MEVLÂNA’YA GÖRE AŞK VE SEVGİNİN ÖNEMİ – İsmail Yakıt

MEVLÂNA’YA GÖRE AŞK VE SEVGİNİN ÖNEMİ

Bugün sevgi olarak ifâde ettiğimiz kelime klasik kaynaklarda “hub” sözcüğüyle anlatılır. Bu sözcük aynı zamanda muhabbet kelimesinin de köküdür. Hub, Arapça’da “kaynama noktasına gelmiş suyun üstüne çıkmaya başlayan kabarcıklara” denir. Habbe kelimesi de buradan gelir. Muhabbet ise susamışlıktan veya fazla arzudan dolayı kalbin kaynamaya ve habbeler çıkarmaya başlamasıdır.

Sevgi insan fıtratında var olan bir duygudur. Bundan dolayı insan hayatta pek çok şeyi sevgi objesi yapabilir. Mesela kendini, çevresini, ailesini, para, makam, şöhret, itibar v.s. gibi pek çok şeyi sevebilir. Hatta madde ötesi varlıkları bile sevebilir. Nitekim İlahî aşk veya Allah sevgisi tabir edilen sevgiler bu gruptandır. İnsan her ne kadar pek çok şeyi sevse de sevginin kendisi tektir, ancak objeleri farklıdır.

Beşer hayatında sevginin ferdî ve sosyal pek çok faydaları vardır. Sadece insan değil, diğer bütün varlıkların eğitimine sevginin temel teşkil ettiğini biliriz. Çevremize şöyle bir baktığımızda, sevginin tezahürleri ve önemi hususunda pek çok şey tespit edebiliriz. Her şeyden evvel şunu söylemeliyiz ki, sevgi bir güven işidir. Güvenin olmadığı yerde sevgiden bahsedilemez. İnsan ve toplumu şekillendiren her müspet değer sevgiden doğar. Fertler sevgiyle mutlu olur, toplum sevgiyle kaynaşır. Sevgi, insanı olumlu yönde motive eden bir güçtür ve sevgi ruhun kudretine teslim olmak demektir.

Sevgisiz insanların katı ve iki yüzlü olduklarını görürüz. Sadece insanlar değil, sevgisiz adalet bile katıdır. İçinde sevgi olmayan kural ve gelenekler insanları dar görüşlü yapar. Hatta sevgisiz inanç bile insanı fanatik yapar.

Sevgi konusunda Mevlâna’nın pek çok sözü vardır. Onlardan en çarpıcı olanlardan biri şudur:

Sevgiden acılıklar tatlılaşır,

Sevgiden bakırlar altın kesilir.” (Mesnevî, II, 1529)

Sevginin şiddetli haline aşk denir. Bu da Arapça’dan dilimize geçmiş olup bir sarmaşık türünün adıdır. “Aşaka” adı verilen bu sarmaşık, ağaca dolanır ve onu baştan aşağı sarar. Yapraklarının altından ağacın gövdesine kökler salar ve ağacın öz suyuyla beslenir. Böylece sarmaşık geliştikte ağaç solmaya kurumaya başlar. Tıpkı bunun gibi aşk da âşığın benliğini öyle bir kaplar ki, aşk kendisinde geliştikçe âşık solmaya, kurumaya ve bedeni varlığını yokluğa vermeye, ruhu da maddî irtibatlardan soyutlanmaya başlar. İşte âşıkların literatüründe önemli bir yer işgal eden aşkın etimolojik ve semantik anlamı budur. Mevlâna’da sevgi ve aşk kavramları, biri diğerinin devamı olmak üzere iç içe kullanılmış kavramlardır. Bu sebepledir ki, biz de burada bu iki kavramı yeri geldikçe bir arada kullanmaya çalışacağız.

Mevlâna’ya göre aşk beşerî ve ilahî olmak üzere iki grupta mülahaza edilir. İnsan aşk yolunda olgunlaşır. Nitekim ilahî aşka girmeden önce insan beşerî aşkı tecrübe etmeli ve orada yoğrulmalıdır. Aşk yolu çileli bir yoldur. Bunun için hayatta çekilen sıkıntılar, yaşanan acılar, insanı hamlıktan kurtarır, benlikten sıyırır. İnsan sevgiyle pişer, bu yolda suret sahibi bir sevgiliden suretten münezzeh ve Mutlak güzellik olan Tanrı’ya ulaşır. Mevlâna bu yol için şunları söyler:

Sadece aşk, sadece aşk, başka bir işimiz yoktur.” (Divan, 1474)

Bizim peygamberimizin yolu aşk yoludur.” (Rübâiler, 49)

Mevlâna’ya göre, beşerî aşkı şehvet zannedenler aşkı asla anlamamışlardır. Nitekim bu konuda şunları söylemektedir.

Gönülden suretleri sür çıkar ki, O suretsiz olan sureti bulasın!”( Rübâiler, 369)

Eğer şehvet ve heva sevdasında koşacaksan, sana haber vereyim ki eli boş kalacaksın.” (Rübâiler, 310)

Bugün etrafımıza şöyle bir baktığımızda pek çok düşünce fikir ve felsefi akımlarla kuşatıldığımızı görürüz ve bunlarla kendimize bir yön vermeye hayatı tanzim etmeye çalışırız. Ümidi, kurtuluşu, mutluluğu bunlarda ararız. Mesela çağın en önemli felsefi akımlarından biri varoluşculuk diye tercüme ettiğimiz egzistansiyalizmdir. Bu akım insan problemleriyle uğraşmayı kendine konu edinerek onu en temel sorun kabul etmiştir. İnsanın yabancılaşması, yalnızlığı, özgürlük çabası, ölüm korkusu, ümitsizliği ve var oluş kriziyle uğraşmış, sonunda intihar yerine isyanı önermiş ve başkaldırmayı tavsiye etmiştir.

Hâlbuki insanın kendi var oluşuna isyan etmesi ve baş kaldırması, sevgiden tamamen mahrum olmasının bir tezahürüdür. Bu hususta, ünlü düşünürümüz Mevlâna’nın çağrısı yani sevgiye ve aşka yaptığı çağrısı, beşeriyet için bir umut kaynağıdır. Ümitten yoksun, yalnızlığa, ölüm kaygısına kapılmış çaresiz insanlar “ümitsizlik dergâhı olmayan” Mevlâna halkasında nefislerini temizleyecek, sevgi eğitiminden geçecek ve böylece gönüllerindeki aşk fitili ateşlenecektir.

Aşk olmasaydı varlık olmazdı” (Mesnevî, 2020)

Aşksız yaşama ki ölmeyesin. Bari aşk yolunda öl ki, ebedî hayata kavuşasın!” (Rübâiler, 1291)

Mevlâna’ya göre insan, sevgi ve aşk hususunda kendi özündeki güzelliğe doğru yol alır, hamlıktan olgunluğa geçer. Bu işlemde nefsin olumsuz sıfatlardan, her türlü ahlâki kötülükten arıtılmış olması gerekir ki, onun Tanrı ile irtibatı söz konusu olsun. Yani kişi kendi egosuyla mücadelesinde galip gelmeli ki, kalbini ilahî ilhamlara açık tutabilsin.

Mevlâna’ya göre bütün bediî zevkler, sanat, estetik, psikoloji, hayat, ibadet vs. hepsi aşk adlı sihirli sözcükte temerküz etmektedir. Ona göre aşk Tanrı’nın bir sıfatıdır. Bütün varlıklarda tecelli eder. İnsan, Tanrı’ya vuslatı gerçekleştirince kâinata o gözle bakar ve her türlü güzelliği görür. Zaten insan, mikro kozmik addedildiğinden evrende tecelli eden bütün değerlerin hepsine câmidir. Dolayısıyla aşkın objesi olan ebedî varlığa doğru yönelmelidir. Aksi takdirde ölümlü varlığa yönelen aşk hem güzelliğini hem de anlamını yitirir. Nitekim şöyle demektedir:

Aşk, sayıya sığmayan sevgidir. Bu yüzden de gerçekte Tanrı sıfatıdır; kula verilişi, geçici bir şeydir, demişlerdir.” (Mesnevî, II, 5-6)

Aşk Tanrı sıfatıdır. Fakat korku, şehvete kapılan kulun sıfatıdır”. (Mesnevî, V, 2184)

Âşık sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır”. (Mesnevî, V, 587)

Mevlâna’ya göre, dinin temeli ile ibadetin özü ve zevki de aşktadır. Nitekim ona göre,

yerine getiriliş amacına göre ibadetler üçe ayrılır: Kölenin ibadeti, tüccarın ibadeti, âşığın ibadeti. Kölenin itaati korkudan dolayıdır. Cehennemden korktuğu için ibadet eder. İşte cehenneme girmemek için ibadet edenlerin ibadeti bu kategoridendir. Bazıları da cennet vaadi olduğu için ibadet eder. Bunlar da tüccar ruhlu insanlardır. Çünkü tüccar, kazançlı olmayacak bir işe yatırım yapmaz. Ama hak katında gerçek ibadet âşığın ibadetidir. Çünkü o, Tanrı kendisini ister cehenneme koysun, isterse cennete, sırf O’nun rızası için, O istediği için, O’nu sevdiği için ibadet eder.

Mevlâna’ya göre kişinin ölümlü varlıklara, dünyaya gönül vermesi, kendisini mal, mülk ve makama esir kılması; yükselmesine, gelişmesine ve Tanrı’ya ulaşmasına engel olması için ruhuna sarılmış zincirlerden başka bir şey değildir. Kişi bu yolda maddî, nefsî ve dünyevî kayıtlardan kurtulmalıdır. Mevlâna şunları söylemektedir.

Aşkında doğru olan kişi varlığa bağlanmaz. Âşığın varlıkla işi yoktur.” (Mesnevî, III, 3020)

Dünyaya bağlanan insan âleme sultan olsa da, gerçekte ölüdür.” (Rübâiler, 196)

Mevlâna’nın beşeriyeti aşka çağırmada bu kadar ısrarlı olmasının sebebi, onların özgürlüğünü elde etmiş birer “ben” olmaya, ahlâki gelişimini tamamlamış ve gerçek varlığa erişmiş birer insan olmaları içindir. Bu çağrı, başta insanın kendi nefsî olmak üzere kişisel özgürlük ve gelişimini engelleyecek ölçüde başka şeylere bağımlı olmaktan koruma çağrısıdır. Bu bağımlılık bazen yeme içme zevk sefa gibi nefsani; bazen de mal mülk para vs. gibi maddî; bazen de makam, şöhret, itibar gibi sosyal içerikli şeylere duyulan aşırı hırs ve tutkulardır. Kötü olan bunların varlığı değil, insanın bunlara esir olmasıdır. Bu durumda insanın ebedî varlığa vuslatını engelleyen aşırı birer tehlike oluştururlar. Bundan kurtulmanın yegâne yolu sevgidir, aşktır. Zaten o aşk için “bütün hastalıklarımızın hekimidir” (Mesnevî, I, 24) demektedir. Dolayısıyla insan-ı kâmil olmanın yolu ruhun hürriyetinden geçmektedir. Ruhunu özgür kılan insan, kendini gerçekleştirmiş insandır. Buna engel olan şey maddî varlıklara, heva ve heveslere tutku ve bağımlılıktır. Bundan kurtulmanın en emin yolu aşktır.

Mevlâna, aşkın insan ruhunda gerçekleştirdiği psikolojik ve ahlâki anlamda olumlu değişme ve gelişmelerden de bahseder.

Aşk bengisudur. Bu suya gel!

Bu denizden gelen her damla başka bir hayattır.” (Rübâiler, 53)

Aşk öyle bir iksirdir ki, içinde şark kimyası vardır.” (Rübâiler, 1265)

Mevlâna’ya göre aşk, insanı güzel ahlâk sahibi yapar. İnsanlardaki karşılıklı sevgi, saygı ve hizmet duygularını güçlendirir. Seven insan, başkalarını sayar ve onlara hizmet eder. Başkalarını sayan, hem sever hem de hizmet aşkına kavuşur. İnsan vefa sahibi bir varlık olur. Dolayısıyla insanlardaki bu nevi olumlu gelişmeler onları beşerî sevgiden ilahî sevgiye, beşerî aşktan ilahî aşka yükseltir.

Bir başka şekilde ifâde edersek: Mevlâna’ya göre, kendini aşkla keşfeden insan kendinde bulduğu bir takım değerleri, güzellikleri başkasında da görmeye başlar. Gönülde Hakk sevgisiyle insan sevgisi birleşir, toplumdaki kırgınlıklar, hakaretler, küslük ve dargınlıklar kalkar. İnsanlar arası yardımlaşma artar, bencillik, nankörlük azalır. Toplumda vefalı, diğergam ve saygın insanlar çoğalır, sosyal ahlâk kendiliğinden tesis eder.

Mevlâna’ya göre aşk insanı uyumlu ve mutlu kılan yegâne iksirdir. İnsan önce kendi özüyle sonra ailesiyle, çevresiyle ve içinde yaşadığı toplumla ve nihayet Tanrı’yla uyumlu olmalıdır. Mutluluğun özü de zaten bu uyumlarda yatar. Bu uyumlar aynı zamanda insanı edepli bir şahsiyet yapar. Mevlâna’ya göre, insanın insanlığı olduğu kadar, vahyedilmiş hakikatin tamamı da edep prensibinden ibarettir. Nitekim bir gazelinde şunları söylemektedir:

Ademoğlunun eğer edepten nasibi yoksa, Adem değildir.

Ademoğluyla hayvan arasındaki fark edeptir.

Gözünü aç da bak cümle Kelâmullah’a:

Kur’an’ın bütün ayetlerinin manası edepten ibarettir”

Mevlâna’ya göre aşk, hem temizdir, hem temizleyicidir. Temizdir, çünkü ahlâka ve edebe dayandığından samimi ve sâfiyane bir duygudur. Temizleyicidir çünkü, âşığı nefsanî ve hayvanî sıfatlar ile dünyevî bağlar ve hırslardan temizler.

Mevlâna, sevgi ve aşk eğitimiyle nefsin kontrol altına alınmasıyla, toplumda ben merkezcilikten biz merkezciliğe geçilebileceği, acıların paylaşıldıkça azalacağı, sevinçlerin paylaşıldıkça çoğalacağı kanaatindedir. Bencil nefislerin sevgi eğitimiyle cömert ve diğergam birer fert olarak topluma kazandırılabileceğini düşünür. Zira sağlam bir duvarın tuğlaları gibi, fertleri birbirlerine kenetli olan mutlu ve düzenli bir toplum doğar. Yine O toplumsal hayatın akıl ve bilgiyle tanzim edildiği, aşk ve sevgiyle devam ettirildiği kanaatini de taşır. Sevgiden ve aşktan soyutlanmış bir toplumda fertlerin birbirine güveni kalmaz. Güvensiz insanların oluşturduğu bir toplum da payidar olmaz.

Günümüzde, Mevlâna’nın sevginin ve aşkın önemi hususundaki fikirlerine ve çağrısına bütün insanlığın ne kadar muhtaç olduğunu söylemeye gerek yoktur. Sözlerimizi onun şu dizeleriyle bitirelim.

Sevgiden acılıklar tatlılaşır,

Sevgiden bakırlar altın kesilir.

Sevgiden tortulu bulanık sular, arı duru su haline gelir,

Sevgiden dertler şifa bulur,

Sevgiden ölü dirilir,

Sevgiden padişahlar kul olur.” (Mesnevî, II, 1529-1531)