belirttiği gibi, günümüzde pek çok insanın bir yandan şikayetçi olduğu, bir yandan da uzak kalamadığı önyargı; genellikle “olumsuz yargı” olarak karşımıza çıkmakta ve bu yönüyle insanları rahatsız etmektedir.
Mevlâna, önyargıyı; acelenin ve bilgisizliğin ürünü olarak görür. İlk olarak önyargıya kapılan ve sonuçta zararlı çıkan da şeytandır. “Acele işe şeytan karışır” ve “Acele şeytandan, teennî Rahman’dandır” sözlerinde de belirtildiği gibi; işin sonunu düşünmeden aceleyle ve tedbirsizce hareket etmek, ihtiyatı elden bırakmak şeytana mahsus bir hareket tarzıdır ve hatalara davet anlamını taşır. Şeytanın vasfı olan acelecilik onu; Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Âdem’e secde etmesi yönündeki emrine itaat konusunda aklını kullanmadan karar vermeye, neticeyi düşünmeden önyargı ile isyana sevk etmiştir. Mevlânâ, acelenin getireceği ziyan ile yavaş ve dikkatli hareket etmenin, özellikle de sabırlı olmanın faziletine Mesnevî’de defalarca işaret eder:
“Tencerenin yavaş yavaş kaynaması lâzımdır. Birden delice kaynayan yemekten hayır gelmez.
Cenâb-ı Hak, şüphesiz ‘Ol!’ diye bir anda kâinatı yaratmağa kâdir iken,
Niçin altı günde yarattı? Ki her bir gün de bin yıl kadardı.
Çocuğun da yaratılışı dokuz aydır. Çünkü yavaş yavaş oluş Cenâb-ı Hakk’ın hikmetidir.
Âdem’in yaratılışı da kırk gün sürdü. O çamur yavaş yavaş kemâl buldu.” (Mesnevî, VI:1232-1237)
Batılı kişisel gelişim uzmanı Dale Carnegie, asırlar sonra Mevlâna’nın teşhisini şu sözlerle doğrular: “Allah, insanlar hakkındaki hükmünü bütün ömürleri bittikten sonra veriyor ama biz âciz insanlar kim oluyoruz da; onları bir kez görmekle, iki üç yazısını okumakla, birkaç dedikodu dinlemekle haklarında hüküm verebiliyoruz?”
Mevlâna; insanları önyargıya sevk eden aceleciliğe dair ikazlar yanında; önyargının diğer çürük temeli olan bilgisizliğe ve zararına işaret eder. Kendisi de büyük bir âlim olan Mevlâna ilmin değerine inanır. Zira Cenâb-ı Hak, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’e isimleri öğretmiş (Bakara, 2/31), bir başka deyişle İlâhî bir ikram olarak ilim vermiş, onu meleklerden daha üstün bir konuma yükseltmiştir. Bu üstünlüğün açığa çıkması için Hz. Âdem ve melekler Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda münazara etmişler, bu münazaranın gâlibi Hz. Âdem olmuş; melekler ilim konusunda acizlerini itiraf ederek Hz. Âdem’e secde ederken, şeytan sınırlı ve kısır bilgisinin yanıltmasıyla yetersizliğini kabul etmeyerek secdeyi reddetmiştir. Bu husus, sınırlı bilginin insanı hataya sevk edeceği konusunda ilk örnektir. Çünkü melekler bilgilerinin yetersizliğini beyanla Hz. Âdem’e secde emrine itaat ederken, şeytan bir anlamda Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi kuşatan ilmine itirazda bulunmuş; kısır bilgisiyle kıyas yaparak ateşten yaratıldığı için kendisinin daha üstün olduğu iddiasını öne sürmüş, gerçek hakkında yeterli bilgisi olmadığı hâlde önyargı ile isyan etmiş, Hz. Âdem’i yalnızca balçıktan yaratılmış bir suret olarak değerlendirmiş, yanlış bir kıyasla kendisini üstün, Hz. Âdem’i hakir görmüştür. (Mesnevî, I:3502-3509)
Mevlâna yetersiz bilgi ile hüküm vermenin veya kıyasta bulunmanın, insanı düşüreceği vahim veya gülünç durumu bir hikâye ile anlatır: Bir sağıra “Komşun hasta oldu” derler. Sağır kendi kendisine; “Bu ağır kulaklarımla onun sözlerini nasıl duyarım? Üstelik hastanın sesi de zayıf çıkar. Lâkin gitmek de lâzım. En iyisi, o dudaklarını hareket ettirdikçe, ben de sözlerini tahmin ederim. “Nasılsın” derim, o da; “Hamdolsun, iyiyim” der. Şükrederim, sonra ne yiyip içtiğini sorunca; “Mercimek çorbası veya şerbet” der. “Âfiyet olsun” der ve hekiminin kim olduğunu sorarım. Komşu bana “Falan hekimdir” der. Ben de; “Onun ayağı mübarektir. Gittiği yerde hastalık yok olur. Biz onu denedik, çok iyidir. Nereye vardıysa maksat hâsıl olur” derim. Sağır adam bu cevapları ezberleyerek hasta komşusuna gider. Hâlini sorar. Hastanın, “Ölü gibiyim” demesine şükredince hasta üzülür, öfkelenir. Ne yediğini sorunca, hasta; “Yılan zehri” der. Sağır da; “Âfiyetler olsun” der. Sonra; “Acaba hekimlerden tedavi için gelen kimdir” deyince; hasta kızgınlıkla, “Azrail’dir!” der. Sağır da; “Onun işi gâyet mübarektir” der ve hastanın yanından sevinçle çıkar, evine dönerken komşuluk hakkını yerine getirdiği şükreder. Hasta ise; “Bu adam bizim can düşmanımızmış, kötü niyetli bir komşu imiş” diyerek öfkelenir, hastalığı iyice artar. (Mesnevî, I:3466-3500) Bu hikâyede de görüleceği gibi yeterli bilgi olmadan; tahminle, zanla veya şahsî kanaatlerle hareket etmek insanı yanlışların içine çeker.
Sonuç olarak Mevlâna’nın acele ve bilgisizlik üzerine kurulan önyargıdan kaçınmak konusundaki öğütlerine uymak; özellikle insanlarla iletişim kurduğumuz zaman olayların özünü bilmeden, insanları yakından tanımadan varılan peşin hükümlerin bizi yanıltacağını unutmamak gereklidir. Kendi hakkımızda önyargıda bulunulduğu zaman ne denli inciniyorsak, başkalarını da incitmemek için en az kendimize gösterilmesini istediğimiz hassasiyeti göstermek, “Kendimiz için istemediğimizi başkası için de istemememiz” gerektiğinin bilincinde olmak önemlidir. Diğer yandan günümüzde popüler anlamda revaç gören kişisel gelişime ve sağlıklı iletişime dair yayınlarda belirtilen hususları Mevlâna’nın asırlar önce dile getirdiğini, günümüzün ihtiyaçlarına cevapların bu seçkin gönül dostunun eserlerinde mevcut olduğunu, Mevlâna’nın mesajlarının yalnızca dinî, tasavvufî ve ahlâkî muhtevada olmayıp, hayata dair güncel öğütler yönünden de zenginliğini gözden uzak tutmamalıdır.
#Emine YENİTERZİ