MEVLANA’YA GÖRE AKLI İYİ KULLANMAK
Hz. Mevlânâ, Allah’ın insana bahşetmiş olduğu en büyük nimet sayabileceğimiz aklı, aklın fonksiyonu ve değerini işlerken değindiğimiz gibi, uygun, yerinde ve kararınca kullanmak, onu yanlışa iten nedenlerden berî tutmakla ilgili bize hayli malzeme sunar. O, akıllı kimsenin, aklını kullanarak dünya hayatında iyi şeylerle meşgul olması gerektiğini tavsiye ederek şöyle der:
Aklını başına al da sus, sus da iyi tohum ekmeğe bak; çünkü ebedi cennet, doğru işlerden meydana gelmiştir.[1]
Akıl bağlanmıştır da heva ve heves dilediğini işliyor diyen Mevlânâ, dilediğini işlemesi gerekenin akıl olduğunu ifade eder. Fakat akıl, ayrana düşmüş sineklere dönmüş diyerek aklın kullanılmamasını eleştirmektedir.[2] Mevlânâ başka bir yerde de insanın, aklını kullanmayıp hayaller peşinde koşmasını da eleştirir ve “avucuna bulut diyen akıllılığa zulmetmiştir.” der.[3]
“Sen de aklını başına devşir de (Güneş gibi) tutulma yerine düşmemeye savaş. Bu suretle de tencere gibi yüzü kara bir hale gelme!”[4] şeklinde tavsiyede bulunan Mevlânâ, “nerede bir tane görürsen sakın oradan. Sakın da tuzağa düşme, kolun kanadın bağlanmasın”[5] diyerek olayların ve nesnelerin görünen tarafının arkasındaki görünmeyen gerçek nedenin bulunmasını aklın kullanılmasına ve geliştirilmesine bağlamaktadır.
“Ey akıl, sen de dizginini eğriltme de tutulup nursuz bir hale gelmeyesin.” diyen Mevlânâ aklın doğru bir şekilde kullanılmasını aksi durumda insanı olumsuzlukların içine düşüreceğini ifade eder.[6]
Aklını birçok yerlere dağıttın. Hâlbuki o saçma sapan uğraşman, o beyhude dırıldanman, bir tereye bile değmez.
Aklının suyunu her diken, çekip durdukça akıl suyun, meyvelere nasıl ulaşabilir?
Kendine gel de o kötü dalı kes, buda. Bu güzel dala su ver de tazelendir![7]
Aklın kullanılması sayesinde kişi olayların sonuçlarını daha başındayken kestirebilir. Bunun yanında insanın pratik hayatta başkaları tarafından da kolay kolay kandırılamayacağını dile getiren Mevlânâ bununla ilgili olarak meşhur kedi-et hikâyesini nakleder.[8]
Mevlânâ, insanın aklı kendisinden daha üstün bir akla danışarak geliştirmesini tavsiye eder.[9] O, öğüt veren insanların öğütlerini aklını kullanarak dinleyen kişinin işin sonunda sıkıntıya düşmeyeceğini de ayrıca belirtir.[10]
Mevlânâ, yanlış yapmamak için aklı iyi kullanmayı, “akla yâr ve akıllıya dost olmayı öğütler.[11] O, “her an akla, insafa aferin”[12] çeker ve “akıldan, insaftan ayrılmama”,[13] daima aklı ve dini kılavuz edinme[14] tavsiyesinde bulunur:
Aklını iyi kullanan kişi, bir ipe sarıldığından kolay kola yanlış yola sapmaz, suça meyletmez, hatada ısrar etmez.
İşi bozulup şaşıran kişinin, bir ipe sarılması yeğdir.
Dostlarım, yollarını yitirdiler de, yanlış yola saptılar, suç dikenliğine ayakbastılar da ayakları o dikenlikte yaralandı mı, inat edip, ısrar edip o dikenliğe gitmemeleri gerek.[15]
Aklını iyi kullanan kişi olayların ve görünenlerin gerisindeki görünmeyen gerçek nedeni bulmaya çalışır.
Avcı, daima taneler saçar, saçtığı taneler görünür de yapacağı kötülük görünmez.
Nerede tane görürsen sakın oradan. Sakın da tuzağa düşme, kolun kanadın bağlanmasın.[16]
Yine aklını iyi kullanan kişi konuşmalardan ve sorulardan ne kastedildiğini anlamaya ve onlarda saklı olan esprileri yakalamaya çalışır.
Her sorunun cevabında nükteler belle de sınanma vaktinde üstün bir er desinler sana.[17]
Aklını iyi kullanan kişi, başkalarının deneyimlerinden ve birikimlerinden yararlanmasını bilir. Zira “eski ve tecrübe görmüş akıl, kişiye yeni bir baht bağışlar”.[18] Aklını iyi kullanmanın gereği olarak insan, bir işe ön hazırlık yaparak, donanımlı olarak ve rehber eşliğinde başlar.[19] Böyle davranmayan yanlış yapabilir:
Bilmeden yola düşme; gulyabaniyle yoldaş olup gitme sakın; kervanla (bilenlerle, erenlerle) yola düş.[20]
Ustasız iş yapmak istedin. Bilgisizlikle canınla oynamaya kalkıştın. [21]
Aklını iyi kullanan kişi bir şeyi, parçalarıyla olan ilişkilerini gözardı etmeden bütünlüğüne ve neticeleriyle birlikte değerlendirir. “Akıl-fikir, parçaların bir araya toplanmasını, tüm haline gelmesini ister”.[22] Mevlânâ’ya göre aklın önemli bir özelliği işin sonunu görmesidir, âkıbeti görmeyen akıl nefistir.[23] Aklın âkıbeti görebilmesi için ise düşünmesi gerekir. Mevlânâ’ya göre “iyi düşünce insanı semirtir”.[24]
Aklını iyi kullanan kişi, ölçülü ve tutarlı konuşur, tartışmalarda karşı tarafı ikna etme veya susturma konusunda başarılı olur.
Bir adamın bir karısı vardı. Pek hilebaz, pek kötü huylu ve yol kesici bir kadındı.
Adam, eve ne getirse harcar, telef ederdi. Adam da sesini çıkarmazdı.
Bir gün adam, konuğunu ağırlamak için yüzlerce sıkıntıyla biraz et aldı, eve getirdi.
Kadın onu kebap edip şarapla sildi, süpürdü. Adam gelince de düzensiz sözlerle hileye başladı.
Adam dedi ki: Konuk geldi, et nerede? Konuğa yemek çıkarmak lazım.
Kadın eti şu kedi yedi, hadi git et al yine dedi.
Adam, Aybek dedi, terazi getir, şu kediyi bir tartayım.
Terazi geldi, kediyi tarttı yarım batman geldi. Bunun üzerine a hilebaz kadın dedi,
Et yarım batmandı, yarım okka kadar da fazlalığı olacak. Kedi de tam yarım batman geldi.
Eğer bu, kediyse söyle, et nerede? Yok, bu etse hadi var, bucak bucak kediyi ara.[25]
Akıllı ve uyanık olma, bir şeyi uygun yerde aramayı ve onu usulünce yapmayı gerektirir.[26] Yine akıllı ve uyanık olmanın bir gereği de, iyi arama ve araştırmada bulunmak, olayları ve fikirleri iyi değerlendirebilmek için onlara, üstün körü değil de, yakından iyice bakmak, onları dikkatlice incelemektir. “Bir şeyi iyice arayan, nihayet bulur”,[27]
Akıllı ve uyanık olma, tedbirli ve ihtiyatlı olmayı da beraberinde getirir. Mevlana, düşünce ve eylemlerde ihtiyatlı olup, acele etmemeyi, olay ve olguları iyi arama ve araştırmada bulunmayı tavsiye eder:
Senin canın içinde bir can var, o canı ara! Dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara!.[28]
Fakat bu arama ve araştırmanın gelişigüzel değil de, nerede, nasıl ve hangi boyutlarıyla dikkatlice yapılacağını bilmek gereklidir. Bu konuda Mevlânâ şu uyarıda bulunur:
İhtiyatlı ol, gözünü dört aç.![29]
Gerçeği görüyorum sansan bile gene gözlerini ovuştur.
Çünkü saf olur, bön olursan eminlikten bile bir fayda görmezsin sen…[30]
Sen böylesine şaşı bakarsan kâseyi kırarsın.[31]
İşte sen, dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç da gör.[32]
Kendine aşkı ve bakışı öğret. Bu bilgi, taşa kazılan nakış gibidir.[33]
Tehlikeden sakınmanın farz olduğunu, kurtuluş arayan için aklın sağlam ve keskin olması gerektiğini söyleyen Mevlânâ, belâ pususuna karşı tedbirli olmanın önemini vurgular.[34] O, tedbirli ve ihtiyatlı olmada geçmiş tecrübelerin önemli rol oynadığına işaret eder.[35]
Bakılması gerekli şeylere, dıştan üstünkörü değil de, onların aslına ve özüne inerek iyi bakmak gerekmektedir. Bakılacak şeylerin de bakmaya, araştırmaya değer şeyler olması gerekir. [36]
Sadece iyi bir arama ve araştırma ile iş bitmiş olmuyor. Bu faaliyetin veya elde edilen malzemenin sonunda ne çıkacağını kestirmeye çalışmak da bu araştırmayı tamamlayan bir unsurdur. Derin birikim, geniş ufukluluk ve ferâset isteyen bu fiil Mevlânâ’ya göre dinî hassasiyet de gerektirir.[37]
Aklı iyi kullanmak bilgiye dayanarak hüküm vermeyi, bilinçli olmayı gerektirir. [38] Aklını iyi kullanan acele hareket etmeyip meseleye geniş açıdan bakar, başka alternatiflerin de olabileceğini düşünür ve büyük bir alçak gönüllülük içinde bilmediğini ikrar eder. [39]
Aklı iyi kullanmak mantık kurallarına uymak, özellikle öncül-sonuç veya sebep-sonuç ilişkisine dikkat etmeyi, olayların gerçek nedenini görmeyi gerektirir.
Her sebep bir sonuca bağlıdır.[40]
Her şey bir maksatla hareket eder, her şey bir maksatla dönüp dolaşır.[41]
Bunun da bir sırrı var, anlamsız olamaz… Halden hale dönen şeyi elbette bir döndüren var.[42]
Tahta, dülgerin elindedir. Yoksa nasıl olur da kesilir yahut başka bir tahtayla birleşir.
Kumaş, bir terzinin elinde olmadıkça kendiliğinden nasıl dikilir yahut biçilir?
Su kabı, ey akıllı adam, sakanın elindedir. Böyle olmasa kendi kendine nasıl dolar, boşalır.[43]
Mevlânâ’ya göre aklı iyi kullanmak, bunlara ilave olarak, görünür âlemdeki açık sebeplerle yetinmeyip bunların üstüne, metafizik alana çıkarak, sebeplerin üzerindeki sebebi görmeyi de gerektirir ki bu tür bir görme kişiye tam, kapsamlı, aşkın ve derinliğine bir bakış kazandıracaktır.[44]
Aklı iyi kullanmak, eşyalar, olaylar ve fikirler arasında, ateş-duman arasında olduğu gibi, mümkün olabilen uygun ilişkiler kurar ve olabilecek şeyleri talep eder. Yine böyle bir kişi, yanlış yapmamak için, bir şeyi uygun yerde, uygun şekilde ve uygun vasıtalarla arar.[45]
Aklını iyi kullanan kişinin ayırma (temyiz) gücü gelişmiştir. Mevlana hem ilmî, hem de pratik hayatta oynadığı rolü ve insandaki bu gücün büyük bir nimet olduğunu, şu hadisi de naklederek şöyle belirtir: “Mü’min zekidir, temyiz, fetanet ve akıl sahibidir (H)”. “Kıymetli bir inciyi bir çocuğun eline versen, çocuk bunun değerini bilmediğinden, senden ayrılıp biraz öteye gidince eline bir elma tutuşturup inciyi alırlar. Çünkü çocuğun temyiz hassası yoktur. Yani elma ile incinin değerini tefrik edemez. İşte bunun için bu temyiz büyük bir nimettir.”[46]
Aklı iyi kullanmak için onun önündeki engelleri tanımak ve bunların aklın sağlıklı düşünmesine nasıl tuzak oluşturduklarını bilmek gerekir. Cehalet, zan, gaflet, taklit, acelecilik, tahammülsüzlük, nefse uyma hiddet ve şehvet, hisler ve hırslar, hayal ve vehim, haset ve kibir gibi ileride göreceğimiz bu engel ve tuzaklar bilip bunlara karşı dikkatli olmak da aklı iyi kullanmanın göstergesi olacaktır.
Aklı iyi kullanmanın aksine aklı iyi kullanmama, Mevlânâya Göre Aklın Önündeki Engeller adlı bir sonraki yazımızda göreceğimiz engel ve tuzaklar bilip bunları dikkate almamak demek olacağından haliyle yanlışlara düşmeye yol açacaktır. Mevlânâ, aklını iyi kullanmadığından dolayı, düğünde de yasta da, ister sevinçli ister hüzünlü durumlar olsun, ahmaktan uzak durmayı tavsiye eder.[47] O,
Akıl bağlanmıştır da heva ve heves, dilediğini işliyor; hâlbuki akıl işlemeliydi dilediğini.
Akıllar, ayrana düşmüş sineklere dönmüş; hâlbuki akılların, akılları başlarında olmalıydı[48]
sözleriyle, aklı iyi kullanmamaktan şikâyet etmektedir.
[1] Dîvân, c. III, s. 398.
[2] Dîvân, c. V, s. 182, b. 2067-2068.
[3] Göztepe, Yüksel, “Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Akla Eleştirel Bakışı”, Tasavvuf (Mevlânâ Özel Sayısı), Ankara 2005, s. 425.
[4] Mesnevî, c.VI, s. 77, b. 931.
[5] Mesnevî, c. III, s. 232, b. 2859.
[6] Mesnevî, c. IV, s. 77, b. 935.
[7] Mesnevî, c. V, s. 90, b. 1084-1086.
[8] Mesnevî, c. V, s. 278-279, b. 3409-3418.
[9] Mesnevî, c.V, s. 17, b. 167.
[10] Mesnevî, c. III, s. 13, b. 147.
[11] Mesnevî, c. III, s. 218, b. 2692.
[12] Mesnevî, c. III, s. 230, b. 2833.
[13] Mesnevî, c. III, s. 322, b. 3945.
[14] Mesnevî, c. IV, s. 38, b. 465.
[15] Mecâlis, s. 9.
[16] Mesnevî, c. III, s. 232, b. 2858-2859.
[17] Dîvân, c. IV, s. 135, b. 1216.
[18] Mesnevî, c. III, s. 13, b. 147.
[19] Mesnevî, c. VI, s. 352, b. 4425-4431, 4436.
[20] Dîvân, c. VII, s. 544, b. 7135.
[21] Mesnevî, c. V, s. 117, b. 1404.
[22] Dîvân, c. V, s. 449, b. 6132.
[23] Mesnevî, c. II, s. 118, b. 1548.
[24] Mesnevî, c. VI, s. 26, b. 289-290.
[25] Mesnevî, c. V, s. 278-279, b. 3409-3418.
[26] Mesnevî, c. IV, s. 266-277, b. 3324-3329; Rubâiler, c. I, s. 20, Rubâi: 87.
[27] Mesnevî, c. V, s. 112, b. 1342.
[28] Rubâiler, c. I, s. 11, Rubâi: 43.
[29] Mesnevî, c. VI, s. 127, b. 1588-1589.
[30] Dîvân, c. V, s. 480, b. 6586, 6588, 6591.
[31] Dîvân, c. VII, s. 204, b. 2586.
[32] Mesnevî, c. I, s. 78, b. 969.
[33] Mesnevî, c. V, s. 261, b. 3194.
[34] Mesnevî, c. VI, s. 289, b. 3652-3653.
[35] Dîvân, c. V, s. 181, b. 2049.
[36] Dîvân, c. VI, s. 183, b. 1767-1778.
[37] Mesnevî, c. III, s. 22, b. 269-271, 276-279;c. IV, s. 136, b. 1659;s. 271-272, b. 3392-3393, 3398-3904; c. V, s. 64, b. 748-749;c. VI, s. 110, b. 1357-1361; s. 118, b. 1464- 1465; Mektuplar, s. 36, Mektup: XIX.
[38] Fîh, s. 93-94.
[39] Fîh, s. 114, 147-148.
[40] Dîvân, c. I, s. 10I, b. 794.
[41] Mesnevî, c. I, s. 225, b. 2800.
[42] Dîvân, c. VII, s. 534, b. 7009.
[43] Mesnevî, c. VI, s. 264, b. 3337-3339.
[44] Mesnevî, c. II, s. 85, b. 1117; c. III, s. 78, b. 967; s. 257, b. 3151-3160; c. V, s. 237-238,b. 2900-2908; c. VI, s. 234, b. 2961-2962; s. 291-292, b. 3683-3691; s. 398 (İzbudak nüshası) b. 488.
[45] Dîvân, c. II, s. 355, b. 2957; c. IV, s. 366, b. 3536-3541; Mesnevî, c. IV, s. 160, b. 1974.
[46] Fîh, s. 227, 228; Rubâiler, c. I, s. 23, Rubâi: 100.
[47] Dîvân, c. VI, s. 130, b. 1199.
[48] Dîvân, c. V, s. 182, b. 2067-2068.