Mevlânâ’yı içselleştirmek zaman alacağa benziyor
Bizi takip edenler bilirler yazılarımızda, konuşmalarımızda Anadolu irfanının, torunları tarafından yalnız bırakıldığının altını ısrarla çizmekteyiz. Tabii ki bunun nedenleri üzerinde uzunca durmak lazım. Bu zihniyet kayması nasıl başladı ve hangi saikler bunu güçlendirdi incelenmesi lazım. Sivil toplumdaki arifler ve bunların çalışmaları zaten üzerinde yüzlerce çalışmanın yapıldığı zengin bir alan. Fakat daha çok Davud-ı Kayseri, Molla Fenari, İbn Kemal Paşazade v.b. gibi kimselerin temsil ettiği ve devletin tercih ettiği din anlayışı ile bugünün tercihleri arasında bulunan zihniyet farkı üzerinde çalışılmamış bir konu. İlerideki yazılarımda Geleneğin bu ustalarını zaman zaman tanıtmaya çalışacağım.
Yıllar evveldi… Almanya’da bir toplantıda o zaman Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olan Prof. Dr. Mehmet Görmez dostumla karşılaşmıştım. Kendisine “İmamlarımız çok fazla resmi ve soğuk devlet bürokratı gibiler. Oysa ki din adamı, maneviyat adamı gibi olmalılar. Mürşid, rehber, mürebbi, muallim sıcaklığında olmalılar. Hutbelerde veyahut vaazlarda ne Mevlânâ’dan ve ne de Yunus’tan hiç bahsetmezler, onların bir şiirini dahi okumazlar” demiş ve devamında “Mesela yaklaşık bir ay sonra Hazret-i Mevlânâ’nın vefatının sene-yi devriyesi (Şeb-i Arus) gelecek. O haftaya denk gelen bir Cuma hutbesinde cemaate bu büyük İslam âlimini tanıtsalar, ondan beyitler okusalar ne kadar isabetli olur” dediğimde “Ah aziz dostum biz nelerle uğraşıyoruz bir bilsen!” diye dert yanmış, lakin en sonunda da; “Peki sen böyle bir hutbe hazırlayabilir misin hemen?” diye sormuştu. “Söz veremiyorum ama denetimden geçmesi ve okutturulması için elimden geleni yapacağım” demişti. Ben de orada kaldığımız üç gün içerisinde otel odasında bir metin hazırlamış ve kendisine göndermiştim. Sonrasında merakla beklemeye koyuldum. Fakat heyhat ne o yıl ve ne de daha sonra yıllarda bu hutbe okunmadı. Ben de bu metni hüzünlü bir hatıra olarak yıllar sonra çıkan Mevlânâ Üzerine Konuşmalar kitabımın (Sufi Kitap, 2014; s.13-15) içerisine ‘Hiç Okunmamış bir Hutbe’ adıyla aldım. Demek ki denetimden geçmedi. Fakat insan “hâlâ mı?” demekten de kendini alamıyor. Evet yıllardır Diyanet’e, İlahiyat Fakülteleri’ne hakim olmuş olan neo-selefi, modernist, ulusalcı “cemaat”in (?) hala denetimi sürüyor mu?. Sakın bu “cemaat” de “Havadaki kuşa bak!” derken vatandaşın cebinden cüzdanını yürüten hırsız misali son sahte “Hocaefendi”nin yaptıklarını bahane ederek kendi yerlerini daha da muhkemleştirmiş olmasınlar. Fırsat bu fırsattır diye tasavvuf mesleğine saldırıların hususen bu olaydan sonra artması hiç gözden kaçmıyor. Siyasi olarak hiçbir zaman AK Parti hükümetlerini desteklemediklerini iyi bildiğimiz bu “cemaat”in maalesef hükümetin din vizyonunu belirlemede hâlâ etkili olmaya devam etmesi de bir yaman çelişki.
Pergelin bir ayağının muhkem olarak üzerinde durduğu bir sabitesi olmayan yapılarda bu türden oynamalar olabilmektedir. Geleneğimizdeki devlet mekanizmasının kırmızı çizgisi bu yukarıda saydığım ustalar üzerindedir. Bu çizgide olmayan hiçbir dini veyahut siyasi yapılanma kendini bu Geleneğe atfedemez. Atfederse de ortada bir yanlış babaya nispet edilen çocuk problemi çıkar ki bu da beraberinde “miras” meselesini getirir. Malumdur ki fıkıhta neseb-i sahih olmayan o mirastan mahrum olur.
Yaklaşık bir ay sonra Hazret-i Mevlana’nın vefatının sene-yi devriyesi (Şeb-i Arus) geliyor. O haftaya denk gelen bir Cuma hutbesinde cemaate bu büyük İslam âlimini tanıtsak, ondan beyitler okusak ne kadar isabetli olur. Sabırla her sene beklemeye devam ettiğimiz gibi bu sene de bekleyeceğiz. Geleneğimizin kurucu babalarıyla torunlarının barıştıklarını gördüğümüz o muştulu gün geldiğinde belki de neşemizden sema’ edeceğiz.
Ümitsizlik diyarına gitme, ümit burada.
Karanlıklar diyarına gitme, güneş burada.
Gönül seni gönül ehlinin diyarına
Ten seni su ve çamur hapsine çeker
O zaman gönüldaştan gönül gıdası al da
Gönlün gıdalansın!!! (Mesnevi, I/722-726).
Gitme Vahhabi-selefilerin yoluna ortaya çıkarabildikleri en son ürün kafa kol kesen bir zalim Müslüman tipidir. Bu zihniyeti sana ne kadar allasalar da pullasalar da bundan başkası bu yapıdan çıkamaz zira zihniyet müsait değil. Sen de gitme o Şirazî’lerin yoluna ki ona buna küfür etmekten başka bir varlıkları yoktur. Onlar da ilk grup gibi ortaya bir medeniyet vizyonu koyamazlar. Bırak onlar birbirlerini besleyip dursunlar. Gel sen ecdadının yoluna, ariflerin, erenlerin yoluna. Korkma onlar da fıkıh bilirler, onlar da Arapça bilirler, onlar da şeriat nedir bilirler. Mollalıksa esas olan Molla Hüdavendigar’dır bizim Mollamız, Molla Fenari’dir bizim Mollamız. Basit anlatımdan anlıyorsan eğer sana o zaman basit bir soru. İbn Arabi, Mevlânâ, Hafız, Sadi, Davud Kayseri, Molla Fenari, İbn Kemal, Taşköprülüzade, Katip Çelebi hangi mezhepten idiler? Bir bak sen de o mezhebi tut. Bu ayarda bir Vahhabi ve bu ayarda bir Şirazi alim adı söyleyebilir misin?. O mezheplerden bunlar çıkmaz. Tevhid’i zevketmemiş kimseden tevhid sırrı zuhur etmez. Onlar farktadırlar ve bu yüzden hep tefrika üzre olacaklardır. Dinde böyle olan siyasette de böyledir. Bizim ise Birlik’e ihtiyacımız var. Ne demiş Hazreti Mevlânâ; “Biz Birleştirmeye Geldik Ayırmaya Değil”.
#Mahmud Erol Kılıç